26 Ağustos 2025

, ,

Müşterek’ten Öğrenmek: Demokratik Sosyalizm İçin Bir Sistem Önerisi

İbrahim Allavi’nin Müşterek’ten Öğrenmek isimli çalışması, Marksizmi uygulama ve geliştirme çalışmalarına yapılmış önemli bir katkıdır. Kitap, on dokuzuncu yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla dek uzanan süreçte bilimsel sosyalizmin izlediği güzergâh bağlamında ele alınmalı ve bu şekilde değerlendirilmelidir.

Son dönemde yayımlanmış olan bazı çalışmaların da netliğe kavuşturduğu biçimiyle Marx ve Engels, Batılı olmayan, kapitalizm öncesi toplumlarla ve bugün dünya nüfusunun çoğunluğunu teşkil eden halkların kurtuluş mücadeleleriyle epey ilgilenmiştir. Bu ilginin sonuçları, Marx’ın Rusya’daki komün sistemine yönelik çalışmasında görülebilir. Marx, burada bazı toplumların kapitalist sistemin yol açtığı dehşet verici gelişmelerin açtığı vadiden hiç dolaşmadan, doğrudan sosyalizme geçiş imkânlarını sorgular.

Engels’in Lewis Henry Morgan’ın görüşlerini incelediği Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni isimli kitabı, Marx’ın New York Daily Tribune gazetesine yazdığı yazılar, özellikle Çin’le ilgili olanları, Marx’ın Hindistan, Engels’in Afganistan’la ilgili makaleleri vs. ile bu çalışmaya katkıda bulunulmuştur.

Marx ve Engels’in asıl üzerinde durdukları konu ise dönemin önemli meselesi olarak İrlanda meselesidir. Bu meseleye dair incelemeleri, dünya ölçeğinde devrim sürecine dair anlayışlarını geliştirmiştir. Nisan 1870’te Marx, Sigfrid Meyer ve August Vogt’a yazdığı mektupta şunları söylemektedir:

“İrlanda meselesini yıllarca inceledikten sonra şu sonuca vardım. İngiltere’deki muktedir sınıflara indirilen o nihai darbe İngiltere içerisinden indirilemezdi, ancak İrlanda’da indirilebilirdi.”[1]

Bu, sadece iki tarafı ilgilendiren veya belirli bir yerelliğin sınırları içerisinde önem arz eden bir mesele değildi. Mayıs 1914’te “Milletlerin Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı” başlıklı makalesinde Lenin şunları söylüyordu:

“Marx ve Engels’in İrlanda meselesiyle ilgili geliştirdikleri politika, zalim milletlerin proletaryasının milli hareketlere karşı geliştirmesi gereken davranışa dair muazzam bir örnek sunmaktadır ki bu örnek, pratikte sahip olduğu o büyük önemi hiçbir şekilde yitirmemiştir.”[2]

Birinci ve İkinci Enternasyonal şahsında örgütsel ifadesine kavuşan Marksizm temelde Avrupa ve Kuzey Amerika’da Batı proletaryasının ideolojisiydi (en azından böyle olmak istedi).

Bu paradigmadan kopmaya dönük ilk adımı Ekim Devrimi attı. Emperyalist zinciri en zayıf halkasından kopartan devrim, muzaffer oldu. İşçi sınıfı, bir ayağa henüz hâlâ feodalizm ve serflikte bir ayağı kapitalizm ve sanayileşmede olan, Asyalı ve Avrupalı birçok farklı milleti içinde barındıran devasa bir ülkede iktidarı ele geçirdi.

Bolşevik liderler, yeni kurulan Komünist Enternasyonal üzerinden “Dünyanın tüm işçileri birleşin” sloganını “Dünyanın tüm işçileri ve ezilen halkları birleşin” olarak değiştirdiler. Böylelikle sömürgelerin ve yarı sömürgelerin kurtuluşu, komünist hareket açısından, emperyalist merkezlerde proletaryanın özgürleşmesi kadar önemli bir hedef haline geldi.

Mart 1923 tarihli “Az Olsun Bizim Olsun” başlıklı makalesinde Lenin, daha da ileri giderek şunları söyledi:

“Son tahlilde verdiğimiz mücadelenin nasıl sonuçlanacağını Rusya, Hindistan, Çin gibi dünya nüfusunun büyük bir kısmını teşkil eden ülkeler tayin edecek. Son birkaç yıl içerisinde bu büyük kütle, olağanüstü bir hızda özgürleşme mücadelesine dâhil oldu, bu anlamda, artık dünya genelinde verilen mücadelenin nihai sonucunun ne olacağı konusunda zerre şüphemiz olamaz. Sosyalizmin zaferi tümüyle ve kesin olarak güvence altındadır.”[3]

Asya ve Afrika’da hızla komünist partiler kuruldu. Hindistan Komünist Partisi (Marksist)’in dediğine göre 1920’de, Hindistan Komünist Partisi’ne göre 1925’te bu ülkede partinin temelleri atıldı. 1921’de Güney Afrika ve Çin’de kuruluş gerçekleşti. Arap dünyasında da komünist partiler kuruldu. Irak Komünist Partisi, 1934’le birlikte faaliyetlerine başladı.

Marksizmin teorisi ve pratiği, sonrasında Lenin’in belirlediği “sosyalizmin tam zaferi”ne doğru uzanan yol boyunca kimi önemli gelişmelere tanıklık etti. Bu temel değişim, yaşanan süreci belirledi. (Bu noktada Gramsci’nin “Güney Sorununun Kimi Yönleri” isimli makalesinin de bu paradigma ile uyumlu olduğunu not etmek gerek.)

Dr. İbrahim Allavi’nin teorik katkısını ancak bu tarihsel ve teorik arka plan üzerinden değerlendirebiliriz. Allavi, bu İngilizcede ilk kez yayımlanan kitabıyla, Marksist teoriye özel ve özgün bir katkı sunuyor.

Bu noktada, yenilginin ağırlığı karşısında devrimin teori ve pratiğine başka birçok önemli katkının sunulduğunu söylememiz gerekiyor. Mao Zedong, Marksizmin uygulanması ve geliştirilmesine yaptığı en önemli katkısını 1927’deki Şangay Katliamı sonrası ÇKP’nin yaşadığı yıkım üzerinden yapıyor. Mao, Çin gibi büyük bir yarı sömürge ve yarı feodal ülkede devrimin nasıl zafer kazanacağını ve sosyalizm yolunun nasıl açılacağını anlatıyor. Devamında Mao, Marksist-Leninist bir partinin işçi sınıfının politik liderliğini nasıl üstlenip kendisinde maddileştireceğini ortaya koyuyor. Toplumsal sistem, sınıfsal bileşim ve demografi bakımından ülkede köylülüğün devrimin ana gücü olduğunu söylüyor.

Bu tespitin ışığında devrimci güçler kırda örgütleniyor. Varlığını daimi kılan devrimci üsler inşa ediliyor. Uzun soluklu bir halk savaşı yürütülüyor. Kentler kırdan kuşatılıyor, nihayetinde silahlı güç, ülke genelinde politik iktidarı ele geçiriyor. Vietnam, Laos, Kamboçya, Yugoslavya, Arnavutluk, Küba, Mozambik, Zimbabve, Gine-Bissau gibi farklı ülkelerde devrimci mücadele bu modeli esas alıyor.

Allavi de bu düzlemde katkı sunuyor.

Irak Komünist Partisi, ülkede halktan önemli bir destek alıyordu. Ellilerin sonunda parti, Endonezya KP’sinden sonra, sosyalist kamp dışındaki en güçlü ikinci parti haline geldi. Parti, milyonları peşinden sürükledi. Irak devrimi, bir ihtimal olmaktan çıktı. Bazı araştırmacılara göre, 1958’deki 1 Mayıs yürüyüşüne toplam nüfusun sekizde biri katıldı.

Gelgelelim parti, Hruşçev’in ABD emperyalizmine tavizde bulunmayı esas alan yatıştırma politikasının ve sonuçta uluslararası komünist hareket içerisinde yaşanan ayrışmanın kurbanı oldu.

Uluslararası hareketteki ayrışma, nihayetinde Irak içerisinde de ayrışmaya yol açtı. Birkaç yıllık mücadele döneminin ardından, 1967 yılında, Irak Komünist Partisi (Merkez Komutanlığı) isimli örgüt kuruldu. Allavi gibi önemli liderler bu harekete iştirak ettiler. Allavi, yeni örgütün genel sekreterliğini üstlendi. Kitlesel desteği arkasına alan parti, öğrenci sendikasının liderliğini ele geçirdi. Allavi, ülkede belirli bir gücü elinde bulunduran Irak Mühendisler Sendikası’nın lider kadrosuna seçildi.

Ayrışmanın diğer tarafında kalan IKP, SBKP’nin geliştirdiği “kapitalist olmayan kalkınma yolu” çizgisini benimsedi. Sovyet dış politikasının ihtiyaçları ve mecburiyetleri uyarınca hareket etti. Neticede parti, Ulusal İlerici Cephe üzerinden Baas hükümetinin parçası haline geldi, sonra da kanlı bir müdahaleyle politik açıdan yok edildi. Son dönemde partinin genel sekreteri, işgalci Amerika’nın kurduğu Irak Yönetim Konseyi’ne girdi.

Allavi ve yoldaşları ise Çin devriminin, Vietnam halkının kurtuluş savaşının ve o dönemki ulusal kurtuluş mücadelelerinin ortaya koyduğu deneyimden ilham alan silahlı mücadele yolunu benimsediler.

Bu mücadele, yoğun baskı politikalarının uygulandığı koşullarda, kanlı müdahalelerle ezildi.

Ne var ki Allavi, bu sürecin sonunda ümitsizliğe kapılmadı, modaya teslim olup döneklik yapmadı, ilk niyetini ve davasını unutma yoluna gitmedi. Bunun yerine, yoğun bir çalışma ve tefekkür süreciyle birlikte, Gine-Bissau’daki kurtuluş mücadelesine önderlik eden Marksist Amilcar Cabral’a atfen kullanılan ifadeye uygun olarak, “kaynağa geri döndü.”

Kaynağa yüzünü çeviren Allavi, iki gözeden beslendi. İslam felsefesi, İslam tarihi ve İslami kültürden beslenen Allavi, bir yandan da Marx, Engels, Lenin’in belirlediği ilkeler ve kaleme aldığı özgün metinler temelinde reel sosyalizmin tarihsel deneyimini eleştirel süzgeçten geçirdi.

Bu çalışmanın sonuçları bu kitapta aktarılıyor.

Bazıları, İslam’la ilgili tespitleri konusunda onun İslami “Kurtuluş Teolojisi”ni benimsediğini veya teorisini bu çizgiye uydurduğunu iddia edebilir. Bu, tümüyle göz ardı edebileceğimiz bir tespit değil. Dini inancın ve ibadetin yasaklanmasını doğru bulmayan Allavi, teizmle ilişkili bir isim değil. Tanrı ya da tanrıların varlığı yokluğu gibi bir derdi de yok. O, daha çok kendi dönemiyle uyumlu bir dini biçim içerisinde dil bulan İslam felsefesinin içerdiği özgürlükçü ve sosyalizan mesajla ilgileniyor.

Bu türden bir teorik çalışma dâhilinde Allavi, sosyalizmin temel mesajını, Marksizmin gerçek özünü Irak halkının ve tabii ki parti üyelerinin ve komünist militanların idrak etmesini, fikretmesini ve ondan etkilenmesini sağlamak istiyor. Daha doğru bir ifadeyle Allavi, “Irak’a has özelliklere sahip bir sosyalizm” inşa etmeye çalışıyor.

Kurtuluş Teolojisi’nden çok Allavi, Şi Cinping’in geleneksel Çin kültürüyle Marksizmin sinerjik ilişkisini, birbirlerini tamamlayan yönleri ortaya koyan “iki bütünleşim” tezine yakın duran bir isim.

Şi Cinping, Haziran 2023’te şunları söylüyor:

“Beş bin yıllık medeniyetimizin temelleri üzerinden Çin sosyalizmine öncülük etmek, onu geliştirmek istiyorsak, Marksizmin temel ilkeleriyle Çin’e has gerçeklerini ve bu ülkenin geleneksel kültürünü bütünleştirmeliyiz (‘iki bütünleşim’) Bu sistemi ilgilendiren çıkarıma Çin sosyalizmi konusunda yaptığımız kapsamlı keşifler neticesinde ulaştık. Biz, her zaman Marksizmin temel ilkeleriyle Çin’e has gerçekleri bütünleştirme meselesine vurgu yaptık, bugün de resmi planda Marksizmin temel ilkelerini Çin’in geleneksel kültürüyle bütünleştirme meselesini gündeme getiriyoruz. Daha önce de ifade ettiğim gibi, beş bin yıllık Çin medeniyeti olmadan sosyalizm, Çin’e has özelliklere nasıl kavuşacak?

‘İki bütünleşim’, hiç de zorlama ve gerçek dışı bir önerme değil. İki farklı kökenden gelseler de Marksizm ve geleneksel Çin kültürü uyum içerisindedir. Örneğin iyi niyetle hareket etmek, herkesin iyiliğini düşünmek, başkalarına dostane yaklaşmak gibi toplumsal ilkeler, komünizmin ve sosyalizmin ülkü ve kanaatleriyle uyum içerisindedir. Devletin temeli olarak halkı gören, devletin faziletli bir yaklaşımla yönetilmesi gerektiğini söyleyen anlayış, halkı öncelikli gören politik ilkeyle bağlantılıdır. Modası geçmiş olanı atıp yeniyi alan, insanın kendisini geliştirmesi ilkesini benimseyen yaklaşım, komünistlerdeki devrimci ruhla örtüşmektedir. Marksizm, insanın özünü toplumsal ilişkiler açısından ele alırken, Çin kültürü, insanları aileleriyle, ülkeleriyle ve dünyayla kurdukları ilişkiler üzerinden tanımlar. Her ikisi de insanı mücerret varlık olarak gören anlayışı reddeder.”[5]

Allavi, kitabı yazdığı dönemde sosyalizmi inşa etme çabası içinde olmuş tarihsel deneyimleri anlamak için Marksist klasikleri yeniden okur. Bu noktada birçok Batılı Marksisti ve Çin’deki Kültür Devrimi’nin ilk aşamalarını inceler. Allavi, bu çalışmasında 1871’deki Paris Komünü’nü çıkış noktası olarak alır.

Komün’ün çıkış noktası alınması, birçok yönden makul hatta gerekli bir adımdır. Tek bir şehirde cereyan etmiş olmasına, oldukça kısa süre yaşama imkânı bulmasına karşın Komün, Marx ve Engels’in işçi sınıfı iktidarı konusunda bulabildikleri ve inceleyebildikleri tek net örnektir. Komün’ün doğrudan demokrasiye ve yöneticilerin hesap verme zorunluluğuna dair vurguları Allavi’yi epey etkiler. Çünkü Allavi, Sovyetler’in ve müttefiklerinin bürokratik ve katılaşmış gerçekliğine bizzat tanık olmuş bir isimdir.

Allavi’nin müşterek sosyalizm konusunda sunduğu öneriler, sosyalist bir Irak’ın karşılaşacağı ulusal, bölgesel ve küresel gerçekler karşısında ne tür sonuçlar üretirdi, bilmiyoruz.

Lenin de Devlet ve Devrim’de belirli görüşler öne sürmüş ama bunların bazıları somutlaşma imkânı bulamamıştı. (Allavi, çalışmasında daha çok Stalin dönemi üzerinde duruyor.) Bu görüşlerin gerçekleşme imkânı bulamamasının bir nedeni de Sovyetler’in emperyalist tehdit ve güçlük karşısında tek bir huzurlu gün geçirememiş olmasıdır.

Marx, Engels ve Lenin Paris Komünü’nü sahiplendi ama onun kusurlarını eleştirmekten de hiç geri durmadı. Komün’ün “aşırı demokrasisi”ni idealize etmek şöyle dursun Marx, “Merkez Komite, Komün’e yol açmak için, çok kısa bir süre içerisinde elindeki gücü teslim etti” tespitinde bulundu.

1908 tarihli “Komün Dersleri” başlıklı makalesinde Lenin şunları söylüyordu:

“Proletarya yolun ortasında duruverdi. ‘Mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmek’ yerine, müşterek milli görev etrafında birleşmiş ülkede adaleti yücede tutma hayaliyle yanlış yola sürüklendi. Örneğin bankalar gibi kurumlara el konulmadı, ‘adil değiş tokuş” gibi Prudoncu teoriler, sosyalistler arasında halen daha yaygındı. İkinci yanlış, proletaryadaki yüce gönüllülüktü: düşmanlarını yok etmek yerine proletarya, onları ahlaki açıdan etkilemek için çaba sarf etti. Proletarya, iç savaşta askeri operasyonların önemini görmedi, Paris’te zafer kazanmasını sağlayacak kararlı bir saldırıyı Versay’a düzenlemek yerine, oyalanıp durdu, böylelikle Versay hükümetine tüm o karanlık güçleri toplayıp Mayıs’ta bir hafta boyunca insanları kan gölünd boğacak saldırı için gerekli zamanı verdi.”[6]

Komünist Enternasyonal Birinci Kongresi’ne sunduğu Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü Üzerine Tezler ve Rapor isimli çalışmasında Lenin şu tespiti yaptı: “Paris Komünü bu yol boyunca çağ açan ilk adımı attı. İkinci adımı atmak, sovyet sistemine düştü.”[7]

Burada Lenin, Sovyet iktidarının Paris Komünü’nün deneyiminden daha gelişkin bir deneyimi ifade ettiği imasında bulunuyor. Paris Komünü, işçi sınıfının iktidar olduğu süreçte ağızdan dökülen ilk sözdü, ama kesinlikle son söz değildi.

Allavi, demokratik sosyalizmin hüküm süreceği bir geleceği tahayyül etti, bu gelecek için çalışmalar ortaya koydu. Tabii hiçbir Marksist kâhin değil. 1983’te Arapça olarak yayımlanan kitabının SSCB’nin ve Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelerin çöküşünü öngörmesi mümkün değildi. Şi Cinping’in ifadesiyle, “ortada bu çöküş sürecinin karşısına dikilecek, ona direnecek tek bir kişi bile yoktu.”

Allavi gibi isimlerin görüşlerini sonraki gelişmeler üzerinden değerlendirmek doğru olmaz. Allavi’nin Marksist teori çalışması gibi Sovyet sosyalizminin tarihsel planda ortaya koyduğu deneyim de ilk sosyalist deneyin yanlışı konusunda önemli ipuçları sunar. Allavi, sosyalizmin İslam felsefesi içerisindeki güzergâhını keşfe çıkar. Komünist Manifesto’yu yeniden inceler. Bu noktada Çin, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Küba, Vietnam ve Laos gibi ülkelerin diğer sosyalist ülkeleri yıkan dalgalardan nasıl sağ çıktığı konusunda önemli görüşler sunar.

Bu saydığımız ülkeler, Doğu Avrupa ülkeleri gibi belirli hatalar yapmış, önemli ve derin bir deneyime sahip olmuştur. Neticede ortada bürokrasinin dikte ettiği bir devrim değil, halk kitlelerinin yaptığı bir devrim vardır. Her bir ülke, Marksizmi kendi diline tercüme etmiş, onu tarihsel ve kültürel geleneklerle milli duyguları kaynaştırmak suretiyle zenginleştirip geliştirmiş, devrimci liderleri teori ve pratik düzleminde yeni görüşler geliştirmiş, bu sürece toplumsal pratikleri, fedakârlıkları, ümitleri ve düşleriyle milyonlar önemli katkılarda bulunmuşlardır.

Kitabı yazdığı dönemde Allavi, Çin’deki ekonomik büyümeyi öngöremezdi.

Şi Cinping’in halk demokrasisi anlayışı dâhilinde ülke, halk tarafından yönetiliyor. Bu yönetim, sosyalist demokrasinin özünü ve merkezini teşkil ediyor. “Sosyalist demokrasiyi geliştirmekte amaç, halkın iradesinin yönetime yansımasını sağlamak, hakları ve çıkarları korumak, insanların yaratıcılıklarını artırmak, kurumların yönettiği bir sistem inşa etmektir.”[8]

Ülkede kooperatif temelli sahiplik biçiminin geliştiği koşullarda sosyalizm, Latin Amerika’da da yeni yollar buldu. Venezuela’da komün hareketi açığa çıktı. Allavi’nin tüm bu gelişmeleri öngörmesi mümkün değildi.

İbrahim Allavi, Kuzey’de eserleri pek bilinmeyen, Güney’in birçok önemli Marksistinden biridir. Onun devrimci pratiğin elde ettiği zaferlerden, iniş çıkışlardan ve trajedilerden damıttığı görüşleri ve fikirleri herkes bilmeli, iyi bir dünya arzulayanlar bu görüş ve fikirleri inceleyip tartışmalıdır.

İşçi sınıfı, bu tür kişilerin eserlerini tercüme edip yayınladığı için Iskra Books’taki yoldaşlarına teşekkürü bir borç bilmelidir.

İki hususa işaret ederek yazımı sonlandırayım:

1. Geniş bir tarihsel süreci ve teorik alanı ele alan Müşterek kitabı, sonunda okura bir özet sunmuyor. Filistin meselesini bir bütün olarak Arap halkının kurtuluşu konusunda en önemli mesele olduğunu söylüyor. Bu noktada Marx’ın mozolesine kazılı olan şu cümleleri anımsatmak gerekiyor: “Felsefeciler, bugüne dek dünyayı farklı yollardan yorumlamakla yetindiler. Oysa mesele onu değiştirmektir.”

Allavi de bu kitabı bu amaç doğrultusunda, ömrünü adadığı dava için kaleme aldı. Bugün kahraman Filistin halkının Siyonist devletin soykırım amaçlı saldırılarla tanımlı savaşı Nazilere öykünerek sürdürdüğü on ayın ardından isyan ateşini diri tuttuğu, yılmadan dövüştüğü, diz çökmediği, yenilgiyi tatmadığı koşullarda, Allavi’nin politik analizi ve öngörüsünün ne denli yerinde olduğunu tüm okur görecek.

2. Marx dâhil tüm devrimciler gibi Allavi de sürgünün çektirdiği acıya aşina bir isim. Müşterek kitabını Londra’nın Doğu Dulwich semtinde yaşarken kaleme aldı. Paris Komünü’nün derslerini derinlemesine incelediği dönemde kaldığı bu semtin Komün’ün en önemli isimlerinden olan Louise Michel’e Yeni Kaledonya denilen Fransız sömürgesinden kurtulduktan sonra ev sahipliği yaptığını biliyor muydu acaba, merak konusu.

Sömürgecilerin ezdiği halklarla Paris proletaryasını kaynaştıran bir duruşa sahip olan bu Komünardan haberdar olsaydı, epey heyecanlanırdı, buna eminim. Louise Michel ve Allavi, tüm insanlığı kurtarmaya yazgılı olan gücün işçi sınıfı olduğunu bilen, proletaryanın kurtuluşu için dövüşen insanlardı.

Aktardığı o uzun soluklu yolculuk dâhilinde Müşterek kitabı, sadece eski dünyanın neden yerini yenisine bırakmak zorunda olduğu konusuna açıklık getirmekle kalmıyor, aynı zamanda yeni dünyanın da neye benzediği ile ilgili bir görüş sunuyor.

Keith Bennett

[Kaynak: Reading in Al-Mushtarak: A System for Democratic Socialism, Yayına Hz. ve Çeviren: Ali Al-Assam ve Majid Allawi, Iskra Book, 2024, s. iii-xii.]

Dipnotlar:
[1] Karl Marx ve Friedrich Engels, Selected Correspondence, Progress Publishers, Moskova, 1975, s. 220-224.

[2] Lenin, Collected Works, Progress Publishers, 1972, Moskova, Cilt 20, s. 393-454.

[3] Lenin, Collected Works, İngilizcedeki 2. Baskı, Progress Publishers, Moskova, 1965, Cilt 33, s. 487-502.

[4] Jinping, Xi, “Speech at the Meeting on Cultural Inheritance and Development”, Quishi, 2023, aktaran: SC.

[5] Lenin, Collected Works, Progress Publishers, 1972, Moskova, Cilt 13, s. 475-478.

[6] Lenin, Collected Works, Progress Publishers, 1972, Moskova, Cilt 28, s. 455-477.

[7] Jinping, Xi, “Speech at the Central People’s Congress Work Conference”, Quishi, 2022, aktaran: SC.

0 Yorum: