29 Eylül 2025

Saflık Fetişi ve Batı Marksizminin Krizi

Batı Marksizmi, F. Scott Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby romanının ana karakteri Jay Gatsby’nin yaşadığı soruna benzer bir sorunun çilesini çekiyor. Her ikisi de sahip olduklarını iddia ettikleri arzuların sürekli tatmin edilmemesine neden olan mükemmellik ve saflık konusunda belirgin bir takıntıya sahip.

Jay Gatsby, saplantılı aşkı Daisy ile ilk karşılaştığı anın saflığına geri dönmeye çalışıyor. Oysa o saflığa dönmesi imkânsız. Böylelikle, aralarında ilişki kurulması ihtimali yitip gidiyor.

Batı Marksistleri de saf bir sosyalizm, saf proletarya ve saf bir ulusal-tarihsel geçmiş peşinde ama bu türden bir saflığın oluşması imkânsız olduğu için Batı Marksistleri, her türden sosyalist devrimi savunma veya gerçekleştirme imkânını kaybediyorlar. Jay Gatsby ve Batı Marksistleri, gerçekliğin her daim reddiyeleri, kusurları ve katışkıları içerdiği, hiçbir zaman saf olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyorlar.

Daisy, Jay Gatsby ile temas kurmazdan önce, bir süre kocası Tom Buchanan’ı sevmiş olduğu gerçeğini kabul etmemesi sebebiyle Jay, onunla ilişkisini resmiyete bir türlü kavuşturamıyor. Bu kusur, bu saflığın reddedilişi kabul edilemez bulunuyor. Daisy’nin eski kocası Tom’a kendisini hiç sevmediğini söylemesi gerektiği düşünülüyor, çünkü o ilk karşılaşmadaki saflığın yeniden tesis edilmesine ihtiyaç duyuluyor. Jay, “saflık yoksa ilişki de olamaz” kanaatinde.

Aynı şekilde, Batı Marksistleri de yirminci ve yirmi birinci yüzyılda muzaffer olmuş sosyalist deneylerin yaptıkları yanlışlarla ve sahip oldukları “totalitarizmler”iyle sosyalizm anlayışlarındaki kutsiyette mevcut olan saflığı ayaklar altına aldığını düşünüyorlar. Batı Marksistleri, bu saflık anlayışı üzerinden SSCB’nin reddedilmesi gerektiğini düşünüyorlar, “İspanya İç Savaşı hiç yapılmamalıydı” diyorlar, Küba sosyalizmini ağır bir dille eleştiriyorlar, ama bir yandan da 1959 devrimine övgüler diziyorlar. Allende ve Sankara’yı “put”, Fidel ve Kim İl Sung’u “müstebit” belliyorlar.

Batı Marksistleri, saf haliyle ölüp gitmiş olanları desteklenebilir bulurlarken, kapitalizmin emperyalist aşamasında sosyalizm inşa etme gayretindeki çetrefilli yönleri ve çelişkileri doğuran yanlışlar ve baskılarla baş etmek zorunda kalanları illaki mahkûm ediliyorlar.

Brezilyalı komünist Jones Manoel’in “Batı Marksizmi Gerçek Devrimi Değil, Kendi Saflığını ve Ölülerini Sever” başlıklı yazısında dile getirdiği üzere, Batı Marksizminin saflığı, yanlışları ve direnişi kendi içinde birer amaç olarak fetişleştirme gayreti, “yenilgi ve saflıkla alakalı bir tür narsistik orgazm”a yol açıyor.[2]

Manoel, “Batı Marksizmi, yeryüzünün hiçbir yerinde devrim yapmamış olması sayesinde teorinin saflığını korumayı bildi” derken haklı.[3] Batı Marksistleri, devrimci bir hareketin ortaya çıkışını kutluyorlar ama bu devrimci hareket iktidarı alınca, dolayısıyla, emperyalizmin, ulusal burjuvazinin, ekonomik geriliğin vs. somut gerçekliği karşısında zor kararlar almak zorunda kalınca aynı Batı Marksistleri, “ihanet!” diye bağırarak kaçıyorlar. Onlar, belirledikleri saflık halinden uzaklaşmayı devrime ihanet olarak görüyorlar. “Devlet kapitalizmi” ve “otoritarizm” çığlıkları tam da bu noktada atılıyor.

Manoel, müteveffa Domenico Losurdo’nun Batı Marksizmi adlı eserini ele alarak, Losurdo’nun metninde ortaya koyduğu tezi özetleyici ifadelerle mükemmel bir şekilde açıklıyor. Bununla birlikte Manoel, (tıpkı Losurdo gibi) bu saflık meraklısı teorik sapmanın “Hristiyanlığa ait bir tür kaçak mal olarak Marksizme sokulduğu” tespitini yapıyor. O halde, Batı Marksizminin ideolojik temelleri, Losurdo’nun iddia ettiği gibi, “Yahudi-Hristiyan geleneğine dayanıyor”.[5]

Ben bu çalışmada söze, Hristiyan mistisizminin Batı Marksizminde mevcut olabileceğini, ancak asıl çürümenin sebebinin, Hristiyanlığın içeri kaçak yollardan soktuğu fikriyat değil, (Hristiyan mistisizmini önceleyen) Batı metafiziği olduğunu savunarak başlıyorum. Özünde asıl sebebi, Batı felsefesine nüfuz etmiş sabit kategorilerde, Gerçeğin değişmez, kalıcı ve özde olduğuna dair genel anlayışta aramak gerekiyor. Bu anlayış, Hristiyan geleneği dâhilinde çeşitli biçimler alan mistisizme dolaylı olarak eklenmiştir.

Engels’in 1890’da indirgemeci Marksistlere koyduğu teşhis, bugünün Batı Marksistlerine de uygulanabilir: “Bu beylerin hepsinde eksik olan şey, diyalektiktir.”[6]

Ben, aynı zamanda Losurdo’nun analizini başka yönlerden de genişletmek niyetindeyim. Öncelikle, saflık fetişi denilen bütünleştirici kavramı, bu saflık takıntısının Batılı Marksistlerde (ve özellikle ABD'li Marksistlerde) kendini gösterdiği çeşitli biçimleri diyalektik olarak ele alan bir kavram olarak geliştiriyorum. Saflık fetişi, Batı metafizik bakış açısının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu bakış açısı, tarih boyunca çeşitli şekillerde somutlaşmıştır, ancak çok az istisna dışında, Parmenides metafiziğine dayanan temel felsefi varsayımları sürdürmektedir.

ABD solunda bu, üç ana alanda görülebilir ve bunların tümü hem gerçeğin elde edilmesini hem de sosyalist hareketin gelişmesini engellemektedir:

1. Max Scheler’in (Nietzsche’den alıp geliştirdiği) hınç olarak adlandırdığı olgunun mevcut olduğu yurtdışındaki sosyalist (ve sosyalist olmayan ama anti-emperyalist) mücadelelere dair değerlendirmeler;

2. Yurt içindeki işçi sınıfının çeşitli karakterine dair değerlendirmeler;

3. ABD tarihine dair, ulusal nihilizmi esas alan değerlendirmeler.

Bu alanların her birinde, saflık fetişi, en iyi ihtimalle tek taraflı yargılarda bulunur ve işçi kitlelerinde öznel faktörü geliştirmek için ortaya konulan pratik çabaları engeller.[7]

Bu saflık fetişini temel alan dünya görüşünün Marksist türevinin, boşlukta, kendiliğinden ortaya çıkmadığını söylemek lazım. Bu görüş, Gabriel Rockhill’in “küresel teori endüstrisi” olarak adlandırdığı şeyi harekete geçiren “bilginin politik ekonomisi” gibi nesnel güçlere dayanmaktadır.[8]

Barbara ve John Ehrenreach, Catherine Liu, Gus Hall, Noah Khrachvik gibi teorisyenlerin de belirttiği gibi, bu dünya görüşü, işçi sınıfı dışı sınıfsal konumları, ayrıca küçük burjuva ve/veya profesyonel-yönetici sınıf (PMC) konumlarını esas almaktadır.

Daha geniş bir terim olan “orta sınıf” altında sınıflandırabileceğimiz bu sınıf konumları, “Akademi, Medya ve STK Üçgeni” olarak adlandırılan kültür alanıyla ve kurumlarla iç içe geçmiştir.[9] Bu kültür, aynı zamanda, Hans Georg Moeller ve Paul D’Ambrosio’nun özgeçmişçilik olarak adlandırdığı koşullarda, sosyalist olmayı, siyasi iktidarı elde etmekten çok, onun korunmasına daha fazla önem veren bir karşı kültür kimliğine veya özgeçmişe indirgeyen, kendine özgü bir sosyalist kimlik biçimi de doğurmuştur.

Bu nesnel ve öznel koşulları göz önünde bulundurduğumuzda, Losurdo’nun savunduğu gibi, Marx’ın komünizm anlayışında bulunan “farklı zamansallıklar arasında köprü kurmayı öğrenmek”, yani, “toplumun bayraklarına ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar!’ yazdığı o ütopik uzak gelecek ile komünizmin “mevcut durumu ortadan kaldıran gerçek hareket” olarak tanımlandığı fiili gelecek arasında bir köprü kurmayı öğrenmek, Batı Marksizminin saflık fetişini aşmaya yardımcı olmayacaktır.[10] Bu köprü, her ne kadar önemli olsa da ben, daha kapsamlı bir değişime ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim.

Bu çalışmanın sonunda ben, Batı Marksizmi için en uygun ve en doğru “çare”yi sunuyorum: Batı Marksizmi, saflık fetişine kendisini iten nesnel koşulları tefekkür etmeli, bu koşulların bilincine vardıktan sonra ilgili nesnel koşulları değiştirmeye yönelmelidir. Bu anlamda Batı Marksizmi, profesyonel-yönetici sınıfın hükmettiği soldan uzaklaşmalı, işçi sınıfını merkeze alan, profesyonel-yönetici sınıfın hâkim olduğu, kültürel alanın ve kurumların esaretinden kurtulmuş sola yönelmeli, saflık fetişi anlayışından sıyrılmalı, bunun için de muğlaklıkla malul ideolojik unsurları diyalektik materyalist dünya görüşünün suyuna yatırmalıdır.

Carlos L. Garrido

[Kaynak: The Purity Fetish and the Crisis of Western Marxism, Midwestern Marx Publishing Press, Bahar 2023]

Dipnotlar:
[1] “Batı Marksizmi” derken ben, geçen yüzyılda Marksizm-Leninizmi ve Sovyetler Birliği’ni reddederek belirli bir alan elde etmiş olan, Marksizm içi akımı kastediyorum. Batı Marksizmi, bugün Batı akademiyasında “Marksizm”in hâkim biçimidir. Bu akım, Frankfurt Okulu’na, altmışların ve yetmişlerin Fransız Marksistlerine ait fikirlerin yanında onlarla birlikte türemiş olan Marksist hümanizm biçimlerini içerir. Çoğu zaman, projelerini “Hegelci köklerine geri dönen” bir Marksizm olarak ifade ederler, 1844 tarihli Ekonomik ve Felsefi El Yazmaları’ndaki Marx’ı merkeze alırlar ve olgun Marx’ı yalnızca genç Marx’ın projeleri ışığında okurlar. Günümüzün başlıca teorisyenleri arasında Jürgen Habermas, Slavoj Žižek, Alain Badiou, Kevin Anderson vb. sayılabilir. Bu grup genelde “Marksist-Leninist olmayan Marksistler” olarak adlandırılıyor. Bu yaklaşım cazip gelse de ben, bunu yapmamanızı öneriyorum, zira Küresel Güney’de Marksizm-Leninizmden beslenen, ancak kendilerini açıkça Marksist-Leninist olarak görmeyen ve Batılı Marksistlerin sahip olduğu “saflık fetişi” bakış açısına sahip olmayan birçok Marksist akım mevcuttur.

[2] Jones Manoel, “Western Marxism Loves Purity and Martyrdom, But Not Real Revolution,” Black Agenda Report (10 Haziran 2020): BAR. Türkçesi: İştiraki.

[3] Jones Manoel, a.g.m.

[4] Jones Manoel, a.g.m.

[5] Domenico Losurdo, Western Marxism (Madrid: Trotta, 2019), s. 178.

[6] Karl Marx ve Friedrich Engels, Marx-Engels Collected Works (MECW) Cilt. 49 (New York: International Publishers, 2001), 87.

[7] bu kitabın dördüncü bölümünün başında nesnel/öznel faktör ayrımına dair kapsamlı bir değerlendirmeye yer verilmektedir.

[8] Gabriel Rockhill, “The CIA and the Frankfurt School’s Anti-Communism,” The Philosophical Salon (June 27, 2022): Salon. Türkçesi: İştiraki.

[9] Class Unity, “The Left’s Middle-Class Problem,” Class Unity (03 Ocak 2022): CU.

[10] Losurdo, Western Marxism, s. 179; Marx ve Engels, MECW Cilt. 24 (Moskova: Progress Publishers, 1989), s. 63; Marx ve Engels, MECW Cilt. 5 (Moskova: Progress Publishers, 1976), s. 49.

0 Yorum: