Batı
Marksizmi, F. Scott Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby romanının ana karakteri
Jay Gatsby’nin yaşadığı soruna benzer bir sorunun çilesini çekiyor. Her ikisi
de sahip olduklarını iddia ettikleri arzuların sürekli tatmin edilmemesine
neden olan mükemmellik ve saflık konusunda belirgin bir takıntıya sahip.
Jay
Gatsby, saplantılı aşkı Daisy ile ilk karşılaştığı anın saflığına geri dönmeye
çalışıyor. Oysa o saflığa dönmesi imkânsız. Böylelikle, aralarında ilişki
kurulması ihtimali yitip gidiyor.
Batı
Marksistleri de saf bir sosyalizm, saf proletarya ve saf bir ulusal-tarihsel
geçmiş peşinde ama bu türden bir saflığın oluşması imkânsız olduğu için Batı
Marksistleri, her türden sosyalist devrimi savunma veya gerçekleştirme imkânını
kaybediyorlar. Jay Gatsby ve Batı Marksistleri, gerçekliğin her daim
reddiyeleri, kusurları ve katışkıları içerdiği, hiçbir zaman saf olmadığı
gerçeğiyle yüzleşiyorlar.
Daisy,
Jay Gatsby ile temas kurmazdan önce, bir süre kocası Tom Buchanan’ı sevmiş
olduğu gerçeğini kabul etmemesi sebebiyle Jay, onunla ilişkisini resmiyete bir
türlü kavuşturamıyor. Bu kusur, bu saflığın reddedilişi kabul edilemez
bulunuyor. Daisy’nin eski kocası Tom’a kendisini hiç sevmediğini söylemesi
gerektiği düşünülüyor, çünkü o ilk karşılaşmadaki saflığın yeniden tesis
edilmesine ihtiyaç duyuluyor. Jay, “saflık yoksa ilişki de olamaz” kanaatinde.
Aynı
şekilde, Batı Marksistleri de yirminci ve yirmi birinci yüzyılda muzaffer olmuş
sosyalist deneylerin yaptıkları yanlışlarla ve sahip oldukları “totalitarizmler”iyle
sosyalizm anlayışlarındaki kutsiyette mevcut olan saflığı ayaklar altına
aldığını düşünüyorlar. Batı Marksistleri, bu saflık anlayışı üzerinden SSCB’nin
reddedilmesi gerektiğini düşünüyorlar, “İspanya İç Savaşı hiç yapılmamalıydı”
diyorlar, Küba sosyalizmini ağır bir dille eleştiriyorlar, ama bir yandan da
1959 devrimine övgüler diziyorlar. Allende ve Sankara’yı “put”, Fidel ve Kim İl
Sung’u “müstebit” belliyorlar.
Batı
Marksistleri, saf haliyle ölüp gitmiş olanları desteklenebilir bulurlarken,
kapitalizmin emperyalist aşamasında sosyalizm inşa etme gayretindeki çetrefilli
yönleri ve çelişkileri doğuran yanlışlar ve baskılarla baş etmek zorunda kalanları
illaki mahkûm ediliyorlar.
Brezilyalı
komünist Jones Manoel’in “Batı Marksizmi Gerçek Devrimi Değil, Kendi Saflığını
ve Ölülerini Sever” başlıklı yazısında dile getirdiği üzere, Batı Marksizminin
saflığı, yanlışları ve direnişi kendi içinde birer amaç olarak fetişleştirme
gayreti, “yenilgi ve saflıkla alakalı bir tür narsistik orgazm”a yol açıyor.[2]
Manoel,
“Batı Marksizmi, yeryüzünün hiçbir yerinde devrim yapmamış olması sayesinde
teorinin saflığını korumayı bildi” derken haklı.[3] Batı Marksistleri, devrimci
bir hareketin ortaya çıkışını kutluyorlar ama bu devrimci hareket iktidarı
alınca, dolayısıyla, emperyalizmin, ulusal burjuvazinin, ekonomik geriliğin vs.
somut gerçekliği karşısında zor kararlar almak zorunda kalınca aynı Batı
Marksistleri, “ihanet!” diye bağırarak kaçıyorlar. Onlar, belirledikleri saflık
halinden uzaklaşmayı devrime ihanet olarak görüyorlar. “Devlet kapitalizmi” ve “otoritarizm”
çığlıkları tam da bu noktada atılıyor.
Manoel,
müteveffa Domenico Losurdo’nun Batı Marksizmi adlı eserini ele alarak,
Losurdo’nun metninde ortaya koyduğu tezi özetleyici ifadelerle mükemmel bir
şekilde açıklıyor. Bununla birlikte Manoel, (tıpkı Losurdo gibi) bu saflık
meraklısı teorik sapmanın “Hristiyanlığa ait bir tür kaçak mal olarak Marksizme
sokulduğu” tespitini yapıyor. O halde, Batı Marksizminin ideolojik temelleri,
Losurdo’nun iddia ettiği gibi, “Yahudi-Hristiyan geleneğine dayanıyor”.[5]
Ben
bu çalışmada söze, Hristiyan mistisizminin Batı Marksizminde mevcut
olabileceğini, ancak asıl çürümenin sebebinin, Hristiyanlığın içeri kaçak
yollardan soktuğu fikriyat değil, (Hristiyan mistisizmini önceleyen) Batı
metafiziği olduğunu savunarak başlıyorum. Özünde asıl sebebi, Batı felsefesine
nüfuz etmiş sabit kategorilerde, Gerçeğin değişmez, kalıcı ve özde olduğuna
dair genel anlayışta aramak gerekiyor. Bu anlayış, Hristiyan geleneği dâhilinde
çeşitli biçimler alan mistisizme dolaylı olarak eklenmiştir.
Engels’in
1890’da indirgemeci Marksistlere koyduğu teşhis, bugünün Batı Marksistlerine de
uygulanabilir: “Bu beylerin hepsinde eksik olan şey, diyalektiktir.”[6]
Ben,
aynı zamanda Losurdo’nun analizini başka yönlerden de genişletmek niyetindeyim.
Öncelikle, saflık fetişi denilen bütünleştirici kavramı, bu saflık
takıntısının Batılı Marksistlerde (ve özellikle ABD'li Marksistlerde) kendini
gösterdiği çeşitli biçimleri diyalektik olarak ele alan bir kavram olarak
geliştiriyorum. Saflık fetişi, Batı metafizik bakış açısının ayrılmaz bir
parçasıdır. Bu bakış açısı, tarih boyunca çeşitli şekillerde somutlaşmıştır,
ancak çok az istisna dışında, Parmenides metafiziğine dayanan temel felsefi
varsayımları sürdürmektedir.
ABD
solunda bu, üç ana alanda görülebilir ve bunların tümü hem gerçeğin elde
edilmesini hem de sosyalist hareketin gelişmesini engellemektedir:
1.
Max Scheler’in (Nietzsche’den alıp geliştirdiği) hınç olarak
adlandırdığı olgunun mevcut olduğu yurtdışındaki sosyalist (ve sosyalist
olmayan ama anti-emperyalist) mücadelelere dair değerlendirmeler;
2.
Yurt içindeki işçi sınıfının çeşitli karakterine dair değerlendirmeler;
3.
ABD tarihine dair, ulusal nihilizmi esas alan değerlendirmeler.
Bu
alanların her birinde, saflık fetişi, en iyi ihtimalle tek taraflı yargılarda
bulunur ve işçi kitlelerinde öznel faktörü geliştirmek için ortaya konulan pratik
çabaları engeller.[7]
Bu
saflık fetişini temel alan dünya görüşünün Marksist türevinin, boşlukta,
kendiliğinden ortaya çıkmadığını söylemek lazım. Bu görüş, Gabriel Rockhill’in
“küresel teori endüstrisi” olarak adlandırdığı şeyi harekete geçiren “bilginin
politik ekonomisi” gibi nesnel güçlere dayanmaktadır.[8]
Barbara
ve John Ehrenreach, Catherine Liu, Gus Hall, Noah Khrachvik gibi teorisyenlerin
de belirttiği gibi, bu dünya görüşü, işçi sınıfı dışı sınıfsal konumları,
ayrıca küçük burjuva ve/veya profesyonel-yönetici sınıf (PMC) konumlarını esas
almaktadır.
Daha
geniş bir terim olan “orta sınıf” altında sınıflandırabileceğimiz bu sınıf
konumları, “Akademi, Medya ve STK Üçgeni” olarak adlandırılan kültür alanıyla
ve kurumlarla iç içe geçmiştir.[9] Bu kültür, aynı zamanda, Hans Georg Moeller
ve Paul D’Ambrosio’nun özgeçmişçilik olarak adlandırdığı koşullarda,
sosyalist olmayı, siyasi iktidarı elde etmekten çok, onun korunmasına daha
fazla önem veren bir karşı kültür kimliğine veya özgeçmişe indirgeyen, kendine
özgü bir sosyalist kimlik biçimi de doğurmuştur.
Bu
nesnel ve öznel koşulları göz önünde bulundurduğumuzda, Losurdo’nun savunduğu
gibi, Marx’ın komünizm anlayışında bulunan “farklı zamansallıklar arasında köprü
kurmayı öğrenmek”, yani, “toplumun bayraklarına ‘Herkesten yeteneğine göre,
herkese ihtiyacı kadar!’ yazdığı o ütopik uzak gelecek ile komünizmin “mevcut
durumu ortadan kaldıran gerçek hareket” olarak tanımlandığı fiili gelecek
arasında bir köprü kurmayı öğrenmek, Batı Marksizminin saflık fetişini aşmaya
yardımcı olmayacaktır.[10] Bu köprü, her ne kadar önemli olsa da ben, daha
kapsamlı bir değişime ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim.
Bu
çalışmanın sonunda ben, Batı Marksizmi için en uygun ve en doğru “çare”yi sunuyorum:
Batı Marksizmi, saflık fetişine kendisini iten nesnel koşulları tefekkür
etmeli, bu koşulların bilincine vardıktan sonra ilgili nesnel koşulları
değiştirmeye yönelmelidir. Bu anlamda Batı Marksizmi, profesyonel-yönetici
sınıfın hükmettiği soldan uzaklaşmalı, işçi sınıfını merkeze alan,
profesyonel-yönetici sınıfın hâkim olduğu, kültürel alanın ve kurumların
esaretinden kurtulmuş sola yönelmeli, saflık fetişi anlayışından sıyrılmalı, bunun
için de muğlaklıkla malul ideolojik unsurları diyalektik materyalist dünya
görüşünün suyuna yatırmalıdır.
Carlos L. Garrido
[Kaynak:
The Purity Fetish and the Crisis of Western Marxism, Midwestern Marx
Publishing Press, Bahar 2023]
Dipnotlar:
[1] “Batı Marksizmi” derken ben, geçen yüzyılda Marksizm-Leninizmi ve Sovyetler
Birliği’ni reddederek belirli bir alan elde etmiş olan, Marksizm içi akımı
kastediyorum. Batı Marksizmi, bugün Batı akademiyasında “Marksizm”in hâkim
biçimidir. Bu akım, Frankfurt Okulu’na, altmışların ve yetmişlerin Fransız
Marksistlerine ait fikirlerin yanında onlarla birlikte türemiş olan Marksist hümanizm
biçimlerini içerir. Çoğu zaman, projelerini “Hegelci köklerine geri dönen” bir
Marksizm olarak ifade ederler, 1844 tarihli Ekonomik ve Felsefi El Yazmaları’ndaki
Marx’ı merkeze alırlar ve olgun Marx’ı yalnızca genç Marx’ın projeleri ışığında
okurlar. Günümüzün başlıca teorisyenleri arasında Jürgen Habermas, Slavoj
Žižek, Alain Badiou, Kevin Anderson vb. sayılabilir. Bu grup genelde “Marksist-Leninist
olmayan Marksistler” olarak adlandırılıyor. Bu yaklaşım cazip gelse de ben,
bunu yapmamanızı öneriyorum, zira Küresel Güney’de Marksizm-Leninizmden
beslenen, ancak kendilerini açıkça Marksist-Leninist olarak görmeyen ve Batılı
Marksistlerin sahip olduğu “saflık fetişi” bakış açısına sahip olmayan birçok
Marksist akım mevcuttur.
[2]
Jones Manoel, “Western Marxism Loves Purity and Martyrdom, But Not Real
Revolution,” Black Agenda Report (10 Haziran 2020): BAR. Türkçesi: İştiraki.
[3]
Jones Manoel, a.g.m.
[4]
Jones Manoel, a.g.m.
[5]
Domenico Losurdo, Western Marxism (Madrid: Trotta, 2019), s. 178.
[6]
Karl Marx ve Friedrich Engels, Marx-Engels Collected Works (MECW) Cilt.
49 (New York: International Publishers, 2001), 87.
[7]
bu kitabın dördüncü bölümünün başında nesnel/öznel faktör ayrımına dair
kapsamlı bir değerlendirmeye yer verilmektedir.
[8]
Gabriel Rockhill, “The CIA and the Frankfurt School’s Anti-Communism,” The Philosophical
Salon (June 27, 2022): Salon. Türkçesi: İştiraki.
[9]
Class Unity, “The Left’s Middle-Class Problem,” Class Unity (03 Ocak
2022): CU.
[10] Losurdo, Western Marxism, s. 179; Marx ve Engels, MECW Cilt. 24 (Moskova: Progress Publishers, 1989), s. 63; Marx ve Engels, MECW Cilt. 5 (Moskova: Progress Publishers, 1976), s. 49.
0 Yorum:
Yorum Gönder