02 Ağustos 2025

Ateşe Verilen Dünya

Dünya, ateşe verildi. Böylelikle umut boşa düştü. Dünyanın düzelmesi veya iyileşmesi ihtimali, ortadan kalktı.

Yenilenmeye dair inancı ezen müdahaleler, gençlerin ele geçirilip güçsüz kılınması üzerinden sürüyor. Gençler, ta çocukluktan itibaren saldırı altında. Bu saldırı, 60'larda yaşanan isyanlara ve söz konusu dönemde politik alanda oluşmuş karşı-kültüre yönelik yeni-muhafazakâr tepkinin uzantısı.

Doksanların ortalarından beri her yanı kuşatan internet, sadece gençlerin isyankâr enerjilerini etkisizleştirmekle kalmıyor, ayrıca gençleri, kendilerini deneyimleme ve bilme imkânından mahrum bırakıyor.

Altmışlardaki gençlik hareketine benzeyen her türden gelişmeyi savuşturmak için gençleri, ortak varlıklarını tanıyacakları, sınırlı özgürlük alanına kavuşacakları tüm mekânsal ve zamansal imkânlardan mahrum bırakmak gerekiyor.

Son yirmi yıl içerisinde gençler, politik faillik alanından uzaklaştırıldılar. Teknolojiye uyumlulaşması ve tüketimi en üst düzeye taşıması talep edilen bir toplumsal sektöre dönüştürüldüler. Bu noktada, tüm ömür boyunca sürecek alışkanlıklar ve öngörülebilir davranışlar geliştirildi. “Tercihlerin oluştuğu sinirsel temeller”le ilgili araştırmalara milyonlarca dolar harcandı.

Sosyolojiyle alakası olmayan çalışmalar, “X Kuşağı, Z Kuşağı” gibi kesimler icat etti. Burada amaç, kaderinde ne varsa onu yaşayanların homojen tüketici varlıklar olarak tanımlanmasıydı.

Öte yandan, dünyanın güneyinde yaşanan yoksulluk karşısında gençler, kemer sıkma politikaları, borçluluk düzeyindeki artış, kıtlık ve devlet terörü üzerinden yoksulluğun en ağır ve en acımasız biçimleriyle tanıştılar.

Asıl mesele, yetişkinliğe hızlı geçiş değil. Uyanık kalınan zamanın sınıflardaki bilgisayarlara, telefonlardaki sosyal medyalara, oyunlara ve diğer içerik akışlarına mahkûm edilmesi.

Gençlik ve dijital teknolojiler konusunu herkes tartışıyor ama çok az insan, bu gençlerin gençliklerinin ellerinden alındığını söylüyor.

Gençler, dostluk, cinsellik ve yaratıcılık yoluyla dünyada harekete geçmek için gerekli zemin olarak kendini sevme ve biriciklik gibi insana keyif veren keşifleri yapma imkânından mahrum bırakılıyorlar.

Bugün internette yaşayan çocuklar ve yetişkinler, kırılgan bir algıya sahipler. Burada herkes, internetin yol açtığı dürtülere bağımlı hale geliyor, o ışıklı âlemde homojenleşiyor. Birçok gençse giderek hapishaneleri model alan, işlevsiz, harap olmuş okullara hapsediliyor. Okula gelip arkadaşlarını vuran gençlere daha sık tanık olunuyor. Bu olaylar, kaygı, korku ve ihmalin yol açtığı yükün bir neticesi.

Gençlerin kendi düşüncelerini sıkıcı veya değersiz bulmaları sağlanıyor. Şirketlere ait sosyal medya uygulamaları, gençleri kendilerini tanımlayan en yüzeysel özellikleri paylaşmaları veya teşhir etmeleri konusunda eğitiyor.

Aralıksız boca edilen şiddet görüntüleri, haz içermeyen porno, kabalık ve alaycılıkla tanımlı internet âleminde kendiliğindenlik ortadan kayboluyor. Dünya genelinde metalaşmasına rağmen müzik, gençlerin “asgari düzeyde çıplak tekillik” halinde yaşama imkânı bulabildikleri az sayıda yöntemden biri olarak varlığını muhafaza ediyor. Genel manada hafıza ve deneyim oluşturma becerisinden mahrum bırakılmış özneler üretiliyor.

Sosyal medyada modalar ve gösterenler, günbegün değişiyor. Herkes, bu modalara ve gösterenlere ayak uyduruyor. Bu durum, Hannah Arendt’in şu uyarısını akla getiriyor: “Klişeler, basmakalıp sözler, standartlaşmış ifade ve davranış kodları, toplumsal düzeyde bizi gerçekliğe, yani bizim düşüncelerimize el konulmasına karşı korumak gibi bir işleve sahiptir.”

Gençler, hayret ve merak etme yetilerini yitiriyor. Felsefeci Hans Jonas, bu yetiyi “dünyayı ilk kez yeni gözlerle görmek” olarak tarif ediyor. Bilinci ve empatiyi bu yeti mümkün kılıyor.

Merak ve hayret etme yetisi, teknolojik açıdan “harika şeyler olarak reklâm edilen araçlar üzerinden köreltiliyor veya siliniyor. İnternetteki hayat, kendine yeterli dünyasında yönetilebilir olan ihtiyaçlar üretiyor. Hayal edilmesine izin verilmiş şeyleri belirli bir düzene sokuyor.

Oysa hayata dair umutlar ve arzular, müşterek fiziki dünyada insanın itiraz etme becerisini geliştiriyor, onun o umutları boğan, onlara saldıran kurumlara ve güçlere karşı husumet duymasını sağlıyor.

Shirley Clarke’ın 1963 tarihli Sakin Dünya filminde bir hikâye anlatılır. Bu hikâye, Harlem’deki sokak çetesinin üyelerine hizmet eden genç fahişe LuAnne ile ilgilidir. Bir kış günü aynı zamanda pezevenk olan çete lideri Duke ile Coney Island’a giden kadın, orada okyanusu ilk kez görür. Beklenmedik bir anda o soğuk, uçsuz bucaksız gri gökyüzünün altında duran deniz, kadının kendisini görmesini sağlar. Yapayalnız olduğunu gören kadın, bir anda ortadan kaybolur.

Altmışlarda yeni sol politikanın üzerinde durduğu önermelerden birisi de emek veya üretimle ilişkisinden bağımsız olarak, gençlerin yirminci yüzyılda kapitalist toplumun değerleri ve talepleri tarafından ezildiği ve yabancılaştırıldığı ile ilgiliydi. Yaygın kanaat, gençlerin teknokrat ve kurumsal bütünleşme meselesine dirençli oldukları yönündeydi. Bu kanaat, Paul Goodman, Theodore Roszak, Raoul Vaneigem gibi isimlerin yazılarında karşılık buldu.

Gençlik, tabii ki tarihsel düzlemde birçok farklı yönden şekillendirildi. Fakat her zaman belirleyici olan bir fikir vardı, o da gençlerin yetişkin dünyasına asimile edilmesi için ritler veya kültürel pratikler üzerinden biçimlendirildiklerini söylüyordu. Ancak yirminci yüzyılın ortalarından itibaren Batı’da bütünleşmeyi teşvik eden yaklaşımlar ve mekanizmalar işlemez oldu. Böylece alternatif yollar ve isyan biçimlerinin denenmesi ve keşfedilmesi için yeni başlangıçların yapılma imkânı oluştu.

Üzerinden uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen, altmışların karşı-kültürünü alaya alan, karikatürize eden şirket medyasının tüm çabaları, emirlere ve yasaklamalara karşı en ufak itirazda bile korkuya kapıldığı gerçeğini örtbas etmekten başka bir işe yaramıyor.

Bugün artık amaç, gençliğin hayal kuracağı, kendilerine ait bir geleceği inşa edeceği koşulların oluşmasına imkân vermemek. Bunun yerine, medya, gençlerin dijital aletleri ve sosyal medya platformlarını yaratıcı ve tahrip edici bir biçimde kullandıklarına dair haberler yapıyor. Burada öncelikli hedef, gençliğin isyan etme ihtimalini ortadan kaldırmak. Bunun için gençlerin işsizlikle ve dünyasızlıkla tanımlı bir geleceğe doğru ilerlediği gerçeğini gizlemeye çalışıyorlar. Sürekli bir kuşağın “influencer” olmak, genç yenilikçi şirketler kurmak veya ruhsuz girişimci değerlerden yana saf tutmak için yanıp tutuştuğuna dair hikâyeler uyduruluyor.

Oysa gençler, bu süreçte insanlar arası bağların oluştuğu zamandan ve mekândan mahrum kalıyorlar. Toplumsal ilişkinin finansın konusu olmayan biçimlerinin etkisini kıranlar, tüm insanlığın iletişim kurma becerilerine zarar veriyorlar.

Bunu, güçlü kurumlar ve devletlerin uzun süredir başvurduğu dezenformasyon ve yalan üzerinden yapıyorlar. Daha da önemlisi, hepimizi içine çeken anlamsızlık girdabı, zararlı sonuçlar doğuruyor. Bugün internet, Pasifik Okyanusu’nda hızla büyüyen çöp yığınının dijital âlemdeki muadili.

Dünya üzerindeki ağlardan dökülenler internette birikiyor, bireyler ve toplumlar arasındaki her türden canlı ilişkiyi ve alışverişi boğuyor. Devasa boyutlara oluşan veri, görüntü ve dile ait olgular olarak, kakofoniye yol açıyor, düşüncenin yönünü yitirmesine sebep oluyor. Düşünme pratiğinin alanı daralıyor, diyalog kurma imkânı gereğinden fazla artıyor.

Her gün milyonlarca insan, internet denilen bataklığa gömülen, kısa süre içerisinde unutulmaya yazgılı ilişkiler kuruyor. Bilgi ekonomisi, bir başarı elde etmişse, o da cehaleti, aptallığı ve nefret yüklü oluşu koşullamış olmasıdır.

Felsefeci Jürgen Habermas, insanların birbirlerini anlamasını sağlayan araç olarak dilin hayatın önemli bir bileşeni olmakla kalmadığını, onu inşa ettiğini söylüyor. Habermas, eserlerinin önemli bir kısmında, hayatı kapitalist ekonomiye ait, araçsallaştırıcı güçlere, medyaya ve teknobilime tabi kılan süreçleri analiz ediyor.

Habermas, “hayatın sömürgeleştirildiği” gerçeğini görmesine rağmen, yeni medya biçimlerinin “sorumlu aktörler” arasında uzlaşma temelli iletişimin kurulacağı kamusal alanların desteklenmesine katkıda bulunabileceğini söylüyor.

1980’de kaleme aldığı bir çalışmada Habermas, “iletişim temelli eylem”i esas alan aydınlanmacı modernite konusunda iyimser laflar ediyor. Bu iyimser görüşünü iletişimin hile ve çarpıtmayı esas alan yaklaşımlara tabi olması durumunda hayatın ortadan kalkmasının daha hayırlı olacağı tespiti üzerinden dillendiriyor.

Bu tespitlerin üzerinden kırk yıl geçti. Habermas’ın bu hile ve çarpıtmaya yaslanan iletişimle ilgili öngörüsü neredeyse gerçekleşti. Gündelik pratiklerimiz, anlaşılmaz kılmaya ve aldatmaya dayalı, programatik bir çaba tarafından sabote ediliyor.

Jonathan Crary

[Kaynak: Scorched Earth:Beyond the Digital Age to a Post-Capitalist World, Verso, 2022.]

0 Yorum: