22 Şubat 2020

,

Ben Malcolm X’im


Ağustos 2011’de Kahire’deki bir kitapçı, Ahbar gazetesine şunu söylüyordu: “Mübarek’in devrildiği günden beri dükkânda en çok Che Guevara’nın ve Malcolm X’in hatıratı satıldı.”

Arap isyanları, altmışların ruhunu yeniden diriltti. O yılın Ocak ayında Tahrir Meydanı’nı binler işgal ettiği vakit Brüksel’den Doha’ya birçok şehirde Arapça yayın yapan radyolar saatlerce Ümmü Gülsüm çaldılar. Bu yayın, sadece duygularını aktarmak isteyen dinleyicileri telefona bağlandığı anlarda kesildi.

Mısır’ın kültür ikonası Ümmü Gülsüm, bir şarkısında “halkım ben, imkânsız nedir bilmem” diyordu o titreyen hançeresiyle ve şöyle devam ediyordu şarkısına: “ebediyetten gayrısı tatmin etmez beni.”

Sonuçta ülkede sömürgelik günlerinin son bulduğu zamana geri dönülmüştü. Gençlik, Batı’nın desteklediği zalim devlet sistemine karşı ayağa kalkmıştı. Bu süreçte Müslüman gençlik, kılavuzluğuna başvurmak için yüzünü Che Guevara, Frantz Fanon, Seyyid Derviş, Ali Şeriati ve Malcolm X gibi isimlere çevirdi.

“Acaba Ali Şeriati olsa Sünni-Şii çatışması hakkında ne derdi? Malcolm X, Müslüman Kardeşler’in iktidara gelişi hakkında ne düşünürdü?” türü soruları soran gençlik, her sorusunda bu isimlerden bahsediyordu artık.

Ama Amerikan diplomasisi, bu devrimci ruhu yok etmek için hemen hamle yaptı. Mayıs 2011’de Tunus’taki ABD büyükelçiliği, halka açık bir hitabet yarışması tertipledi. Yarışmada konuşmacılara, “kim Malcolm X olmak istiyor? Yeni Martin Luther King sen misin? Yeni Nasır sen olabilir misin? Malcolm X kim olmak ister? Sözlerinle insanlara ilham verip onları harekete geçirebilir misin?” türü sorular soruldu.

Hatta o dönemde Dışişleri Bakanlığı, Arap isyanlarına saygı temalı rap konserleri düzenledi. Altmışların ruhunu aksettiren bu konserler, panafrikacılık fikrini temel almaktaydı. Konserlere çıkanların şarkı sözlerinde şu tür ifadelere rastlanıyordu: “Devrimci ve ılımlıdır Compton şehri, onlar Garvey’nin Marcus’u, Bob Marley, Sékou Touré, Patrice Lumumba, Malik Shabazz, Kwame Nkrumah / Devrim beni Muhammed Buazizi gibi özgürleştirdi!”

Bu yeni halk demokrasisinin diğer bir ilginç yanı da Malcolm X’ten radikalleştirici etkiye sahip bir isim olarak bahsedilmesi. Amerikan hükümetinin Malcolm’a ilgisi ise esasen John Walker Lindh vakası ile birlikte açığa çıkmıştı.

Ekim 2001’de Afganistan’daki çatışmalarda bu genç, Taliban saflarında savaşırken yakalandı. Hükümetin üzerinde durduğu soru şuydu: Bu Martin kasabasında doğup büyümüş, orta sınıftan bir aile içerisinde yetişmiş olan genç, nasıl olmuştu da Taliban’a katılmıştı?

Lindh’in internette paylaştığı yazıları inceleyen uzmanlar, yakaladıkları ipin ucunu takip ettiler ve oradan da hip-hop sohbet odalarına ulaştılar. Oralarda kendisini siyah olarak takdim eden, “Dudu” veya “Profesör” takma adını kullanan Lindh, bir yerde şunu söylüyordu: “Beyazların bizden nefret etmelerine sebep olan şey bizdeki siyahlık değil aslında, onlardaki nefretin sebebi, sahip oldukları ırkçılık.”

Bu gencin radikalizme doğru seyreden yolculuğunu incelerken uzmanlar, ta 12 yaşındayken başına gelen bir olay üzerinde durdular. O yaşlarda annesi kendisini sinemaya götürmüştü. Sinemada Spike Lee’nin Malcolm X filmi (1992) oynamaktaydı. Filmi seyrettikten sonra Lindh, filmin beslendiği Alex Haley’nin Malcolm X’in Otobiyografisi (1965) isimli kitabını okudu. Hatta aynı dönemde hip-hop dinlemeye başladı.

Bunun üzerine Amerikalı ve Avrupalı yetkililer, Malcolm X’in Müslüman gençlerin politikleşme sürecinde merkezî bir konuma sahip olduğunu gördüler ve “risk altındaki” Müslüman gençleri koruma noktasında “ılımlı” bir Malcolm X” hikâyesinin anlatılması ve ona dair ılımlı bir anlayışın geliştirilmesi gerektiği tespitinde bulundular.

Malcolm X, Müslüman gençler nezdinde çok farklı şeyleri temsil ediyor. Eğer İslam, hip-hop kültürünün gayrıresmi dini ise Malcolm X de onun elçisi veya koruyucu azizidir. Onun konuşmaları şarkı sözlerinde alıntılanır, kıyafetleri ve hareketleri taklit edilir.

Hip-hop, dışlananların ayağa kalkışını göklere çıkartan bir müziktir. Dolayısıyla dolandırıcı iken tüm dünyanın bildiği biri hâline gelen, devletleri ayaklarının altına alan, milliyetçiliğin ve efendilerin “yurtsever” tutumlarının ayaklara taktığı prangaları kırıp atan, sadece Allah’tan korkan Malcolm X’in Müslüman olsun ya da olmasın gençleri kendisine bağlaması gayet doğaldır. Malcolm, gecekondularda devletin hâkimiyetinin dayandığı temelleri aşındıran, o devletin uzantısı olarak hapishaneleri sarsan bir isimdir. Onda İslam ve siyahların tarihi iç içe geçer. Malcolm, bu iki gücün zindeliğinin ve kesintisizliğinin kanıtıdır.

Sonuçta Karl Marx’ın yazıları farklı düşünce okullarının kurulmasını sağlamış, ortaya “Marksoloji” denilen saha çıkmıştır. Bu anlamda “Malcolmoloji” diye bir sahadan söz edilebilir ve bu saha, Malcolm’ın konuşmalarına, mülâkatlarına ve hayatındaki belirli olaylara dair farklı yorumlardan oluşur.

Bazı araştırmacılara göre İslam Milleti’nden ayrıldığı dönemde Malcolm X, hakların “her tür araçla” elde edilmesi gerektiği üzerinde duran bir isimdir. Bazı araştırmacılar ise onun Mekke sonrası edindiği Sünni evrenselci kimliğine odaklanırlar. Genç Müslümanları asıl cezbedense Malcolm’daki radikal enternasyonalizm ve ulus-devleti aşan politik kimliktir. Yaşlı entegrasyoncu Müslümanlarsa Malcolm’ın “Oy Sandığı mı Mermi Sandığı mı?” konuşmasını yaptığı hayatının son döneminde Amerika ve ulus-devlet ile uzlaştığını söylerler.

Müslüman gençler arasında görülen devlet karşıtı yaklaşımlar konusunda endişelenen yazar Sherman Jackson, “Malcolm bugün yaşasaydı, Sünni bir Müslüman olarak, vicdanî bir yaklaşımla, eskiden her şeye itiraz eden üslubunu geride bırakıp, zerre tereddüt etmeden, ‘evet ben Amerikalıyım’ derdi” tespitinde bulunuyor, devamında da şunu söylüyor: “Sonuçta Afro-Amerikan lider, bildiğimiz Malcolm X olmaktan çıkıp İbni Teymix olurdu.”

Amerikalı ve İngiliz devlet yetkililerin asıl dikkatini, Obama’nın 2008’in seçim zaferi sonrası El-Kaide’nin yayınladığı video çekti. O videoda El-Kaide, Malcolm X’in militanlığını övüyor, yeni seçilen başkanı “ev kölesi” olarak tarif ediyordu.

Bunun üzerine Amerikan elçilikleri, Siyahların Tarihi veya Malcolm’ın doğum günü gibi etkinliklere destek olmaya, Obama’yı ve Hac sonrası Malcolm’ı birlikte göklere çıkartmaya, bu iki kişinin beynelmilel isimler hâline gelişine övgüler düzmeye, İslam’la ilişkileri üzerinde durmaya başladı. Bu etkinlerde asıl söylenense şuydu: “Malcolm X, Obama’nın mümkün kıldığı özgür ve hayat dolu Amerika’nın sembolüdür.”

İngiliz hükümeti de benzer adımlar atarak, Malcolm X’in “ılımlı” anlayışı üzerinde duran Müslüman örgütlere para akıttı. Bu örgütlerin etkinliklerinde asıl üzerinde durulan husus ise Malcolm’ın Hac sonrası yaşadığı dönüşümdü.

Hillary Clinton’ın Siyaset Planlaması ekibinde yer alan siyaset bilimci Peter Mandaville’e göre Britanya’da Müslüman hip-hopçuların kaleme aldıkları saldırgan, cepheleşmeyi esas alan şarkı sözlerinde de görüldüğü üzere, Malcolm’a yönelik ilgideki artış, ulusal güvenlik konusunda olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir meseleydi.

Bu değerlendirmesinde Mandaville, İngiliz hükümetinin radikalleşme karşıtı projeye para ve destek sunmasına övgüler düzmekteydi. Bahsini ettiği proje ise geleneksel İslamî görüşlerle toplumsal malumatı hip-hopa has hassasiyetlerle bir araya getirmekte, Britanya’daki Müslüman gençleri İslam Milleti’nden kopmuş, dünyayı gezme fırsatı bulmuş Malcolm’da görülen kozmopolit fikirler etrafında toplamaya çalışmaktaydı.

“Ben Malcolm X’im” adını taşıyan bu radikalleşme karşıtı girişime hem İngiliz hükümeti hem de Londra’daki ABD büyükelçiliği destek verdi. Bu çalışmaya ABD ve Birleşik Krallık’tan birçok Müslüman rap şarkıcısı katıldı. İnsan hakları hareketi lideriyle ilgili bu etkinlik farklı tepkilere yol açtı.

Bu etkinlik kapsamında, Mart 2009’da Londra’da gerçekleştirdiği performansında Amerikalı hip-hop elçisi Kumasi, gösterisine Kelime-i Şehadet’i dâhil etti. Şarkıcı, “Allah’tan başka ilah yoktur” dedikten sonra geri kalan kısmı, “Muhammed de onun kulu ve elçisidir” ifadesini seyirciye söylettirmek isteyince Atlantik’in iki yakasında birçok kişinin öfkelenmesine neden oldu.

Boston’da yaşayan Amerikalı imam ve eski hip-hop DJ’yi Suhaib Webb, “Müslüman hip-hop” fikrini sorgulayan bir isim olarak, Londra’da Kelime-i Şehadet’e şarkısında yer veren Amerikalı şarkıcıların (1985 tarihli hip-hop filmi) “Krush Groove’laştırılan, sulandırılmış bir İslam”ı temsil ettiklerini söyledi. “Kur’an ve hip-hop harmanlamaz” diyen Webb’e karşı çıkan bazı isimlerse esas olarak, Malcolm X’in iyice serbestleştirilmiş, zıvanadan çıkartılmış “Müslüman hip-hopu”nu meşrulaştırmak için kullanılması üzerinde durdular.

O dönemde katılımcılardan birisi sosyal medya hesabında şunu yazdı: “Hayatım boyunca birinin sahneye çıkıp arkasında onca enstrümanla ‘Lailaheillallah’ derken dans edeceğini göreceğim aklıma bile gelmezdi. Oradaki herkes, ‘bunda sorun yok, yapılan şey sonuçta Malcolm X, Müslüman sanatçılar ve Müslüman organizatörler adına yapıldı.” Başka bir katılımcı ise cazdan ve Lindy Hop dansından hoşlansa bile Malcolm’ın Hac sonrası Kur’an ile hip-hopun cem edilmesine karşı çıkacağını” söyledi.

Dışişleri Bakanlığı’nın desteklediği hip-hop elçilerinin yolu, sonradan selefileşmiş olan Suudi destekli Loon ve Napoleon gibi rap şarkıcılarıyla kesişti. Bunlar, Avrupa’daki Müslümanları örgütlemek için uğraşan isimlerdi.

Bu tür çalışmalarda Amerika kaynaklı tasavvuf siyaseti ile Suudi Arabistan kaynaklı selefi stratejisinin tuhaf bir biçimde yan yana geldiğini görüyoruz. ABD Dışişleri Bakanlığı, Müslüman, çoğunlukla selefi olan insanlardaki militanlıkla, sakinlikle malul İslam tasavvufunu karşı karşıya getiriyor. Öte yandan Suudi Arabistan ise sonradan Müslüman olmuş, selefileşmiş Amerikalı isimleri tasavvufçuluğun, Şiiliğin ve genel olarak hip-hop kültürünün karşısına çıkartıyor.

Amerikalı müzik elçileri, müzikten yana duran, çokkültürcü bir Malcolm X resmi çiziyorlar. Suudi selefi çizgideki isimlerse Malcolm’ın Hac sonrası dönemine odaklanıp onun müziği aştığı iddiası üzerinde duruyorlar.

Devletler ve toplumsal hareketler, Malcolm X’in mirası konusunda yoğun bir mücadele yürütüyorlar. Her iki kesim de altmışların başında gündeme gelen, siyah enternasyonalizmi üzerinde hak iddia etme derdinde. Bilindiği üzere, Soğuk Savaş’ın zirveye ulaştığı bu dönemde birçok devlet ve hareket, onu kendi safına çekmek için uğraşmıştı.

Hişam D. Aidi

[Kaynak: Rebel Music: Race, Empire, and the New Muslim Youth Culture, Pantheon Books, 2014.]

0 Yorum: