25 Ağustos 2025

,

Mum Erirken


Önceki yazıda belirttiğimiz gibi 93’e kadar çıkarılan albümlerde solun mücadele veren her kesimini kucaklayan türkülere ve marşlara yer verilirken, bu tarihten sonraki albümlerde grubun yakın olduğu çevreyi işaret eden besteler üretilmeye başlandı. Bu bağlamda, kitleler tarafından sahiplenen isimlere beste yapılması kaçınılmazdır, tarihî sorumluluktur. Bunun en somut örneği Mehmet’tir.

Kitlelerin sahiplendiği bir isme bestelenen marşın bugün verildiği yer eleştiriye açıktır. Yorum’un geldiği noktada Mehmet marşının Athena’ya verilip bir film müziği olarak yeniden üretilmesine izin verildikten sonra buna yönelik tepkilere dair açıklama yapılmaması düşündürücüdür. Athena’nın gruba verdiği desteğe aldanıp 1 Mayıs 89’un tarihsel öneminin Mehmet özelinde ifade ettiği anlam, yanlış yerde açılmaya çalışan alanda kaybedilmiştir. Beş bin Mehmet beş bin kardeş ve 17 yaşındaki tekstil işçisi, Athena’nın film ve futbol taraftarı hesabında ters yüz edilmiştir. Tohuma yanlış bir bahçıvan müdahale ettiğinde, fidan sağlıksız gelişir.

96 SAG sürecini anlatan albümün tarihe not olarak değil, grubun geleceğine yön tayin eden yeni bir eşik olması yıllar içinde daha açık hâle geldi. Ardından 2000 ölüm oruçları yaşandı. Politikadaki daralma müzik grubunu etkisi altına aldı. Süresiz açlık grevleri (SAG) ve ölüm oruçlarıyla geçirilen son on yılda hemen her açlık grevcisine özel beste yapılması, bugün halkın Yorum’u sahiplenme noktasında kaldığı atıllığın tek başına baskı koşullarıyla açıklanmayacağının kanıtlarındandır.

Halkın sahiplenmediği eylemliliklere daralan müziğe halk uzak durur. Bunun tersi ya da olması gereken beste örnekleri de Kızıl Karanfiller ve Direnişçilerin Cevabı’dır. Bu eleştiri başka örneklerle de güçlendirilebilir. Dikkat edilmesi gereken nokta, adına beste yapılan kişinin anısına saygısızlık yapmamaktır ki eleştirinin kanalı şahıslardan bağımsızdır.

İnönü ve meydan konserlerinden konser yapılamayacak noktaya gelinmesinde Yorum’un haklı bir gerekçesi ve eleştiri var, bunu kabul etmek gerek: Bu baskının geleceği yer Fanta Gençlik Festivali’dir. Saldırının sadece Yorum’la sınırlı kalmayacağı açıktır. Fakat müzik duvarına vurulan ilk darbenin Yorum’a inmesi, diğer sanatçı ve grupların düşünmesi gereken bir gerçektir.

Tekrar meydan konserlerine dönecek olursak, bu konserler müzik grubunun başarısıdır fakat politik çevrenin kitle temasının konserlere doğru daralması, yanlış bir taktiktir.

Grubun yakın durduğu politik çevrenin anarşizme meyletmesini eleştirdik. Özellikle 2000 ölüm oruçları F tiplerini kapatmadığı gibi ardından daha ağır koşullara sahip cezaevi tipleri inşa edildi. Bugünkü talep de yirmi beş yıl önceki gibi “yeni tip cezaevlerinin kapatılması” yönünde. Burada ciddi bir sorun var:

Halkın gündemiyle politik çevrenin gündemini sadece “adalet” temelinde buluşturmaya çalışmak yanılgıdır. Evet, Bertolt Brecht “halkın ekmeğidir adalet” der. Adil ve onurlu yaşam irade beyanı esas alındığında ekmekten önce gelir fakat bu bilinç ideolojiktir. Bu bilinç ile halkın bilinci arasındaki makas her geçen gün açılıyor.

Halk sınıfları öncelikle gündelik ve orta vadeli çıkarlarına göre hareket eder. Bir mahallede halkın can güvenliği için üst-alt geçit yapılması yönünde çalışma başlatmak sembolik olarak halkın önceliğidir. Kira zamları, uyuşturucuyla savaş, artan enerji giderleri, fuhşun ve kumarın zirve yapması halkın önceliğidir ve kitle mücadelesi buradan başlar. En diptekilerden, var olmakla yok olmak arasında yaşam mücadelesi sürdürenlerden, Hasan’ın Türküsü’ne konu olduğu gibi, sırt hamallarından başlar mücadele.

Bu bağlamda, önceki yazıda değindiğimiz Kadıköy, mücadeledeki en son halkadır. Küçük burjuvalar cennetinde halkın sorunlarını konuşmak için meclis oluşturmak, kitlenin CHP aşkıyla karşılaşmaya neden olur.

Kadıköy’e özel geliştirilen logonun yer aldığı sticker’ın hemen ardında TİP’in afişi var ve çark öğesi taşıyor. On yıl önce TKP, 1 Mayıs’ta otelde kalarak Taksim’e çıktığı için eleştirilmişti. Bugün gelinen noktada Taksim’e çıkış, birkaç kişiyle aynı yöntem kullanılarak gerçekleştiriliyor. Kitleler yürütülemeyince birkaç insan, çatıdan pankart açıyor. Bunun adı irade beyanıdır, bu beyan, tekrara dönen pratiklerle kitlesiz hareketleri beraberinde getirir.

Hukuk bürosu gibi çalışan HKP’nin pratiğini, yakın dönemde emperyalizmin suçlarının avukat eşliğinde savcılığa şikâyet edilmesi olarak gördük. Emperyalizm, şikâyet edilecek ve hukuk davası olabilecek bir gerçek değildir. Emperyalizmle mücadele edilir. İdeolojik olarak zihinlere düzenlenen işgal ve manipülasyon arındırılır, politik olarak kitlelere ve sınıfa yön tayin edilir. Emperyalizmin suçları hukukla değil, adaletle yargılanır.

Kendi adınıza asaleten, halk adına vekâleten söylemi hatalıdır. Emperyalizmle mücadelede vekillik olmaz. Emperyalizmle mücadeleyi halk yürütür, politik odakların tarihsel görevi, halkı bu mücadeleye hazırlamaktır. Bugünkü sokaktaki yozlaşmadan eşitsiz bölüşülen ekmeğe kadar tek sorumlu emperyalizmdir. Çöken toplumsal düzenin, değerlerin yozlaştırılmasının, sokakta gezen başıboş şiddetin, işsizliğin, sömürünün tek sorumlusu emperyalizmdir. Bu yönüyle de emperyalizm iç olgudur.

Benzer şekilde, Avrupa kentlerinde başlatılan süresiz açlık grevlerinin ölümle sonuçlanmadan bitirilmesi (ki burada ölümü savunmadığımızı özellikle belirtiyoruz) yine düşündürücüdür. Avrupa’nın merkezinde böyle bir durumun yaşanmasının nereye varacağı emperyalizmin de suçunu nereye vardıracağını gösterir fakat ülkede gerçekleştirilen ölüm oruçlarının ölümle sonlanması bir tartışmayı daha açıyor: Her mücadele, kendi toprağında filizlenirken neden solun şeflerinin Avrupa sürgünü bitmek bilmez?

Tekrar aynı örneği vermek gerekirse, politik çizgisinden bağımsız olarak Gonzalo, neden ülkesindeki cezaevlerinde ömrünü tamamladı? 12 Eylül’de mültecilik reddedilirken bugün neden reddedilmiyor ve politik şefler ülkeye ayak basmıyor? Ölüm orucu ve açlık grevleri düzenlemek gibi sivil itaatsizlik-anarşizm eylemlerini neden hep tabandaki insanlar yapıyor? Bu beden politikasının geldiği yer anarşizmdir. Anarşizm de bugün küçük burjuvanın bilincinde olmadan yaşamın her alanında yeniden ürettiği pratiğin gizli ideolojisidir. Küçük burjuvazinin anarşizmi kitleye sırt döner, politik çevrenin anarşizmi kitleye kendi gündemini dayatır. Sonuç olarak varılan yer ortaktır: Kitleden kopukluk.

Özetle, kitle mücadelesi geriledikçe irade ve varlık beyanı üzerinden isimlerin öne çıkarılması bir çevre için doğru taktik olarak değerlendirilebilir. Milyonları örgütleyeceğini iddia eden bir çevre, on yılı aşkın zamandır bu taktiği aşamıyorsa o zaman bu kurtuluş mücadelesi açısından eleştiriye açıktır. Sürekli sembol isimler etrafında oluşturulan politik gündemle kitle teması kurulamaz.

Evrimsel süreç gereği insan, problemlere çözümler üreterek varlık mücadelesini sürdürür ve ayakta kalır. Sonuç vermeyen aynı yöntemin ardından siyasi zafer kazanıldığını iddia etmek, halkın gerçek gündemine deva olmadığı gibi halkı ayrı bir umutsuzluğa savurur.

Önceki yazımızla birlikte okunduğunda eleştirilerimizin temel dayanağının proleterleşmeden kaçışa yönelik olduğu anlaşılacaktır. Ek olarak, yaşanan sürecin hiçbir şekilde 12 Eylül dönemi gibi olmadığı ve o dönem denenen yöntemlerle bu dönem başarılı olunamayacağını herkese hatırlatmak isteriz.

Bugün toplumsal yapı, her yönüyle kıskaca alınmış ve bütünlükler parçalanmış durumda. Parçaları birleştiren hat gerçekleşmedikçe yenilgi kaçınılmazdır.

S. Adalı
19 Ağustos 2025

0 Yorum: