Arap isyanları, altmışların ruhunu yeniden
diriltti. O yılın Ocak ayında Tahrir Meydanı’nı binler işgal ettiği vakit
Brüksel’den Doha’ya birçok şehirde Arapça yayın yapan radyolar saatlerce Ümmü
Gülsüm çaldılar. Bu yayın, sadece duygularını aktarmak isteyen dinleyicileri
telefona bağlandığı anlarda kesildi.
Mısır’ın kültür ikonası Ümmü Gülsüm, bir şarkısında
“halkım ben, imkânsız nedir bilmem” diyordu o titreyen hançeresiyle ve şöyle devam
ediyordu şarkısına: “ebediyetten gayrısı tatmin etmez beni.”
Sonuçta ülkede sömürgelik günlerinin son bulduğu
zamana geri dönülmüştü. Gençlik, Batı’nın desteklediği zalim devlet sistemine
karşı ayağa kalkmıştı. Bu süreçte Müslüman gençlik, kılavuzluğuna
başvurmak için yüzünü Che Guevara, Frantz Fanon, Seyyid Derviş, Ali Şeriati ve Malcolm
X gibi isimlere çevirdi.
“Acaba Ali Şeriati olsa Sünni-Şii çatışması
hakkında ne derdi? Malcolm X, Müslüman Kardeşler’in iktidara gelişi hakkında ne
düşünürdü?” türü soruları soran gençlik, her sorusunda bu isimlerden
bahsediyordu artık.
Ama Amerikan diplomasisi, bu devrimci ruhu yok etmek için hemen hamle yaptı. Mayıs 2011’de Tunus’taki ABD büyükelçiliği,
halka açık bir hitabet yarışması tertipledi. Yarışmada konuşmacılara, “kim
Malcolm X olmak istiyor? Yeni Martin Luther King sen misin? Yeni Nasır sen
olabilir misin? Malcolm X kim olmak ister? Sözlerinle insanlara ilham verip
onları harekete geçirebilir misin?” türü sorular soruldu.
Hatta o dönemde Dışişleri Bakanlığı, Arap
isyanlarına saygı temalı rap konserleri düzenledi. Altmışların ruhunu aksettiren
bu konserler, panafrikacılık fikrini temel almaktaydı. Konserlere çıkanların
şarkı sözlerinde şu tür ifadelere rastlanıyordu: “Devrimci ve ılımlıdır Compton
şehri, onlar Garvey’nin Marcus’u, Bob Marley, Sékou Touré, Patrice Lumumba,
Malik Shabazz, Kwame Nkrumah / Devrim beni Muhammed Buazizi gibi özgürleştirdi!”
Bu yeni halk demokrasisinin diğer bir ilginç yanı
da Malcolm X’ten radikalleştirici etkiye sahip bir isim olarak bahsedilmesi.
Amerikan hükümetinin Malcolm’a ilgisi ise esasen John Walker Lindh vakası ile
birlikte açığa çıkmıştı.
Ekim 2001’de Afganistan’daki çatışmalarda bu genç,
Taliban saflarında savaşırken yakalandı. Hükümetin üzerinde durduğu soru şuydu:
Bu Martin kasabasında doğup büyümüş, orta sınıftan bir aile içerisinde yetişmiş
olan genç, nasıl olmuştu da Taliban’a katılmıştı?
Lindh’in internette paylaştığı yazıları inceleyen
uzmanlar, yakaladıkları ipin ucunu takip ettiler ve oradan da hip-hop sohbet
odalarına ulaştılar. Oralarda kendisini siyah olarak takdim eden, “Dudu” veya “Profesör”
takma adını kullanan Lindh, bir yerde şunu söylüyordu: “Beyazların bizden
nefret etmelerine sebep olan şey bizdeki siyahlık değil aslında, onlardaki
nefretin sebebi, sahip oldukları ırkçılık.”
Bu gencin radikalizme doğru seyreden yolculuğunu
incelerken uzmanlar, ta 12 yaşındayken başına gelen bir olay üzerinde durdular.
O yaşlarda annesi kendisini sinemaya götürmüştü. Sinemada Spike Lee’nin Malcolm X filmi (1992) oynamaktaydı. Filmi seyrettikten
sonra Lindh, filmin beslendiği Alex Haley’nin Malcolm X’in Otobiyografisi (1965) isimli kitabını okudu. Hatta aynı dönemde
hip-hop dinlemeye başladı.
Bunun üzerine Amerikalı ve Avrupalı yetkililer,
Malcolm X’in Müslüman gençlerin politikleşme sürecinde merkezî bir konuma sahip
olduğunu gördüler ve “risk altındaki” Müslüman gençleri koruma noktasında “ılımlı”
bir Malcolm X” hikâyesinin anlatılması ve ona dair ılımlı bir anlayışın
geliştirilmesi gerektiği tespitinde bulundular.
Malcolm X, Müslüman gençler nezdinde çok farklı
şeyleri temsil ediyor. Eğer İslam, hip-hop kültürünün gayrıresmi dini ise
Malcolm X de onun elçisi veya koruyucu azizidir. Onun konuşmaları şarkı
sözlerinde alıntılanır, kıyafetleri ve hareketleri taklit edilir.
Hip-hop, dışlananların ayağa kalkışını göklere
çıkartan bir müziktir. Dolayısıyla dolandırıcı iken tüm dünyanın bildiği biri
hâline gelen, devletleri ayaklarının altına alan, milliyetçiliğin ve
efendilerin “yurtsever” tutumlarının ayaklara taktığı prangaları kırıp atan,
sadece Allah’tan korkan Malcolm X’in Müslüman olsun ya da olmasın gençleri
kendisine bağlaması gayet doğaldır. Malcolm, gecekondularda devletin
hâkimiyetinin dayandığı temelleri aşındıran, o devletin uzantısı olarak hapishaneleri
sarsan bir isimdir. Onda İslam ve siyahların tarihi iç içe geçer. Malcolm, bu
iki gücün zindeliğinin ve kesintisizliğinin kanıtıdır.
Sonuçta Karl Marx’ın yazıları farklı düşünce
okullarının kurulmasını sağlamış, ortaya “Marksoloji” denilen saha çıkmıştır. Bu
anlamda “Malcolmoloji” diye bir sahadan söz edilebilir ve bu saha, Malcolm’ın
konuşmalarına, mülâkatlarına ve hayatındaki belirli olaylara dair farklı
yorumlardan oluşur.
Bazı araştırmacılara göre İslam Milleti’nden
ayrıldığı dönemde Malcolm X, hakların “her tür araçla” elde edilmesi gerektiği üzerinde
duran bir isimdir. Bazı araştırmacılar ise onun Mekke sonrası edindiği Sünni
evrenselci kimliğine odaklanırlar. Genç Müslümanları asıl cezbedense Malcolm’daki
radikal enternasyonalizm ve ulus-devleti aşan politik kimliktir. Yaşlı entegrasyoncu
Müslümanlarsa Malcolm’ın “Oy Sandığı mı Mermi Sandığı mı?” konuşmasını yaptığı
hayatının son döneminde Amerika ve ulus-devlet ile uzlaştığını söylerler.
Müslüman gençler arasında görülen devlet karşıtı
yaklaşımlar konusunda endişelenen yazar Sherman Jackson, “Malcolm bugün
yaşasaydı, Sünni bir Müslüman olarak, vicdanî bir yaklaşımla, eskiden her şeye
itiraz eden üslubunu geride bırakıp, zerre tereddüt etmeden, ‘evet ben
Amerikalıyım’ derdi” tespitinde bulunuyor, devamında da şunu söylüyor: “Sonuçta
Afro-Amerikan lider, bildiğimiz Malcolm X olmaktan çıkıp İbni Teymix olurdu.”
Amerikalı ve İngiliz devlet yetkililerin asıl
dikkatini, Obama’nın 2008’in seçim zaferi sonrası El-Kaide’nin yayınladığı
video çekti. O videoda El-Kaide, Malcolm X’in militanlığını övüyor, yeni
seçilen başkanı “ev kölesi” olarak tarif ediyordu.
Bunun üzerine Amerikan elçilikleri, Siyahların Tarihi veya Malcolm’ın doğum
günü gibi etkinliklere destek olmaya, Obama’yı ve Hac sonrası Malcolm’ı
birlikte göklere çıkartmaya, bu iki kişinin beynelmilel isimler hâline gelişine
övgüler düzmeye, İslam’la ilişkileri üzerinde durmaya başladı. Bu etkinlerde
asıl söylenense şuydu: “Malcolm X, Obama’nın mümkün kıldığı özgür ve hayat dolu Amerika’nın sembolüdür.”
İngiliz hükümeti de benzer adımlar atarak, Malcolm
X’in “ılımlı” anlayışı üzerinde duran Müslüman örgütlere para akıttı. Bu örgütlerin
etkinliklerinde asıl üzerinde durulan husus ise Malcolm’ın Hac sonrası yaşadığı
dönüşümdü.
Hillary Clinton’ın Siyaset Planlaması ekibinde yer
alan siyaset bilimci Peter Mandaville’e göre Britanya’da Müslüman
hip-hopçuların kaleme aldıkları saldırgan, cepheleşmeyi esas alan şarkı sözlerinde
de görüldüğü üzere, Malcolm’a yönelik ilgideki artış, ulusal güvenlik konusunda
olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir meseleydi.
Bu değerlendirmesinde Mandaville, İngiliz
hükümetinin radikalleşme karşıtı projeye para ve destek sunmasına övgüler düzmekteydi.
Bahsini ettiği proje ise geleneksel İslamî görüşlerle toplumsal malumatı
hip-hopa has hassasiyetlerle bir araya getirmekte, Britanya’daki Müslüman
gençleri İslam Milleti’nden kopmuş, dünyayı gezme fırsatı bulmuş Malcolm’da
görülen kozmopolit fikirler etrafında toplamaya çalışmaktaydı.
“Ben Malcolm X’im” adını taşıyan bu radikalleşme
karşıtı girişime hem İngiliz hükümeti hem de Londra’daki ABD büyükelçiliği
destek verdi. Bu çalışmaya ABD ve Birleşik Krallık’tan birçok Müslüman rap şarkıcısı
katıldı. İnsan hakları hareketi lideriyle ilgili bu etkinlik farklı tepkilere
yol açtı.
Bu etkinlik kapsamında, Mart 2009’da Londra’da gerçekleştirdiği
performansında Amerikalı hip-hop elçisi Kumasi, gösterisine Kelime-i Şehadet’i dâhil
etti. Şarkıcı, “Allah’tan başka ilah yoktur” dedikten sonra geri kalan kısmı, “Muhammed
de onun kulu ve elçisidir” ifadesini seyirciye söylettirmek isteyince Atlantik’in
iki yakasında birçok kişinin öfkelenmesine neden oldu.
Boston’da yaşayan Amerikalı imam ve eski hip-hop
DJ’yi Suhaib Webb, “Müslüman hip-hop” fikrini sorgulayan bir isim olarak,
Londra’da Kelime-i Şehadet’e şarkısında yer veren Amerikalı şarkıcıların (1985
tarihli hip-hop filmi) “Krush Groove’laştırılan, sulandırılmış bir İslam”ı
temsil ettiklerini söyledi. “Kur’an ve hip-hop harmanlamaz” diyen Webb’e karşı
çıkan bazı isimlerse esas olarak, Malcolm X’in iyice serbestleştirilmiş,
zıvanadan çıkartılmış “Müslüman hip-hopu”nu meşrulaştırmak için kullanılması
üzerinde durdular.
O dönemde katılımcılardan birisi sosyal medya
hesabında şunu yazdı: “Hayatım boyunca birinin sahneye çıkıp arkasında onca
enstrümanla ‘Lailaheillallah’ derken dans edeceğini göreceğim aklıma bile
gelmezdi. Oradaki herkes, ‘bunda sorun yok, yapılan şey sonuçta Malcolm X,
Müslüman sanatçılar ve Müslüman organizatörler adına yapıldı.” Başka bir
katılımcı ise cazdan ve Lindy Hop dansından hoşlansa bile Malcolm’ın Hac
sonrası Kur’an ile hip-hopun cem edilmesine karşı çıkacağını” söyledi.
Dışişleri Bakanlığı’nın desteklediği hip-hop
elçilerinin yolu, sonradan selefileşmiş olan Suudi destekli Loon ve Napoleon
gibi rap şarkıcılarıyla kesişti. Bunlar, Avrupa’daki Müslümanları örgütlemek
için uğraşan isimlerdi.
Bu tür çalışmalarda Amerika kaynaklı tasavvuf
siyaseti ile Suudi Arabistan kaynaklı selefi stratejisinin tuhaf bir biçimde yan
yana geldiğini görüyoruz. ABD Dışişleri Bakanlığı, Müslüman, çoğunlukla selefi
olan insanlardaki militanlıkla, sakinlikle malul İslam tasavvufunu karşı
karşıya getiriyor. Öte yandan Suudi Arabistan ise sonradan Müslüman olmuş,
selefileşmiş Amerikalı isimleri tasavvufçuluğun, Şiiliğin ve genel olarak
hip-hop kültürünün karşısına çıkartıyor.
Amerikalı müzik elçileri, müzikten yana duran,
çokkültürcü bir Malcolm X resmi çiziyorlar. Suudi selefi çizgideki isimlerse Malcolm’ın
Hac sonrası dönemine odaklanıp onun müziği aştığı iddiası üzerinde duruyorlar.
Devletler ve toplumsal
hareketler, Malcolm X’in mirası konusunda yoğun bir mücadele yürütüyorlar. Her iki
kesim de altmışların başında gündeme gelen, siyah enternasyonalizmi üzerinde
hak iddia etme derdinde. Bilindiği üzere, Soğuk Savaş’ın zirveye ulaştığı bu
dönemde birçok devlet ve hareket, onu kendi safına çekmek için uğraşmıştı.
Hişam
D. Aidi
[Kaynak:
Rebel Music: Race, Empire, and the New
Muslim Youth Culture, Pantheon Books, 2014.]
0 Yorum:
Yorum Gönder