Önceki
yazıda
belirttiğimiz gibi 93’e kadar çıkarılan albümlerde solun mücadele veren her
kesimini kucaklayan türkülere ve marşlara yer verilirken, bu tarihten sonraki
albümlerde grubun yakın olduğu çevreyi işaret eden besteler üretilmeye
başlandı. Bu bağlamda, kitleler tarafından sahiplenen isimlere beste yapılması
kaçınılmazdır, tarihî sorumluluktur. Bunun en somut örneği Mehmet’tir.
Kitlelerin
sahiplendiği bir isme bestelenen marşın bugün verildiği yer eleştiriye açıktır.
Yorum’un geldiği noktada Mehmet marşının Athena’ya verilip bir film müziği
olarak yeniden üretilmesine izin verildikten sonra buna yönelik tepkilere dair
açıklama yapılmaması düşündürücüdür. Athena’nın gruba verdiği desteğe aldanıp 1
Mayıs 89’un tarihsel öneminin Mehmet özelinde ifade ettiği anlam, yanlış yerde
açılmaya çalışan alanda kaybedilmiştir. Beş bin Mehmet beş bin kardeş ve 17
yaşındaki tekstil işçisi, Athena’nın film ve futbol taraftarı hesabında ters
yüz edilmiştir. Tohuma yanlış bir bahçıvan müdahale ettiğinde, fidan sağlıksız
gelişir.
96
SAG sürecini anlatan albümün tarihe not olarak değil, grubun geleceğine yön
tayin eden yeni bir eşik olması yıllar içinde daha açık hâle geldi. Ardından
2000 ölüm oruçları yaşandı. Politikadaki daralma müzik grubunu etkisi altına
aldı. Süresiz açlık grevleri (SAG) ve ölüm oruçlarıyla geçirilen son on yılda
hemen her açlık grevcisine özel beste yapılması, bugün halkın Yorum’u
sahiplenme noktasında kaldığı atıllığın tek başına baskı koşullarıyla
açıklanmayacağının kanıtlarındandır.
Halkın
sahiplenmediği eylemliliklere daralan müziğe halk uzak durur. Bunun tersi ya da
olması gereken beste örnekleri de Kızıl Karanfiller ve Direnişçilerin Cevabı’dır.
Bu eleştiri başka örneklerle de güçlendirilebilir. Dikkat edilmesi gereken
nokta, adına beste yapılan kişinin anısına saygısızlık yapmamaktır ki
eleştirinin kanalı şahıslardan bağımsızdır.
İnönü
ve meydan konserlerinden konser yapılamayacak noktaya gelinmesinde Yorum’un
haklı bir gerekçesi ve eleştiri var, bunu kabul etmek gerek: Bu baskının
geleceği yer Fanta Gençlik Festivali’dir. Saldırının sadece Yorum’la sınırlı
kalmayacağı açıktır. Fakat müzik duvarına vurulan ilk darbenin Yorum’a inmesi,
diğer sanatçı ve grupların düşünmesi gereken bir gerçektir.
Tekrar
meydan konserlerine dönecek olursak, bu konserler müzik grubunun başarısıdır
fakat politik çevrenin kitle temasının konserlere doğru daralması, yanlış bir
taktiktir.
Grubun
yakın durduğu politik çevrenin anarşizme meyletmesini eleştirdik. Özellikle
2000 ölüm oruçları F tiplerini kapatmadığı gibi ardından daha ağır koşullara
sahip cezaevi tipleri inşa edildi. Bugünkü talep de yirmi beş yıl önceki gibi “yeni
tip cezaevlerinin kapatılması” yönünde. Burada ciddi bir sorun var:
Halkın
gündemiyle politik çevrenin gündemini sadece “adalet” temelinde buluşturmaya
çalışmak yanılgıdır. Evet, Bertolt Brecht “halkın ekmeğidir adalet” der. Adil
ve onurlu yaşam irade beyanı esas alındığında ekmekten önce gelir fakat bu
bilinç ideolojiktir. Bu bilinç ile halkın bilinci arasındaki makas her geçen
gün açılıyor.
Halk
sınıfları öncelikle gündelik ve orta vadeli çıkarlarına göre hareket eder. Bir
mahallede halkın can güvenliği için üst-alt geçit yapılması yönünde çalışma
başlatmak sembolik olarak halkın önceliğidir. Kira zamları, uyuşturucuyla
savaş, artan enerji giderleri, fuhşun ve kumarın zirve yapması halkın
önceliğidir ve kitle mücadelesi buradan başlar. En diptekilerden, var olmakla
yok olmak arasında yaşam mücadelesi sürdürenlerden, Hasan’ın Türküsü’ne konu
olduğu gibi, sırt hamallarından başlar mücadele.
Bu
bağlamda, önceki yazıda değindiğimiz Kadıköy, mücadeledeki en son halkadır.
Küçük burjuvalar cennetinde halkın sorunlarını konuşmak için meclis oluşturmak,
kitlenin CHP aşkıyla karşılaşmaya neden olur.
Kadıköy’e
özel geliştirilen logonun yer aldığı sticker’ın hemen ardında TİP’in afişi var
ve çark öğesi taşıyor. On yıl önce TKP, 1 Mayıs’ta otelde kalarak Taksim’e
çıktığı için eleştirilmişti. Bugün gelinen noktada Taksim’e çıkış, birkaç
kişiyle aynı yöntem kullanılarak gerçekleştiriliyor. Kitleler yürütülemeyince
birkaç insan, çatıdan pankart açıyor. Bunun adı irade beyanıdır, bu beyan,
tekrara dönen pratiklerle kitlesiz hareketleri beraberinde getirir.
Hukuk
bürosu gibi çalışan HKP’nin pratiğini, yakın dönemde emperyalizmin suçlarının
avukat eşliğinde savcılığa şikâyet edilmesi olarak gördük. Emperyalizm, şikâyet
edilecek ve hukuk davası olabilecek bir gerçek değildir. Emperyalizmle mücadele
edilir. İdeolojik olarak zihinlere düzenlenen işgal ve manipülasyon
arındırılır, politik olarak kitlelere ve sınıfa yön tayin edilir. Emperyalizmin
suçları hukukla değil, adaletle yargılanır.
Kendi
adınıza asaleten, halk adına vekâleten söylemi hatalıdır. Emperyalizmle
mücadelede vekillik olmaz. Emperyalizmle mücadeleyi halk yürütür, politik
odakların tarihsel görevi, halkı bu mücadeleye hazırlamaktır. Bugünkü sokaktaki
yozlaşmadan eşitsiz bölüşülen ekmeğe kadar tek sorumlu emperyalizmdir. Çöken
toplumsal düzenin, değerlerin yozlaştırılmasının, sokakta gezen başıboş
şiddetin, işsizliğin, sömürünün tek sorumlusu emperyalizmdir. Bu yönüyle de
emperyalizm iç olgudur.
Benzer
şekilde, Avrupa kentlerinde başlatılan süresiz açlık grevlerinin ölümle
sonuçlanmadan bitirilmesi (ki burada ölümü savunmadığımızı özellikle
belirtiyoruz) yine düşündürücüdür. Avrupa’nın merkezinde böyle bir durumun
yaşanmasının nereye varacağı emperyalizmin de suçunu nereye vardıracağını
gösterir fakat ülkede gerçekleştirilen ölüm oruçlarının ölümle sonlanması bir
tartışmayı daha açıyor: Her mücadele, kendi toprağında filizlenirken neden
solun şeflerinin Avrupa sürgünü bitmek bilmez?
Tekrar
aynı örneği vermek gerekirse, politik çizgisinden bağımsız olarak Gonzalo,
neden ülkesindeki cezaevlerinde ömrünü tamamladı? 12 Eylül’de mültecilik
reddedilirken bugün neden reddedilmiyor ve politik şefler ülkeye ayak basmıyor?
Ölüm orucu ve açlık grevleri düzenlemek gibi sivil itaatsizlik-anarşizm
eylemlerini neden hep tabandaki insanlar yapıyor? Bu beden politikasının
geldiği yer anarşizmdir. Anarşizm de bugün küçük burjuvanın bilincinde olmadan
yaşamın her alanında yeniden ürettiği pratiğin gizli ideolojisidir. Küçük
burjuvazinin anarşizmi kitleye sırt döner, politik çevrenin anarşizmi kitleye
kendi gündemini dayatır. Sonuç olarak varılan yer ortaktır: Kitleden kopukluk.
Özetle,
kitle mücadelesi geriledikçe irade ve varlık beyanı üzerinden isimlerin öne
çıkarılması bir çevre için doğru taktik olarak değerlendirilebilir. Milyonları
örgütleyeceğini iddia eden bir çevre, on yılı aşkın zamandır bu taktiği
aşamıyorsa o zaman bu kurtuluş mücadelesi açısından eleştiriye açıktır. Sürekli
sembol isimler etrafında oluşturulan politik gündemle kitle teması kurulamaz.
Evrimsel
süreç gereği insan, problemlere çözümler üreterek varlık mücadelesini sürdürür
ve ayakta kalır. Sonuç vermeyen aynı yöntemin ardından siyasi zafer
kazanıldığını iddia etmek, halkın gerçek gündemine deva olmadığı gibi halkı
ayrı bir umutsuzluğa savurur.
Önceki
yazımızla birlikte okunduğunda eleştirilerimizin temel dayanağının
proleterleşmeden kaçışa yönelik olduğu anlaşılacaktır. Ek olarak, yaşanan
sürecin hiçbir şekilde 12 Eylül dönemi gibi olmadığı ve o dönem denenen
yöntemlerle bu dönem başarılı olunamayacağını herkese hatırlatmak isteriz.
Bugün
toplumsal yapı, her yönüyle kıskaca alınmış ve bütünlükler parçalanmış durumda.
Parçaları birleştiren hat gerçekleşmedikçe yenilgi kaçınılmazdır.
S. Adalı
19
Ağustos 2025
0 Yorum:
Yorum Gönder