Başpiskopos
Oscar Romero, 24 Mart 1980 günü San Salvador’daki bir şapelde vaaz verdiği
sırada, bir suikastçının tabancasından çıkan kurşunla öldürüldü. Ülkede ve
yurtdışında birçok insan, bu cinayeti kınadı. El Salvador’da ve başka ülkelerde
Hristiyanlar, Romero’yu Hristiyan inancına mensup bir şehit olarak
değerlendirdiler.
Bugün
San Salvador’daki katedralde bulunan mezarını çok sayıda insan ziyaret ediyor.
Latin Amerika genelinde Hristiyanlar, onun hatırasını halen daha yaşatıyorlar.
Ölürken
de yaşarken de Romero, sevgiyi ve düşmanlığı birlikte kucakladı. San
Salvador’un ana meydanında düzenlenen cenaze merasimine on binlerce insan
katıldı. Ama bir yandan da törende patlamalar ve silah sesleri de duyuldu. El
Salvador’da resmini taşıyan köylülerin başı derde girdi. Bu durum, hem onun
yıkıcı görülen yaklaşımlarının bir sonucuydu hem de yargısız infaza gitmesinin
sebebiydi.
Ölümünün
hemen ardından Salvador hükümeti yetkilileri onun adını ağızlarına almadılar.
Salvador basını dilsizleşti. Ölümünü kimse soruşturmadı. Ülkede öldürülen on
binlerce insanı öldürenler gibi onun katilleri de ceza almadı.
Oscar
Romero, birilerinin Katolik Kilisesi’nin Şubat 1977’de Romero’nun başpiskopos
olmasından önce başlattığı çalışmalarına düşmanlık ettikleri gerçeklikte
katledildi. Bu dönemde Katolik rahipler, rahibeler, hocalar, kilise dışında
çalışan işçiler tutuklandılar, işkencelerden geçirildiler, dövüldüler,
katledildiler. Birçok rahibin kendi cemaatleriyle görüşmesine mani olundu.
Birçok cemaat, özellikle taşrada, birlikte ibadet edemez, birlikte Kutsal Kitap
okuyamaz hale geldi. Katolik kiliselerine, okullarına, manastırlarına, radyo
istasyonlarına ve üniversitelerine askerler makineli tüfeklerle, bombalarla ve
dinamitlerle saldırdı.
Bu
yazının yazıldığı dönemde San Salvador başpiskoposu ve piskopos yardımcısı,
ölüm mangalarının ve devlet güçlerinin işledikleri cinayetleri kınadıkları için
ölüm tehditleri alıyorlar.
Her
ne kadar hayatı ve çalışmaları politik yankılara sahip olmuşsa da Oscar Romero,
politik bir lider değildi. Bu anlamda Oscar Romero, Gandi, Martin Luther King ve
Benigno Aquino gibi din adamı olmasına rağmen belirli politik güçlere liderlik
eden isimlerden değildi. Romero, basit bir papazdı. Papaz, Hristiyan ve Yahudi
kutsal metinlerinde geçtiği biçimiyle “çoban” anlamına geliyor.
Antik
çağda İsrail halkı, krallarına “çoban” diyordu. Onlar için gerçek ve kusursuz
tek bir çoban vardı o da Tanrı’ydı. Hristiyanlarsa kendisini “iyi çoban” olarak
tarif eden, gerçek çobanın kendisini sürüsüne adayan, hayatını onu korumak için
adayacak olan kişi olduğunu söyleyen İsa’yı en yüce çoban kabul ediyorlardı.
Hristiyanlara göre her kilisenin lideri, sürü çobanlığı görevini İsa Mesih’ten
almıştı.
Romero
da piskopos olarak görevinin kendisine güvenen insanlarla ilgilenmek,
koyunlarını suya ve otlağa götüren bir çoban gibi onları Tanrı’ya götürmek, o
insanları kurtlara karşı korumak, sürüden ayrılan varsa onu doğru yola getirmek
olduğunu düşünüyordu.
Bu
sorumluluğunu ne kadar ciddiye aldığını ölümünden kısa bir süre önce bir
gazeteciye verdiği mülâkatta dile getiriyordu. Orada, canının tehlikede
olduğunu bildiğini söyleyen Romero, “Tanrı’nın bir çoban olarak bana yüklediği
görev, sevdiklerime, hatta beni öldürecek olanlara bile hayatımı vermektir”
diyordu.[1]
Bir
papazın görevi, insanlara Tanrı’yla birleşme yolunda rehberlik yapmaktır. Bu
görev, diğer insanlar üzerinde kişiye belirli bir otorite bahşetmenin yanında,
ona aynı zamanda başkalarının sorumluluğunu üstlenmeyi emreder. Kilisenin her
üyesi, başkalarına karşı belirli sorumluluklara sahipse de kilisenin seçtiği bir
papaz, kendisini tümüyle bu sorumluluğu yerine getirmeye adar. Belirli bir
bölgenin piskoposu, kendi “sürü”süne çobanlık yapmakla yükümlüdür.
Romero,
aynı zamanda San Salvador’un piskoposuydu. Bu anlamda, diğer piskoposlar kendi
bölgelerinde otoriteye sahiplerse de o, tüm milletin sorumluluğunu üstlenmişti.
Papazların
politik lider olmak gibi bir yükümlülükleri yok elbette. Çünkü esasında kilise,
politik bir örgüt değil. Ama kilise ve liderleri, politik düzleme etki eden
eylemler ifa ediyorlar.
Romero,
kilisenin ve dinin seküler dünyaya her daim etki ettiğini düşünüyordu. Bu etkiyi
kilise, bazen eyleme geçerek bazen de geçmeyerek gösteriyordu.
Çünkü
Romero’nun da dediği gibi, “Hristiyanlık dini bizi dünyadan kopartmaz, bilâkis,
onun içine sokar. Kilise, kentten ayrı bir kale değildir. İsa’nın müritleri
kentin ortasında çalışmış, yaşamış, mücadele etmiş ve ölmüşlerdir.”[2]
Hristiyan
inancı, insanların eylemlerini derinlemesine etkiliyor. Doğru yaşamak, bilhassa
başkalarına adaletle ve sevgiyle yaklaşmak, Hristiyan olmanın asli özellikleri.
Hristiyan, İsa’nın bizi gelip günahlarımızdan kurtaracağına, günahın insanın
yanlış eylemlerini ifade ettiğine inanıyor. Dolayısıyla, papazın görevlerinden
biri de sürüsünü günahlardan uzak tutmak.
San
Salvador’un çobanı olarak Romero, tanık olduğu günahların Hristiyan hayatıyla
hatta ahlakla uyuşmadığını görüyordu. Zayıfları ve biçareleri öldürenler
cezasız kalıyor, hatta devlet adaleti ve hukuku tesis etmek adına bu eylemleri
teşvik ediyordu. Adalet mekanizmasının parçası olan insanlar, işkenceye başvuruyorlardı.
İnsanlar, keyfi yere gözaltına alınıyor, gözaltına alınanlar, bir süre sonra
katlediliyorlardı. Çileli aileleri, yakınlarının başına ne geldiğini
bilmiyorlardı. Devlet görevlileri ve yargıçlar, rüşvetin ve yolsuzlukların
batağına saplanmıştı. Salvadorluların önemli bir kısmı bilhassa köylüler, cehaletin,
kötü sağlık koşullarının, erken ölümlerin ve politik iktidardan ve politik hayattan
dışlanmanın çilesini çekiyorlardı.
Hristiyanlık,
kendisini insanların yaşam tarzlarını her daim dert edinmiş bir dindi. Bu düzlemde
Katolik Kilisesi, İkinci Vatikan Konsili (1962-1965) döneminde kendisini
yeniledi ve insanı ilgilendiren meselelere tekrar odaklandı. Konsil’in vurgusuyla
kilise, dünyaya hizmet etmek için vardı. Tanrı’nın bahşettiği biçimiyle, Kilise’nin
görevi, burada ve şimdide başlamak üzere, dünyayı kurtarmak, bunun için Tanrı’nın
dünya için hazırladığı plan uyarınca onun gelişimine katkıda bulunmaktı. O plan
ki Tanrı’nın her yerde adaleti, sevgiyi ve barışı hükümran kılması için
hazırlanmıştı.
Tanrı’nın
hükümranlığı, zamanın sonuna dek kusursuz bir biçimde tesis edilemese de
Hristiyanlar, gene de o kusursuzluğa ulaşmak için çalışmayı görev biliyorlardı.
Bu çabanın parçası olarak kilise, halkın yoksulluktan ve zulümden kurtulması
gerektiğini söylemeliydi. Kilisenin görevi, “milyonlarca insanı, önemli bir
bölümü kendi evladı olan onca insanı kurtarmak, o kurtuluş gününün şafağının
sökmesini sağlamak, ona tanıklık etmek, o kurtuluşun eksiksiz olmasını güvence
altına almak”tı.[3]
El
Salvador gibi ülkelerde, genelde Latin Amerika ve Üçüncü Dünya’da kilise, esas
olarak yoksulların dünyasına hizmet etmek zorunda. Ülke halkının önemli bir
kısmı yoksul. II. Vatikan Konsili sonrası Latin Amerika’da Katolik Kilisesi,
yoksulların safında olması gerektiğini gördü. Oscar Romero, 1980’de şunu
söylüyordu: “Bu dünya insani bir suretten yoksun. […] Benim bölgemde kilise,
yeniden insani bir surete kavuşmak için gayret etti.”[4]
Üç
yıllık başpiskoposluğu süresince Romero, katedralde her Pazar verdiği
vaazlarında milletin yüreğine ve vicdanına seslendi. Bazen muhalif bir grup kiliseyi
ele geçirmişse gidip başka bir katedralde vaaz veriyordu.
Bölgesine
ait radyo istasyonu, onun sözlerini El Salvador geneline taşıyordu. Bu ses, sadece
bombalarla ya da devletin frekans bozmaya yönelik adımlarıyla kesintiye uğruyordu.
Hristiyan ayininde vaaz, öncesinde yapılan Kitab-ı Mukaddes okumalarının
izahını ifade ediyor. Romero, o vaazlarına bir önceki haftada yaşanan olaylara
dair düşüncelerini de ekliyor, kilise dışı medya organlarında haber yapılmayan
ya da yalan yanlış bilgilerle aktarılan cinayetlere, insan kaçırma olaylarına,
keyfi tutuklamalara ve diğer insan hakları ihlallerine değiniyordu.
Romero’ya
göre “vaazlar, halkın sesiydi. […] Sesi olmayanların sesiydi.”[5] Tutuklanan
kişilerin ve polis ile güvenlik güçlerinin “tutuklamadık” dedikleri kişilerin
aileleri, çözüm yolu bulamadıklarında başpiskoposun kapısını çalıyorlardı.
Başpiskoposluk makamı, bu süreçte yardım isteyenlere hukuki yardım sunuyor, bu
çalışma, nadiren de olsa başarılı sonuçlar üretiyordu.
San
Salvador’da görevde kaldığı süre boyunca ve köylere yaptığı ziyaretlerde yoksul
insanların yediği dayakları, gördüğü işkenceleri, cinayetleri, sevdiklerinin
alınıp götürülmesine, evlerin yakılmasına, mahsulün yok edilmesine dair hikâyeleri
defalarca dinledi. Kendisine şükranlarını ve derin sadakatlerini sunan
yoksulların sevgisine mazhar olan Romero’nun katedralinde Pazar günü düzenlenen
ayinlere genelde o yoksullar katıldılar. O köylüler, Romero’nun kendi sesleri
ve savunucuları olduğunu söyleyen yüzlerce mektup kaleme aldılar.
Romero,
başpiskopos olmadan önce de bazı köylerde papazlar Hristiyan cemaatlerini
geliştirecek adımlar atmışlardı. Her hafta köylüler, bir araya gelip Kitab-ı Mukaddes
okuyor, tartışıyor, cemaat bağları inşa eden bu insanlar, bölgede Kitap ve Hristiyan
öğretisi konusunda eğitim verecek liderleri seçiyorlardı.
Cemaatlerin
bazı üyeleri, hoca veya kelam temsilcisi oluyorlardı. “Halk toplulukları” adı
verilen bu cemaatler, bugün Latin Amerika’nın büyük bir kısmında mevcut.
Brezilya gibi yerlerde de faal olan bu gruplar, Katolik Kilisesi’nin hayatında
önemli bir yere sahipler.
Ne
var ki süreç içerisinde toprak sahipleri, köylüleri bir araya getiren,
aralarında ortak bağlar kurulmasını sağlayan her şeyi tehdit olarak
görüyorlardı. Binlerce köylünün ayaklandığı ve kıyımdan geçirildiği 1932 yılından
beri toprak sahipleri, köylülerin örgütlenme ihtimalinden korkarak yaşadılar.
Bu süreçte Hristiyan cemaatleri de oluştu. Köylü birlikleri kuruldu. Bazıları, yüz
yıl öncenin Katolik düşünürlerinin ve papalarının geliştirdiği Katolik
toplumsal düşüncesinin eseriydi. Politik baskı uygulamaları durumunda bu köylü
birliklerinin umut olabileceğini gören bazı rahipler, bu birliklerin gelişmesini
teşvik ettiler. Vaazlarında iyi bir dünyaya dair umutlarından ve sosyal
adaletten dem vurdular.
Kitap
incelemeleri ve tartışmaları üzerinden oluşan Hristiyan cemaatleri, köylüleri
yaşadıkları sefalet ve İsa Mesih’in mesajı üzerinden düzgün bir hayat yaşama
umudu konusunda daha da bilinçlendirdi. Doğalında köylü birlikleri, ortak eylem
dâhilinde birleştiler. Hristiyan cemaatlerinin liderleri, köylü birliklerinin
de liderleriydi. Büyük toprak sahiplerine göre küçük Hristiyan cemaatleriyle
köylü birlikleri arasında hiçbir fark yoktu. Her ikisinde aynı köylüler
faaliyet yürütmekteydi. Kilise, bu noktada köylüleri bilinçlendirme rolünü
üstlenmişti. Bu sebeple kilise, Romero’nun başpiskopos olmasından çok önce
baskıyla yüzleşmişti.
Oscar
Romero, 22 Şubat 1977 günü başpiskopos olduğunda yoksulların savunucusu olacakmış
gibi görünmüyordu. 1917’de El Salvador’un doğusundaki küçük ve dağlık bir
kasabada dünyaya gelen Romero, 13 yaşında papaz okuluna gitti. Dışarıya kapalı,
manastırvari eğitim süreci II. Vatikan Konsili öncesi Katolik din adamlarının
oluşumuna damga vuran ana unsurdu.
Romero’nun
düşünsel açıdan önemli bir seviyede olduğunu gören San Miguel piskoposu, onu
ilahiyat eğitimi için Roma’ya gönderdi. 1942’de Roma’da kendisine rahip unvanı
verildi. Altı yıl Roma’da kalan Romero, burada edindiği tecrübe üzerinden
Katolikliğe, papanın makamına ve şahsiyetine iyice bağlandı. 1943’te ülkesine
döndü. San Miguel şehrinde rahip olarak çalışmalara başladı.
Şehrin
merkezi mahallesinde papaz olarak çalışan Romero, bir yandan da cemaatin
çıkarttığı gazetede yazılar yazdı. Bölge radyosunda vaazlar verdi, konuşmalar
yaptı. Bunlar, o dönem bir rahip için gayet sıra dışı faaliyetlerdi. Kilise
dışı insanlar için teşkil edilmiş birçok Katolik örgütü, yüzünü bu mahalleye
çevirdi. Dostlarının ve destekçilerinin sayısı binleri buldu.
1967’de
Salvadorlu piskoposlar, Romero’yu piskopos konferansının genel sekreteri olarak
atadı. Bu karar üzerine Romero, San Salvador’a taşındı. Enerjisiyle ve
verimliliğiyle başpiskopos Luis Chaivez’i etkiledi. Chaivez, Romero’nun
yardımcısı olmasını istedi. 1970’te piskopos unvanına kavuşan Romero, bir
yandan piskopos konferansı ile ilgili çalışmalarını sürdürürken bir yandan da
başpiskoposa yardım etti. Rahiplik öğrencilerinin eğitim gördüğü okulda rektörlük
yaptı. Ayrıca başpiskoposluğun sorumluluk sahasında çıkan gazetenin yayın
yönetmenliğini üstlendi. 1974’te Roma, kendisini San Miguel kentinin
yakınlarındaki Santiago de Maria isimli küçük bir bölgenin piskoposu olarak
atadı. Romero, başpiskopos olana dek burada kaldı.
Rahip
ve piskopos olarak çalıştığı tüm dönem boyunca Romero, kilise için muazzam bir
enerji harcadı, dindarlara has bir bağlılıkla bağlı olduğu kiliseye sadakatini
hiç yitirmedi. II. Vatikan Konsili sonrası kilisede öne çıkan yeni fikirlere de
dikkat kesilen Romero, San Salvador’un başpiskopos yardımcısı olarak, din
adamlarının katıldığı, dünyevi meselelerin, köylülere yönelik politikaların ve
uygulamaların tartışıldığı toplantılardan da rahipler senatosundan da uzak
durdu. II. Vatikan Konsili kararlarını kabul etse de başkalarının konsil
üzerinden ulaştıkları tüm sonuçları ve başpiskoposluk sahasındaki tüm
uygulamaları kabule henüz hazır değildi. Konsil, Tanrı’nın dünyayı O’nun
hükümranlığını yeryüzünde tesis ederek kurtarmak suretiyle hizmet edecek
insanlarından bahsediyordu. Bu hükümranlıksa ancak ebediyete dek kusursuzlaştırılarak
tesis edilebilirdi.
Romero,
ömrünün büyük bir kısmını, papadan piskoposlara ve rahiplere, oradan da iyi
hayat yaşayıp ölüm sonrası ebedi mutluluğa erişmek suretiyle kendilerini
kurtaracak olan sıradan kilise mensuplarına uzanan otoriteye vurgu yapan bir
kilise bünyesinde geçirdi. Ortada iki farklı kilise anlayışı vardı ve bunlar
birbirleriyle çatışmadan bir arada varoluyordu. İlki toplumun dertleriyle
ilgileniyor, diğeri ilgilenmiyordu.
Romero’nun
zihniyetini değiştirmesi için zamana ve deneyime ihtiyacı vardı. Kiliseyi ve
tüm insan hayatını aşkın olan Tanrı’ya tabi şeyler olarak gördüğü için değişmeyi
bildi.
“Bizi
seven, bizi kurtarmak isteyen Tanrı’yı teyit eden biri haline gelmek istiyorum”[6]
diyen Romero şu tespiti yapıyordu:
“Aşkınlığı anlamayanlar,
bizi anlayamazlar. Burada adaletsizliklerden bahsedip onları mahkûm ettiğimizde,
bizim siyaset yaptığımızı zannediyorlar. Oysa biz, yeryüzündeki
adaletsizlikleri Tanrı’nın adil hükümranlığı adına mahkûm ediyoruz.”[7]
James R. Brockman
[Kaynak:
Third World Quarterly, Cilt. 6, Sayı. 2 (Nisan 1984), s. 446-457.]
Dipnotlar:
[1] José Calderón Salazar’la
telefon üzerinden yapılan söyleşi, Orientación, 13 Nisan
1980.
[2]
Louvain Üniversitesi’nde 2 Şubat 1980 günü yapılan, “Dinin Yoksullara Seçenek
Sunan Boyutu” başlıklı konuşması, La Voz de los Sin Voz: La palabra viva de
Mons. Oscar Arnulfo Romero içinde, San Salvador: UCA Editores, 1980, s 184.
Bu makalede Romero’ya ait sözlerin tüm çevirileri bana ait. Louvain
konuşmasının İngilizce hali şurada yayınlandı: Commonweal 109(6), 26 Mart
1982.
[3]
Pope Paul VI, “On Evangelisation in the Modern World”, Washington DC, American
Catholic Conference, 1979, s. 22 (Sayı. 30).
[4]
Louvain konuşması, a.g.e., s. 186.
[5]
29 Temmuz 1979 tarihli vaazı, San Salvador, Publicaciones Pastorales
Catedral, 1979, s. 8.
[6]
25 Şubat 1979 tarihli vaazı, Mons. Oscar A Romero: Su Pensamiento içinde,
Cilt. 6, San Salvador: Publicaciones Pastorales del Arzobispado, 1981, s. 168.
[7] 2 Eylül 1979 tarihli vaazı, San Salvador: Publicaciones Pastorales Catedral, 1979, s. 26.
0 Yorum:
Yorum Gönder