01 Eylül 2020

,

Komünizm ve Doğu: 1920 Bakû Kurultayı


Birinci Doğu Halkları Kurultayı, 1-8 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakû’de yapıldı. Kurultay, genel olarak, yürütülen tartışmalar ve alınan kararlar değil, kurultayın kendisini kuşatan, Doğu’ya özgü renkli tantanadan ötürü ilgiye mazhar oldu. Batı’da yapılan ilk değerlendirmenin sahibi ise, o dönemde Rusya’da olan H. G. Wells’ti. Wells’in tespiti şu şekildeydi:

“Zinovyev ve arkadaşları, üzerlerinde Asyatik kıyafetler ve göz alıcı silâhlar bulunan bir yığın beyaz, siyah, esmer ve sarı insanı muhteşem bir biçimde bir araya getirmişlerdi. Kitle, kapitalizme ve İngiliz emperyalizmine dönük ebedi nefretini dile getirmişti. Üzülerek söylemem gerekiyor ki geçit töreni boyunca insanların ellerinde, alelacele ve dikkatsizce imparatorluk kurma gayreti içinde olan İngilizlerin geride bıraktıkları silâhlar bulunuyordu. İnsanlar, İngilizlerin mahkeme önüne çıkartmaksızın kurşuna dizdiği on üç kişi için mezar kazıp bu insanları defnettiler, ardından da Bay Lloyd George, M. Millerand ve Başkan Wilson’ın kuklalarını ateşe verdiler.”

Ama öte yandan Wells, Bakû Kurultayı’nı pek ciddiye almadığını itiraf ediyor:

“[Kurultay] bir günübirlik gezi, bir geçit töreni, bir şölen. Asyalı proleterlerin bir toplantısı olarak akıl almaz bir olay.”[1]

Kurultay’a dair yakın döneme ait değerlendirmeler, bu toplantının cazibesinden sıyrılmış gibi görünüyorlarsa da öte yandan onu aynı ölçüde önemsizleştirme eğilimindeler. Bu değerlendirmelerde kurultayın seçip sürekli çalışması için görevlendirmelerde bulunduğu Propaganda ve Eylem Konseyi’ne yeterli ilgi gösterilmiyor. Ayrıca kurultay, sömürge ve millet meselesine dair formülasyonunun oluşmaya başladığı dönemde Bolşeviklerin bu meselelerle ilgili siyasetinin gelişimi ile pek ilişkilendirilmiyor.[2]

Birinci Doğu Halkları Kurultayı’na daha fazla ilgi gösterilmesi noktasında en az üç sebep öne sürülebilir. İlki, kurultayın Komünist Enternasyonal’in gelişiminde belirli bir yere sahip oluşudur. Kurultay, Komintern yürütme kurulunca toplanmış, oturumları (Zinovyev’in de ifadesiyle) “aynı yılın başlarında toplanan İkinci Komintern Kongresi’ndeki oturumların tamamlayıcısı, ikinci kısmı ve ikinci yarısı” olarak biçimlenmiştir. Bakû delegelerince seçilen Propaganda ve Eylem Konseyi, Moskova’daki Komintern yürütme kuruluna doğrudan tabidir. Kurultay’ın toplanması ve Konsey’in oluşturulması, ana yapı olan Komünist Enternasyonal’in oluştuğu ilk yıllara ait önemli iki teşebbüstür.

Kurultay’ın daha fazla ilgiyi hak etmesinin ikinci sebebi ise onun Britanya ile Sovyetler arasındaki ilişkilerin gelişiminde, daha doğrusu, iki ülke arasında imza edilecek ticaret anlaşmasının sonuca bağlanmasıyla ilgili olarak yürütülen müzakerelerde kayda değer bir rol oynamasıdır. O günlerde Britanya’da işbaşında olan bakanlar kurulu, Sovyet Rusya hükümetiyle anlaşma arzusu üzerinden ikiye bölünmüş durumdadır. Ayrışmanın bir tarafında Curzon ve Churchill öne çıkmakta, bu kesim, her türden anlaşmaya ilkesel olarak itiraz etmektedir. Sonrasında bakanlar kurulu içerisindeki bu hizip, Bolşeviklerin Bakû Kurultayı’nın özel olarak kötü bir örneğini takdim ettiği, Doğu’da yürüttükleri “Britanya karşıtı” ajitasyon faaliyetlerine son vermeleri kaydıyla, ticaret anlaşmasını imzalamaya razı gelirler.

Bolşevikler, esasen sömürgeler dünyasında devrimci hareketi teşvik etmek veya dizginleme konusunda sahip oldukları beceri üzerinden ellerinde bulundurdukları taktiksel avantajların farkındadırlar. Ama buradan, onların millet ve sömürge meselelerine yönelik ilgilerinin yalnızca taktiksel ve manipülasyon amaçlı olduğu sonucuna ulaşmak yanlış olur. Zira Bakû Kurultayı’nın ve onu takip eden dönemin de ortaya koyduğu biçimiyle, Bolşevik liderlerin henüz yeni önemsemeye başladıkları sorun, görünenden daha karmaşıktır. Emperyalist boyunduruğu parçalama mücadelesinde Rusya’daki ve sömürgelerdeki halkların birliğinin resmi ağızlardan dillendirilmesi önemli bir gelişmedir, fakat öte yandan geleneğin etkisinin güçlü ve baş eğmez bir nitelik arz ettiği, sanayi proletaryasının kıt kanaat varolduğu ülkelerde bu ve benzeri siyasetlerin pratikte uygulanmasını güvence altına almak da apayrı bir meseledir. Bakû Kurultayı, ezilen sömürge halklarının davasının Bolşeviklerde desteklendiğine dair bir simgedir, ama aynı zamanda o, takip eden yıllar dâhilinde Komintern’in uzlaşma yolu aradığı bu türden bir konuma ait muğlâklıklar ve karmaşıklıklarla yüzleşilen gerçeğe dair bir temsil gibidir.

Sovyet rejiminin ilk yıllarında sömürge dünyası, haddizatında Batı’nın kendisi için uzun vadeli bir strateji geliştirmeye dönük çabanın kendisi, yüzeysel bir teşebbüs olarak değerlendirilmiştir. Bunun sebebi, devrimci güçlerin Avrupa’nın büyük ülkelerinde kazanacakları zaferin kesin görülmesidir. Mayıs 1919’da Komünist Enternasyonal dergisinin ilk sayısına yazdığı yazıda Zinovyev, Komintern’in hâlihazırda Rusya, Macaristan ve Bavyera’da üç sovyet cumhuriyetine sahip olduğunu söylemektedir: “Lâkin zamanla kâğıt üzerinde varolan bu sınırlar ortadan kalkıp üç değil altı, hatta daha fazla sovyet cumhuriyetinin varolduğunu görürsek, kimse şaşırmasın.” Devamında ise Zinovyev, bir yıl içerisinde Avrupa’da komünizm için mücadele edildiğinin bile unutulmaya başlanacağını, çünkü tüm Avrupa’nın bir yılda komünist olacağını” söylemektedir. Ona göre kapitalizm, sadece ABD ve İngiltere’de, tümüyle komünist olmuş bir Avrupa’nın yanı başında varlığını sürdürecektir.[3] Lenin bile Komintern’in kuruluş kongresine hitaben yaptığı konuşmada, proleter devrimin zaferinin güvence altında olduğuna, beynelmilel sovyet cumhuriyetinin çok yakında kurulacağına dair, kendinden emin sözler sarfetmektedir. Lenin’in öngörüsüyle, o kongrede olan ve Komintern ile Sovyet Cumhuriyeti’nin kuruluşuna tanıklık eden tüm yoldaşları, Dünya Sovyetler Federasyonu’nun oluştuğunu da göreceklerdir. 1919’da yazdığı bir yazıda dile getirdiği biçimiyle, “bu Temmuz, zorluklarla boğuşacağımız son Temmuz olacaktır.” Beynelmilel sovyet cumhuriyeti, bir sonraki yılın Temmuz ayında zafere ulaşacak, bu zafer eksiksiz ve nihai olacaktır.”[4]

Zaman içerisinde Avrupa’daki politik istikrarın yeniden sağlanmasıyla bu iyimser görüşlerde bir miktar değişiklik yapılması ihtiyacı gündeme geldi. Zinovyev, Komintern’in ikinci kongresinde yaptığı bir konuşmada bir yıl içerisinde tüm Avrupa’nın sovyetleşeceğine yönelik öngörüsünün “aşırı coşkunun ürünü” olduğunu kabul etti.[5] Süreçte bu öngörünün belirli şartlara bağlı olduğu üzerinde duruldu. Rusya Komünist Partisi’nin 1924 tarihli kongresinde yaptığı konuşmada Zinovyev şu tespitini dile getirdi: “Toplamda esasen biz, gelişme sürecinin nesnel yönelimlerini doğru tahmin ettik. Fakat ‘zaman’ denilen faktörü doğru değerlendiremedik. Bu, artık hepimizin farkında olduğu bir gerçekliktir.” Avrupa ülkelerinde sosyalizmin ulaşacağı zaferin üç aylık değil, daha uzun bir dönemin meselesi olduğu konusunda artık kimsenin şüphesi bulunmamaktaydı.[6]

Bu gelişmeler üzerine kafa yoran Lenin, en azından proletaryanın öncülüğünün kazanıldığından bahsediyordu ki zaten asıl mesele de buydu. Lenin’e göre, “zafere uzanan yol çok uzundu ve tek başına öncülükle bir şey kazanılamazdı.” Öncüyü tek başına mücadelenin içine fırlatıp atmak, ama öte yandan sınıfı en azından destek düzeyinde ikna edememek “sadece aptallık değil suçtu da.”[7] Kapitalist ülkelerde devrimin gelişme hızı Rusya’dakinden daha yavaştı. Bu ülkelerin “mevcut durumda bu hızı artırmaları kumardan başka bir şey değildi ve bu ülkeler söz konusu riski asla alamazlardı.” Esasında Avrupa, 1905-1917 arası dönemde Rusya’da yaşanan gelişme sürecine benzer bir sürece tanıklık ediyordu.[8] Ancak bu sefer devrimin denklemine yeni bir faktör dâhil olmuştu: sömürgeler dünyasında, bilhassa Asya’da radikal milliyetçi hareketlerin yaşadığı yükseliş. 1920’den itibaren Bolşevikler, bu olguya odaklandılar ve bu sayede “Avrupa’daki dengeyi sağlamak adına Doğu’yu yardıma çağırdılar.”[9]

Bu dönemden önce sömürgeler dünyasının sorunlarına eğilen, dünyadaki devrimci süreçte bu sömürgelerin oynayabilecekleri rol üzerine düşünen Bolşevik lider sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Bu konudaki tek istisna, Lenin’di. Çin ve Türkiye üzerine yazılar yazmış olan Lenin, daha da ileri giderek, bir makalesine “Geri Avrupa ve İleri Asya” başlığını uygun buluyordu. Lenin’in tespitine göre, Rusya proletaryasının ulaşacağı zafer “Avrupa ve Asya’da devrimin yaşayacağı gelişim konusunda sıra dışı bir biçimde lehte sonuçlar doğuracaktı.” Oysa o dönemde Lenin, sömürgelerdeki devrimci değişim Avrupa ülkelerindeki değişimlerle birleşse veya onları takip etse bile bu değişimin Batı devrimini asla koşullayamayacağına ya da onu önceleyemeyeceğine inanıyordu.[10]

Bazı Bolşevik liderler, sömürge meselesi üzerinde daha çok duruyorlardı. Örneğin Buharin, sömürgelerdeki ayaklanmaların ve milli devrimlerin “dünyadaki büyük devrim sürecinin önemli bir parçasını teşkil ettiğini” söylüyordu. Fakat devamında da Buharin, “sömürgelerdeki ayaklanmalar ve milli devrimler (İrlanda, Hindistan, Çin vb.) gelişmekte olan proleter devrimle doğrudan ilişki kuramaz” tespitinde bulunmaktaydı. Bu ülkelerde işçi sınıfı genelde zayıftı, dolayısıyla buralarda proletarya diktatörlüğü kurmak kesinlikle mümkün değildi.[11] Zinovyev, 1919 tarihli parti kongresine Komintern’in faaliyetleriyle ilgili kapsamlı bir rapor sundu. Raporda Doğu’dan hiç bahsetmeyen Zinovyev, sonuç bölümünde ise Doğu’dan sadece laf arasında bahsetmekteydi. Aynı yıl Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi’ne sunduğu, Avrupa ve Amerika’da komünist partilerin çalışmalarını tartıştığı raporda Zinovyev, “raporu gereğinden fazla uzatmamak için başka ülkeler üzerinde durmayacağım” demekteydi. Haziran 1920 gibi geç bir tarihte aynı Zinovyev, devrim yangınının ancak “ilk alevinin” doğuya ulaştığına inandığını ifade ediyordu. Kanaatine göre bu da esasen “zayıf bir başlangıçtı.”[12]

Sovyet idaresindeki Rusya’nın sınırlarının genişlemesiyle ve Kızıl Ordu’nun ülkede bir halk ayaklanmasını tetiklemek amacıyla Polonya’ya girişinin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla Doğu odak noktası hâline geldi ve dünya devrimi programında kendisine yüklenen rol arttı. Lenin’in de ifade ettiği biçimiyle Bolşevikler, artık dünya nüfusunun yüzde yetmişinin temsilcisi olarak konuşuyorlardı. Bu noktada Lenin, Marx’ın formülüne dayanan sloganın kapsamını genişletti ve “Tüm ülkelerin proleterleri ve ezilen halklar, birleşin” dedi. Lenin’e göre, Doğu’daki emekçi kitlelerin politik hayatı artık tüm Batı medeniyetinin kaderine artık daha fazla bağlıydı. Doğu, “dünya devriminin sonraki aşamalarında önemli bir devrimci role sahip”ti.[13]

Marx’a dayandıklarını iddia eden kimi yazarlar, daha da ileri giderek komünist devrimden önce ezilen halkların, öncelikle tüm Hindistan halklarının ve tüm Doğu halklarının devrim yapması gerektiğini söylediler.[14] Azerbaycan partisinin Bakû’deki komitesi (gorkom) bir süre asıl darbenin Batı ülkelerinde mi yoksa sömürgelerde mi indirilmesi gerektiğini tartıştı. Komiteye göre, “sermayeye karşı mücadele tüm dünyaya yayılmalı, bu mücadelenin ekseni milyonları bulan doğu halklarının mücadelelerini kesmeli, böylelikle burjuvazinin efendiliği son bulmalı”ydı. Bakû Kurultayı’nda Komintern’i temsil eden devrimci teorisyen M. N. Pavloviç ise Bolşevik görüşü benimsemekteydi:

“Rus, Fransız, İtalyan vs. tüm komünistler bugün Asyalı olmalı, ellerindeki tüm araçlarla Doğu’da ve Afrika’da süren veya ortaya çıkması muhtemel her türden devrimci harekete destek vermeli.”[15]

Fakat gene de ortada uygun bir stratejinin tüm detaylarıyla geliştirilmesi gibi bir sorun vardı. Bu amaç doğrultusunda Komintern ikinci kongresinde “yüzlerin Doğu’ya çevrilmesi gerektiğini, […] emekle kapitalizm arasında süren nihai mücadelede Doğu’nun tabi milletlerine yakınlaşıp onları birer müttefik hâline getirmeyi başaran bir gücün bu mücadeleden muzaffer olarak çıkacağını” söyledi.[16] Bu türden bir stratejinin geliştirilmesi için ikinci kongrede ortaya konulan gayret ve çaba sayesinde birkaç ay sonra düzenlenecek Bakû Kurultayı’nda tartışılacak kararların dayanacağı ana unsurları temin eden bir dizi tezin tartışılması da mümkün olacaktı.

Lenin’in de ifade ettiği biçimiyle, kurultayın ana görevi, pratik bir başlangıç noktası üzerinde çalışmak veya bu çalışma için gereken teorik çerçeveyi oluşturmak, böylelikle bugüne dek Doğu’daki yüz milyonlarca insan arasında dağınık ve örgütsüz bir biçimde icra edilen çalışmayı örgütlü, birleşik ve sistematik bir hâle sokmak”tı. Hem açılış konuşmasında hem de millet ve sömürge meseleleri ile ilgili çalışmaları yürütmek üzere kurulan komisyon adına hazırladığı raporunda Lenin, kapitalist olmayan ülkelerde sovyetlerin oluşmasının önemi üzerinde durdu: “Buralarda sovyetlerin kurulması mümkündür. Bu sovyetler işçi değilse de köylü veya emekçi sovyetleri olacaktır.”[17] Sovyet örgütlenmesine ilişkin fikir esasen basit bir fikirdi ve sadece proleter değil, köylü feodal ve yarı feodal ilişkilere de tatbik edilebilirdi. Komünist olan gelişmiş ülkelerdeki devrimci işçilerle proletaryanın bulunmadığı veya çok az mevcut olduğu sömürge durumundaki doğu ülkelerinde mücadele yürüten ezilen kitlelerle kurulacak birlik, ancak bu temelde mümkündü. Rus işçilerden etkili bir yardım alacak olan sömürge ülkeler, belki de bu sayede kapitalist gelişme aşamasını atlama imkânı bulabileceklerdi.

Komisyon, Lenin’in geri ülkelerde burjuva demokratik harekete destek verilmesi gerektiğini söyleyen görüşünü kabul etmeye yanaşmadı ve bu hareketleri “burjuva demokratik” değil “milliyetçi-devrimci” olarak tarif etti. Lenin’se her türden milliyetçi hareketin ancak burjuva demokratik bir nitelik arz edeceğini, bunun da sebebinin geri ülkelerdeki halk kitlelerinin esas olarak burjuva kapitalist ilişkilerin birer temsilcisi olan köylülerden oluştuğunu düşünüyordu. Açıktan gerici olan liderlere destek sunulması gerektiğini söyleyen Lenin, bir yandan da Doğu’daki komünist partilerin bu türden hareketlerin desteği olmaksızın faaliyet yürütemeyeceği iddiasındaydı. Buradan Lenin, millet ve sömürge meseleleriyle devrimci çalışmanın “ana görev” olduğu sonucuna ulaştı.[18]

Gelgelelim Lenin’in tespit ve önermeleri hiçbir delegeyi memnun etmedi. İtalya Sosyalist Partisi’ni temsil eden G. M. Serrati, hiçbir burjuva “milliyetçi devrimci” harekete destek verilmemesi gerektiğini söyledi, hatta bu hareketleri karşı-devrimci olarak tarif etti. Kongrenin destek sunduğu bir dizi ek tez dâhilinde kendi görüşlerini özetlemiş bulunan Hintli devrimci M. N. Roy ise mevcut koşullarda burjuva milliyetçi-devrimci unsurların kullanılabileceğini söyledi. Ancak ona göre, ilk ve öncelikli görev bir komünist partinin kurulması, bu partiyle işçilerin ve köylülerin örgütlenmesi, ardından da devrimin yapılıp sovyet cumhuriyetlerinin kurulması idi.[19] Bahsi edilen teorik anlaşmazlıklardan daha önemli bir şey varsa o da Komintern’in formüle ettiği bu politikadan istifade edecek olanların dikkatlerini bu politikaya çekme göreviydi. Bu görevi de Bakû Kurultayı üstlenecekti.

Kurultay toplama kararı, Komintern’in ikinci kongresine iştirak eden bazı delegelerle birlikte yürütme komitesinin Haziran 1920’de gerçekleştirdiği toplantıda alındı.[20] “İran, Ermenistan ve Türkiye’nin Köleleştirilmiş Halk Kitlelerine” başlığını taşıyan bir çağrı metni kaleme alındı ve bu halkların temsilcileri 15 Ağustos’ta Bakû’de düzenlenecek kurultaya çağrıldılar. “1 Eylül’de mümkün olduğunca kalabalık biçimde Bakû’ye ulaşma konusunda elinizden gelen gayreti esirgemeyiniz” diyen bildiride öncelikli olarak Yakın Doğu’nun işçi ve köylülerine sesleniliyor, ancak aynı zamanda Müslüman ülkeler ve Hindistan gibi “uzak diyarlarda yaşayan halkların temsilcileri de kurultaya çağrılıyordu. Kongrenin “dünya genelinde milyonlarca köleleştirilmiş insana dirayet ve iman vereceği”, “nihai zafer ve kurtuluş gününü yakınlaştıracağı” umut ediliyordu.[21]

Komintern yönetim kurulu, kurultayın örgütlenmesi işini E. D. Stasova ve G. K. Orjonikidze’den oluşan bir örgütlenme bürosuna verdi. Sonrasında bu büroya A. I. Mikoyan, N. Nerimanov ve Mir Said Sultan Galiyev de katıldı.[22] Büro, ilk toplantısını Temmuz ayının başlarında gerçekleştirdi. Hazırladığı örgütlenme raporunda Stasova, Komintern yürütme komitesinden kurultayın 15 Ağustos’tan 25 Ağustos’a ertelemesini istemeyi önerdi. Kurultaya, İran, Türkiye, Ermenistan, Gürcüstan, Azerbaycan, Sovyet Türkistanı, Hive, Buhara, Afganistan ve Sovyetler’e ait olan, olmayan başka Doğu ülkelerinden heyetler çağrılacaktı. Öngörülen delege sayısı 3.280 civarındaydı. Delegelerin seçimi ve şehirde yapılacak düzenlemeler konusunda ek toplantılar yapıldı. Sovyetler’in doğusundaki köy ve şehirlerden mesajlar alındı (bu mesajlardan birinde kurultay için altmış üç ineğin, otuz yedi koyunun kurban edildiğinden söz edilmekte, Bakû’ye yapılacak seyahatlerin düzenlenmesi ricasında bulunulmaktaydı).[23] Süreçte örgütlenme bürosu görevlerini yerine getirme noktasında ciddi güçlüklerle karşılaşmasına rağmen, kurultay ilk oturumunu 1 Eylül’de gerçekleştirdi.

Kurultayın açılışından önce Bakû Sovyeti Vekilleri ile Azerbaycan Sendikaları Kongresi bir toplantı düzenledi. Toplantıda Moskova’dan şehre diğer Komintern delegeleri ile birlikte yeni gelmiş olan Zinovyev bir konuşma yaptı. Konuşmasında Zinovyev şunları dile getirmekteydi:

“II. Enternasyonal’in düşündüğünün aksine, Dünya’da sadece beyaz derili insanların, yani Avrupalıların yaşadığını düşünmeyecek kadar dikkatliyiz; Avrupalıların dışında, Asya ve Afrika’da yüz milyonlarca insan yaşıyor. Tüm Dünya’da sermaye egemenliğine son vermek istiyoruz. Sermaye egemenliğinin sona ermesi, devrim ateşi sadece Avrupa ve Amerika’da değil, tüm Dünya genelinde yakıldığında, Asya ve Afrika’nın emekçi halkları arkamızda toplanıp yürüdüğünde mümkün olabilir.”[24]

Zinovyev’in ardından kürsüye Radek geldi. Radek’in konuşması sonrası Béla Kun, Tom Quelch, Shablin, Rosmer, John Reed ve Steinhardt konuşma yaptı. Herkesin asıl üzerinde durduğu konu ise kurultayın ertesi gün gerçekleştirilmesi planlanan ilk oturumu idi.

Zinovyev’in açılış konuşması esnasında salonda Doğu’nun yirmi dokuz ayrı milletine mensup iki bin civarında delege bulunuyordu.[25] Oturumda Komintern’in ikinci kongresinde yürütülen çalışmalar ana hatlarıyla aktarıldıktan sonra ulaşılan sonuçlar yeniden özetlendi. Zinovyev konuşmasında, kurultayın Bakû’de düzenlenmesinin sebebinin “Moskova’da düzenlenecek bir kurultaya gelmesi muhtemel delege sayısından daha fazlasının katılımını güvence altına almak ve tüm doğulu emekçilerin eksiksiz biçimde temsil edilmesini sağlamak olduğunu söyledi. Ardından da Zinovyev şu tespitte bulundu:

“Bu kurultayı, şimdi sadece Avrupa ve Amerika’nın uyanmakta olan ileri işçileri değil, ayrıca tüm Dünya nüfusunun önemli bir bölümü olan ve bu sebeple, emekle sermaye arasındaki çatışmada arabuluculuk noktasında yalnız kalan Doğu halklarındaki, tek tek bireylerin ötesinde onlarca, yüzlerce milyon emekçi unsurun uyanışını gösterdiği için en önemli tarihsel olay olarak değerlendiriyoruz.”

Konuşmasının sonunda ise Zinovyev, herkesi “İngiliz ve Fransız kapitalistlere karşı cihada çağırdı: “Yoldaşlar! Kardeşlerim! Sizleri her şeyden önce İngiliz emperyalizmine karşı cihada çağırıyoruz!” Bu çağrı salonda şiddetli alkış sesleriyle selamlandı ve herkes “yaşasın” diye bağırdı. Delegeler ayağa kalktılar, ellerindeki silâhları sallayarak “yemin ediyoruz” diye cevap verdiler. Zinovyev konuşmasını “Bugünkü bildirgemiz Paris’te, Londra’da ve kapitalistlerin iktidarda olduğu her yerde duyulsun. […] Yaşasın Doğu halklarının Komünist Enternasyonal ile kurduğu kardeşlik ittifakı! Sermaye yok olacak, yaşasın emeğin saltanatı!” diyerek bitirdi. Bunun üzerine salonda alkış tufanı koptu. Delegeler hep birlikte, “Yaşasın Üçüncü Enternasyonal”, “Yaşasın Doğu’yu birleştiren saygıdeğer liderlerimiz ve sevgili Kızıl Ordu!” diye bağırdılar.

Kurultay oturumlarının en etkileyici noktası burasıydı. Bir bütün olarak konuşma, ilk oturumun tamamını kapladı. Ardından Radek, “uluslararası durum ve Doğu’daki emekçi kitlelerin görevleri” başlıklı raporunu sundu.

“Biz kendi adımıza bu tarz durumlarla karşılaştık, fakat size bağlılığımız bizim kaderimizdir: ya Doğu halkları ile birleşip Batı Avrupa proletaryasının zaferini hızlandıracağız ya da bizler ölecek siz de köle olacaksınız.”

Sonrasında tarım meselesi, millet-sömürge meselesi, sovyetlerin inşası ve örgütsel meselelerle ilgili alt komitelerin kurulmasına karar verildi. Kurultayın son oturumunda Propaganda ve Eylem Konseyi üyelerinin belirlenmesi için seçime gidildi. Konseyin görevi, propaganda faaliyetleri yürütmek, dergi ve broşür yayımlamak, Doğu için bir sosyal bilimler üniversitesi örgütlemek, ayrıca devrimci hareketlere yardım sunmak olarak belirlendi. Kırk sekiz üyesi bulunan konseyin yedi kişilik yürütme komitesi belirlendi. Bu yedi kişinin ikisi Komintern’in yürütme komitesini temsil etmekteydi ve veto hakkına sahipti. Propaganda ve Eylem Konseyi, Enternasyonal’in alt organı olarak faaliyet yürütecekti (s. 211-13, 219-20; Bu kurulların kaç kişiden oluştuğu konusunda hâlen daha belirli bir kafa karışıklığı söz konusudur.)

Kurultay çalışmaları, alt komisyonların sundukları karar tekliflerinin kabulü ve Doğu halkları manifestosunun onaylanması ile sona erdi. Tüm insanlığın kapitalist ve emperyalist köleliğin boyunduruğundan kurtarılması çağrısında bulunan manifestoda şu cümlelere yer verilmekteydi:

“Bu cihatta Batı’nın tüm devrimci işçileri ve ezilen köylüleri sizinle birlikte olacak. […] Yaşasın Doğulu ve Batılı işçi ve köylülerin birliği, yaşasın sömürüye ve zulme maruz kalan tüm emekçilerin birliği!”[26]

Öte yandan kurultay, halk açısından da belirli bir anlama kavuştu ve kurultay bir dizi törenle taçlandırıldı. Resmi tatil ilân edilmiş olan 3 Eylül günü Bakû sokaklarında askerî yürüyüş gerçekleştirildi, ayrıca Zinovyev, Özgürlük Meydanı’nda bir heykelin açılışını gerçekleştirdi. Bir İngiliz istihbarat raporunda aktarıldığı biçimiyle, bu heykele yaklaşık on metre mesafede kurulan sembolik darağaçlarında Lloyd George, Millerand ve Başkan Wilson’ın “canlı gibi görünen”, üzerlerinde çeşitli nişanlar bulunan mahkeme kıyafetleri ile asılı kuklalar duruyordu. Bu üç kukla sonrasında ateşe verildi, yanan kuklaların ceplerinden bir Sterlinler dökülüyordu.[27] 8 Eylül’de kurultayın son oturumunun ardından İngilizlerin katlettikleri yirmi altı Bakûlü devlet görevlisi için resmi tören düzenlendi ve görevlilerin naaşları toprağa verildi (s.. 223-24).

Rusya, kurultaya üç farklı şekilde tepki geliştirdi. 8 Eylül günü Pravda, kurultayı “sadece Doğu’nun tarihi değil dünya devrimi tarihi için de en önemli olay” olarak değerlendirip yüceltti. Gazeteye göre, Doğu’da güçlü bir devrimci hareketin gelişmesi “emperyalizmin çöküşünü ve dünya sosyalist devriminin zaferini muştulamaktaydı.” Pavloviç ise “kurultayın Doğu halklarını devrimci Batı’dan ayıran Çin Seddi’ndeki ilk delik olduğunu” söylüyordu. Onun kanaatine göre tüm bu ülkelerde toplumsal devrimin önkoşulları mevcuttu:

“Hiç şüphe yok ki Doğu Halkları Kurultayı, ‘sömürgelerin’ Batılı emperyalist ülkelerden ayrışması sürecini ve dünya genelinde komünist düzenin kurulması sürecini hızlandırma noktasında önemli bir tarihsel rolü ifa edecektir.”[28]

Kommunist isimli Bakû gazetesinde çıkan bir başmakalede ise “Doğu Halkları Kurultayı Propaganda ve Eylem Konseyi’nin kurulması gibi bir sonuç ortaya koymuşsa, bu konsey de Doğu’da sovyet halkları federasyonunun kurulmasına ön ayak olacaktır” denilmekteydi.[29]

İngilizler, kurultayın sahip olduğu anti-emperyalizm perspektifini fazlasıyla önemli buldular. Bu noktada Karadeniz’i geçmeye çalışan Türk delegelerine mani olmak için ellerinden geleni yaptılar ve bu amaç doğrultusunda Türkiye’nin sahil şeridi boyunca devriye attılar. Delegeler, bu engelleri kopan fırtınaya bağlı olarak denizde devriye atan gemilerin İstanbul’a dönmek zorunda kalması sonucu aşabildiler. Bir rapora göre Türk delegeler, Bakû’ye “yarı ceset hâlde” ulaşabildiler.[30] İranlı delegelerse daha da talihsizlerdi: bir kısmı, İngiliz subayların talebiyle İran polisi tarafından tutuklandı. Hazar Denizi’ne ulaşıp denizi aşmaya çalışanlar ise İngiliz uçağından atılan bombalarla durduruldu. İki delege öldürüldü, birçoğu yaralı olarak kurtuldu.[31]

Britanya’da bakanlar kurulunun kurultayı ne kadar ciddiye aldığına dair bir değerlendirmede bulunmak zor. En azından The Times’da çıkan başmakale bu konuda bir fikir veriyor. Makalenin yazarına göre, “Biri bildiğin cepçi olan iki Yahudi toplaşmış müsamere sergiliyor, üstelik bir de İslam dünyasını yeni bir cihada çağırıyorlar.” (23 Eylül)

Near East dergisi ise Bakû’yü “insanların barbarlığı ve kan dökmeyi olağan ve rutin bir varoluş tarzı olarak icra ettikleri, emniyetsiz ve tehlikeli bir yer” olarak tarif ediyor ve buradaki işçilerin bir isyan çıkartmaya elverişli, ilginç birer tip, zorba birer şehir eşkıyası olduklarını söylüyordu.

Diğer yandan bakanlar kurulunda bilhassa Churchill, Curzon ve Montagu gibi isimler, Sovyetler’in Britanya’nın Doğu’da sahip olduğu topraklara yönelik tehdidinin giderek arttığını ve telaşa mahal verecek düzeye ulaştığını söylemekteydiler. Mayıs’ta yapılan bir bakanlar kurulu toplantısında Bolşeviklerin tüm Doğu’da, Türkiye, Kafkasya, İran, Türkistan ve Afganistan’da hükümete güçlükler çıkarttıklarından, üstelik Bolşeviklerin Hindistan’da da Britanya’nın başını derde sokmaya dönük niyetlerini asla gizlemediklerinden söz ediliyordu.

Lâkin buna rağmen iki ülke arasında ticaretle alakalı müzakereler kısa süre içerisinde başladı. Curzon bu bağlamda şunları söylüyordu: “Genel kanaate göre Doğu’yu da içerecek biçimde geniş kapsamlı bir anlaşmanın sağlanması noktasında ticari ilişkiler içine girmek amacıyla gerekli koşulları mümkün olduğu ölçüde oluşturmak için M. Krassin’le diyaloga girilmesi, bize avantaj sağlayacak bir adım olacaktır.”[32] Curzon’un bu bildirisinde ayrıca hükümetin Bolşeviklere sunulacak yardım karşılığında gerekli bedeli koparmak zorunda olduğundan da söz ediliyordu:

“Bolşevikler, bu bedeli emtia değiş tokuşu karşılığında bizim için önemli olan yerlerde Britanya’ya yönelik husumete son vererek ödeyecek, zira hiç şüphe yok ki Rusya’nın varlığı her hâlükârda bu emtia değiş tokuşuna bağlı.”[33]

Bu noktada İngiliz hükümeti, bir yandan Doğu’da oluşan ve olumsuz sonuçlara yol açan dengeyi bozmak ve yeni bir durumun oluşmasını sağlamak için Batı’yı yardıma çağırdı.

Takip eden dönemde geçici bir adım olarak, 1920 yazında Rusya-Polonya Savaşı gündeme geldi. Kriz aşılınca hükümet ticaretle ilgili müzakerelerin yeniden başlamasının Sovyetler’in Doğu’da yürüttüğü ve artık hükümeti telaşa sevk edecek düzeye ulaşmış olan Britanya karşıtı propagandanın son bulmasına bağlı olduğunu net bir dille ifade etti. 1 Ekim 1920 günü Çiçerin’e gönderdiği bir notada, Kafkasya, Orta Asya, İran ve Afganistan’daki Sovyet faaliyetlerinin özel olarak üzerinde duruyor, “doğrudan İngilizlerin çıkarları aleyhine çalışan ve Bakû’de toplanan devrimci Asya Halkları Konferansı’ndan” söz ediyordu.[34] Devamında ise Curzon, Moskova, Bakû ve başka yerlerde düzenlenen kongrelerde İngilizlerin Asya’daki çıkarları ve buradaki İngiliz gücü aleyhine yoğun bir propaganda faaliyetinin yürütüldüğünden, dolaplar çevrildiğinden, komplolar kurulduğundan dem vuruyordu.[35]

Ticaret anlaşması 16 Mart 1921’de imzalandığında Sör Sydney Chapman Sovyet temsilcilerine bir mektup verdi. Mektupta İngiliz hükümetinin anlaşma şartları uyarınca zaruri gördüğü adımlara yer verilmekteydi. Mektubun asıl üzerinde durduğu konu ise Afganistan ve Hindistan’da süren ajitasyon ve propaganda faaliyetleriydi. Mektubu kaleme alanlar, anlaşmanın sürmesinin Sovyet hükümetinin bu türden faaliyetlere son vermesine bağlı olduğunu söylüyorlardı. Dışişleri Bakanlığı’ndan bir görevlinin Curzon’un da onayını alan raporu meseleyi gayet iyi özetliyordu: “Ticaret anlaşmasındaki her hususa önem vermek zorundayız, Doğu’da ve başka yerlerde Bolşeviklerin bize karşı yürüttükleri propagandayı ancak bu sayede durdurabiliriz.”[36]

Bolşevik liderler, sömürgelerin, bilhassa Hindistan’ın Britanya kapitalizmi için sahip olduğu muazzam önemin bilincindeydiler. Radek’in değerlendirmesinde dile getirdiği biçimiyle, “Britanya ancak Hindistan’ı elinde bulundurduğu sürece sahip olduğu imparatorluk vasfını muhafaza edebilirdi. Hindistan elinden alındığında o, küçük bir ada krallığına dönüşecek”ti. Sonuçta Hindistan, Britanya İmparatorluğu’nun temel taşıydı. Orada devrimin patlak vermesi durumunda insanlık tarihinde muazzam değişimlere tanıklık edilecek”ti.[37] Radek’e göre, Britanya kapitalizmi sadece Londra, Manchester, Sheffield ve Glasgow’da yıkılamaz”dı. “Sömürgeler ondan kopartılmalıydı, zira sömürgeler Britanya’nın Aşil topuğu” idi.[38]

Eldeki kimi kanıtlara göre Bolşevik liderler, Doğu’da faal olan devrimci hareketi emperyalizmi sıkıntıya sokmak için faydalı bir taktiksel araç olarak değerlendirmekteydiler. Anti-emperyalist propaganda ve ajitasyonun seviyesini yükseltmek suretiyle İngiliz hükümetine baskı uygulamanın, dolayısıyla Sovyetler’in pazarlık gücünü artırmanın mümkün olduğunu anladılar. Bu düşünme tarzı en yalın ifadesini Trotsky’de bulmaktaydı. Haziran 1920’de Çiçerin’e yazdığı bir mektupta Trotsky, “Doğu’da sovyet devriminin İngiltere’yle yürütülen diplomatik görüşmelerde en önemli başlık olması sebebiyle kendilerine avantaj sağlayacağını” söylemekteydi. Trotsky’ye göre, “her tür araç devreye sokulmalı, Doğu ile ilgili olarak İngiltere’yle bir anlaşmaya varmaya hazır olduğumuz gerçeğinin altı çizilmeli”ydi.[39] Radek de her bir sömürge devriminin Sovyet cumhuriyetinin rahatlamasını sağlayacağından söz etmekteydi.[40]

Krasin’in Litvinov’a yazdığı, sonradan ifşa olan mektubunda, İngiliz hükümetinin Moskova ile Doğu ülkeleri arasında yürütülen gizli müzakereler konusunda gerekli bilgiye sahip olduğundan söz edilmekteydi. Krasin’e göre Lloyd George, İran’a yönelik Bolşevik saldırısından çok korkmaktaydı. Bu ihtimal, ülke içinde işçiler arasında açığa çıkan hoşnutsuzlukla birlikte Lloyd George’u Rusya ile müzakereler sürecini başlatmaya mecbur etti.[41] Pavloviç de Doğu Halkları Propaganda ve Eylem Konseyi’nin kurulmasında karşılık bulan Sovyetler’in Doğu siyasetinin içine girdiği “belirleyici sürecin Britanya’daki iktidar odaklarını Sovyet Rusya’ya yönelik siyasetlerini hızla değiştirmeye mecbur ettiği” üzerinde duruyordu. Pavloviç’in de aktardığı biçimiyle, “Bakû Kurultayı Eylül’de yapıldı, İngiliz hükümeti ise anlaşma taslağını çok geçmeden, Aralık ayında hazırladı.”[42]

Sovyet hükümeti, bu süreçte ticaret anlaşması hükümlerine bağlı kaldı ve yereldeki komünistleri pratikte yüzüstü bıraktı. Taşkent propaganda okulu kapatıldı; Afganistan ve İran’daki Sovyet temsilcilerine anlaşma hükümlerine bağlı kalmaları ve “komünizmin anlatılmasına dönük suni girişimlerden imtina etmeleri” yönünde talimatlar iletildi.[43] Propaganda ve Eylem Konseyi’nin iki üyesinin konsey başkanına yazdıkları (İngiliz istihbaratının eline geçen) mektupta da dile getirildiği biçimiyle, ticaret anlaşması pratikte çalışmalara “öldürücü darbe” indirdi:

“Ajitasyonun ana zemini, İngiltere ile yürütülen mücadeleydi. Çalışmalarımızda insanları en fazla ikna eden ve propagandamızın köşe taşı olarak iş gören husus buydu. Anlaşma sonucu bu türden faaliyetlerin yasaklanmış olması, bugün Doğulu komünistleri tuhaf bir konuma sürüklemiş, […] mevcut güçlükler karşısında inşa ettiğimiz zeminde yürüttüğümüz çalışmaları tümüyle mahvetmiştir. Bu koşullarda Doğu’da yürüttüğümüz çalışmalarımızı sürdürmenin nasıl bir anlamı olabilir ki?”[44]

Propaganda ve Eylem Konseyi varlığını gene de sürdürdü, hatta çok farklı faaliyetler içerisine girdi. İlk toplantısını üyelerinin belirlendiği seçimi takip eden gün gerçekleştirdi. O toplantıda bir derginin çıkartılması ve kurultayla ilgili bir raporun hazırlanması yönünde kararlar alındı. Yürütme Komitesi’nin başkanlığına E. D. Stasova seçildi. Dört ayrı bölüm oluşturuldu: ajitasyon-propaganda, örgütlenme ve eğitim, istihbarat ve sekretarya.[45] Doğu Halkları isimli dergi Rusça ve Türkçe olarak yayın hayatına başladı (derginin Arapça ve Farsça baskıları için da hazırlıklar yürütüldü); önemli Doğu dillerinde çok sayıda ilân ve bildiri basıldı. Ayrıca İran, Afganistan gibi ülkelerde konseyin himayesinde alt seksiyonlar oluşturuldu.[46]

Kafkasya Bürosu ve Azerbaycan partisinin merkez komitesinin yardımlarıyla Bakû’de politik ekonomi, coğrafya ve sovyetlerin örgütlenmesi, aynı zamanda doğa bilimleriyle ilgili meselelere dair altı haftalık hızlandırılmış dersler verildi.[47] 16 Ocak 1921 günü derslere kayıtlar alınmaya başlandı. İlk gelen öğrencilere Nerimanov ve Orjonikidze hitap etti. Mezunlarsa Propaganda ve Eylem Konseyi ile ortak toplantı gerçekleştirdiler. O günlerde Lenin’e çekilen ve “dünya devriminin liderine selam” diye başlayan bir telgrafta “sizin cümle âleme ilân ettiğiniz Doğu’nun kurtuluşuna dair fikirler, bize kılavuz olarak hizmet eden bir ışıktır” denilmekteydi.[48]

Eldeki bir rapora göre, Britanya’nın diplomatik ültimatomu “hem Moskova’daki komünist karargâhta hem de Propaganda ve Eylem Konseyi’nde büyük bir çalkantıya sebep oldu. Bu konu ile ilgili olarak Moskova ile Bakû arasında telgraf alışverişi yaşandı. Birkaç gün boyunca bu meseleyle bağlantılı olarak hangi adımların atılacağı hususu üzerinde duruldu. Sonrasında Konsey, gizli bir oturum gerçekleştirdi ve bu oturumda “meselenin her yönü uzun uzadıya tartışıldı.”[49] İngiliz istihbaratının raporuna göre, Moskova’dan aldıkları talimatlarla hareket eden ajitatör grubunun Afganistan’a gönderilmemesine karar verildi. Devamında propaganda harcamaları kısıldı.[50]

Olan bitene bakılacak olursa Bakû Kurultayı’nda alınan kararlarla yürürlüğe konulan Doğu halkları arasında yapılacak ajitasyon-propaganda çalışmaları, Sovyet devletinin çıkarlarına feda edilmişti. Sonuçta Sovyet liderleri, “Batılı güçlerle geçici bir anlaşmaya varma umudunu tehlikeye atmak istemiyorlardı.”[51]

Gelgelelim bu tespitin ihtiyaç duyduğumuz açıklamanın ancak belirli bir kısmını teşkil ettiğini söylemek gerek. Bakû Kurultayı ve onu takip eden süreçte görüldüğü üzere, sömürge devriminin örgütlenmesi meselesi basit bir mesele değildi, Doğu ülkelerinde komünist tedbirlerin doğrudan tatbik edilmesine yönelik bir teşebbüsün erken bir adım olacağına inanılıyordu. Bölgede “komünizmin takdim edilmesine dönük her türden suni çaba”dan geri durmayı öngören politika, esasen Bolşeviklerin tecrübelerinden damıttığı bir dersin ürünüydü. Ajitasyon-propaganda faaliyetlerinin iptali meselesi, Doğu devrimini İngilizlerle imzalanan ticaret anlaşması karşısında tali bir konuma sürükleme kararı kadar bu politikanın da bir sonucuydu.

Bakû Kurultayı’nda karşılaşılan güçlüklerin çoğu esasen teknik güçlüklerdi. Örneğin çok farklı milletlere mensup delegelerin katıldığı bir toplantıda tercüme meselesine tatmin edici bir çözüm bulunamamıştı. Birçok kez konuşmalar Rusçaya, Türkçeye ve Farsçaya tercüme edildiği gibi, tercümede Türkmen, Çeçen, Özbek ve Komi dilleri de kullanılıyordu. Bir seferinde Kabartay diline tercüme yapılması isteği geri çevrilmek zorunda kalındı. Nihayetinde resmi tercümeleri üç dille (Rusça, Azerbaycan Türkçesi ve Farsça) ile sınırlamak için konuşmacıların sayısının da sınırlandırılması ve tercümanlara en fazla ilk konuşmacının konuştuğu sürenin dörtte biri kadar tercüme yapmaları talimatının verilmesi ihtiyacı gündeme geldi. Bu üç dili de anlayamayanlara Zinovyev, kendilerine gayrı resmî tercüme hizmeti sunabilecek birinin yanına oturmaları tavsiyesinde bulundu. Sonuçta “konuşmaların çoğunu dinlemeyen, konuşmalarla zerre ilgilenmeyen delegeler, daha çok birbirlerinin kılıçları ve tabancaları ile ilgileniyorlardı.”

Bir İngiliz istihbaratı raporunda aktarıldığı kadarıyla, salonda gerekli izne sahip olan bir kişiye Zinovyev’in emperyalizme savaş ilân etmesi sonrası “ayağa kalkıp yüksek sesle alkış tutması” talimatı verilmiş. Fakat bu kişi, Rusça konuşmaları anlayamadığından uyumuş. Birden kurultay salonunun Zinovyev’in emperyalizme karşı savaş ilânını yüksek sesle alkışlamasıyla uyanmış.”[52]

Ancak öte yandan kurultay vesilesiyle yeterli sayıda ve uygun bir resmi görevle atanmış delegelerin bir araya getirmenin ne denli güç olduğu görüldü. Üstelik bu delegelerin referansları da oldukça zayıftı. Mikoyan’ın da dile getirdiği üzere “asıl güçlük, İranlılarla ve Türklerle temas kurmakta idi.” Bakû’deki İranlı ve Türk komünist örgütlerin arasında kurulan işbirliği sayesinde delegelerin güvenliklerinin sağlanmasına çalışıldı. Ancak birçok delege, nihayetinde o dönemde Türkmenistan Sovyeti’nde politik mülteci olarak bulunan insanlar arasından seçilmek zorunda kalınmıştı (Zhizn’ natsional’nostei dergisine göre bu delegelerdeki asıl kusur, o insanların temsil yetkisini haiz olmamaları, önemli bir bölümünün barış yanlısı veya başka sebeplere bağlı olarak Bolşevizm dışı akımlara bağlı olmaları idi.) Horasan’da bulunan İngiliz ordusundan kaçan bazı Hintli askerler Bakû’ye geldiklerinde delege olarak kabul edilip el üstünde tutuldular. Enzeli’de toplanmış 135 delege ise sonrasında “İran’ın farklı eyalet ve şehirlerine göre tasnif edildiler ve bu yerleşim yerlerinin delegeleri kabul edildiler.”[53]

Zinovyev’in görüşüne göre en önemli hata ise (ki aynı hata, o dönemde Moskova’da elde mevcut olan malzemenin içerisinden delegelerin tespit eden ilk Komintern kongresi için de söz konusuydu) tüm çabalara rağmen “Hindistan’ın ve Çin’in yeterince temsil edilememiş olmasıydı.” İki bin civarındaki toplam delegenin sadece on dördü Hindistan’dan, yedisi de Çin’den gelmişti. Salondaki katılımcıların yaklaşık yarısı Kafkasya Sovyeti’nden gelmişti veya Azerbaycanlıydı. Zinovyev, sonrasında kurultayda temsil edilme imkânı bulamamış Doğu halklarının Propaganda ve Eylem Konseyi’ne temsilci gönderebileceğine dair bir duyuru yaptı. Tüm bu adımlara rağmen kurultayın gerçek bir Doğu Halkları Kurultayı vasfına sahip olabilmesi, niyetin ötesine geçemedi.

Kurultay, Zinovyev’in sonrasında tarif ettiği biçimiyle, uzlaşma ve ittifak içerisinde olan bir bütün olarak nitelendirilmesi de mümkün değildi. Kurultaya katılan bir delegenin tarifi, nispeten daha doğru ve geçerliydi: “Kurultay, tümü ateşli ve tutkulu insanlardan oluşan tuhaf bir kongreydi. Aslında bir kongre de değildi, her renkten insanın bir araya geldiği bir oluşumdu.”[54]

Kurultay, politik olduğu kadar etnik açıdan da heterojendi. Delegelerin neredeyse yarısı kendisini komünist olarak tarif ederken, dörtte biri partisiz insanlardan oluşuyordu, geri kalan kısımda ise anarşistler, sosyalist devrimciler, ayrıca açıktan burjuva olan partilerin temsilcileri yer alıyordu. Stasova’nın da belirttiği üzere, Orta Asya cumhuriyetlerinden gelen temsilcilerin çoğu “Bolşevik çizgiden epey uzak bir hattı savunuyordu, oysa bu hattın bir biçimde aşılması gerekmekteydi.” Azerbaycan Komünist Partisi’nin baş temsilcisi olan Nerimanov bile güvenilir bir isim olarak görülmüyordu. Onu Çeka’nın haremleri aramasının zaruri olduğuna ikna etmek için epey çaba sarfedilmişti. Nerimanov, bu türden hamlelere Azerbaycanlı zenginlerin servetlerini müsadere edilmekten kurtarmak için sakladıklarını öğrendikten sonra ikna olabildi.[55]

Esasında kurultayda hazır bulunanların tamamı, politik bir tartışma yürütmek için orada değildi. Bu isimlerden biri olan Stasova’nın aktardığı biçimiyle, “kurultayda Bakû’ye gelip ticari işlerini halletmek, halı, deri işleri gibi ürünleri satmak isteyen ve kurultayı bu amaç doğrultusunda kullanmayı amaç edinmiş bazı hanlar ve beyler de bulunmaktaydı.” Kurultay sürecinde şaibeli bazı delegeler ve açıktan vurgunculuk yapmak isteyen isimler şehirden kovuldular. Başka bir raporda da aktarıldığı kadarıyla, “kente gelen Müslümanların büyük bir kısmı, ürettikleri ürünleri de yanlarında getirmiş, bu ürünlerin ticaretini gerçekleştirmiş, Bakû’de kaldıkları süre zarfında büyük kazançlar elde etmeyi bilmişti.”[56]

Kabul etmek gerek ki sadece tek başına gelen delegeler, kılı kırk yararak gerçekleştirilen eleme ve seçim aşamalarından geçmişlerdi. Toplamda bu insanlardaki politik eksiklikler, Doğu’da politik geleneğin güç açısından sahip olduğu zayıflığın ve esas olarak Bolşeviklerin Doğu devrimini gerçekleştirme noktasında yüzleştikleri engellerin düşündüklerinden daha çok olduğunun bir deliliydi. Örneğin bir raporda aktarıldığı kadarıyla, “salonda yığınla hararetli konuşma yapılmış, ama bu konuşmaların etkisi çok sayıda Müslüman temsilcinin dışarı çıkıp namaz kılması sebebiyle azalmıştı.”[57]

Öte yandan kurultay, Doğulu kadınların politik ve toplumsal eşitliğine vurgu yapma amacı güden çabalara da tanıklık etti. Kurultayın eşbaşkanları olarak iki erkek ve iki kadın seçildi, yürütme komitesine ise üç kadın atandı. Bu üç kadının ikisi sonrasında kurultayda konuşma yaptı. Ayrıca kurultayda Doğu ülkelerinde kadınların hakları ile ilgili komitelerin kurulması gibi hususları gündeme alan beş maddelik karar teklif olarak sunuldu. Burada kadınların hem “erkeklerin despotizmini” hem de sermayenin despotizmini aşmak, alt etmek zorunda oldukları üzerinde durulmaktaydı. Buna karşın salonda sadece elli beş kadın delege bulunmaktaydı. Üstelik yürütme komitesine birkaç kadının seçilmesi önerisi ciddi bir dirençle karşılandı. Zinovyev, bu isimlerin yürütme komitesine seçilmelerini “çok önemli bir olay” olarak değerlendirmekteydi.[58] Bu meselenin ortaya koyduğu biçimiyle, Komintern’in Doğu için hazırladığı programın geri kalan kısmını gerçekleştirmezden önce kadınların eşitliği meselesini önceleyen ve aşılması gereken yığınla kültürel engel mevcuttu.

Geleneğin sahip olduğu güç de politik yönelimler üzerinde ciddi bir etkiye sahipti. Enver Paşa, kurultay delegesi olmamasına karşın o günlerde şehirde bulunmaktaydı. Buna karşın kendi görüşlerinin yer aldığı bir bildiriyi kurultaya gönderdi. Bildiri, sahip olduğu “muazzam politik önem”e binaen delegelere dağıtıldı, ayrıca kürsüden okundu. Bildiride, “tüm ezilenlerin doğal müttefiki olarak Sovyet Rusya” gibi lehte kimi ifadelere rastlansa da o, esasen tepeden tırnağa milliyetçi bir içeriğe sahip bir metindi.

Yürütme komitesi, Enver’in bildirisine dair yorumda bulunduğu bir kararında uyarıda bulunarak kurultay, Türkiye’deki genel-millî devrimci hareketin sadece yabancı zalimlere karşı olduğu, bu hareketin başarılı olmasının Türk işçi ve köylülerinin her türlü sömürü ve zulümden kurtulacakları anlamına gelmeyeceği gerçeği üzerinde durur” denilmekteydi. Karara yönelik itirazların dillendirildiği salonda Enver’in Orta Asya’nın farklı bölgelerinden gelmiş olan Müslüman delegeler üzerinde büyük bir nüfuza sahip olduğu açıktı. Bu delegeler “Enver’i kahraman olarak görüyor, onu Müslümanların Batılı güçlere, bilhassa İngiltere’ye yönelik düşmanlığının somut bir temsilcisi şeklinde değerlendiriyorlardı.” Kabile liderleri ve delegeler, Enver Paşa’ya saygılarını kendi tarzları ile sunmaya ısrarla devam ettiler ve onu 3 Eylül günü yapılan yürüyüşte atının üzerinde ilerlediği vakit selamladılar, hatta onu alkışladılar.[59]

Öte yandan birçok delege, Doğu’da sosyalist fikirlerin gelişimini “dağ misali karşıda duran ideolojik bir yük” olduğu uyarısında bulunmaktaydı. Bir delege, konuyla ilgili olarak şu tespitleri yapıyordu:

“Ekim Devrimi muazzam bir nüfuza sahipse de tüm gelenekleri ve hayat şartlarını komünist çerçeveye hemen oturtmak imkânsız. Herkesin de bildiği gibi, Doğu tümüyle farklı bir yerdir, onun çıkarları Batı’nın çıkarlarından tümüyle farklıdır. Komünizme dair fikirlerin hiç esnetilmeden taşınması itirazlarla karşılaşacaktır.”

Böyle de oldu. Sovyet hükümeti dinî geleneklere, diğer âdet ve törelere halel getirilmeyeceğine, bunlara dokunulmayacağına dair güvence vermesine rağmen Müslümanlar, namaz kılmalarına, cenazelerini kendi dinlerine ve yerleşik geleneklerine göre gömemediklerini söylemekteydiler. Konuşmasında bu hususlardan bahseden delege, “alın başımızdan şu karşı-devrimcilerinizi! Alın başımızdan bugünlerde komünizm maskesi ardında çalışan sömürgecilerinizi!” diye bağırınca kurultay salonunu alkış tufanı kapladı.[60]

Zinovyev, kurultaydan bir ay sonra Alman Bağımsız Sosyalist Partisi’nin Halle Kongresi’nde yaptığı konuşmada bu meselelere değindi. Konuşmasında kurultayı Alman sosyalistlerinin sergiledikleri şüpheciliğe karşı savundu: “Kurultay devrimci bir eylemdi, İngiliz sermayesine karşı düşmanlığın sergilendiği bir eylemdi.” Fakat konuşmasının sonlarına doğru Zinovyev, Enver Paşa’nın ellerinin, ayaklarının sokaklarda öpülmesinden bahsetti ve “halktaki taşralılığa, köylülüğe [derevencheskii] has önyargılarla hesaplaşmak gerektiğini” söyledi. Ona göre, bölgede Aydınlanma’yı esas alan, kapsamlı, devasa bir işe girişilmesi gerekmekteydi.[61]

Öte yandan Zinovyev’e göre mücadele geliştikçe, tıpkı Rus köylüleri gibi sovyetler hâlinde örgütlendikçe Doğulu köylüleri de sultana ve geleneksel yöneticilerine yönelik inançlarından kurtulacaktı. Bu da benimsenecek toplam stratejinin açık, anlaşılır ve herkesin desteğini almış bir strateji olmasını gerekli kılıyordu. Ama pratikte böylesi bir durum söz konusu değildi.

Sonraki süreçte de varlığını sürdürecek olan asıl sorun ise “milli burjuvazi” idi. Üzerinde durulan ana soru, bu sınıfın desteklenip desteklenmeyeceği, desteklenecekse hangi koşullarda destekleneceği ile ilgiliydi. Kurultay’da yaptığı açılış konuşmasında Zinovyev şunları söylüyordu:

“Bu sebeple, henüz bizi desteklemeyen, hatta kimi meselelerde bize karşı olan grupları sabırla destekliyoruz. Yoldaşlar, örneğin Türkiye’de bildiğiniz gibi Sovyet Hükümeti Kemâl’i desteklemektedir. Kemâl’in önderlik ettiği hareketin komünist bir hareket olmadığını bir ân bile unutmuyoruz. Bu gerçeği biliyoruz.”

Zinovyev konuşmasında ayrıca şunları söylemekteydi:

“Ancak gene de onlar, İngiliz emperyalizmine karşı verilen her türden devrimci harekete destek sunmaya hazırdırlar. Bu desteği Türkiye, İran, Hindistan ve Çin’in milli hareketi olarak desteklemektedir. Bu hareketlerin önemli bir görevi vardır, o da Doğulu emekçilere ve zenginlere karşı mücadeleye yardım edip onların komünist örgütler kurmalarına komünizmin ne olduğunun açıklanmasına ve emekçilerin gerçek bir işçi devrimine hazırlanmasına yardımcı olmaktır.”

Zinovyev’in ifadeleri gayet yalındı. Gelgelelim delegelerin hepsi onun fikirlerini paylaşmıyordu. Örneğin Azerbaycan KP’si üyesi delegeler, milli burjuvazinin milliyetçi arzularının desteklenmesine veya kabulüne dönük adıma kararlı bir biçimde karşı çıkmaktaydı. Bu kesime göre asıl sorun, bir sovyet cumhuriyeti kurmaları konusunda kitleleri hazırlamak”tı.[62] Diğer delegelerse Pan-İslamizm, Pan-Türkizm veya daha yalın ve basit milliyetçilikten yana idiler. Örneğin Türkistan’daki Hindistan Devrimci Örgütü delegelerden ve Sovyet Rusya’dan “yardıma muhtaç durumda bulunan Hindistan’a yardım etmelerini” istedi. Örgüte göre bu türden bir yardım, kurtuluş gününü bekleyenlerin dinî hayatına ve gündelik pratiğine müdahale etmeden verilebilmeliydi. Esasen tüm devrimciler, Rusya’ya yüzlerini kendi milli programlarını yürürlüğe koymak amacıyla dönmüşlerdi. Dolayısıyla Zinovyev’in “Doğu’da başlamakta olan devrimin en büyük önemi, İngiliz emperyalist bayların ayaklarını ziyafet masasından çekmelerini talep etmek ve bu sayede Türk zenginlerin büyük bir rahatlıkla masaya oturmalarına izin vermekle ilgili değildir” demesi boşunaydı.

Sonuçta bu türden bir “koşullu destek” politikasının sürdürülmesinin pratikte güç olduğu görüldü. Kısa bir süre sonra Pavloviç, Komintern’in sömürge ülkelerde burjuva demokratik hareket ve örgütlerle ittifak kurulmasına destek verip, öte yandan da onlarla hemhal olma fikrine arka çıkmadığı konusunda uyarıda bulunmak zorunda kaldı. Ona göre yerelliklerdeki komünistler, proleter hareketin ortaya koyduğu eylemlerden kayıtsız şartsız bağımsız kalabilmeliydi.[63] Fakat mevcut politikanın ulaştığı başarı düzeyi epey düşüktü. Komintern’in üçüncü kongresine sunulan bir raporda M. Kemal’in bir yandan İtilaf Devletleri’yle bağımsızlık için mücadele ettiğinden (ve Sovyet Rusya ile devrimci dayanışma içerisinde olduğunu yüksek sesle dile getirdiğinden) fakat bir yandan da tutuklamalar ve infazlarla komünistlere karşı mücadelesine devam ettiğinden, hatta provokasyon amacıyla, “Türkiye’de komünizmin her türden etkisini kırmak için” devrimci olmayan sahte bir “komünist parti”ye destek verdiğinden bahsediliyordu.[64] İran kaynaklı İngiliz istihbarat raporları ise Sovyet temsilcisinin başarıya ulaşmayan fesat girişimlerine devam ettiğinden, Afganistan’daki Bolşevik propagandasının ise çok az sonuç alabildiğinden bahsetmekteydi.[65]

Komintern’in parti üyeliği ile ilgili olarak aktardığı rakamlar da bu gerçeği doğrular nitelikteydi. İran’da iki bin kadar üye var iken bu hareket herhangi bir yayın organına sahip değildi. Türkiye’de ise iki yayın organı vardı, ama hiç üye yoktu. Kore ve Çin’de ikisi de bulunmamaktaydı. Hindistan ve Afganistan’da henüz komünist parti olmadığından, raporda bu iki ülkeye dair herhangi rakama yer verilmemişti.

Zinovyev, gelişen sürece dair cevabını şu şiarda özetlemekteydi: “Tüm ülkelerin işçileri ve ezilen halkları emperyalizme karşı, komünizm için verilen genel mücadelede birleşin.” Oysa asıl mesele de bu iki hedefin belirlenmesinin neredeyse imkânsız oluşuydu.[66] Görünüşe göre sosyalist ilkelere bağlılık göstermesi için herhangi bir sebebi bulunmayan tüccarlar, Sovyetler’le ilişkilerin gelişmesi fikrine destek sunmaktaydı ki bu da Sovyetler’in davasının mevzi kazanmasını sağlamaktaydı.[67]

Bu sorunlar, ilk olarak Bakû Kurultayı sürecinde Kuzey İran’da açığa çıktı. 18 Mayıs 1920 günü Hazar Denizi kıyısındaki Enzeli liman kenti Kızıl Ordu tarafından işgal edildi, yakındaki Gilan eyaletine bağlı Reşt ise kentteki Britanya-Hindistan garnizon kaçtıktan sonra ele geçirildi. 4 Haziran’da cumhuriyet ilân edildi, tüm üyelerinin “komiser” unvanını aldığı geçici devrimci hükümet, İranlı demokrat Küçük Han tarafından oluşturuldu.[68] Küçük Han’ın hükümetten ayrılmasıyla nispeten daha solcu bir yönelim içerisine girildi ve Bakû Kurultayı’nda bu yeni devrimci devletin selamlanmasına ilişkin bir karar alındı.

Ancak Sovyet dışişlerinin hazırladığı raporda da aktarıldığı biçimiyle, Gilan’da uygulamaya konulan komünist politikaları “başarılı sonuçlara yol açmadı.”[69] Din karşıtı propaganda ve toprak ağalarının mallarına el konulması sebebiyle hükümet gerekli desteği elde edemedi. Pratikte din karşıtı propaganda öfkeye sebep oldu, ayrıca köylüler kendilerine verilen toprakları almayı reddettiler. Ekim ayında Gilan’daki komünist politikanın başarısız olduğunun net olarak anlaşılması sonrası İran Komünist Partisi yeni bir merkez komite seçti ve bu komite, İran’da devrimin burjuva devrim aşamasından geçmesinin zorunlu olduğuna dair bir karar alındı. Çiçerin’in de tespit ettiği biçimiyle, “bu kararla Gilan’daki Sovyet hükümetinin komünist bir düzen kurma girişimleri son buldu.”[70]

Ocak 1921’de İran’da sosyo-ekonomik durumla ilgili tezler ve İran Komünist Partisi’nin Adalet Partisi adıyla kurulmasına ilişkin taktik kabul edildi. Tezlerde de açık biçimde dile getirildiği gibi İKP, komünist tedbirleri hemen uygulamayı esas alan adımlardan uzak duracak, İran’da komünizmin kısa sürede kurulmasının imkânsız olduğu kabul edilecekti. Bunun yerine parti, proletaryadan orta burjuvaziye tüm sınıfların işbirliğini güvence altına almalı ve aydınlarla küçük burjuvaziyi temsil eden partileri müşterek dava etrafında bir araya getirmeliydi. Tezlerde dinî ve kültürel önyargıların sahip olduğu açıktan kabul edilmekteydi. Ayrıca Gilan’daki olayların bir kez daha Rus hâkimiyetinin tekrar bir tehdit olarak gündeme gelmesine yol açtığı, dolayısıyla İngiltere karşıtı hareketi zayıflattığı üzerinde duruldu. Tezlere göre, ileride Rusya’nın gerçekleştireceği her türden silâhlı müdahale devrimci harekete zarardan başka bir şey vermeyecekti.[71]

Safarov’un yorumuna bakılacak olursa Küçük Han’a verilen destek, “dünya emperyalizminin hayrına olacak şekilde işleyen gerçek güç ilişkilerinin abartılmasına dair güzel bir örnekti.” Safarov’a göre, işçi sınıfı örgütünün zayıf olduğu koşullarda “devrimci maceracılık”tan kaçınmak gerekirdi. Sonuçta “dinî, etnik ve kültürel önyargıların güçlü olduğu Doğulu ülkelerde asıl gerekli olan, uzun bir geçiş dönemi veya bir NEP dönemi”ydi. İKP’nin de bizzat tespit ettiği üzere, 1922’de üye sayısı dörtte üç oranını aşan bir miktarda azalmış, 1924’te üye sayısının sadece altı yüz olduğu bildirilmişti. Öte yandan Komintern’deki İKP delegeleri ise “emekçilerin iktidarı ele geçireceği gün ertelenebilir” sonucuna ulaşmıştı. Bu delegeler, tek umudun sanayi proletaryasının gelişmesiyle partinin gelişme ihtimalinin artacağı yönündeydi.[72] Sonuçta İngiliz hükümetinin Komintern’i Doğu’da sosyalist bir düzeni kurma çabalarından uzak tutmasına gerek bile kalmamıştı. Zaten Gilan’da sosyalist düzen kurma girişimlerinin yüzleştiği başarısızlık yeterince önemli bir ders sunmaktaydı.

Bir İngiliz istihbarat raporuna göre, Propaganda ve Eylem Konseyi’nin Gilan’da yaşananları tartışmasına izin bile verilmemekteydi.[73] Konsey üyeleri, Gilan olayının sahip olduğu önemin farkında bile değillerdi. Konsey, sadece örgütlenme sorunlarının çilesini çekmekle kalmıyor, ayrıca Nisan 1921’de Komintern yürütme komitesine sunulan bir raporda da dile getirildiği biçimiyle, kaynak ve personel konusunda da ciddi sıkıntılarla yüzleşiyordu.[74] Bunlar gerçekten de eli kolu bağlayacak ağırlıkta sorunlardı. Örneğin Stasova, kısa bir süre sonra başka görevler üstlendi.

Yerine gelen Orjonikidze, devlet görevlerinden başını kaşıyacak vakit bulamamaktaydı. Bir süre sonra Bakû’nün yeterli olmadığı görüldü ve Izvestiia’nın aktardığı kadarıyla Taşkent ve Uzak Doğu’da iki yeni üs oluşturuldu (18 Şubat 1921). Öte yandan asıl mesele ise Konsey’in faaliyetlerine zemin teşkil eden devrimci değişim ihtimalinin yanlış kavranıyor oluşuydu. Ortaya koyduğu çabalarla çözmeye çalıştığı sorunları bir bir dile getiren Konsey’in yeni dergisi Narodny Vostoka, devrimci yıkım ve devrimci inşa için girilecek en doğru yolların belirlenmesi gerektiği üzerinde duruyordu. Ama bunun gerçek dışı bir hedef olduğu kısa bir süre sonra görüldü ve derginin ilk sayısı son sayısı oldu ki belki de bu, en usturuplu gelişmeydi.

Zinovyev ise Komintern’in üçüncü kongresine sunduğu raporda Konsey’in aktif bir biçimde çalıştığını söylüyordu. Oysa bu, diplomasi düzleminde karşılığı bulunmayan, yanlış bir ifadeydi. Rosmer’in de aktardığı biçimiyle Kurultay, esasen beklenen sonuçlara yol açmamıştı. Diğer yandan bir istihbarat raporu da Rusların Kurultay’ın başarısız olduğunu açık yüreklilikle kabul ettiğini, ilk başta reklâmını yapmaya dönük gayretlerin yerini Kurultay’dan bahsetmeme kararlılığının aldığını söylemekteydi.[75] Komintern yürütme komitesi, üçüncü kongrenin gündemini içeren genelgede Bakû Kurultayı’nın “çok büyük bir tarihsel öneme sahip olduğunu” söylüyordu. Ama gene de komite, üçüncü kongreden Doğu meselesini sadece teorik değil, pratik bir olgu olarak da ele almasını talep ediyordu.[76]

Devrimle ilgili bakış açılarına dönük olarak yapılan bu yeniden değerlendirme, ayrıca sadece bir kez düzenlenen kurultaya, Bakû Kurultayı’na yönelik bir cevap niteliğindeydi. Béla Kun, Bakû’de hazır bulunan delegelere, “ikinci kurultayda Doğulu sovyet devletleri federasyonu temsilcilerinin iktidarı nasıl aldıklarını, sovyet organlarını nasıl oluşturduklarını ve tüm sömürü ilişkilerinin lağv edileceği komünizme giden yola nasıl girdiklerini rapor edecekleri" vaadinde bulunmuştu. Aynı şekilde Zinovyev’in vaadi, kurultayın son olmayacağı, devamının geleceği yönündeydi. Oysa toplantılar bile bir yılı aşan bir süre zarfında gerçekleşebildi. Dile getirilen, hiçbir vakit gerçekleşmedi. Esasında Bakû Kurultayı’nın anlam ve önemine dair en doğru tahmini, ona verilen ad dile getirmekteydi. Kurultay, “Birinci Doğu Halkları Kurultayı” olarak anılmaktaydı. İkincisi hiç yapılmadı.

Stephen White

[Kaynak: Slavic Review, Cilt: 33, Sayı: 3 (Eylül 1974), s. 492-514.]

Dipnotlar:
[1] H. G. Wells, Russia in the Shadows, (Londra 1920), s. 79, 82. (New York, 1921), s. 96-97, 99.

[2] Kongre tartışması şu çalışmalarda yürütülmektedir: G. Z. Sorkin, Pervyi s’’ezd narodov Vostoka (Moskova 1961); A. B. Arutiunian ve G. Z. Sorkin, “Pervyi s’’ezd narodov Vostoka”, Sovetskoe Vostokovedenie, 1957, sayı 5, s. 114-20; A. B. Arutiunian-Arents, “V. I. Lenin i Pervyi s’’ezd narodov Vostoka”, Istoriia SSSR, 1960, sayı 2, s. 246-54; Rudolf Schlesinger, Die Kolonialgrage in der Kommunistischen Internationale (Frankfurt, 1970); Hélène Carrère d’Encausse ve Stuart R. Schram, Le marxisme et l’Asie, 1853-1964 (Paris 1965; genişletilmiş İngilizce çevirisi: Londra 1969); ve Branko Lazitch ve Milorad M. Drachkovitch, Lenin and the Comintern, cilt 1 (Stanford 1972). Konuyla ilgili katkı sunacak çalışmalar ise şunlardır: Yayına Hz. D. N. Egorov, Bibliografiia Vostoka, cilt 1: Istoriia (Moskova 1928) ve Enrica Colloti Pischel ve Chiara Robertazzi, L’Internationale Communiste et les problèmes coloniaux (Paris ve Lahey 1968).

[3] Kommunisticheskii Internatsional, Sayı. 1 (1 Mayıs 1919), sütun. 38, 42, 44. Zinovyev ilerleyen süreçte yazdığı bir yazıda “Bolşeviklerin bir aralar kaçınılmaz olarak gerçekleşecek devrimci ayaklanmaya sadece birkaç gün hatta birkaç saat kaldığını düşündüklerini” söyler. Bkz. Piat’ let Kominterna, 1. Mart 1924, G. E. Zinoviev, Sochineniia, 16. Cilt, (Leningrad, 1923-29), 15:281.

[4] V. I. Lenin, Polnoe sobranie, sochinenii, 5. Basım, 55. Cilt, (Moskova, 1958-65), 37: 511, 520 ve 39:89.

[5] Kommunisticheskii Internatsional, Vtoroi s”ezd: Stenograficheskii otchet, gözden geçirilmiş baskı, (Moskova. 1934) s. 11.

[6] RKP(b), Trinadtsatyi s”ezd: Stenograficheskii otchet (Moskova 1924), s. 42.

[7] Lenin, PSS, 41:71-79.

[8] A.g.e., s. 42.59, 40:204.

[9] Canning’in ardından bu ifadeyi E. H. Carr da kullanır: The Bolshevik Revolution, 1917-1923, 3. Cilt (Londra ve New York, 1950-53), 3:271.

[10] Lenin, PSS, 27:51, 39:329.

[11] N. I. Bukharin, Ekonomika perekhodnogo perioda (Moskova, 1920), s. 155.

[12] RKP(b), VIII s”ezd: Stenograficheskii otchet, (Moskova, 1919), s. 123; VII s”ezd: Stenograficheskii otchet, (Moskova, 1920), s. 116; G. E. Zinov’ev, Nabolevshye voprosy mezhdunarodnogo rabochego dvizheniia (Moskova, 1920), s. 125.

[13] Lenin, PSS, 42:71-72, 44:282.

[14] Zhizn’ natsional’nostei, 26 May 1919.

[15] Marksizm-Leninizm Enstitüsü Arşivleri, Moskova, aktaran: Sorkin, Pervyi s”ezd narodov Vostoka, s. 19; Pervyi s”ezd narodov Vostoka: Stenograficheskie otchety (Petrograd, 1920), s. 139.

[16] Kommunisticheskii Internatsional, Haziran-Temmuz 1920, s. 2316.

[17] Kommunisticheskii Internatsional, Vtoroi s”ezd: Stenograficheskii otchet, s. 28.

[18] A.g.e., s. 11, 27; Lenin, PSS, 41:247.

[19] Kommunisticheskii Internatsional, Vtoroi s”ezd: Stenograficheskii otchet, s. 155, 498. Kongrede millet ve sömürge meseleleriyle ilgili olarak yürütülen tartışmayı N. E. Korolev de ele almıştır: “Razrabotka Leninym politiki Kominterna po natsional’nomu i kolonial’nomu voprosam”, Yayına hazırlayan: K. E. Shirinia, Vtoroi kongress Kominterna içinde (Moskova 1972), s. 152-93.

[20] Sorkin, Pervyi s”ezd narodov Vostoka, s. 15; A.I. Mikoian, Dorogoi bor’by (Moskova, 1971), s. 581; Alfred Rosmer, Moscou sous Lénine, 2 Cilt (Paris, 1970), 1:144.

[21] Kommunisticheskii Internatsional, Sayı 12 (1920), sütun: 2259-64 (1 Eylül tarihi 2262. sütunda geçiyor).

[22] Sorkin, Pervyi s”ezd narodov Vostoka, s. 16; E. D. Stasova, Stranitsy zhizni i bor’by (Moskova, 1957), s. 107.

[23] Sorkin, Pervyi s”ezd narodov Vostoka, s. 16, 17; Kommunist (Bakû), 5 Eylül 1920.

[24] Bakû’de yayınlanan Kommunist gazetesi kurultay oturumlarını 5 Eylül’den itibaren yayımlamaya başlıyor. Takip eden tartışma Pervyi s”ezd narodov Vostoka: Stenografichskie otchety’ye dayanıyor; Bu kaynaktan yapılan alıntıların sayfa numaraları metinde yer alıyor. Asya Gençlik Konferansı dokuz gün sonra başlıyor. Bkz. Kommunist (Bakû), 12 Eylül 1920.

[25] Eldeki stenografi kaydına göre kurultayda 29 milleti temsilen 1.891 delege bulunuyor. Şu kaynaklar da aynı rakamı veriyor: Izvestiia, 21 Eylül 1920, Kommunisticheskii Internatsional, Sayı 14 (1920), sütun 2941, Narody Vostoka, sayı 1 (1920), 2. 57 ve A. Iu. Tivel ve M. Kheimo, Desiat’ let Kominterna v resheniiakh i tsifrakh içinde (Moskova ve Petrograd, 1929), s. 373. 1.902 rakamı ise şu kaynaklarda yer alıyor: Narody Vostoka, sayı 1 (1920), s. 4; ve Kommunist (Bakû), 12 Eylül 1920, “2.000 delege” olduğuna dair raporlar (s. 1). Delege listesi ve delegelerin yetkileri ile ilgili incelemesi üzerinden Sorokin, “delege sayısının 2.050’den az olamayacağı” sonucuna ulaşıyor (Pervyi s”ezd narodov Vostoka, s. 21). Sorokin, ayrıca bu delegelerin tamamının ilk oturuma katılmadığını söylüyor.

[26] Narody Vostoka, sayı 1 (1920), s. 57-61.

[27] Gizli Politik Rapor, 25 Ekim 1920, Dışişleri Bakanlığı dosyası 371/5178/E13412 içinde, 30 Ekim 1920, Devlet Arşivleri Kurumu, Londra (bundan sonra DB olarak anılacaktır).

[28] Narody Vostoka, sayı 1 (1920), s. 9-10 (ve Zhizn’ natsional’nostei içinde, 27 Ekim 1920).

[29] Kommunist (Bakû), 12 Eylül 1920, s. 1.

[30] A.g.e., 30 Ağustos 1920, s. 1.

[31] Sorkin, Pervyi s”ezd narodov Vostoka, s. 21; Pravda, 16 Eylül 1920.

[32] Near East, 18, Sayı 483 (5 Ağustos 1920): 199; Bakanlar Kurulu Tutanakları, 21 Mayıs 1920, BK. 30(20)3, Cab. 23/21, , Devlet Arşivleri Kurumu, Londra (bundan sonra BK olarak anılacak).

[33] “Negotiations with M. Krassin”, 27 Mayıs 1920, C. P. 1350, BK. 24/106.

[34] Dokumenty vneshnei politiki SSSR, 3. Cilt (Moskova, 1959), s. 242-44 (özgün metin: FO 371/5434/N4512, 20 Aralık 1920).

[35] A.g.e., s. 317-20 (özgün metin: FO 271/5431/N118).

[36] Mektup şurada yayımlandı: Anglo-sovetskie otnosheniia, 1921-1927: Noty i dokumenty (Moskova, 1927), s. 8-11 (Mektup şu kaynakta yer almıyor: Dokumenty vneshnei politiki SSSR); FO 371/6854/N4823, 20 Nisan 1920).

[37] Vestnik NKID, Sayı 8 (5 Ekim 1920), s. 116.

[38] Kommunisticheskii Internatsional, Vtoroi kongress, s. 114.

[39] Trotsky Papers, 2. Cilt (Lahey, 1971), Sayı 556, s. 509.

[40] Ezhegodnik Kominterna (Petrograd ve Moskova), 1923), s. 278-79.

[41] Political Report (Kopenhag, 8 Haziran 1920), FO 371/4036/205118, 22 Haziran 1920.

[42] M. N. Pavlovich, Sovwtskaia Rossiia i kapitalisticheskaia Anliia, 2. Baskı (Moskova, 1925), s. 37 (vurgu özgün metne ait).

[43] Dokumenty vneshnei politiki SSSR (Moskova), 1960), 4:165-68; Kommunist, 1956, Sayı 18, s. 111.

[44] Secret Report, Sayı 233, 2 Haziran 1921, FO 371/6844/N6733, 10 Haziran 1921.

[45] Sorkin, Pervyi s”ezd narodov Vostoka, s. 43; Stasova, Stranitsy zhizni i bor’by, s. 110; Arutiunian-Arents, “V. I. Lenin i Pervyi s”ezd narodov Vostoka,” s. 252. “Propaganda ve Eylem Konseyi bir daha toplanmadı” ifadesinin düzeltilmesi gerekiyor. Bkz. ed. Jane Degras, The Communist International, 1. Cilt (Londra, 1956), s. 106.

[46] Kommunisticheskii Internatsional, Sayı 15 (1920), sütun 3367; Sovyet arşivleri kaynağı, aktaran: Arutiunian-Arents, “V. I. Lenin i Pervyi s”ezd narodov Vostoka”, s. 252.

[47] A.g.e., s. 253; Kommunisticheskii Internatsional, Sayı 15 (1920), sütun 3367.

[48] Sovyet arşivleri kaynağı, akt. Arutiunian-Arents, “V. I. Lenin i Pervyi s”ezd narodov Vostoka”, s. 253.

[49] Gizli İstihbarat Servisi raporu Sayı 409, 24 Ekim 1921, FO 371/6856/N11963, 27 Ekim 1921.

[50] A.g.e., FO 371/8193/N6024, 21 Haziran 1922. Konseyle ilgili rapor İngilizlerin Tiflis’teki temsilcisi Albay Stokes’a ait. Albaya göre ilk başta çalışmalar için 10.000 altın ruble, çarın kasasından 150.000 ruble, 500 sterlin ve altı büyük elmas tahsis edilmişti (Rapor no. 95/2, alındığı tarih: 7 Şubat 1921, FO 371/6277/E1688, 7 Şubat 1921). Konseyin bütçesinin azaltılmasına dönük adımın atılmasının muhtemel sebebi, Moskova’nın daha önce tahsis edilmiş olan paranın çarçur edilmesiydi (A.g.e.). Öte yandan Konsey’in üslubunu yere göğe sığdıramayan ifadelerin abartılı olduğunu söylemek lâzım. Stasova o günleri şu şekilde aktarıyor: “Eski bir hanın sarayında kalmamıza rağmen çok zor koşullarda yaşıyorduk. Tuvalet, banyo, lavabo bile yoktu.” (Stranitsy zhizni i bor’by, s. 111).

[51] Carrère d’Encausse ve Schram, Marxisme et l’Asie, s. 41; Aynı ifade şu kaynakta da yer alıyor: M. N. Roy, Memoirs (Bombay, 1964), s. 468, 482.

[52] Gizli Politik Rapor, 25 Ekim 1920 (27. dipnotta aktarıldı); Stokes (Tiflis), Rapor no. 33/121, 25 Ekim 1920, FO 371/5435/N3390, 29 Kasım 1920.

[53] Mioian, Dorogoi bor’by, s. 582; Zhizn’ natsional’nostei, 3 Ağustos 1920; Roy, Memoirs, s. 395; Stokes, Rapor no. 33/121 (52. dipnotta aktarıldı).

[54] Petrogradskaia Pravda, 18 Eylül 1920, akt. FO 371/5435/N244, 12 Ekim 1920; Shaukat Usmani, From Pcshawar to Moskow (Benares, 1927), s. 100.

[55] Sorkin, Pervyi s”ezd narodov Vostoka, s. 21; Stasova, Stranitsy zhizni i bor’by, s. 110. Sonrasında Zinovyev Komintern’e sunduğu raporda partisizler grubunun pratikte “komünist grubundan sayıca daha büyük” olduğunu söyledi. Bkz. Kommunisticheskii Internatsional, Sayı 14 (1920), sütun 2941-44.

[56] Stasova, Stranitsy zhizni i bor’by, s. 109-110; Gizli Politik Rapor, 25 Ekim 1920 (27. dipnotta aktarıldı).

[57] Gizli Politik Rapor, 25 Ekim 1920.

[58] Petrogradskaia Pravda, 18 Eylül 1920 (54. dipnotta aktarıldı).

[59] Britanya Yüksek Komiseri (İstanbul), 5 Kasım 1920, FO 371/5429/N2539, 16 Kasım 1920; Rosmer, Moscou sous Lénine, 1:147.

[60] 13 Ekim 1920 günü Moskova’da Bakû Kurultayı’na katılmış yirmi yedi delege ile yapılan ortak toplantı sonrası RKP(b) politbürosunun benimsediği kararın ana konusu, bu türden aşırılıkların ortadan kaldırılmasıydı. Lenin’in Lenindkii sbornik içinde yer alan taslağı, Cilt 36 (Moskova, 1959), s. 133-34.

[61] G. E. Zinoviev, Mirovaia revoliutsiia i Kommunisticheskii Internatsional (Petrograd, 1920), s. 45, 47, 48.

[62] Gizli Politik Rapor, 25 Ekim 1920 (27. dipnotta aktarıldı).

[63] Zhizn’ natsional’nostei, 30 Temmuz 1921.

[64] Kommunisticheskii Internatsional, Tretyi vsemirnyi kongress: Stenograficheskii otchet (Petrograd, 1922), s. 464.

[65] FO 371/8193/N6024, 21 Haziran 1922.

[66] Ezhegodnik Kominterna, s. 54-55; Tretyi vsemirnyi kongress, s. 468-69.

[67] Economist, 22 Ocak 1921, s. 119; Novyi Vostok, 1923, Sayı 4, s. 218.

[68] M. N. Ivanova, Natsional’no-osvoboditel’noe dvizhenie v Irane v 1918-1922 gg. (Moskova, 1961), s. 85; A.g.e., “Natsional’no-osvoboditel’noe dvizhenie v Gilianskoi provintsii Irana v 1921-22 gg.,” Sovetskoe Vostokovedenie, 1955, Sayı 3, s. 46-55. Ayrıca bkz. A. N. Kheifets, Sovetskaia Rossiia i sopredel’nye strany Vostoka v gody grazhdanskoi voiny, 1918-1920 (Moskova, 1964).

[69] Roy, Memoirs, s. 395; NKID, Godovoi otchet k VIII s”ezdu sovetov za 1919-1920 gg. (Moskova, 1921), s. 72.

[70] M. N. Pavlovich, Ekonomicheskoe razvitie i agrarnyi vopros v Persii XX veka (Moskovai 1921), s. 30; NKID, Godovoi otchet, s. 73; Izvestiia, 6 Kasım 1921.

[71] Zhizn’ natsional’nostei, 17 Mart 1921 (Rus müdahalesine atıfta bulunmayan uzun hâli için bkz. Ivanova, Natsional’no-osvoboditel’noe dvizhenie, s. 101 ve sonrası).

[72] G. Safarov, Problemy Vostoka (Petrograd, 1922), s. 171, 176; Sepehr Zabih, The Communist Movement in Iran (Berkeley, 1966), s. 52; Tretyi vsemirnyi kongress, s. 468.

[73] Gizli Politik Rapor, 25 Ekim 1920 (27. dipnotta aktarıldı).

[74] Sorkin, Pervyi s”ezd narodov Vostoka, s. 44.

[75] Protokol des III Kongresses der Kommunistischen Internationale (Hamburg, 1921), s. 211; Rosmer, Moscou sous Lénine, 1:147; Gizli Politik Rapor, 25 Ekim 1920 (27. dipnotta aktarıldı).

[76] Kommunisticheskii Internatsional, Sayı 17 (Haziran 1921), sütun 4031.

0 Yorum: