İbrahim
Allavi’nin Müşterek’ten Öğrenmek isimli çalışması, Marksizmi uygulama ve
geliştirme çalışmalarına yapılmış önemli bir katkıdır. Kitap, on dokuzuncu
yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla dek uzanan süreçte bilimsel sosyalizmin
izlediği güzergâh bağlamında ele alınmalı ve bu şekilde değerlendirilmelidir.
Son
dönemde yayımlanmış olan bazı çalışmaların da netliğe kavuşturduğu biçimiyle Marx ve
Engels, Batılı olmayan, kapitalizm öncesi toplumlarla ve bugün dünya nüfusunun
çoğunluğunu teşkil eden halkların kurtuluş mücadeleleriyle epey ilgilenmiştir.
Bu ilginin sonuçları, Marx’ın Rusya’daki komün sistemine yönelik çalışmasında
görülebilir. Marx, burada bazı toplumların kapitalist sistemin yol açtığı
dehşet verici gelişmelerin açtığı vadiden hiç dolaşmadan, doğrudan sosyalizme
geçiş imkânlarını sorgular.
Engels’in
Lewis Henry Morgan’ın görüşlerini incelediği Ailenin, Özel Mülkiyetin ve
Devletin Kökeni isimli kitabı, Marx’ın New York Daily Tribune
gazetesine yazdığı yazılar, özellikle Çin’le ilgili olanları, Marx’ın
Hindistan, Engels’in Afganistan’la ilgili makaleleri vs. ile bu çalışmaya
katkıda bulunulmuştur.
Marx
ve Engels’in asıl üzerinde durdukları konu ise dönemin önemli meselesi olarak
İrlanda meselesidir. Bu meseleye dair incelemeleri, dünya ölçeğinde devrim
sürecine dair anlayışlarını geliştirmiştir. Nisan 1870’te Marx, Sigfrid Meyer ve
August Vogt’a yazdığı mektupta şunları söylemektedir:
“İrlanda meselesini
yıllarca inceledikten sonra şu sonuca vardım. İngiltere’deki muktedir sınıflara
indirilen o nihai darbe İngiltere içerisinden indirilemezdi, ancak İrlanda’da
indirilebilirdi.”[1]
Bu,
sadece iki tarafı ilgilendiren veya belirli bir yerelliğin sınırları içerisinde
önem arz eden bir mesele değildi. Mayıs 1914’te “Milletlerin Kendi Kaderlerini
Tayin Hakkı” başlıklı makalesinde Lenin şunları söylüyordu:
“Marx ve Engels’in İrlanda
meselesiyle ilgili geliştirdikleri politika, zalim milletlerin proletaryasının
milli hareketlere karşı geliştirmesi gereken davranışa dair muazzam bir örnek
sunmaktadır ki bu örnek, pratikte sahip olduğu o büyük önemi hiçbir şekilde
yitirmemiştir.”[2]
Birinci
ve İkinci Enternasyonal şahsında örgütsel ifadesine kavuşan Marksizm temelde
Avrupa ve Kuzey Amerika’da Batı proletaryasının ideolojisiydi (en azından böyle
olmak istedi).
Bu
paradigmadan kopmaya dönük ilk adımı Ekim Devrimi attı. Emperyalist zinciri en
zayıf halkasından kopartan devrim, muzaffer oldu. İşçi sınıfı, bir ayağa henüz
hâlâ feodalizm ve serflikte bir ayağı kapitalizm ve sanayileşmede olan, Asyalı
ve Avrupalı birçok farklı milleti içinde barındıran devasa bir ülkede iktidarı
ele geçirdi.
Bolşevik
liderler, yeni kurulan Komünist Enternasyonal üzerinden “Dünyanın tüm işçileri
birleşin” sloganını “Dünyanın tüm işçileri ve ezilen halkları birleşin” olarak
değiştirdiler. Böylelikle sömürgelerin ve yarı sömürgelerin kurtuluşu, komünist
hareket açısından, emperyalist merkezlerde proletaryanın özgürleşmesi kadar
önemli bir hedef haline geldi.
Mart
1923 tarihli “Az Olsun Bizim Olsun” başlıklı makalesinde Lenin, daha da ileri
giderek şunları söyledi:
“Son tahlilde verdiğimiz
mücadelenin nasıl sonuçlanacağını Rusya, Hindistan, Çin gibi dünya nüfusunun
büyük bir kısmını teşkil eden ülkeler tayin edecek. Son birkaç yıl içerisinde
bu büyük kütle, olağanüstü bir hızda özgürleşme mücadelesine dâhil oldu, bu
anlamda, artık dünya genelinde verilen mücadelenin nihai sonucunun ne olacağı
konusunda zerre şüphemiz olamaz. Sosyalizmin zaferi tümüyle ve kesin olarak
güvence altındadır.”[3]
Asya
ve Afrika’da hızla komünist partiler kuruldu. Hindistan Komünist Partisi
(Marksist)’in dediğine göre 1920’de, Hindistan Komünist Partisi’ne göre 1925’te
bu ülkede partinin temelleri atıldı. 1921’de Güney Afrika ve Çin’de kuruluş
gerçekleşti. Arap dünyasında da komünist partiler kuruldu. Irak Komünist
Partisi, 1934’le birlikte faaliyetlerine başladı.
Marksizmin
teorisi ve pratiği, sonrasında Lenin’in belirlediği “sosyalizmin tam zaferi”ne
doğru uzanan yol boyunca kimi önemli gelişmelere tanıklık etti. Bu temel
değişim, yaşanan süreci belirledi. (Bu noktada Gramsci’nin “Güney Sorununun
Kimi Yönleri” isimli makalesinin de bu paradigma ile uyumlu olduğunu not etmek
gerek.)
Dr.
İbrahim Allavi’nin teorik katkısını ancak bu tarihsel ve teorik arka plan
üzerinden değerlendirebiliriz. Allavi, bu İngilizcede ilk kez yayımlanan
kitabıyla, Marksist teoriye özel ve özgün bir katkı sunuyor.
Bu
noktada, yenilginin ağırlığı karşısında devrimin teori ve pratiğine başka
birçok önemli katkının sunulduğunu söylememiz gerekiyor. Mao Zedong, Marksizmin
uygulanması ve geliştirilmesine yaptığı en önemli katkısını 1927’deki Şangay
Katliamı sonrası ÇKP’nin yaşadığı yıkım üzerinden yapıyor. Mao, Çin gibi büyük
bir yarı sömürge ve yarı feodal ülkede devrimin nasıl zafer kazanacağını ve
sosyalizm yolunun nasıl açılacağını anlatıyor. Devamında Mao, Marksist-Leninist
bir partinin işçi sınıfının politik liderliğini nasıl üstlenip kendisinde
maddileştireceğini ortaya koyuyor. Toplumsal sistem, sınıfsal bileşim ve
demografi bakımından ülkede köylülüğün devrimin ana gücü olduğunu söylüyor.
Bu
tespitin ışığında devrimci güçler kırda örgütleniyor. Varlığını daimi kılan
devrimci üsler inşa ediliyor. Uzun soluklu bir halk savaşı yürütülüyor. Kentler
kırdan kuşatılıyor, nihayetinde silahlı güç, ülke genelinde politik iktidarı
ele geçiriyor. Vietnam, Laos, Kamboçya, Yugoslavya, Arnavutluk, Küba, Mozambik,
Zimbabve, Gine-Bissau gibi farklı ülkelerde devrimci mücadele bu modeli esas
alıyor.
Allavi
de bu düzlemde katkı sunuyor.
Irak
Komünist Partisi, ülkede halktan önemli bir destek alıyordu. Ellilerin sonunda
parti, Endonezya KP’sinden sonra, sosyalist kamp dışındaki en güçlü ikinci
parti haline geldi. Parti, milyonları peşinden sürükledi. Irak devrimi, bir
ihtimal olmaktan çıktı. Bazı araştırmacılara göre, 1958’deki 1 Mayıs yürüyüşüne
toplam nüfusun sekizde biri katıldı.
Gelgelelim
parti, Hruşçev’in ABD emperyalizmine tavizde bulunmayı esas alan yatıştırma
politikasının ve sonuçta uluslararası komünist hareket içerisinde yaşanan
ayrışmanın kurbanı oldu.
Uluslararası
hareketteki ayrışma, nihayetinde Irak içerisinde de ayrışmaya yol açtı. Birkaç
yıllık mücadele döneminin ardından, 1967 yılında, Irak Komünist Partisi (Merkez
Komutanlığı) isimli örgüt kuruldu. Allavi gibi önemli liderler bu harekete
iştirak ettiler. Allavi, yeni örgütün genel sekreterliğini üstlendi. Kitlesel
desteği arkasına alan parti, öğrenci sendikasının liderliğini ele geçirdi.
Allavi, ülkede belirli bir gücü elinde bulunduran Irak Mühendisler
Sendikası’nın lider kadrosuna seçildi.
Ayrışmanın
diğer tarafında kalan IKP, SBKP’nin geliştirdiği “kapitalist olmayan kalkınma
yolu” çizgisini benimsedi. Sovyet dış politikasının ihtiyaçları ve
mecburiyetleri uyarınca hareket etti. Neticede parti, Ulusal İlerici Cephe
üzerinden Baas hükümetinin parçası haline geldi, sonra da kanlı bir müdahaleyle
politik açıdan yok edildi. Son dönemde partinin genel sekreteri, işgalci
Amerika’nın kurduğu Irak Yönetim Konseyi’ne girdi.
Allavi
ve yoldaşları ise Çin devriminin, Vietnam halkının kurtuluş savaşının ve o
dönemki ulusal kurtuluş mücadelelerinin ortaya koyduğu deneyimden ilham alan
silahlı mücadele yolunu benimsediler.
Bu
mücadele, yoğun baskı politikalarının uygulandığı koşullarda, kanlı
müdahalelerle ezildi.
Ne
var ki Allavi, bu sürecin sonunda ümitsizliğe kapılmadı, modaya teslim olup
döneklik yapmadı, ilk niyetini ve davasını unutma yoluna gitmedi. Bunun yerine,
yoğun bir çalışma ve tefekkür süreciyle birlikte, Gine-Bissau’daki kurtuluş
mücadelesine önderlik eden Marksist Amilcar Cabral’a atfen kullanılan ifadeye
uygun olarak, “kaynağa geri döndü.”
Kaynağa
yüzünü çeviren Allavi, iki gözeden beslendi. İslam felsefesi, İslam tarihi ve
İslami kültürden beslenen Allavi, bir yandan da Marx, Engels, Lenin’in
belirlediği ilkeler ve kaleme aldığı özgün metinler temelinde reel sosyalizmin
tarihsel deneyimini eleştirel süzgeçten geçirdi.
Bu
çalışmanın sonuçları bu kitapta aktarılıyor.
Bazıları,
İslam’la ilgili tespitleri konusunda onun İslami “Kurtuluş Teolojisi”ni
benimsediğini veya teorisini bu çizgiye uydurduğunu iddia edebilir. Bu, tümüyle
göz ardı edebileceğimiz bir tespit değil. Dini inancın ve ibadetin
yasaklanmasını doğru bulmayan Allavi, teizmle ilişkili bir isim değil. Tanrı ya
da tanrıların varlığı yokluğu gibi bir derdi de yok. O, daha çok kendi
dönemiyle uyumlu bir dini biçim içerisinde dil bulan İslam felsefesinin
içerdiği özgürlükçü ve sosyalizan mesajla ilgileniyor.
Bu
türden bir teorik çalışma dâhilinde Allavi, sosyalizmin temel mesajını,
Marksizmin gerçek özünü Irak halkının ve tabii ki parti üyelerinin ve komünist
militanların idrak etmesini, fikretmesini ve ondan etkilenmesini sağlamak
istiyor. Daha doğru bir ifadeyle Allavi, “Irak’a has özelliklere sahip bir
sosyalizm” inşa etmeye çalışıyor.
Kurtuluş
Teolojisi’nden çok Allavi, Şi Cinping’in geleneksel Çin kültürüyle Marksizmin
sinerjik ilişkisini, birbirlerini tamamlayan yönleri ortaya koyan “iki bütünleşim”
tezine yakın duran bir isim.
Şi
Cinping, Haziran 2023’te şunları söylüyor:
“Beş bin yıllık
medeniyetimizin temelleri üzerinden Çin sosyalizmine öncülük etmek, onu
geliştirmek istiyorsak, Marksizmin temel ilkeleriyle Çin’e has gerçeklerini ve
bu ülkenin geleneksel kültürünü bütünleştirmeliyiz (‘iki bütünleşim’) Bu
sistemi ilgilendiren çıkarıma Çin sosyalizmi konusunda yaptığımız kapsamlı keşifler
neticesinde ulaştık. Biz, her zaman Marksizmin temel ilkeleriyle Çin’e has gerçekleri
bütünleştirme meselesine vurgu yaptık, bugün de resmi planda Marksizmin temel
ilkelerini Çin’in geleneksel kültürüyle bütünleştirme meselesini gündeme
getiriyoruz. Daha önce de ifade ettiğim gibi, beş bin yıllık Çin medeniyeti
olmadan sosyalizm, Çin’e has özelliklere nasıl kavuşacak?
‘İki bütünleşim’, hiç de zorlama
ve gerçek dışı bir önerme değil. İki farklı kökenden gelseler de Marksizm ve
geleneksel Çin kültürü uyum içerisindedir. Örneğin iyi niyetle hareket etmek,
herkesin iyiliğini düşünmek, başkalarına dostane yaklaşmak gibi toplumsal
ilkeler, komünizmin ve sosyalizmin ülkü ve kanaatleriyle uyum içerisindedir. Devletin
temeli olarak halkı gören, devletin faziletli bir yaklaşımla yönetilmesi
gerektiğini söyleyen anlayış, halkı öncelikli gören politik ilkeyle bağlantılıdır.
Modası geçmiş olanı atıp yeniyi alan, insanın kendisini geliştirmesi ilkesini
benimseyen yaklaşım, komünistlerdeki devrimci ruhla örtüşmektedir. Marksizm,
insanın özünü toplumsal ilişkiler açısından ele alırken, Çin kültürü, insanları
aileleriyle, ülkeleriyle ve dünyayla kurdukları ilişkiler üzerinden tanımlar. Her
ikisi de insanı mücerret varlık olarak gören anlayışı reddeder.”[5]
Allavi,
kitabı yazdığı dönemde sosyalizmi inşa etme çabası içinde olmuş tarihsel
deneyimleri anlamak için Marksist klasikleri yeniden okur. Bu noktada birçok Batılı
Marksisti ve Çin’deki Kültür Devrimi’nin ilk aşamalarını inceler. Allavi, bu çalışmasında
1871’deki Paris Komünü’nü çıkış noktası olarak alır.
Komün’ün
çıkış noktası alınması, birçok yönden makul hatta gerekli bir adımdır. Tek bir
şehirde cereyan etmiş olmasına, oldukça kısa süre yaşama imkânı bulmasına
karşın Komün, Marx ve Engels’in işçi sınıfı iktidarı konusunda bulabildikleri
ve inceleyebildikleri tek net örnektir. Komün’ün doğrudan demokrasiye ve
yöneticilerin hesap verme zorunluluğuna dair vurguları Allavi’yi epey etkiler. Çünkü
Allavi, Sovyetler’in ve müttefiklerinin bürokratik ve katılaşmış gerçekliğine
bizzat tanık olmuş bir isimdir.
Allavi’nin
müşterek sosyalizm konusunda sunduğu öneriler, sosyalist bir Irak’ın karşılaşacağı
ulusal, bölgesel ve küresel gerçekler karşısında ne tür sonuçlar üretirdi, bilmiyoruz.
Lenin
de Devlet ve Devrim’de belirli görüşler öne sürmüş ama bunların bazıları
somutlaşma imkânı bulamamıştı. (Allavi, çalışmasında daha çok Stalin dönemi
üzerinde duruyor.) Bu görüşlerin gerçekleşme imkânı bulamamasının bir nedeni de
Sovyetler’in emperyalist tehdit ve güçlük karşısında tek bir huzurlu gün
geçirememiş olmasıdır.
Marx,
Engels ve Lenin Paris Komünü’nü sahiplendi ama onun kusurlarını eleştirmekten
de hiç geri durmadı. Komün’ün “aşırı demokrasisi”ni idealize etmek şöyle dursun
Marx, “Merkez Komite, Komün’e yol açmak için, çok kısa bir süre içerisinde elindeki
gücü teslim etti” tespitinde bulundu.
1908
tarihli “Komün Dersleri” başlıklı makalesinde Lenin şunları söylüyordu:
“Proletarya yolun
ortasında duruverdi. ‘Mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmek’ yerine, müşterek
milli görev etrafında birleşmiş ülkede adaleti yücede tutma hayaliyle yanlış
yola sürüklendi. Örneğin bankalar gibi kurumlara el konulmadı, ‘adil değiş
tokuş” gibi Prudoncu teoriler, sosyalistler arasında halen daha yaygındı.
İkinci yanlış, proletaryadaki yüce gönüllülüktü: düşmanlarını yok etmek yerine
proletarya, onları ahlaki açıdan etkilemek için çaba sarf etti. Proletarya, iç
savaşta askeri operasyonların önemini görmedi, Paris’te zafer kazanmasını
sağlayacak kararlı bir saldırıyı Versay’a düzenlemek yerine, oyalanıp durdu,
böylelikle Versay hükümetine tüm o karanlık güçleri toplayıp Mayıs’ta bir hafta
boyunca insanları kan gölünd boğacak saldırı için gerekli zamanı verdi.”[6]
Komünist
Enternasyonal Birinci Kongresi’ne sunduğu Burjuva Demokrasisi ve Proletarya
Diktatörlüğü Üzerine Tezler ve Rapor isimli çalışmasında Lenin şu tespiti
yaptı: “Paris Komünü bu yol boyunca çağ açan ilk adımı attı. İkinci adımı
atmak, sovyet sistemine düştü.”[7]
Burada
Lenin, Sovyet iktidarının Paris Komünü’nün deneyiminden daha gelişkin bir
deneyimi ifade ettiği imasında bulunuyor. Paris Komünü, işçi sınıfının iktidar
olduğu süreçte ağızdan dökülen ilk sözdü, ama kesinlikle son söz değildi.
Allavi,
demokratik sosyalizmin hüküm süreceği bir geleceği tahayyül etti, bu gelecek
için çalışmalar ortaya koydu. Tabii hiçbir Marksist kâhin değil. 1983’te Arapça
olarak yayımlanan kitabının SSCB’nin ve Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelerin çöküşünü
öngörmesi mümkün değildi. Şi Cinping’in ifadesiyle, “ortada bu çöküş sürecinin
karşısına dikilecek, ona direnecek tek bir kişi bile yoktu.”
Allavi
gibi isimlerin görüşlerini sonraki gelişmeler üzerinden değerlendirmek doğru
olmaz. Allavi’nin Marksist teori çalışması gibi Sovyet sosyalizminin tarihsel
planda ortaya koyduğu deneyim de ilk sosyalist deneyin yanlışı konusunda önemli
ipuçları sunar. Allavi, sosyalizmin İslam felsefesi içerisindeki güzergâhını
keşfe çıkar. Komünist Manifesto’yu yeniden inceler. Bu noktada Çin, Kore
Demokratik Halk Cumhuriyeti, Küba, Vietnam ve Laos gibi ülkelerin diğer
sosyalist ülkeleri yıkan dalgalardan nasıl sağ çıktığı konusunda önemli görüşler
sunar.
Bu
saydığımız ülkeler, Doğu Avrupa ülkeleri gibi belirli hatalar yapmış, önemli ve
derin bir deneyime sahip olmuştur. Neticede ortada bürokrasinin dikte ettiği
bir devrim değil, halk kitlelerinin yaptığı bir devrim vardır. Her bir ülke,
Marksizmi kendi diline tercüme etmiş, onu tarihsel ve kültürel geleneklerle
milli duyguları kaynaştırmak suretiyle zenginleştirip geliştirmiş, devrimci
liderleri teori ve pratik düzleminde yeni görüşler geliştirmiş, bu sürece
toplumsal pratikleri, fedakârlıkları, ümitleri ve düşleriyle milyonlar önemli
katkılarda bulunmuşlardır.
Kitabı
yazdığı dönemde Allavi, Çin’deki ekonomik büyümeyi öngöremezdi.
Şi
Cinping’in halk demokrasisi anlayışı dâhilinde ülke, halk tarafından
yönetiliyor. Bu yönetim, sosyalist demokrasinin özünü ve merkezini teşkil
ediyor. “Sosyalist demokrasiyi geliştirmekte amaç, halkın iradesinin yönetime yansımasını
sağlamak, hakları ve çıkarları korumak, insanların yaratıcılıklarını artırmak,
kurumların yönettiği bir sistem inşa etmektir.”[8]
Ülkede
kooperatif temelli sahiplik biçiminin geliştiği koşullarda sosyalizm, Latin Amerika’da
da yeni yollar buldu. Venezuela’da komün hareketi açığa çıktı. Allavi’nin tüm
bu gelişmeleri öngörmesi mümkün değildi.
İbrahim
Allavi, Kuzey’de eserleri pek bilinmeyen, Güney’in birçok önemli Marksistinden
biridir. Onun devrimci pratiğin elde ettiği zaferlerden, iniş çıkışlardan ve
trajedilerden damıttığı görüşleri ve fikirleri herkes bilmeli, iyi bir dünya
arzulayanlar bu görüş ve fikirleri inceleyip tartışmalıdır.
İşçi
sınıfı, bu tür kişilerin eserlerini tercüme edip yayınladığı için Iskra Books’taki
yoldaşlarına teşekkürü bir borç bilmelidir.
İki
hususa işaret ederek yazımı sonlandırayım:
1.
Geniş bir tarihsel süreci ve teorik alanı ele alan Müşterek kitabı, sonunda
okura bir özet sunmuyor. Filistin meselesini bir bütün olarak Arap halkının kurtuluşu
konusunda en önemli mesele olduğunu söylüyor. Bu noktada Marx’ın mozolesine
kazılı olan şu cümleleri anımsatmak gerekiyor: “Felsefeciler, bugüne dek dünyayı
farklı yollardan yorumlamakla yetindiler. Oysa mesele onu değiştirmektir.”
Allavi
de bu kitabı bu amaç doğrultusunda, ömrünü adadığı dava için kaleme aldı. Bugün
kahraman Filistin halkının Siyonist devletin soykırım amaçlı saldırılarla
tanımlı savaşı Nazilere öykünerek sürdürdüğü on ayın ardından isyan ateşini
diri tuttuğu, yılmadan dövüştüğü, diz çökmediği, yenilgiyi tatmadığı koşullarda,
Allavi’nin politik analizi ve öngörüsünün ne denli yerinde olduğunu tüm okur görecek.
2.
Marx dâhil tüm devrimciler gibi Allavi de sürgünün çektirdiği acıya aşina bir
isim. Müşterek kitabını Londra’nın Doğu Dulwich semtinde yaşarken kaleme
aldı. Paris Komünü’nün derslerini derinlemesine incelediği dönemde kaldığı bu
semtin Komün’ün en önemli isimlerinden olan Louise Michel’e Yeni Kaledonya
denilen Fransız sömürgesinden kurtulduktan sonra ev sahipliği yaptığını biliyor
muydu acaba, merak konusu.
Sömürgecilerin
ezdiği halklarla Paris proletaryasını kaynaştıran bir duruşa sahip olan bu
Komünardan haberdar olsaydı, epey heyecanlanırdı, buna eminim. Louise Michel ve
Allavi, tüm insanlığı kurtarmaya yazgılı olan gücün işçi sınıfı olduğunu bilen,
proletaryanın kurtuluşu için dövüşen insanlardı.
Aktardığı
o uzun soluklu yolculuk dâhilinde Müşterek kitabı, sadece eski dünyanın
neden yerini yenisine bırakmak zorunda olduğu konusuna açıklık getirmekle kalmıyor,
aynı zamanda yeni dünyanın da neye benzediği ile ilgili bir görüş sunuyor.
Keith Bennett
[Kaynak:
Reading in Al-Mushtarak: A System for Democratic Socialism, Yayına Hz.
ve Çeviren: Ali Al-Assam ve Majid Allawi, Iskra Book, 2024, s. iii-xii.]
Dipnotlar:
[1] Karl Marx ve Friedrich Engels, Selected Correspondence, Progress
Publishers, Moskova, 1975, s. 220-224.
[2]
Lenin, Collected Works, Progress Publishers, 1972, Moskova, Cilt 20, s.
393-454.
[3]
Lenin, Collected Works, İngilizcedeki 2. Baskı, Progress Publishers, Moskova,
1965, Cilt 33, s. 487-502.
[4]
Jinping, Xi, “Speech at the Meeting on Cultural Inheritance and Development”,
Quishi, 2023, aktaran: SC.
[5]
Lenin, Collected Works, Progress Publishers, 1972, Moskova, Cilt 13, s.
475-478.
[6]
Lenin, Collected Works, Progress Publishers, 1972, Moskova, Cilt 28, s.
455-477.
[7] Jinping, Xi, “Speech at the Central People’s Congress Work Conference”, Quishi, 2022, aktaran: SC.
0 Yorum:
Yorum Gönder