15 Ağustos 2025

, ,

Oscar Romero: Yoksulların Çobanı


Başpiskopos Oscar Romero, 24 Mart 1980 günü San Salvador’daki bir şapelde vaaz verdiği sırada, bir suikastçının tabancasından çıkan kurşunla öldürüldü. Ülkede ve yurtdışında birçok insan, bu cinayeti kınadı. El Salvador’da ve başka ülkelerde Hristiyanlar, Romero’yu Hristiyan inancına mensup bir şehit olarak değerlendirdiler.

Bugün San Salvador’daki katedralde bulunan mezarını çok sayıda insan ziyaret ediyor. Latin Amerika genelinde Hristiyanlar, onun hatırasını halen daha yaşatıyorlar.

Ölürken de yaşarken de Romero, sevgiyi ve düşmanlığı birlikte kucakladı. San Salvador’un ana meydanında düzenlenen cenaze merasimine on binlerce insan katıldı. Ama bir yandan da törende patlamalar ve silah sesleri de duyuldu. El Salvador’da resmini taşıyan köylülerin başı derde girdi. Bu durum, hem onun yıkıcı görülen yaklaşımlarının bir sonucuydu hem de yargısız infaza gitmesinin sebebiydi.

Ölümünün hemen ardından Salvador hükümeti yetkilileri onun adını ağızlarına almadılar. Salvador basını dilsizleşti. Ölümünü kimse soruşturmadı. Ülkede öldürülen on binlerce insanı öldürenler gibi onun katilleri de ceza almadı.

Oscar Romero, birilerinin Katolik Kilisesi’nin Şubat 1977’de Romero’nun başpiskopos olmasından önce başlattığı çalışmalarına düşmanlık ettikleri gerçeklikte katledildi. Bu dönemde Katolik rahipler, rahibeler, hocalar, kilise dışında çalışan işçiler tutuklandılar, işkencelerden geçirildiler, dövüldüler, katledildiler. Birçok rahibin kendi cemaatleriyle görüşmesine mani olundu. Birçok cemaat, özellikle taşrada, birlikte ibadet edemez, birlikte Kutsal Kitap okuyamaz hale geldi. Katolik kiliselerine, okullarına, manastırlarına, radyo istasyonlarına ve üniversitelerine askerler makineli tüfeklerle, bombalarla ve dinamitlerle saldırdı.

Bu yazının yazıldığı dönemde San Salvador başpiskoposu ve piskopos yardımcısı, ölüm mangalarının ve devlet güçlerinin işledikleri cinayetleri kınadıkları için ölüm tehditleri alıyorlar.

Her ne kadar hayatı ve çalışmaları politik yankılara sahip olmuşsa da Oscar Romero, politik bir lider değildi. Bu anlamda Oscar Romero, Gandi, Martin Luther King ve Benigno Aquino gibi din adamı olmasına rağmen belirli politik güçlere liderlik eden isimlerden değildi. Romero, basit bir papazdı. Papaz, Hristiyan ve Yahudi kutsal metinlerinde geçtiği biçimiyle “çoban” anlamına geliyor.

Antik çağda İsrail halkı, krallarına “çoban” diyordu. Onlar için gerçek ve kusursuz tek bir çoban vardı o da Tanrı’ydı. Hristiyanlarsa kendisini “iyi çoban” olarak tarif eden, gerçek çobanın kendisini sürüsüne adayan, hayatını onu korumak için adayacak olan kişi olduğunu söyleyen İsa’yı en yüce çoban kabul ediyorlardı. Hristiyanlara göre her kilisenin lideri, sürü çobanlığı görevini İsa Mesih’ten almıştı.

Romero da piskopos olarak görevinin kendisine güvenen insanlarla ilgilenmek, koyunlarını suya ve otlağa götüren bir çoban gibi onları Tanrı’ya götürmek, o insanları kurtlara karşı korumak, sürüden ayrılan varsa onu doğru yola getirmek olduğunu düşünüyordu.

Bu sorumluluğunu ne kadar ciddiye aldığını ölümünden kısa bir süre önce bir gazeteciye verdiği mülâkatta dile getiriyordu. Orada, canının tehlikede olduğunu bildiğini söyleyen Romero, “Tanrı’nın bir çoban olarak bana yüklediği görev, sevdiklerime, hatta beni öldürecek olanlara bile hayatımı vermektir” diyordu.[1]

Bir papazın görevi, insanlara Tanrı’yla birleşme yolunda rehberlik yapmaktır. Bu görev, diğer insanlar üzerinde kişiye belirli bir otorite bahşetmenin yanında, ona aynı zamanda başkalarının sorumluluğunu üstlenmeyi emreder. Kilisenin her üyesi, başkalarına karşı belirli sorumluluklara sahipse de kilisenin seçtiği bir papaz, kendisini tümüyle bu sorumluluğu yerine getirmeye adar. Belirli bir bölgenin piskoposu, kendi “sürü”süne çobanlık yapmakla yükümlüdür.

Romero, aynı zamanda San Salvador’un piskoposuydu. Bu anlamda, diğer piskoposlar kendi bölgelerinde otoriteye sahiplerse de o, tüm milletin sorumluluğunu üstlenmişti.

Papazların politik lider olmak gibi bir yükümlülükleri yok elbette. Çünkü esasında kilise, politik bir örgüt değil. Ama kilise ve liderleri, politik düzleme etki eden eylemler ifa ediyorlar.

Romero, kilisenin ve dinin seküler dünyaya her daim etki ettiğini düşünüyordu. Bu etkiyi kilise, bazen eyleme geçerek bazen de geçmeyerek gösteriyordu.

Çünkü Romero’nun da dediği gibi, “Hristiyanlık dini bizi dünyadan kopartmaz, bilâkis, onun içine sokar. Kilise, kentten ayrı bir kale değildir. İsa’nın müritleri kentin ortasında çalışmış, yaşamış, mücadele etmiş ve ölmüşlerdir.”[2]

Hristiyan inancı, insanların eylemlerini derinlemesine etkiliyor. Doğru yaşamak, bilhassa başkalarına adaletle ve sevgiyle yaklaşmak, Hristiyan olmanın asli özellikleri. Hristiyan, İsa’nın bizi gelip günahlarımızdan kurtaracağına, günahın insanın yanlış eylemlerini ifade ettiğine inanıyor. Dolayısıyla, papazın görevlerinden biri de sürüsünü günahlardan uzak tutmak.

San Salvador’un çobanı olarak Romero, tanık olduğu günahların Hristiyan hayatıyla hatta ahlakla uyuşmadığını görüyordu. Zayıfları ve biçareleri öldürenler cezasız kalıyor, hatta devlet adaleti ve hukuku tesis etmek adına bu eylemleri teşvik ediyordu. Adalet mekanizmasının parçası olan insanlar, işkenceye başvuruyorlardı. İnsanlar, keyfi yere gözaltına alınıyor, gözaltına alınanlar, bir süre sonra katlediliyorlardı. Çileli aileleri, yakınlarının başına ne geldiğini bilmiyorlardı. Devlet görevlileri ve yargıçlar, rüşvetin ve yolsuzlukların batağına saplanmıştı. Salvadorluların önemli bir kısmı bilhassa köylüler, cehaletin, kötü sağlık koşullarının, erken ölümlerin ve politik iktidardan ve politik hayattan dışlanmanın çilesini çekiyorlardı.

Hristiyanlık, kendisini insanların yaşam tarzlarını her daim dert edinmiş bir dindi. Bu düzlemde Katolik Kilisesi, İkinci Vatikan Konsili (1962-1965) döneminde kendisini yeniledi ve insanı ilgilendiren meselelere tekrar odaklandı. Konsil’in vurgusuyla kilise, dünyaya hizmet etmek için vardı. Tanrı’nın bahşettiği biçimiyle, Kilise’nin görevi, burada ve şimdide başlamak üzere, dünyayı kurtarmak, bunun için Tanrı’nın dünya için hazırladığı plan uyarınca onun gelişimine katkıda bulunmaktı. O plan ki Tanrı’nın her yerde adaleti, sevgiyi ve barışı hükümran kılması için hazırlanmıştı.

Tanrı’nın hükümranlığı, zamanın sonuna dek kusursuz bir biçimde tesis edilemese de Hristiyanlar, gene de o kusursuzluğa ulaşmak için çalışmayı görev biliyorlardı. Bu çabanın parçası olarak kilise, halkın yoksulluktan ve zulümden kurtulması gerektiğini söylemeliydi. Kilisenin görevi, “milyonlarca insanı, önemli bir bölümü kendi evladı olan onca insanı kurtarmak, o kurtuluş gününün şafağının sökmesini sağlamak, ona tanıklık etmek, o kurtuluşun eksiksiz olmasını güvence altına almak”tı.[3]

El Salvador gibi ülkelerde, genelde Latin Amerika ve Üçüncü Dünya’da kilise, esas olarak yoksulların dünyasına hizmet etmek zorunda. Ülke halkının önemli bir kısmı yoksul. II. Vatikan Konsili sonrası Latin Amerika’da Katolik Kilisesi, yoksulların safında olması gerektiğini gördü. Oscar Romero, 1980’de şunu söylüyordu: “Bu dünya insani bir suretten yoksun. […] Benim bölgemde kilise, yeniden insani bir surete kavuşmak için gayret etti.”[4]

Üç yıllık başpiskoposluğu süresince Romero, katedralde her Pazar verdiği vaazlarında milletin yüreğine ve vicdanına seslendi. Bazen muhalif bir grup kiliseyi ele geçirmişse gidip başka bir katedralde vaaz veriyordu.

Bölgesine ait radyo istasyonu, onun sözlerini El Salvador geneline taşıyordu. Bu ses, sadece bombalarla ya da devletin frekans bozmaya yönelik adımlarıyla kesintiye uğruyordu. Hristiyan ayininde vaaz, öncesinde yapılan Kitab-ı Mukaddes okumalarının izahını ifade ediyor. Romero, o vaazlarına bir önceki haftada yaşanan olaylara dair düşüncelerini de ekliyor, kilise dışı medya organlarında haber yapılmayan ya da yalan yanlış bilgilerle aktarılan cinayetlere, insan kaçırma olaylarına, keyfi tutuklamalara ve diğer insan hakları ihlallerine değiniyordu.

Romero’ya göre “vaazlar, halkın sesiydi. […] Sesi olmayanların sesiydi.”[5] Tutuklanan kişilerin ve polis ile güvenlik güçlerinin “tutuklamadık” dedikleri kişilerin aileleri, çözüm yolu bulamadıklarında başpiskoposun kapısını çalıyorlardı. Başpiskoposluk makamı, bu süreçte yardım isteyenlere hukuki yardım sunuyor, bu çalışma, nadiren de olsa başarılı sonuçlar üretiyordu.

San Salvador’da görevde kaldığı süre boyunca ve köylere yaptığı ziyaretlerde yoksul insanların yediği dayakları, gördüğü işkenceleri, cinayetleri, sevdiklerinin alınıp götürülmesine, evlerin yakılmasına, mahsulün yok edilmesine dair hikâyeleri defalarca dinledi. Kendisine şükranlarını ve derin sadakatlerini sunan yoksulların sevgisine mazhar olan Romero’nun katedralinde Pazar günü düzenlenen ayinlere genelde o yoksullar katıldılar. O köylüler, Romero’nun kendi sesleri ve savunucuları olduğunu söyleyen yüzlerce mektup kaleme aldılar.

Romero, başpiskopos olmadan önce de bazı köylerde papazlar Hristiyan cemaatlerini geliştirecek adımlar atmışlardı. Her hafta köylüler, bir araya gelip Kitab-ı Mukaddes okuyor, tartışıyor, cemaat bağları inşa eden bu insanlar, bölgede Kitap ve Hristiyan öğretisi konusunda eğitim verecek liderleri seçiyorlardı.

Cemaatlerin bazı üyeleri, hoca veya kelam temsilcisi oluyorlardı. “Halk toplulukları” adı verilen bu cemaatler, bugün Latin Amerika’nın büyük bir kısmında mevcut. Brezilya gibi yerlerde de faal olan bu gruplar, Katolik Kilisesi’nin hayatında önemli bir yere sahipler.

Ne var ki süreç içerisinde toprak sahipleri, köylüleri bir araya getiren, aralarında ortak bağlar kurulmasını sağlayan her şeyi tehdit olarak görüyorlardı. Binlerce köylünün ayaklandığı ve kıyımdan geçirildiği 1932 yılından beri toprak sahipleri, köylülerin örgütlenme ihtimalinden korkarak yaşadılar. Bu süreçte Hristiyan cemaatleri de oluştu. Köylü birlikleri kuruldu. Bazıları, yüz yıl öncenin Katolik düşünürlerinin ve papalarının geliştirdiği Katolik toplumsal düşüncesinin eseriydi. Politik baskı uygulamaları durumunda bu köylü birliklerinin umut olabileceğini gören bazı rahipler, bu birliklerin gelişmesini teşvik ettiler. Vaazlarında iyi bir dünyaya dair umutlarından ve sosyal adaletten dem vurdular.

Kitap incelemeleri ve tartışmaları üzerinden oluşan Hristiyan cemaatleri, köylüleri yaşadıkları sefalet ve İsa Mesih’in mesajı üzerinden düzgün bir hayat yaşama umudu konusunda daha da bilinçlendirdi. Doğalında köylü birlikleri, ortak eylem dâhilinde birleştiler. Hristiyan cemaatlerinin liderleri, köylü birliklerinin de liderleriydi. Büyük toprak sahiplerine göre küçük Hristiyan cemaatleriyle köylü birlikleri arasında hiçbir fark yoktu. Her ikisinde aynı köylüler faaliyet yürütmekteydi. Kilise, bu noktada köylüleri bilinçlendirme rolünü üstlenmişti. Bu sebeple kilise, Romero’nun başpiskopos olmasından çok önce baskıyla yüzleşmişti.

Oscar Romero, 22 Şubat 1977 günü başpiskopos olduğunda yoksulların savunucusu olacakmış gibi görünmüyordu. 1917’de El Salvador’un doğusundaki küçük ve dağlık bir kasabada dünyaya gelen Romero, 13 yaşında papaz okuluna gitti. Dışarıya kapalı, manastırvari eğitim süreci II. Vatikan Konsili öncesi Katolik din adamlarının oluşumuna damga vuran ana unsurdu.

Romero’nun düşünsel açıdan önemli bir seviyede olduğunu gören San Miguel piskoposu, onu ilahiyat eğitimi için Roma’ya gönderdi. 1942’de Roma’da kendisine rahip unvanı verildi. Altı yıl Roma’da kalan Romero, burada edindiği tecrübe üzerinden Katolikliğe, papanın makamına ve şahsiyetine iyice bağlandı. 1943’te ülkesine döndü. San Miguel şehrinde rahip olarak çalışmalara başladı.

Şehrin merkezi mahallesinde papaz olarak çalışan Romero, bir yandan da cemaatin çıkarttığı gazetede yazılar yazdı. Bölge radyosunda vaazlar verdi, konuşmalar yaptı. Bunlar, o dönem bir rahip için gayet sıra dışı faaliyetlerdi. Kilise dışı insanlar için teşkil edilmiş birçok Katolik örgütü, yüzünü bu mahalleye çevirdi. Dostlarının ve destekçilerinin sayısı binleri buldu.

1967’de Salvadorlu piskoposlar, Romero’yu piskopos konferansının genel sekreteri olarak atadı. Bu karar üzerine Romero, San Salvador’a taşındı. Enerjisiyle ve verimliliğiyle başpiskopos Luis Chaivez’i etkiledi. Chaivez, Romero’nun yardımcısı olmasını istedi. 1970’te piskopos unvanına kavuşan Romero, bir yandan piskopos konferansı ile ilgili çalışmalarını sürdürürken bir yandan da başpiskoposa yardım etti. Rahiplik öğrencilerinin eğitim gördüğü okulda rektörlük yaptı. Ayrıca başpiskoposluğun sorumluluk sahasında çıkan gazetenin yayın yönetmenliğini üstlendi. 1974’te Roma, kendisini San Miguel kentinin yakınlarındaki Santiago de Maria isimli küçük bir bölgenin piskoposu olarak atadı. Romero, başpiskopos olana dek burada kaldı.

Rahip ve piskopos olarak çalıştığı tüm dönem boyunca Romero, kilise için muazzam bir enerji harcadı, dindarlara has bir bağlılıkla bağlı olduğu kiliseye sadakatini hiç yitirmedi. II. Vatikan Konsili sonrası kilisede öne çıkan yeni fikirlere de dikkat kesilen Romero, San Salvador’un başpiskopos yardımcısı olarak, din adamlarının katıldığı, dünyevi meselelerin, köylülere yönelik politikaların ve uygulamaların tartışıldığı toplantılardan da rahipler senatosundan da uzak durdu. II. Vatikan Konsili kararlarını kabul etse de başkalarının konsil üzerinden ulaştıkları tüm sonuçları ve başpiskoposluk sahasındaki tüm uygulamaları kabule henüz hazır değildi. Konsil, Tanrı’nın dünyayı O’nun hükümranlığını yeryüzünde tesis ederek kurtarmak suretiyle hizmet edecek insanlarından bahsediyordu. Bu hükümranlıksa ancak ebediyete dek kusursuzlaştırılarak tesis edilebilirdi.

Romero, ömrünün büyük bir kısmını, papadan piskoposlara ve rahiplere, oradan da iyi hayat yaşayıp ölüm sonrası ebedi mutluluğa erişmek suretiyle kendilerini kurtaracak olan sıradan kilise mensuplarına uzanan otoriteye vurgu yapan bir kilise bünyesinde geçirdi. Ortada iki farklı kilise anlayışı vardı ve bunlar birbirleriyle çatışmadan bir arada varoluyordu. İlki toplumun dertleriyle ilgileniyor, diğeri ilgilenmiyordu.

Romero’nun zihniyetini değiştirmesi için zamana ve deneyime ihtiyacı vardı. Kiliseyi ve tüm insan hayatını aşkın olan Tanrı’ya tabi şeyler olarak gördüğü için değişmeyi bildi.

“Bizi seven, bizi kurtarmak isteyen Tanrı’yı teyit eden biri haline gelmek istiyorum”[6] diyen Romero şu tespiti yapıyordu:

“Aşkınlığı anlamayanlar, bizi anlayamazlar. Burada adaletsizliklerden bahsedip onları mahkûm ettiğimizde, bizim siyaset yaptığımızı zannediyorlar. Oysa biz, yeryüzündeki adaletsizlikleri Tanrı’nın adil hükümranlığı adına mahkûm ediyoruz.”[7]

James R. Brockman

[Kaynak: Third World Quarterly, Cilt. 6, Sayı. 2 (Nisan 1984), s. 446-457.]

Dipnotlar:
[1] Jos
é Calderón Salazar’la telefon üzerinden yapılan söyleşi, Orientación, 13 Nisan 1980.

[2] Louvain Üniversitesi’nde 2 Şubat 1980 günü yapılan, “Dinin Yoksullara Seçenek Sunan Boyutu” başlıklı konuşması, La Voz de los Sin Voz: La palabra viva de Mons. Oscar Arnulfo Romero içinde, San Salvador: UCA Editores, 1980, s 184. Bu makalede Romero’ya ait sözlerin tüm çevirileri bana ait. Louvain konuşmasının İngilizce hali şurada yayınlandı: Commonweal 109(6), 26 Mart 1982.

[3] Pope Paul VI, “On Evangelisation in the Modern World”, Washington DC, American Catholic Conference, 1979, s. 22 (Sayı. 30).

[4] Louvain konuşması, a.g.e., s. 186.

[5] 29 Temmuz 1979 tarihli vaazı, San Salvador, Publicaciones Pastorales Catedral, 1979, s. 8.

[6] 25 Şubat 1979 tarihli vaazı, Mons. Oscar A Romero: Su Pensamiento içinde, Cilt. 6, San Salvador: Publicaciones Pastorales del Arzobispado, 1981, s. 168.

[7] 2 Eylül 1979 tarihli vaazı, San Salvador: Publicaciones Pastorales Catedral, 1979, s. 26.

0 Yorum: