Kadıköy
sokaklarında Grup Yorum afişlerinin etrafına yapıştırılmış sticker’lar, yakın
tarihin ideolojik-politik karmaşasına dair tartışmalarının yeniden açılmasına
neden oluyor. Afişte, sansürü delmek için şarkıların dinlenmesine aracılık eden
QR kod bulunuyor. Buraya kadar politik çözüm üretimi gündemde. Sticker’da ise “Kadıköy
Halk Meclisi” imzası ve yıldız, yumruk, çark bulunuyor. Logoda dikkat çeken bu
ögelerden çark, TKP’yi ve TİP’i, yumruğun çiziliş biçimi SEP’i andırıyor. Halk
meclislerini taktik olarak belirleyen Yorum’a yakın çevrenin bu iki ögeyle de
uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi aynı şekilde semt/mahalle olarak Kadıköy
vb. ile de ilgisi yoktu. Solun Kadıköy’de alan aramasına yeni bir çevre daha
eklendi, hem de gecekonduları inşa edip kamulaştırmadan gelerek “Milyonları
örgütleyeceğiz” diyen bir çevre.
Birkaç
ay önce Grup Yorum emekçisinin hayatını anlatan yaklaşık dokuz dakikalık bir
kısa film Youtube’a yüklendi. Filmdeki kız çocuğu yoksul bir aileden geliyor,
bir gün çöplükte Lenin’le ilgili görsellere rastlıyor. Sovyetler’de tüm
çocukların Lenin’le mutlu olduğunu görüyor. Sonrasında kurtuluş mücadelesine
giden yolun böyle başladığı belirtiliyor.
Film,
büyük ihtimalle Yorum’un Almanya ekibi tarafından çekilmiş olmalı ki kız çocuğu
evden her çıktığında evin bulunduğu semt göze çarpıyor. Semtteki evlerin mimari
biçimi tek tip ve gecekonduyla alakası olmayan düzenli-planlı yapılar içeren
bir sokak. Yabancılaşma ve Avrupalılaşma, tam olarak burada dikkat çekiyor. Bu
durumun yansıması birkaç ay sonra Kadıköy sokaklarında kendini gösteriyor.
Solun
beyazlaşma sürecinin bu çevreye kadar sirayet etmesi, anarşizm ve yabancılaşma
tartışmasını beraberinde getiriyor. Kadıköy, ona özel üretilen eklektik ögeler
içeren logo, gecekondu yaşamının planlı mimarinin yansıdığı Alman sokaklarında
anlatılması...
Öncelikle
Kadıköy tartışmasını bir kenara bırakıyoruz çünkü sınıfsal, politik, kültürel
açıdan Kadıköy’ün konumu ve sol açısından “önemi” defalarca tartışıldı. Burada
üzerinde durulması gereken noktalar; anarşist bireyin inşası, kitle
mücadelesinin geriye çekilmesi, küçük burjuvaya siyaset ören yolun açılması.
İlk
olarak Yorum’un durumu ele alınacak olursa 93’e kadar üretilen albümlerde
kurtuluş ideolojisini geliştirerek mücadele veren tüm odakları kapsayacak
şekilde düzenlenmesiydi. Grubun halk ve tüm sol çevreler tarafından
sahiplenmesini sağlayan gerçek, bunun üzerine kuruludur. Şiirleri bestelenen
şairlerin farklı kesimlerden gelmesi, şarkıların sözlerinde herhangi bir
çevrenin değil, sosyalizm mücadelesinin değerinin öne çıkarılması, bireyin
değil, (Metin Kemal örneğinde görüldüğü üzere) kolektivizmin hayata geçirilmesi
Yorum’un tarihe sağlam kökler salmasını sağladı. Öyle ki çok sonraki tarihlerde
bile insanlar, bu bağ üzerinden bir araya gelip mücadeleyi büyüttüler.
96
SAG süreci sonrası çıkarılan albümde dikkat çekmese de bireyin öne çıkarılması
ve onun müziğinin yapılması gündeme geldi. Burada bir sorun var: Hareket adım
atar, müzik grubu onu takip eder. Bu gerçek, zamanla “müzik grubu adım atar,
hareket buradan kendine alan açar” noktasına evrildi. Özellikle İnönü ve meydan
konserleri, bu yanılsamanın perçinlendiği eşiklerdi. Milyonların bir konsere
gelmesi müzik grubunun başarısı olarak tarihe geçer fakat tarihe geçmek, önü
açılan yolun nereye evrileceğinin tartışmasını da açar.
Tekrar
bireye siyaset ve müzik örmeye gelince 2000 ölüm oruçları, önce politikada
sonra müzikte bireye ve dar gruba doğru daralmaya yol açtı. Ölüm orucu
eylemcisinin mücadelesinin tekil semboller üzerinden yürütülüp buradan kitle
siyaseti örmeye çalışmak, yakalanan kitlenin gelip geçici olduğu gerçeğinin
üzerine örtmez.
Bir
politik çevre, sürekli olarak “mağdur birey” denkleminden kitlelerle temas
kurmaya çalışmayı taktik olarak belirlerse OHAL gibi baskı dönemlerini
kitlelerle ve sınıfla değil, bireyle aşmaya çalışır ve bunun sonucu yenilgidir.
Buradaki daha büyük tehlike ise ideolojik açıdan anarşizm ne kadar reddedilse
de anarşizmi yeniden üretmektir. İşinden aşından edilen bir kişinin “tekil”
mücadelesi üzerinden başlatılan açlık grevleri ve tüm siyaset gündeminin buraya
kilitlenmesi politik açıdan sıkıntılı bir durum yaratır. Tekilin etrafında
milyonlar birleşmediği/birleşmeyeceği gibi tüm dinamizmi buraya kanalize etmek
halktan kopuşa neden olur ki gelinen nokta Kadıköy’dür.
Her
adaletsizlikte ve mağduriyette bireyin etrafında kolektivizm kurmaya çalışmak,
açlık grevi gibi son noktayı ifade eden adımları atmak, müziğin “biz” öznesini
dar gruba indirgemek gibi yönelimler, her yönüyle anarşizmi geliştirmeyle
özdeştir. Süreçler bu şekilde gelişince müzik grubuna da tekilin şarkısını
yazmak kalır, hem de tekil yaşıyorken. Bu tekil, yarın yoldan döndüğünde
şarkının ne anlam ifade edeceği de belirsizleşir. Bu, sadece günü kurtarır ve
kurtarılan günün geleceğe şekil vereceği gibi yanlış bir denklemi kurdurur.
Asıl risk, halkın gündemine çözüm siyaseti geliştirileceği yerde dar grup gündeminin
halka dayatılmasıdır.
Tekillerin
adalet arayışına dair eylemliliklerinin gösteriye uygun biçimde
medyatikleştirilmesinin ardından “ülkede mücadele eden tek çevre biziz”
denilmesi, yine anarşizmin ve sol çocukluk hastalığının belirtileridir. Bu,
yanlış bir yoldur.
Bugün
Ekrem özelinde başlayan eylemler Yorum özelinde başlamıyorsa grup odağında
ilgili çevrenin düşünmesi gereken noktaları ortaya çıkarıyor. Tüm süreç
dışsal-nesnel şartlara indirgenemez, öznel gerçeğin hataları henüz
tartışılmamış olmalı ki on yıllardır halka özeleştiri verilmiş değil. Artık,
bir yapı-çevre düşünün ki kitle mücadelelerinin değil, on yıllara yayılmış
sembol tekil isimlerin tarihini yazmış olsun. Bunun varacağı yer isimler
toplamıdır. Benzer şekilde Yorum’un eski bir emekçisinin ifade ettiği gibi “Yorum
yok, Yorumlar var.”
12
Eylül geldiğinde mülteciliği reddeden bir çevrenin bugün Avrupa’da(n) kendini
var etmeye çalışması, gecekondu inşasıyla kamulaştırma geliştirip bugün Kadıköy’e
girmek için uğraşması ve Almanya kentlerinde gecekondu ve yoksulluk temalı kısa
film çekmesi, bir dönem söz ve müziğin altına grup adını yazarken bugün Youtube’a
yüklenen şarkılarda söz ve müzik sahibinin grup emekçilerinin adlarıyla
doldurulması (oysaki ilk albümden sonra kartonetlerde kişi isimleri söz ve
müzikte değil, sadece hangi enstrümanı kimin çaldığı bilgisinde geçmesine ve bu
yüzden Metin Kemal vakasının yaşanmasına rağmen) küçük burjuvalaşmanın ve
anarşizmin ideolojik olarak politik saflara yerleşmeye başladığını gösterir.
71
kopuşunun hiçbir önder ismi mülteciliği kabul etmediği gibi bu yoldan gittiğini
ifade eden şeflerin otuz yıldır bitmeyen mülteciliği tüm solda görülen çarpık
bir durumdur. Gonzalo, kendi ülkesinde ömrünü hapishanenin en zor koşullarında
geçirdi. Bugün taban, ülke hapishanelerindeyken şeflerin Avrupa’da olmasının
sol açısından açıklanabilir bir yanı bulunmuyor çünkü her mücadele kendi
toprağında filizlenir.
Bir
yerden sonra Avrupalılaşma halkından yabancılaşmaya ve kopuşa yol açar, açıyor
da. Bu durumun yansımaları “emperyalizmin suçlarının” avukat eşliğinde
savcılığa şikâyet edilmesi ve CHP’ye “direnmeyi öğreneceksiniz” diye akıl
vermeyle görünür hâle gelir. Öncelikle mevcut hukuk sistemini tanımadığını
iddia edenlerin bu hukuk sisteminden medet ummasıyla, Mansur Yavaş özelinde CHP’li
belediye başkanlarının önceki dönem başkanlarına ait suç teşkil edebilecek
dosyaları savcılığa verip “ilerisi için kayıt oluşturma” çabası arasında hiçbir
fark bulunmuyor. İkincisi, CHP'nin direnmeyi hiçbir zaman öğrenemeyeceği ve
varlık nedeninin bu tarihsel gerçeği kesme üzerine olduğunun tam olarak
kavranmamasıdır.
“Direnmeyi
öğreneceksiniz” türü üstten cümleler, bir noktada CHP’yi direnme
geliştirebilecek konuma çekme çabası ve bir yerde dostane fırça atma
pratiğidir. CHP’nin özüne ve varlık nedenine dair tartışmayı yürütmek, 71
kopuşunun hiçbir şekilde anlaşılmadığını açığa çıkarır.
Aynı
süreç, OHAL döneminde işletildiğinden Ankara’da sürdürülen açlık grevlerinin
anarşizme vardırıldığı anlaşılamadı. Tüm sendika şubeleri ve iş yeri
gezileriyle bu mücadele, ülke genelinde birebir yüz yüze temaslarla
anlatılsaydı, sınıf, yanlış odakların peşinden gitmezdi.
Bugün
bu mücadeleyi yürütmüş insanlara sahip çıkılmıyorsa bunun nedeni popülizm,
gösteri kültürü ve anarşizmin politik taktik olarak üretilmesidir. Aynı alan
açma pratiği bugün de sürdürüldüğünden, halkın gerçek gündemi ıskalanıyor.
Bugün
turizm ve tarım gelirleri hesaplandığında, veriler diğer bölgelerle
kıyaslandığında görece refah seviyesini yakalamış Kıyı Ege’nin bir beldesinde
bir esnafla sohbet ettiğinizde gençlerin ve ailelerinin en büyük sorununun
uyuşturucu olduğunu söyleyebiliyor ve halk, kendi çaresizliği içinde çare
arıyor. Büyükşehirlere geldiğinizde bu soruna bir de kira sorunu ekleniyor.
Güneye indiğinizde sizi işsizlik karşılıyor. Doğu’ya gittiğinizde çaresizliği
ve zihinlerin egemen ideolojilerle çarpıtıldığını görürsünüz. Yönünüz Kadıköy
ve Avrupa olduğu sürece bu gerçekleri göremezsiniz. Sözün epiği ve sloganın
iddiası hayatın gerçeğine çarpıyorsa sorun içte aranmalıdır çünkü söz eylemin
önüne geçerse sözün sahibinin ayağı yerden kesilir.
Toparlayacak
olursak, milyonları örgütleyeceğini iddia eden bir çevrenin yıllardır müzik
grubu üzerinden halkla temas kurmaya çalışması, tekilin yaşadığı adaletsizlik
üzerinden bir mumun geceyi devirebileceği eğretilemesinin süreğen bir taktiğe
evrilmesi, Avrupa-Kadıköy hattının politik rota olarak belirlenmesi,
kolektivizmin geriye bireyin ileriye çekilmesi ve bu bireyi dinamik kılmak için
ona özel şarkılar bestelenip belgesel-filmler çekilmesi, halkın gündeminden
kopup dar grup gündeminin halka dayatılması, mülteciliğin artık reddedilmemesi
ve politik mültecinin ölüm orucuna girmeyip ülkedeki insanının ölüm orucuna
girmesini desteklemesi, Kadıköy’e özel reformist parti logolarından esinlenip
semte özel logo üretilmesi, Anadolu kentlerinden soyut mücadele yürütülmeye
çalışılması söz konusu çevre özelinde tüm solun ortak sorunudur.
Mum,
dibini aydınlatmıyorsa mumdan çare aramak da boşunadır ki kayıp geçen
yenilgilerle dolu çeyrek asrın nedeni, tek başına yüceltilen mumdur. Üstte
yanan ışık, alttaki karanlığa çare üretmediği gibi tepedeki ışık gövde eridikçe
alttaki karanlığa çöküp söner gider.
S. Adalı
14 Ağustos 2025
0 Yorum:
Yorum Gönder