Postinsan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Postinsan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2025

, ,

Skinner Kutusu



Avusturyalı yazar Ivan Illich, ünlü kitabı Şenlikli Toplum’da, sanayi sonrası kapitalist toplumların büyüme sürecini sonsuz kılma arzusunun nihayetinde yapısal bir krize veya totaliter bir kontrol sisteminin kuruluşuna yol açacağı öngörüsünde bulunur. Yazarın kitapta bu ihtimali tarif etmek için kullandığı en çarpıcı imgelerden biri de T. E. Frazier’in Skinerci toplama kampıdır.

Bu güçlü metafor, okuru tahrik etmeyi amaç edinmiş, basit bir girişim değildir. Burada yazar, esasında toplumun sadece tekniği ve algoritmayı esas alan, kendisini insanların davranışlarının dürtü ve teşvikler üzerine kurulu, kontrol altında tutulan bir sistem üzerinden biçimlendiği, devasa bir Skinner Kutusu olarak örgütlenme tehlikesinden söz etmektedir.

Skinner’in Walden İki çalışmasında adı geçen Frazier’e atıfta bulunan Ivan Illich, bireyin özerkliğine dönük arzu dâhilinde verimliliğin ve yukarıdan aşağı doğru işleyen kolektif planlama faaliyetinin belirleyici olduğu bir dünyaya işaret etmektedir. Kitabın üzerinden elli yıldan fazla bir zaman geçti ve görüyoruz ki Illich’in öngörüsü gerçekleşmiş.

Bu makalenin amacı, eğitime dair yaklaşımları, dijital teknolojileri, toplumsal kontrol politikalarını ve akılı şehirlere uzanan yolu radikal davranışçılığın nasıl biçimlendirdiğini ortaya koymak. Yazı bu amaç doğrultusunda, yirminci yüzyıl psikolojisinin en etkili isimlerinden biri olan Skinner’in mirasına odaklanıyor.

Bilindiği üzere Skinner, ABD Kara Kuvvetleri için intihar bombası olarak kullanılacak güvercinleri eğitmeyi amaçlayan projenin arkasındaki isim. Bu proje başarısız oldu, kendisi para kaynağından mahrum kaldı ama İkinci Dünya Savaşı sonrası aldığı parayla dünya genelinde şöhrete kavuştu. Fikirleri deneysel psikolojiyi dönüştürmekle kalmadı, ayrıca eğitim, ekonomi ve yeni teknolojiler gibi alanları epey etkiledi.

Radikal Davranışçılık ve Skinner Kutusu

Bir uyarıcıya verilen otomatik tepkiyle sınırlı olan klasik koşullanmadan farklı olarak edimsel koşullanma, uzun bir süre boyunca faaliyet yürüten öznenin aktif eylemliliğine ihtiyaç duyar. Skinner’in ortaya koyduğu biçimiyle, bir davranış, belirli sonuçlara ulaşmak için ayarlanabilen bir işlem dâhilinde verilen teşviklerin idaresi üzerinden pekiştirilebilir veya engellenebilir. Bu tür bir davranış analizi somut ifadesini, Skinner’in edimsel koşullama ilkelerini göstermek için kullandığı deneysel cihaz olarak Skinner Kutusu’nda bulur.

Skinner Kutusu, bir fare veya güvercin gibi bir hayvanın davranışlarını etkilemek için belirli uyarıcılara maruz bırakıldığı, izole edilmiş, kontrol altında tutulan bir ortamdır. İçinde bir kol ya da düğme bulunur. Bununla hayvana yiyecek gibi teşvik edici şeyler verilir ya da hayvan, elektroşok gibi kaçınmalı uyarıcılara maruz bırakılır. Deneyi yapan kişi, ortamdaki değişkenleri kontrol ederek, hayvanın kendi davranışını değiştirmeyi nasıl öğrendiğini analize tabi tutar.

Skinner’in yürüttüğü araştırmanın en önemli bulgularından birisi, aralıklı pekiştirme programlarının etkisiyle ilgilidir. Yaptığı bir deneyde Skinner, aralıklı teşvikler verilen bir güvercinin hiç ödül almadığı binlerce girişimden sonra bile koşullu bir davranış sergilemeyi sürdürdüğünü ortaya koymuştur. Kendiliğinden ortadan kalkma ihtimali bulunmayan bu türden bir koşullanma, şans oyunları ve dijital platformlar gibi alanlarda da uygulanmaktadır.

Çalışmasının kapsamını laboratuvar sınırlarının dışına çıkartan Skinner, toplumda aynı tekniklerin kullanıldığı vakit, tüm toplumun biçimlendirilebildiğini görmüştür. Walden İki isimli ütopik romanı, teknokratik bir toplumdan söz eder. Burada herkesin iyiliğini düşünen tek bir kişi vardır. Frazier isimli bu bilim insanı, herkesin hayatı için neyin doğru olduğunu bilmektedir. Burada toplum, yoğun koşullama pratiği üzerinden örgütlenmektedir. Kontrol altındaki bir ortamda büyüyen çocuk, pozitif pekiştirme teknikleriyle yetiştirilir. Burada amaç, işbirliğine dayalı, topluma faydalı davranışların sergilenmesini sağlamaktır. Toplumun politik örgütlenme pratiği ise otoritesizlik üzerine kuruludur. Bu toplumda uzmanlık alanlarına göre seçilmiş bir grup plancı ve yönetici, kararları bilimsel veriler ışığında almakta ama hiçbir şekilde kişisel bir güce sahip olmamaktadır.

Bu anlayış, gücünü eğitim felsefesiyle deneysel metodoloji arasında kurulan bağa borçludur. İlgili anlayışta “insanın özgürlüğü ve onuru” yerini davranışların teknik ve bilimsel açıdan yönetilmesini esas alan projeye bırakır. 1971 yılında Skinner, bu felsefi anlayışı Özgürlüğün ve Onurun Ötesinde isimli çalışmasında sistemleştirir. Bu anlayışı temel alan bazı cemaatler kurulur. Bunlar, toplumun davranışçılık üzerinden planlanması denilen fikri uygulamaya koyar.

Düşünce planında itibarsızlaşmasına rağmen radikal davranışçılık, eğitim, otizm spektrum bozukluğu ve son dönemde dijital kapitalizm gibi alanlarda uygulama imkânı bulmaya devam eder.

Eğitim ve Disiplin

Soğuk Savaş süresince ABD, ulusal savunma konusunda eğitimin oynadığı rolün önemli olduğu tespiti üzerinden, 1958 tarihli Ulusal Savunma İçin Eğitim Kanunu gibi araçlarla bu türden teknolojilere para akıttı. 1962’de gizliliği kaldırılan bir belgede görüldüğü üzere, CIA personelini programlanmış eğitim üzerinden eğitti. Bu eğitimlerde kullanılan metinlerden birinde Skinner’in ismi açıktan zikrediliyordu.[1]

Altmışlarda IBM gibi şirketler, öğretici makineler ürettiler. Buna karşın, ilgili hareket altmışların sonuna doğru zayıfladı. Hızlı öğrenmeyle ilgili vaatler yerine getirilmedi. İnsanlar, güvercinlerde geçerli yöntemin insanların eğitiminde geçerli olup olmadığını sorgulamaya başladılar. Hareket başarısız olsa da Skinner’in muhtevayı birimlere ayıran, ilk elden hızlı geri bildirim sağlayan, ufak adımlarla ilerlemeyi esas alan yaklaşımı, bilgisayarlı eğitim alanında yaşanan gelişmeleri bir biçimde etkiledi, böylelikle e-öğrenme ve uyarlanır öğrenme gibi yaklaşımlar için gerekli yolu açtı.

Eğitim sahasında Skinercilik hep diri kaldı. Radikal davranışçılık, süreç içerisinde geriye uygulamalı davranış analizi gibi önemli bir miras bıraktı. Bu yaklaşım, davranışların pozitif ve negatif teşvikler üzerinden modellenmesini esas alıyor, bu noktada öğretim, biçimlendirme, sönümleme ve zincirleme gibi teknikler kullanılıyordu. Eğitim ve otizm spektrum bozuklukları sahasında kullanılan bu yöntemler, mekanist yaklaşımı üzerinden yoğun bir eleştiriye tabi tutuldu. Bu eleştirilere göre ilgili yaklaşım, öznelerin kültürel ve kişisel özelliklerini görmezden geliyor, bireyin özgül yanlarını veya sebepleri anlamak yerine sorunlu görülen davranışların bastırılmasına odaklanıyordu.

Artan şikayetlere rağmen uygulamalı davranış analizi, otizmli ve ruhsal açıdan uyumsuz olan kişilerin tedavisinde standart yöntem kabul edilmeyi sürdürdü. Bu anlamda Skinerci model, pratikte hükmünü yürütmeye devam etti. Günümüz koşullarında bu gerçeğe bir de bireyi belirli usuller, ölçümler ve geri bildirimlerle düzeltilebilecek, kusurlu bir makine olarak gören eğilim eşlik etti.

Dijital İçin Model

Shoshana Zuboff, Tristan Harris, Jaron Lanier gibi araştırmacılar, sosyal ağların ve uygulamaların kişilerin dikkatini çekmek için farklı teşvik ve pekiştirme yöntemlerini kullandığını söylüyorlar. Aralıklı olarak bildirimlere ve sanal ödüllere maruz kalan insanlarda dopamin üretim devresi aktive oluyor, böylelikle kullanıcılar, belirli bir davranışı sürekli tekrar etme ihtiyacı duyuyor. Örneğin ekranı kaydırıyor, paylaşımda bulunuyor, başkalarıyla ilişki kuruyor.

2021 yılında Nature Communications dergisinde yayınlanan Lindström vd. imzalı bir araştırma, sosyal platformlarla kurulan ilişkinin Skinner Kutusu’nda deneyi yapılan modeller üzerinden tarif edilebileceğini ortaya koyuyor. Bu araştırmaya göre bugün hepimiz, özgürlükle manipülasyon arasındaki sınırın silikleştiği, devasa bir edimsel koşullandırma deneyinin kobaylarıyız.

Ivan Illich’in sözünü ettiği “Skinerci toplama kampları”na benzer bir ortamda yaşıyoruz. Hatta bugün Skinner Kutusu, tüm toplumsal ve teknolojik dokuyu gündelik rutinlerle birleştiren kafesler yanında çok masum kalıyor.

Skinerci toplama kampı, bugün kendisini dikkat ekonomisinde ortaya koyuyor. Araştırmacılar, aralıklı uyarıcılara maruz kalan bir tür kobay faresi olarak kullanıcının oyunlaştırma, ekran kaydırma, beğeniler ve bildirimler gibi etkileşimlerle, tekrarlanan eylemler üzerinden zaman ve enerji harcamaya zorlandığını söylüyorlar.

Dikkat denilen mesele, Facebook, Google, Twitter, TikTok gibi şirketlerin ana hammaddesi hâline geliyor. Bu şirketler, kullanıcıların profilini çıkartma, gelecekte oluşacak tatların, arzuların ve davranışların öngörülebilmesi için gerekli zemini oluşturma konusunda eldeki tüm kıymetli verileri kullanıyorlar. Buradan şirketler, reklam alanlarını ve analiz hizmetlerini üçüncü taraflara satıyorlar. İnternet deneyimini koşulluyorlar, onun giderek şahsileşmesini sağlıyorlar, bilgisayar ve telefonda daha fazla zaman geçirilmesi için uğraşıyorlar.

Kıymetli teşvik ve pekiştirme imkânları sunan internet platformları ile ödüller alan, davranışa dair veriler üreten ve internete bağlı kalan kişiler arasındaki geri bildirim, söz konusu mekanizmanın özünü teşkil ediyor. İlgili ortamda koşullandırma pratiği ölçüme tabi tutuluyor. Dijital platformları kuranlar, karmaşık yapıyı sadeleştirmek, kullanıcıları önceden tanımlanmış veya tavsiye edilen seçeneklerden oluşan bir sistem dâhilinde kafesliyorlar.

Bugün yeni yeni gündeme gelen eleştiriler, bireyin sömürülecek bir kaynağa indirgendiği gerçeğine işaret ediyorlar. Bir dizi söyleşisinde ve makalesinde bu hususu ele alan Jaron Lanier, davranışçılığın ürettiği popüler kültürü mahkûm ediyor. Bu anlayışa göre, bir tvitle bir hususa aşırı dikkat kesiliyorsunuz. Bu da dopamin akınına yol açıyor.

Shoshana Zuboff ise gözetim kapitalizminin kullanıcıların dikkatini maniple eden pratikleri esas aldığını, onları bir tür kaynak çıkartma sistemine esir ettiğini söylüyor. Google’ın eski ürün müdürü ve Asana şirketinin kurucularından Justin Rosenstein, ilgili mekanizmayı yalın bir dille tarif ediyor. Sosyal İkilem isimli filminde şunu söylüyor:

“Finansal açıdan bir ağacın veya bir balinanın canlıyken ölü hâlinden daha değersiz olduğu bir dünyada yaşıyoruz. [...] Bugün hepimiz birer ağacız veya birer balinayız.”

Bu, özünde oldukça yıkıcı bir model. Bu modelde sadece doğa değil, biz insanlar da bir metayız. Hepimiz internete daha çok bağlandıkça dijital platformlarda daha fazla zaman ve enerji harcıyoruz. Davranışsal verileri daha fazla üretiyoruz. Böylece ortaya hepimizi baştan çıkartan, herkesi kuşatan ortamlar, gerçek ekosistemler oluşturmaya iten bir dinamik açığa çıkıyor. Bu ekosistemlerde edimsel koşullama kuralları işliyor.

Havuç ve Sopanın Ötesine Geçildi: Artık Dürtmek ve Soft Paternalizm Esas

Teknolojik kontrolün en tartışmalı yönlerinden biri de ondaki paternalist nitelik. Bu, sadece radikal davranışçılığın bir özelliği değil. Dürtme ve kibarca itme gibi eylemler, dünyanın çeşitli yerlerinde hükümetlerin eylemlerine ilham veren pratikler. Kamuoyu, kibarca dürtme meselesiyle Kovid döneminde tanıştı. Yeşil pasaport gibi politikalar, ideolojik planda bu dürtme anlayışı üzerinden meşrulaştırıldı. Manipülatif mekanizmaların kullanımı, bu dürtme ve davranış teknolojileri ile birlikte gündeme geldi. Bu mekanizmaları kullananlar, ilgili araçların bireylerin refahını arttırdığını, onları daha rasyonel ve daha faydalı tercihlere yönelttiğini söylüyorlardı.[2]

Ama dürtmenin edimsel koşullama pratiği olmadığını söylemek lazım. Bu pratik, daha gelişkin tetikleyicileri ve tercih oluşturma pratiğini esas alıyor. Kibarca dürtme pratiklerinde amaç, kişiyi belirli tercihlerde bulundurmaya çalışmak değil, onu belirli bir tercihi yapacak konuma taşımak veya bilinçsizce belirli bir tercihi yapmaya itmektir.

Yeşil pasaport, kibarca itme pratiği değil, eskiden başvurulan güvercini kafese alma politikasının yeniden diriltilmiş hâlidir.

Dürtme konusunda en iyi örnekse Amsterdam’daki Schiphol Havalimanı’nda bulunan pisuvarlardır. Pisuvarlardaki temizlik maliyetlerini düşürmek için havalimanı müdürü, pisuvarların içine bir karasinek görseli yerleştirir. İşeyen kişinin bu sineği hedef alacağını varsayan müdür, sıçrama sonucu kirlenmenin azalacağını düşünmüştür.

Skinner Kutusu Artık İşyerlerinde

Dürtme ve davranışların koşullanması ile ilgili teoriler, sadece dijital dünyada değil, çalışma hayatında, daha da özelde, iş sürecinin yönetilmesinde önemli bir güce kavuştular. Makine öğrenimi platformlarına bağlı olan farklı tipte sensörler ve giysiler üzerinden çalışanlar sürekli gözetleniyor. Bu noktada algoritmik yönetim sistemleri kullanılıyor. Bir yandan, algoritmik yönetim ve dijital alandaki dürtme pratikleri insanlara mola verecekleri veya fiziksel egzersiz yapacakları vakti hatırlatmak suretiyle rahatlık vaat ederken bir yandan da bağımsız hareket etme imkânını azaltıyor, karar alma konusunda sahip olunan özgürlüğü kısıtlıyor, şirketlerde edimsel koşullama modelinin etkin bir biçimde uygulanmasını sağlıyor. Yapay zekâ temelli dürtme pratikleri, neoliberal ve sömürücü iş ahlakının dışavurumları. Bunlar, bir yandan da ayrımcılığı teşvik ediyor, şeffaflığı ortadan kaldırıyor.

Bu konuda Microsoft MyAnalytics önemli bir örnek. Bu uygulama sayesinde işçiler, üretkenlikle esenlikleri arasında belirli bir denge tesis ediyorlar. McKinsey, dürtme uygulamalarının organizasyonun performansını artırdığını, işletmedeki güçlüklerin çözüme kavuşturulmasını kolaylaştırdığını söylüyor.

Virgin Atlantic Havayolları, yakıt tüketimini bu sayede düşürdü. Google gibi şirketler bu tekniği, çalışanlarının ve kullanıcılarının güvenliğini artırmak ve yaşam tarzına ait alışkanlıklarını iyileştirmek için kullandı. Giysiler veya makine öğrenimi platformları gibi araçlarla kişiye özel tavsiyeler sunulabiliyor. Bu noktada yapay zekâ üzerinden değerlendirilen dinamik veriler kullanılıyor. Burada bireylerin özgürce rasyonel kararlar alamayacakları varsayımı temel alınıyor. Böylece seçim yapma özgürlüğünü sınırlayan ve politik pratiğe, kişisel hayata ve iş sahasına dair ihtimalleri belirleyen dışsal kontrol pratiği meşrulaştırılıyor.

“Akıllı Şehirler”in Ufku

Skinerci toplama kamplarını tam da bu bağlamda ele almak gerekiyor. Skinner’in anlayışında birkaç bin kişinin yaşadığı, kısıtlı bir mekâna mahkûm olan, davranışçı ilkeler üzerinden biçimlendirilmiş bir cemaat esası teşkil ediyor. Bugünse tüm şehrin hatta tüm dünyanın kontrol altına alınması riski söz konusu. Akıllı şehirler, bu kontrol pratiğinin bir tezahürü. Bu şehirler, sensörlerle donatılmış, trafik, enerji, hareket ve güvenlik yönetimi için akıllı sistemlerin internet üzerinden kullanıldığı, şehirdeki akışı gerçek zamanlı olarak okuyan ve yurttaşların davranışlarını yöneten bir sistemi ifade ediyor.

Genelde bu akıllı şehirler, olumlu bir şeymiş gibi anlatılıyor. Bunların verimliliği artıracağı, çevrenin korunacağı, kolaylıkların sağlanacağı söyleniyor. Ancak öte yandan, bu şehirlerin somuttaki uygulamaları kimi önemli soruları gündeme getiriyor: şehirlerdeki hizmetler ve kurulan ilişkilerin algoritmik yönetimi insanların temel hak ve özgürlüklerine ne ölçüde saygı gösterecek? Akıllı şehirleri destekleyenler, şehrin şehir sakinlerinin ihtiyaçlarını önceden tespit ettiğini söylüyorlar. Eğer öyleyse bu şehirler, insanların ihtiyaçlarını biçimlendirecek mi, insanları sürekli gözetlenen, yurttaşı sahne pratiğine göre değerlendiren modele mahkûm edecek mi?

Ivan Illich de aynı uyarıyı yapıyordu: Biz, büyüme imkânlarını artıracak, şenlikli toplum zeminini oluşturacak, gerçek mübadeleyi besleyecek fırsatların arttığı bir bağlamda yaşamak istiyor muyuz, altından yapılmış bile olsa sürekli maniple edildiğimiz bir tür kafeste yaşamayı seçiyor muyuz? Tüm dünyayı bir Skinner Kutusu’na dönüştürecek akıllı şehir pratiği, bizim asli tercihimiz olabilir mi?

Norberto Albano
Kaynak
4 Ocak 2025

Dipnotlar:
[1] Smuts, C. (2024). “The myth of being modern: Digital machines and the loss of discovery”, Curator: The Museum Journal, 67 (1), s. 329–351. Cura.

[2] Bu yaklaşımı kutsal kabul eden bir çalışma için bkz.: Thaler, R. H., & Sunstein, C. (2009). “Nudge Improving Decisions about Health, Wealth, and Happiness”, New York Penguin.

24 Haziran 2024

,

Tek Boynuzlu Truva Atı: Kuir Teori ve Pedofili


Kuir Teori, çocukların yetişkinlerle cinsel ilişkiye rıza gösterebileceğini iddia eden bir iktidar yorumuna dayanıyor.

“Kuir Feminist” ya da “Kuir Feminizmi” sözcüklerini gördüğümde, onları kullanan kişilerin hiç okumadıklarından şüpheleniyorum ya da belki de okumamış olmalarını umuyorum. Eski bir deyişte belirtildiği gibi: “Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir.” Tüm bu genç woke insanların, hayır kurumlarının, enstitülerin, sanat festivallerinin tecavüzü ve pedofiliyi, kuirleşmeyi ve feministlerin kurmak için yorulmadan çalıştıkları sınırları aşmayı desteklediğine inanmıyorum.[1] Oysa kuir teorinin amacı tam da bu.[2]

Sarah Beresford’un analiz ettiği gibi, “Kuir terimi... tanımı gereği normal, meşru ve egemen olanla çelişen her şeydir ve ister bireysel ve toplumsal cinsiyetle ister etnik, ulusal ve politik kimlikle ilgili olsun, egemen kimlik fikirlerini istikrarsızlaştırmayı hedefler.”[3]

Bu, kulağa özgürlükçü ve yenilikçi gelir, ta ki “normal, meşru ve egemen” olanın yetişkinlerin çocuklarla cinsel münasebette bulunmaması gerektiği fikrini de içerdiğini hatırlayana kadar.

Rahatsız edici bir şekilde, çocuk istismarının yeniden çerçevelendirilmesi ve pedofilinin toplumun marjinlerinden kurtarılması, kuir teori içinde baskın bir fikirdir. Her ne kadar kendini gökkuşağının altına gizleyip gey, lezbiyen ve biseksüellerin onlarca yıldır uğruna mücadele ettiği enerjiyi, iyi niyeti ve kazanımları kullanmaya çalışsa da kuir teori her şey olabilir ama ilerici olamaz. Gerçekte kuir teori, aynı cinsiyetteki iki kişi arasındaki çekime karşıdır.

Profesör Alassandra Tanesini’nin de belirttiği gibi, “Kuir teorinin karakteristik özelliklerinden biri, cinsel yönelimi sosyal olarak inşa edilmiş bir şey olarak ele alan her türlü görüşe karşı çıkmasıdır”.[4] Dolayısıyla, aynı cinsiyete duyulan çekim, öğrenilemeyen ya da dışlayıcı olduğu için bağnaz olarak nitelendirilebilen bir tercih haline gelmektedir. Bu da homofobinin parlak ve yeni kılıfıdır.[5] Kuir teorinin içerdiği gerçek homofobi hakkındaki analizimi sonraki makalelerde paylaşacağım. Kuir teori tarafından desteklenen trans ideolojinin aksine, elimizde, kuir teorinin ana savunucularını sorgulayabileceğimiz bir alanyazın külliyatı mevcut. Dört bölümden oluşan bu makale dizisinin birinci bölümü, kuir teori ve pedofili meselesine geçmezden evvel, teorinin postmodernist temellerini ele alacak.

Kuir Teorinin Postmodernist Temelleri

Kuir teori, postyapısalcılık ve postmodernizm felsefi anlayışlarının üzerine inşa edilmiştir. Michel Foucault, gerçekliği ve insanlık durumunu kavramsallaştırmanın bu yeni yolunun kurucu babasıydı.[6] Tamsin Spargo, Foucault’nun “cinsellik, iktidar ve bilgi arasındaki ilişkiler üzerine analizi”nin kuir teori için en önemli çalışma olduğunu iddia ediyor.[7] Aynı şekilde, Margaret A. McLaren da Foucault’nun çalışmasının kuir teori için bir temel niteliğinde olduğunu öne sürüyor.[8]

Foucault, iktidarın ilişkilerde mündemiç olduğu, her yerde ve her şeyin içinde bulunduğu fikrini geliştirmiştir. Foucault, iktidarın ve yasaklamanın yukarıdan dikte edilen ve tek yönlü bir şey olmaktan ziyade, söylem aracılığıyla inşa edilen menkul ve nüfuz edici olduğunu iddia etmiştir. Jane Clare Jones’un açıkladığı üzere Foucault, iktidar ve bilgi rejimleri türünden söylemsel rejimlerin açıkladıklarını iddia ettikleri konu başlıklarını kendilerinin ürettiklerini” söyler.[9]

Pratikte bu yaklaşım misal tecavüz konusunda şunu iddia eder: mesele, tecavüz denilen fiziki eylemin kendisi değil, mağdurun ve suçun failinin söylem düzeyinde nasıl inşa edildiğidir. Dahası Foucault, olaylar ya da materyallerle desteklenen temel ya da gerçek yapıların, örneğin metinlerin, birer safsata olduğunu söyler.

Foucault'nun söylemi, iktidarı ve bilgiyi anlama çabası direniş meselesinin de yeniden ele alınmasını gerekli kılıyordu. Normların özellikle de cinsel normların ihlali, Fukocu düşüncede iktidara ve baskıya meydan okuyacak ceza ve sınıflandırmaya verilecek yegâne cevap hâline geldi. Foucault’nun heteronormatife, hâkim düşünceye meydan okuyuşu, hoş bir müdahale olmasına rağmen, tüm normların kötü, bastırılmış sapkın cinselliği serbest bırakmanın iyi olduğu şeklinde dile getirdiği fikir, ciddi problemler oluşturmaktadır.

Feministler, tecavüzün kötü olduğu, çocukların cinsel aktiviteye rıza göstermelerinin mümkün olmadığı tespitini kültürel bir norm hâline getirmek için uğraşıp durdular. Ama postmodernizm, tecavüzü ve çocuklara yönelik cinsel istismarı yeni bir çerçeveye kavuşturdu. Onu, sınırları silip aşmanın iktidara meydan okumak olduğunu, bunun bireyi özgürleştireceğini söyleyen kuir teori takip etti. Örneğin, Foucault, bir çocuk tacizcisinin yargılanması olayını, söylemin bir suçlu ve mağdur inşa ettiği, devlet iktidarının bir birey üzerinde uygulandığı önemsiz bir kolektif hoşgörüsüzlük örneği olarak takdim etti.

“1867’de bir gün Lapcourt’dan cahil, mevsime göre oradan oraya dolaşarak çalışan, sadakayla ya da emeğin en kötü türünü takas ede ede kıt kanaat geçinen, ahırlarda ve damlarda yatan bir çiftlik işçisi yetkililere teslim edildi. Bir tarlanın kenarında küçük bir kızdan birkaç okşama alınmıştı, tıpkı köyün civarındaki çocuklar gibi, çünkü ormanın tenha bir kenarında ya da Saint Nicolas’ya uzanan hendeğin içinde onlarla ‘kesik süt’ denen oyunu oynardı. Bu yüzden, çiftlik işçisi, kızın ailesi tarafından belediye başkanına ihbar edildi, olaya jandarma komutanı karıştı, jandarmalar tarafından dava edilen adam, incelenmesi için bir doktora yönlendirecek olan hâkime götürüldü, ardından iki uzman durum hakkında yalnızca raporlarını yazmakla kalmadı bir de bu raporları yayımladı. Bu hikâye neden önemli? Oysa gayet olağan bir olay. Taşrada her gün beliren bu taşra cinselliğinin, bu pastoral önemsiz zevklerin, belirli bir zamandan itibaren yalnızca toplumsal hoşgörüsüzlüğün değil, aynı zamanda hukuki işlemin, tıbbi muayenenin, titiz klinik incelemenin ve bütün bir teorik açıklamanın konu haline gelmiş olmasıdır mesele.”[10]

Foucault'ya göre bu senaryodaki kötülük, “köyün yarım akıllısını”, “büyüklerin reddettiği iyilikler için küçük kızlara birkaç kuruş vermekten” bahsetmeye zorlayan “otoriter soruşturmaydı.”[11] J. C. Jones, Foucault’nun bu çocuk istismarı vakasına olan yaklaşımı için daha fazla bilgi sunar ve bunu şu şekilde detaylandırır:

Abnormal’in (1974-75 yıllarında College de France’da verdiği derslerden oluşur) yayımlanmasıyla birlikte, Foucault’nun Cinselliğin Tarihi adlı eserinde bu vakaya yaklaşma şeklinin yeni bir şey olmadığını artık biliyoruz. Bu vesileyle, ‘alınan okşamalar’ hakkında baskıya koymak istediğinden daha fazla ayrıntı verirken, yine de kararlı gizleme tutumunu sürdürür ve izleyicisine konunun ‘son derece sıradan’ olduğu konusunda güvence verir. […] Foucault'nun eğlenceli bir şekilde hayal ettiği Jouy adındaki çiftlik işçisinin, ‘neredeyse, kısmen ya da az çok tecavüz ettiği küçük bir kızın ailesi tarafından ihbar edildiğini’ öğreniyoruz. Saldırı, ‘köy festivalinin yapıldığı gün’, ‘Jouy, genç Sophie Adam’ı (Charles Jouy'u sürükleyen Sophie Adam değilse tabii) Nancy yolunun kenarındaki hendeğe sürüklediğinde meydana geldi. Orada bir şeyler oldu: belki de neredeyse tecavüz.’ Ama bu kendimize dert edeceğimiz bir şey değil. Jouy, içiniz rahat olsun, ‘çok terbiyeli bir şekilde küçük kıza dört kuruş verir’ ve kız da hiç rahatsızlık duymadan, ‘kavrulmuş badem almak için hemen panayıra koşar’ […]”[12]

Cinsel şiddet ve çocuk istismarı Foucault için ‘son derece sıradan’ şeyler. Gerçekleştirilen eylemden sonra verilen parayı çocuğun rızasını satın alma ve böylece olayın gerçekliğini değiştiren bir şey olarak sunar. Söylemi değiştiren anlayış, tecrübe edileni de gerçeği de erkeklerin cinsel haklarını ve pedofiliyi destekleyen kuir teorinin özellikle istifade edebileceği şekilde değiştirir.

Çocuklarla yetişkin cinsel faaliyetinin sözde sıradanlığına rağmen, Foucault rıza yaşı mevzuatıyla ilgilenmeye devam etmiştir. Foucault, 1977’de Fransız Parlamentosu’na rıza yaşına ilişkin tüm mevzuatın kaldırılmasını, yani pedofilinin etkin bir şekilde yasallaştırılmasını savunan bir dilekçeyi imzalamıştır.[13]

1978 yılında Foucault, bir kez daha rıza yaşı yasasının kaldırılması ve çocukların cinselliğinin ve yetişkinlerle cinsel ilişkiye girme arzularının kabul edilmesi gerektiğini savunan bir radyo yayınına katıldı. “The Danger of Child Sexuality, Michel Foucault ile söyleşi” adını taşıyan bu yayında Foucault’nun giriş yazısının ardından, Guy Hocquenghem üç erkek düşünürün pozisyonunu özetlemektedir:

“Altı ay önce yasadaki bazı maddelerin, özellikle de yetişkinler ile on beş yaşından küçükler arasındaki ilişkilerin suç olmaktan çıkarılmasını talep eden bir imza kampanyası başlattık. Bu dilekçeyi çeşitli siyasi görüşlere mensup çok sayıda insan imzaladı.”[14]

İşte pedofilinin sözde popülaritesine dayanarak yasallaştırılması için bir gerekçe. Bu radyo yayını aynı zamanda çocukların cinsel istismarına ilişkin videoların ürkütücü bir savunmasını da içeriyordu. Hocquenghem şunu belirtiyordu:

“Biri, çocuk pornografisinin günümüz skandalları arasında en korkuncu olduğunu söylediğinde, insan fuhuş bile olmayan çocuk pornografisi ile örneğin ABD’deki siyahî insanların dayanmak zorunda olduğu şeylerle arasındaki orantısızlığa bakınca şaşırmadan edemiyor.”[15]

Evet, Foucault ve onun iki çağdaşı, bu radyo yayınında “Amerika’daki siyahîler ırkçılıktan muzdarip olduğu için, çocuk cinsel istismarı filme alınmalı ve dağıtımı yapılmalı” diyor. Şok edici. Foucault, şöyle devam ediyor:

“Kendi cinsel arzularına sahip olan çocuk o yetişkini arzulamış olabilir, hatta rıza göstermiş ve ilk adımı atmış olabilir. Hatta şu konuda fikir birliğine varabiliriz: yetişkin tarafından ayartılan değil de yetişkini ayartan o olabilir ve kanunların çocuk ile yetişkin arasındaki cinselliği had safhada sorgulanabilir gördüğünü iddia edebiliriz.”[16]

İşte postmodernizmin kurucu babası ve kuir teorinin dayanak noktası olan kişi. Hocquenghem bu fikre katılarak devam ediyor:

Burada hem oğlancılığa yönelik dini yasaklamaları hem de Michel Foucault’nun az önce söz ettiği, insanların bir çocuğun dünyası ile bir yetişkinin dünyası arasındaki toplam fark hakkında düşündükleri şeylerle ilgili tamamen yeni fikirlerden oluşan bir ahlaka karşı saldırı ya da suç fikrini üretmeyi mümkün kılan bir düşünceler bütünü söz konusu. Fakat bugünlerde genel eğilim, şüpheye yer bırakmayan bir şekilde, sadece bir yetişkin ile bir çocuk arasındaki oldukça basit bir erotik ya da tensel ilişkiden ibaret olan bir tür suç türü icat etmek değildir.[17]

Evet, bu adamlar açıktan, “Çocuk ile yetişkin arasındaki cinsel ilişki yapay, üretilmiş, bir suçtur çünkü insanlar, bir çocuğun ve yetişkinin dünyası arasındaki farkı değerlendiremeyecek ve anlayamayacak kadar cahil ve kendini beğenmiştir,” diyor. Onların bir sonraki kampanyalarının çocuk başbakanlar, çocuk entelektüeller ve eğer tıbbi yardıma ihtiyaçları olursa onlarla ilgilenmesine izin verecekleri bir çocuk için olacağını mı varsaymalıyız? Çocuk istismarcısı, bir çocuğun cinselliğini anlayabildiğini ve yetişkinlerle seks yapmaktan zevk aldığı yönünde entelektüel tartışmalar yaptığında, bunu hayatlarının diğer alanlarına taşımazlar. Çocuğun rızası kavramı ve çocuğun aktivitelerinin genital bölgelerine odaklanan bir şey olduğu fikrini kuir teori tarafından sürdürülen trans çocuk konseptinde görüyoruz. Bu tür bir entelektüel soyağacıyla alarm çanlarının çalması şaşırtıcı değil.

Üçüncü konuşmacı, Jean Danet, pedofili ve rıza üzerine daha fazla kuram öne sürüyor:

“Biz rıza, pedofili konusunda oldukça merkezi bir konudur dediğimizde, rızanın her zaman var olduğunu söylemiş olmuyoruz. Ancak bu noktada hukukun tecavüz ve pedofili konusundaki tutumunu birbirinden ayırabiliriz, tecavüz durumunda hâkimler kadının rızası olduğuna dair bir varsayım olduğunu ve bunun aksinin kanıtlanması gerektiğini düşünmektedir. Pedofili söz konusu olduğunda ise... Şiddet içeren, yani... rızaya dayalı zevk içeren bir uygunsuz eylem suçlamasının yapılmadığı bir davada bile bir rıza göstermeme karinesi, bir şiddet karinesi olduğu düşünülmektedir; çünkü bu şiddetsiz eylemin rızaya dayalı zevkin baskıcı, yasal tercümesi olduğu söylenmelidir. İspat sisteminin kadınlara tecavüz ve reşit olmayan bir kişiye uygunsuz saldırı davalarında farklı şekillerde manipüle edildiği oldukça açıktır.”[18]

“Rızaya dayalı zevk” ifadesinde meseleyi olumlu gören bir yan var. Kadın ve çocuk rızası kıyaslanabilecek şeyler değil. Kadınlar cinsel faaliyette bulunmak için yetişkin yetilerine ve anlayışına sahiptir, çocuklar değil. Foucault, “yasalar tarafından konulan bir yaş engelinin pek bir anlamı olmadığı” konusunda netti. “Çocuğun şiddete maruz kalıp kalmadığına dair sözüne güvenilebilir” diyordu.[19]

Foucault’nun, “bir çocuğun ne olup bittiğini açıklamaktan ve rıza göstermekten aciz olduğunu varsaymak, tahammül edilemez, kabul edilemez iki suistimal biçimidir”[20] görüşüyle bu söylediklerini destekliyordu. İşte postmodernizmin babası ve kuir teorinin büyükbabası, bir çocuğun bir yetişkinle cinsel aktiviteye rıza gösteremeyeceği, kendi istismarını onaylayamayacağı fikrinin “tahammül edilemez” ve “kabul edilemez” olduğunu beyan ediyor. Bu tür fikirleri öne süren düşünürler, nasıl oluyor da felsefi dehalar olarak övülüyorlar? Kabul edilemez olanın bu şekilde yeni bir çerçeveye oturtulması ve dilin gerçekliğin yerine geçtiği düşüncesi, kuir teorinin kendini oturtacağı kaideyi sunmuştur.

Dr. Em
10 Ağustos 2019
Kaynak
Çeviri: Funda Deniz

Dipnotlar:
[1] Rıza yaşı ve tecavüz yasası, birinci dalga feminizmin ajandasının önemli bir kısmını teşkil ediyordu: Bkz.: J. E. Larson, “Even a Worm Will Turn at Last”: Rape Reform in Late Nineteenth-Century America’, Yale Journal of Law & the Humanities, Cilt. 9, Sayı. 1 (Ocak 1997), s. 1–71.

[2] J. C. Jones, “Queer Theory, Foucauldian Feminism and the Erasure of Rape Historical Notes for a Present War”, PDF.

[3] Beresford, ‘The Age of Consent and the Ending of Queer Theory’, Laws (2014), 3, s. 763.

[4] A. Tanesini, Feminism: Oxford Bibliographies Online Research Guide (Oxford, Oxford University Press, 2010), s. 12.

[5] Kuir teorinin doğası gereği homofobik olduğuna dair görüşlerimi ilerleyen makalelerde dile getireceğim.

[6] Dr. Em, ‘Sex and Social Constructionism’, s. 7–9. Uncommon.

[7] Spargo, Postmodern Encounters: Foucault and Queer Theory (Icon Books, Cambridge, 2000), p. 8.

[8] M. A. Mclaren, Feminism. Foucault, and Embodied Subjectivity (State University of New York Press, Albany, 2002), s. 144.

[9] J. C. Jones, ‘Queer Theory, Foucauldian Feminism and the Erasure of Rape Historical Notes for a Present War’, s. 8 PDF.

[10] M. Foucault, The History of Sexuality Volume I: An Introduction (Pantheon Books, New York, 1978), s. 31.

[11] A.g.e., s. 32.

[12] J. C. Jones, ‘Queer Theory, Foucauldian Feminism and the Erasure of Rape Historical Notes for a Present War’, s. 11–12. PDF.

[13] Yayına Hz.: L. D. Krizman, Sexual Morality and the Law (Routledge, London, 1990), s. 275.

[14] “The Danger of Child Sexuality”, s. 2-3. Foucault’nun Guy Hocquenghem ve Jean Danet ile gerçekleştirdiği sohbeti yayınlayan 4 Nisan 1978 tarihli programın yapımcısı Roger Pillaudin. Program France Culture’da yayınlandı. Yazılı hâli şurada: “La Loi de la pudeur”, RECHERCHES 37, Nisan 1979. İlk İngilizce baskı. Semiotext(e) Magazine (New York): Semiotext(e) Special Intervention Series 2: Loving Boys / Loving Children (Yaz 1980), çeviri: Daniel Moshenberg. PDF.

[15] A.g.e., s. 3.

[16] A.g.e., s. 7-8.

[17] A.g.e., s. 8.

[18] A.g.e., s. 14-15.

[19] A.g.e., s. 16.

[20] A.g.e., s. 15.

18 Şubat 2024

, , ,

Eşcinsel Evliliği ve Çocuk Haklarına Etkisi


Yunanistan Komünist Partisi Merkez Komitesi, kısa süre önce toplanarak, Yeni Demokrasi Partisi’nin kurduğu sağcı/liberal hükümetin meclise sunduğu karar tasarısı vesilesiyle “Eşcinsel Evliliği ve Çocuk Haklarına Etkisi” başlığını taşıyan bir karar yayımladı. Aşağıda karar metninden kimi alıntılara yer verilmektedir. Metnin tamamı, yakında farklı dillerde yayımlanacaktır.

* * *


Yunanistan Komünist Partisi Merkez Komitesi, 25 Ocak 2024 günü kamuoyunun görüşü alınmak amacıyla gündeme getirilen Medeni Evlilikte eşitlikle ilgili olarak Medeni Kanun’da ve diğer hükümlerde yapılan değişiklikle ilgili konumunu tartıştı. Kanun tasarısındaki hükümler, çözüme kavuşturacağını söylediği ana meseleye dair net ifadelere yer veriyor.

Kanun tasarısı, eşcinsel çiftlerin birlikte yaşama biçimlerini seçme imkânının toplumsal düzeyde tanınıp kabul görmesi ve aralarındaki kişisel, ekonomik ve toplumsal ilişkilerin hukuk düzleminde düzenlenmesi ile alakalı değil. Tasarı, eşcinsel çiftlerin birlikte yaşama kararlarına mani olabilecek toplumsal önyargıları ortadan kaldırma ihtiyacıyla, örneğin ev kiralama veya iş bulma gibi konularda yaşanan güçlüklerle de alakalı değil.

2015’te resmi evlilik meselesinin kapsamı genişletilip, eşcinsel çiftlerin birlikteliği de resmiyete kavuşturulduğundan, eşcinsel çiftlerin resmi evliliğinin kurumsallaşması durumunda bu çiftlerin ortak ebeveynlik sorumlulukları zaten doğal olarak tanınacaktı. Lâkin, ortak ebeveynlik sorumluluğunun eşcinsel çiftlerce de üstlenilmesi durumunda, üreme alanında, türlerin çoğalması sürecinde kadın ve erkeğin birbirlerini nesnel düzlemde tamamlama özellikleri ortadan kaldırılacaktır. Bu sorumluluk, ancak ilgili özellik yok edildiği vakit tanınabilir.

Onuncu Madde, üreme sahasının ve evlat edinme pratiğinin ticarileşmesi ve böylelikle annelik-babalık ilişkisinin ortadan kalkması için gerekli meşruiyeti kazandırmaktadır. Özünde kanun tasarısı, ayrıca eşcinsel erkek çiftlerin uluslararası planda ticari taşıyıcı annelik kurumunun, tüp bebek pratiğinin (IVF) ve eşcinsel kadın çiftler için donör sperm alınmasını öngören pratiğin tanınması ve kurumsallaşması üzerinden, çocuk sahibi olma sürecinin ticarileşmesine katkıda bulunmaktadır.

Aynı kanun, evlat edinme konusunda da geçerlidir. Çiftlerin veya bireylerin evlat edinme konusunda yaptıkları başvuru sayısının, çocuk koruma amaçlı evlat edinmek için yapılan başvurulardan çok yüksek olduğu koşullarda, kanun, mülteci çocuklar yanında, insanların açlıktan kırıldığı, doğum kontrolü yöntemlerinin yürürlükte olmadığı veya bu yöntemlere başvurulmadığı, insan hayatının, bilhassa bebek ve çocuk hayatının değersiz kılındığı ülkelerdeki çocukların kaçırılması için gerekli yolu açacaktır.

Dolayısıyla, YKP, ortak ebeveyn sorumluluğunu yücede tutan resmi evlilik alanının eşcinsel çiftlerin evliliğini kapsayacak şekilde genişletilmesine, bu işlemin her şeyden önce üreme ve evlat edinme sürecini ticarileştireceği gerekçesiyle karşı çıkmaktadır.

Partinin kanun tasarısına yönelik itirazının aynı ölçüde önemli ve ilk gerekçeyle bağlantılı diğer bir sebebi de uygulamada kanun tasarısındaki maddelerin çocuğun değişip gelişen biyolojik ve toplumsal bir ilişki olarak annelik-babalık ilişkisi konusunda sahip olduğu toplumsal hakkı es geçiyor olmasıdır.

Partimiz ebeveynliği, birey düzleminde mevcut toplumsal ilişkilerin yansıması olan ebeveyn ve çocuk arasında cereyan eden bir ilişki olarak görür. YKP’nin aldığı konum, çocuğun haklarını, yani çocuğun annesi ve babasıyla bağlara sahip olmakla ilgili toplumsal haklarını temel almaktadır. Bu ihtiyaç, nesnel bir zemine sahiptir: annelik-babalık arasındaki çift taraflı ilişki, erkeğin ve kadının üreme sürecinde üstlendiği, birbirini tamamlayan işlevin bir sonucudur. Dolayısıyla, bu konuyla ilgili olarak çıkartılacak kanunların ilgili hakkı ortadan kaldırması değil, onu savunması gerekir.

Annelik-babalık ilişkisine yönelik diyalektik-materyalist yaklaşım, ne mutlak biyolojizm tuzağına düşmeli ne de annelikle babalığın birbirini tamamladığı fikrini inkâra yönelmelidir. Annelik-babalık ilişkisi, kendi soyunu, evlatlarını koruma konusunda her memelinin sahip olduğu içgüdünün ötesinde, insana has bir özelliktir. Bu iki tarafın birbirini tamamladığı ilişki, doğal bir zemine sahiptir, zira insan, doğal olarak ürer ve ilk andan itibaren bu ilişki toplumsal bir nitelik kazanır.

Doğal varlıklar olarak insanlar toplumsaldırlar, yani onların toplumsal ihtiyaçları gibi doğal ihtiyaçları da sadece toplumsal yoldan karşılanabilir. Bu sebeple, annelik ve babalık, insan türünün doğasında olan özelliklerdir. İnsanlar, girdikleri toplumsal ilişkilerin toplamıdır, lâkin bu gerçek, insanların biyolojik bir niteliğe sahip oldukları gerçeğiyle çelişmez, toplumsal ilişkiler, o biyolojik niteliği kapsar. Bu anlamda, annelik ve babalık, insanın biyolojik arka planından ve toplumsal ilişkilerinden kopartılamaz.

İnsanlar, toplumsal açıdan değiştikçe ebeveynlerine, bilhassa annelerine önemli bir süre bağımlı olan evlatlarına yönelik sorumluluklarını idrak etmek ve üremeyle ilgili bireysel sorumluluklarını bilinçli bir şekilde ele almak zorunda kalırlar. İnsani-toplumsal anneliğin süreçten dışlanması durumunda, annelik, insanın o uzun evrim sürecinin bir ürünü olma vasfını yitirir.

YKP’nin resmi evliliğin kapsamının eşcinsel evliliğini içerecek şekilde genişletilmesine yönelik itirazı, her bir bireyin cinsel yönelimiyle, partinin cinselliğin birer ifadesi olarak eşcinsellik veya biseksüellikle ilgili tavrıyla ilgili değildir. Burada hatırlatmak isteriz ki parti, eşcinsel yönelimi olan insanlara yönelik her türden ırkçılığı mahkûm etmek, tecrit politikasının her türden biçimini ortadan kaldırmak amacıyla kanun tekliflerinde bulunmuş, bu konularla ilgili politik eylemler gerçekleştirmiştir. Biz, bu kanun tasarısı bağlamında, eşcinsellerin çıraklık faaliyetlerinden, istihdam ve barınma imkanlarından, spor gibi toplumsal ve kültürel faaliyetlere, diğer türden faaliyetlere erişim imkânından mahrum bırakılmasına karşı çıkıyoruz. İşçi sınıfının sınıfsal birliğinin temel ihtiyaç olduğu, Yunan halkının büyük çoğunluğunun ve dünyanın tüm halklarının müşterek çıkarlarının gözetilmesi gerektiği görüşü temelinde YKP, ırk, toplumsal cinsiyet, deri rengi, din, milliyet ve cinsel yönelik temelli her türden ayrımcılıkla mücadele eder.

Yunanistan Komünist Partisi
16 Şubat 2024
Kaynak

11 Mayıs 2023

,

İlerici Neoliberalizmin Hegemonyası

Trump öncesinde Amerikan siyasetine hâkim olan hegemonik blok, ilerici neoliberalizmdi. Bu tespit oksimoronmuş gibi çalınabilir kulağa, ama dost olması ihtimali bulunmayan bu iki gücün gerçekte güçlü bir ittifak kurduğundan söz edebiliriz.

Bu ittifak, feminizm, ırkçılık karşıtlığı, çokkültürcülük, çevrecilik ve LGBTQ+ hakları gibi yeni toplumsal hareketlerin dayandığı ana liberal akımlardan ve New York Borsası, Silikon Vadisi ve Hollywood gibi ABD ekonomisi içinde yer alan, oldukça dinamik, en fazla güce ve “sembolik öneme sahip” sektörlerden oluşuyor. Bu tuhaf ikiliyi bir araya getirense gelirin dağıtılması ve kabulle ilgili görüşlerin kendisine has bir biçimde bir araya gelerek oluşturduğu bileşke.

İlerici neoliberal blok, liberal meritokratik kabul siyasetiyle mülksüzleştirici plütokratik programı birleştirdi. Bu bileşkede dağıtımı gerçekleştiren unsur, neoliberalizmdi.

Piyasa güçlerini devletin kontrolünden, ayrıca vergi ile harcama denilen değirmen taşlarının arasında öğütülmekten kurtarmaya kararlı olan ve bu bloğa öncülük eden sınıfların amacı, kapitalist ekonomiyi liberalleştirip küreselleştirmekti. Bu çaba, gerçekte finansallaşmadan başka bir şeye yol açmadı.

Sermayenin özgürce hareket etmesi önündeki engeller kaldırıldı, korumalar hükmünü yitirdi, bankalar denetim dışı kılındı, yıkıcı borçlar şişti, sanayi zayıfladı, sendikalar eridi, güvencesiz, kötü ücretler alan işler yaygınlaştı.

Herkesin Reagan’la ilişkilendirdiği, aslında Bill Clinton tarafından uygulamaya konulan ve tahkim edilen bu türden politikalar, işçi sınıfının ve orta sınıfın yaşam standartlarını geriye çekti, bir yandan da serveti ve değeri yukarıya, tabii esas olarak en tepedeki yüzde birin, bunun yanında, profesyonel yönetici sınıfların üst kademelerindeki insanların cebine akıttı.

İlerici neoliberaller, bu türden bir politik ekonomi hayal etmiyorlardı. Onu hayal etme işini Friedrich Hayek, Milton Friedman ve James Buchanan gibi âlimler; Barry Goldwater ve Ronald Reagan vizyoner siyasetçiler, ayrıca Charles ve David Koch gibi zengin ve muktedir isimler üstlendi. Gelgelelim neoliberalizmin sağcı “köktenci” versiyonu, sağduyusunu hâlen daha Yeni Mutabakatçı düşüncenin, “haklar devrimi”nin ve yeni soldan türemiş yığınla toplumsal hareketin biçimlendirdiği ABD’de hegemonyasını tesis edebilmiş değil.

Neoliberal projenin muzaffer olabilmesi için onun daha fazla cazip kılınması adına yeniden ambalajlanması ve özgürleşmeyle ilgili ekonomi dışı arzularla süslenmesi gerekiyordu. Bu gerici politik ekonomi, yeni hegemonik bloğun dinamik merkezi hâline ancak ilerici olarak allanıp pullandıktan sonra gelebildi.

Bu kurgunun temel bileşeni olan ilerici kabul siyasetini yürütme işini yeni Demokratlar üstlendiler. Sivil toplumdaki ilerici güçlerden istifade eden yeni Demokratlar, şeklen eşitlikçi ve özgürlükçü olan kabul anlayışını her yana yaydılar. Bu anlayışın özünde ise “çeşitlilik”, “kadınların güçlendirilmesi”, LGBTQ+ hakları, post-ırkçılık, çokkültürcülük ve çevrecilik gibi idealler duruyordu. Bu idealler, ABD ekonomisinin Goldman Sachs’laşması süreciyle tam bir uyum içerisinde olan özel ve sınırlı bir yoldan, çevreyi korumayı karbon ticareti olarak anlayan bir yoldan yorumlandılar. Ev sahipliği teşvik edildi ki yüksek risk faizli ipotek kredileri verilebilsin, evler ipoteğe dayalı menkul kıymetler olarak yeniden satılabilsin. Eşitlikse bu düzlemde meritokrasiden başka bir şeyi ifade etmiyordu.

Eşitlik, mecburen meritokrasiye indirgeniyordu. Adil bir statü düzeninden yana olan ilerici neoliberal programın amacı, toplumsal hiyerarşiyi ilga etmek değil, onu “çeşitlendirmek”, “yetenekli” kadınları, beyaz olmayan insanları ve cinsel azınlıkları onların yukarıya tırmanmalarını sağlayacak şekilde “güçlendirmek”ti.

Bu ideal, doğası gereği belirli bir sınıfa has. Amacı, “yeterince temsil edilmeyen gruplar” içinde yer alan, “hak eden” bireylerin kendi sınıfından beyaz erkeklerle aynı ücrete ve konuma kavuşmasını güvence altına almak. Feministler, bu idealin etkileyici ama, ne yazık ki sıradan bir türevini dile getirdiler. Camdan tavana yaslanıp onu çatlatmaya odaklanan bu yönelimden esas olarak gerekli toplumsal, kültürel ve ekonomik sermayeye sahip olanlar istifade edebileceklerdi. Sahip olmayanlarsa bodrum katında sıkışıp kalacaklardı.

Eğilip bükülen bir konu olarak bu kabul ve tanınma siyaseti, ilerici toplumsal hareketlerin ait olduğu önemli ve büyük akımları yeni hegemonik bloğa örgütlemek için uğraştı. İlerici neoliberalizm davasına tabii ki tüm feministler, ırkçılık karşıtları ve çokkültürcüler vs. örgütlenmedi, ama örgütlenenler, bilerek ya da bilmeyerek, ait oldukları hareketlerin en büyük ve en fazla görünür kesimini meydana getirdiler, bu akıntıya karşı çıkanlarsa kıyıya köşeye atılıp kuşatıldılar.

İlerici neoliberal blok içerisinde yer alan ilericiler, New York Borsası, Hollywood ve Silikon Vadisi denilen o büyük müttefiklerine kıyasla daha güçsüzlerdi ve ittifak içerisinde nispeten küçük bir paya sahiplerdi. Ama buna karşın aynı ilericiler, bu kurulan tehlikeli ilişkiyi daha da etkili ve çekici kılmak suretiyle önemli bir katkı sundular, “kapitalizme yeni bir ruh kazandırdılar.”

Özgürlükçü olduğuna dair bir imaja kavuşan bu yeni “ruh, neoliberal ekonomik faaliyetin heyecan ve coşkuyla birlikte yürütülmesini sağladı. Eskiden rahatsız edici ve iç karartıcı olan şey, ilerici ve özgürlükçü, dünya vatandaşı olan, ahlaken gelişkin bir şeye dönüştürülüp heyecan verici bir yapıya kavuştu. Bu anlayış sayesinde servetin ve gelirlerin yukarıya doğru dağıtıldığı sürece destek çıkan politikalar, meşruiyet zırhına kavuştular.

Öte yandan, hegemonyasını tesis edebilmek için bu yeni ortaya çıkan ilerici neoliberal blok, iki hasmını mağlup etmek zorundaydı. Bu noktada, ilkin Yeni Mutabakat denilen koalisyondan kalan kalıntılar ortadan kaldırılmalıydı. Tony Blair’in “Yeni İşçi Partisi”nden önce Demokrat Parti içindeki Clinton’cı kanat, eski ittifakı parçaladı.

Örgütlü emeği, göçmenleri, Afrikalı Amerikalıları, kentli orta sınıfları ve büyük sanayiyi kontrol eden sermaye güçlerinin belirli kesimlerini onlarca yıl başarılı bir biçimde bir arada tutmuş olan tarihsel bloğun yerine, müteşebbislerden, bankacılardan, gecekondululardan, “sembolik işçiler”den, yeni toplumsal hareketlerden, Latin kökenlilerden ve gençlerden oluşan yeni bir ittifakı geçirdi, bir yandan da gidecek başka bir yeri olmadığını düşünen Afrikalı Amerikalıların desteğini muhafaza etmeyi bildi.

1991-1992’de Demokrat Parti’nin başkan adaylığı için yürüttüğü kampanyada Bill Clinton, çeşitlilikten, çokkültürcülükten ve kadın haklarından bahsetmek, bir yandan da Goldman Sachs’ın işlerini görmeye hazır olduğunu ortaya koymak suretiyle başarılı oldu.

Nancy Fraser

[Kaynak: The Old is Dying and the New Cannot Be Born, Verso, 2019.]

13 Aralık 2022

Sentetik Cinsel Kimlikler


Bugün toplumsal cinsiyetin tanımı konusunda bir mücadele sürüyor. ABD’li zenginler, sentetik cinsel kimlikler fikrini propaganda ediyorlar ve Amerikalıların bu fikri benimsemesi için uğraşıyorlar.

Son on yıl içerisinde Illinois eyaletinin zenginlerinden, Obama’ya başkanken yardım eden, içinden ticaret bakanı, Illinois valisi ve yardım kuruluşu başkanı çıkartmış olan Pritzker ailesi, bu yardım faaliyetlerini bedensizleşme denilen ideoloji ve pratiği, medya, kültür, hukuk ve eğitim sahasına taşımak için kullanıyor.

Servetini Hyatt otel zincirine borçlu olan Pritzker ailesi, bugünlerde yardım faaliyetlerini transcenderizm denilen şeyi normalleştirmek için kullanıyor. Oysa bu terimin herhangi bir somut sınırı yok, dolayısıyla o, bir şeyler anlatmak için kullanılabilecek bir kelime değil. Bu nedenle ben, “sentetik cinsel kimlikler” terimini tercih ediyorum. Bu, terim Pritzker ailesi ve müttefiklerinin para akıttıkları şeyi, biyolojik gerçekliği inkâr eden anlayışı daha iyi tarif ediyor.

Sentetik cinsel kimlikler üretildi ve normalleştirildi. Amerika’da ve başka ülkelerde bu süreç, insan hakları şemsiyesi altında işletildi. Sentetik cinsel kimliklerin takdimiyle birlikte, daha öncesinde gey ve lezbiyenlere eşit haklar verilmesi için mücadele eden hareketten tümüyle farklı olan LGBTQ+ denilen ağ, somut ifade kanallarına kavuştu. Daha önceleri gey ve lezbiyenlere eşit haklar verilmesini isteyen hareket, esasen 2020’de görülen Bostock-Clayton İlçesi davası ile birlikte hükmünü yitirmişti. Zira bu davada, LGBTQ+’nın teknoloji-tıp kompleksi, büyük bankalar, uluslararası hukuk şirketleri, ilâç devleri ve şirketlerin gücü tarafından korunan bir kesim olduğuna, bu kesimin ilgili güçlerle sıkı bir ilişki içerisinde bulunduğuna hükmedilmişti. Bu kesimin ana derdi de insanların iki cinsiyetli olmadığını ispatlamaktı. Oysa bu iddia, sadece “geleneksel” dinlerin değil, gey-lezbiyenlerin hak mücadelelerini yürüten hareketlerin temel öncülleriyle ve gerçeklikle çelişmekteydi. Ayrıca feminist hareketin önemli bir kısmı da iki cinsiyetlilik anlayışını temel alıyor, toplumsal cinsiyet farklılıklarının bu iki cinsiyetlilik hâlinden kaynaklandığını söylüyordu.

Alabildiğine tıbbileşmiş olan cinsel kimlikleri kendince icat eden teknoloji-tıp kompleksine yatırım yapan Pritzker ailesi ve diğer zengin bağışçılar, insanın çift cinsiyetli değil, cinsellik spektrumuna tabi bir varlık olduğuna dair fikri normalleştirmek için uğraşıyorlar. Bu yatırım faaliyetleri kapsamında ameliyatlar ve ilâçlarla yeni sentetik cinsel kimlikler yaratılıyor. Yeni kimlikleri desteklemek adına, dinde reform çağrıları yapılıyor, kurumlar ve bireyler, bu kimlikleri normalleştirmeleri yönünde teşvik ediliyorlar.

2018 yılında Pritzker ailesinin önemli koltuklara sahip olduğu ve ciddi para bağışında bulunduğu Kaliforniya Üniversitesi Los Angeles Kampüsü Ronald Reagan Tıp Merkezi’nde Obstetrik ve Jinekoloji Bölümü, erkek olmayı düşünen genç kadınlara üreme organlarını aldırmayı tavsiye etti ve bu bağlamda “cinsiyet doğrulama hizmeti” denilen prosedürün reklâmını yaptı.

Pritzker ailesi, Amerika’da 1968’de Şikago Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne verdiği 12 milyon dolarlık özel bağışla ilk kez bir tıp okuluna adını verilen aile. Haziran 2002’de bu aile, Şikago Üniversitesi Biyoloji Bilimleri Bölümü ve Tıp Fakültesi’ne 30 milyon dolar ek yardım yapacağını duyurdu. Bu yardımlar sayesinde aile, akademik tıp âleminde suyun başını tutan bir güç hâline geldi ve bu güç, sentetik cinsel kimlikleri merkezine yerleştirilmiş olan ajandanın uygulanması süreci dâhilinde, daha da arttı.

Gene 2002 yılında Jennifer Pritzker, Tawani Vakfı’nı kurdu. Vakıf, Howard Brown Sağlık Kurumu’na, Rush Tıp Merkezi’ne, Arkansas Üniversitesi Tıp Bilimleri Vakfı’na, Minnesota Üniversitesi Cinsel Sağlık Enstitüsü’ne para akıttı. Bu yardımlar da “toplumsal cinsiyet hizmeti” sunulması ile ilgiliydi. Bu hizmet, esas olarak çocuklar için cinsiyet yaratma çalışmaları bağlamında ve cinsiyetiyle uyuşmayan yetişkinlere yardım etme amacıyla verilmekteydi.

2012’de J. B. Pritzker ve M. K. Pritzker, STK’lara ve yardım kuruluşlarına yönetim danışmanlığı hizmeti veren Bridgespan Grubu ile birlikte Pritzker Ailesi Vakfı için uzun erimli bir strateji geliştirdi. Bu çalışmada, erken dönem çocuk eğitimi sahasındaki gelişmelere yönelik araştırmalara yer verildi. Vakıf, bu araştırmalara 25 milyon dolar ayırdı.

Pritzker ailesinin sentetik cinsel kimlikler meselesine bu kadar para akıtmasının bir sebebi de doğduğunda kendisine James adı verilen, ama sonra Jennifer ismini alan kuzen. J. B. Pritzker’ın kuzeni, Illinois Kara Kuvvetleri Ulusal Muhafızlar’da yarbay olarak görev yaptıktan sonra emekli olmuş. Üç çocuğu var. 2013 yılında, toplumsal cinsiyet ideolojisinin Amerikan kültürüne hâkim olduğu bir dönemde, Jennifer Pritzker kadın olduğunu açıkladı. O günden beri Pritzker, sahibi olduğu Tawani Vakfı üzerinden, aralarında İnsan Hakları Kampanyası Vakfı, Williams Enstitüsü, Kaliforniya Üniversitesi Los Angeles Kampüsü Hukuk Fakültesi, Ulusal Transcender Eşitliği Merkezi, Transcender Hukuk Savunması ve Eğitim Fonu, Amerikan Hak ve Özgürlükler Birliği, Palm Ordu Merkezi, Dünya Transcender Sağlığı Derneği (WPATH) gibi cinsiyet spektrumu fikrine destek sunan kurumların bulunduğu bir dizi kuruma para yardımı yapıyor.

Yardım vakfına paralel faaliyet yürüten özel yatırım şirketi Tawani, enstrümanlar, implantlar, kesici aletler, cerrahide kullanılan enjeksiyonlar üreten tıbbi cihaz şirketlerini elinde bulunduran Squadron Capital LLC isimli Şikagolu şirketle ortak. LGBT hareketinin en yüce STK’sı Arcus Vakfı’nın kurucusu olan Jon Stryker’da olduğu gibi, Jennifer Pritzker de kâr amaçlı tıp yatırımlarını ve sentetik cinsel kimliklere destek sunan yardım faaliyetlerini birlikte yürütüyor.

Pritzker, aynı zamanda Minnesota Üniversitesi Ulusal Cinsiyet Spektrumu Sağlığı Merkezi’ne de para veriyor. Bu merkezin iddiasına göre, “cinsiyet spektrumu, iki cinsiyet fikrinin ötesine uzanan çok çeşitli cinsel kimlikleri içeriyor. Ciscender, transcender kimlikler, cender kuir ve nonbinary kimlikler, toplumsal cinsiyetin doğal ifade biçimlerinin olağan bir parçasını teşkil ediyorlar. Cinsiyet spektrumu sağlığı ise bireyin kendi benliğine dair anlayışıyla uyumlu cinsel kimlik ve ifade biçimlerinin sağlıklı, onaylı ve olumlu bir biçimde gelişmesiyle ilgili bir konu.” Pritzker’ın İnsan Cinselliği Programı Liderlik Konseyi’nde bilfiil çalıştığı üniversite, tıp fakültesine bağlı Cinsel Sağlık ve Toplumsal Cinsiyet Enstitüsü içerisinde genç yetişkinlere hizmet sunuyor.

Pritzker, Kanada’daki yardım faaliyetleri sahasında da aktif bir aile. Jennifer, bu ülkede Toronto Üniversitesi’ne bağlı Bonham Cinsel Çeşitlilik Çalışmaları Merkezi’ne parasal yardım sağlıyor. Bu kurum, insan cinsiyetinin yıkıma uğratılmasına dönük çalışmalara yatırım yapıyor. Merkezde eğitim veren ve Kanada’nın en büyük porno koleksiyonunu ifade eden Cinsel Temsiliyetler çalışmasının küratörü olan transcender çalışmaları profesörü Nicholas Matte, insanda iki cinsiyet olduğu düşüncesine karşı çıkıyor.

Pritzker, aynı zamanda Britanya Kolumbiyası eyaletinde bulunan Viktorya Üniversitesi’nde ilk transcender çalışmaları kürsüsünü kuran güç. Şimdiki bölüm başkanı Aaron Devor, 2016’da Transların Tarihini İlerletmek isimli konferansa ünlü transhümanist Martine Rothblatt’i davet etti. Google’ın yöneticilerinden Ray Kurzweil’ın akıl hocalığından istifade eden Rothblatt, konferansta WPATH gibi örgütlerin teknoloji sahasında transhümanistler yaratmaları konusunda transcenderlere hizmette bulunduğunu söyledi. (Rothblatt’ın bedensizleşme ideolojisi ve savunduğu teknoloji dini, Amerikan kültürü üzerinde gene Rothblatt tarafından kurulmuş olan Sirius uydu radyosu kadar etkili.)

Rothblatt, LGBTQ+ hareketinin iş dünyası içerisinde kurduğu ağı ifade eden Dış Liderlik çalışmasında da yer alıyor. Rothblatt, “her şeyi bilen, her yerde varolan, tüm yönleriyle güçlü ve faydalı teknolojileri uygulamaya koymak suretiyle biz, bir Tanrı meydana getiriyoruz” diyor.

Kâr amacı güden, tıp sahasında faal şirketler ve STK’lar, LGBT STK’ları denilen devasa altyapı dâhilinde iç içe geçiyorlar. Bunların çoğu, Pritzker ailesinden para alıyor. Bu şirketler ve STK’lar, sentetik cinsel kimliklerin kurumsallaşması için uğraşıyorlar, insanların cinsiyeti olan bedenlere doğduğunu söyleyerek, bedene yönelik tıbbi müdahalelerin önünü açmak için çalışıyorlar. Bugün Kaliforniya’da iki klinik, nonbinary ameliyatı yapıyor. Aynı kliniklerde kendisini hem erkek hem de kadın hisseden veya ikisini de kabul etmeyen bireylere cinselliği iptal etme ameliyatı yapılıyor.

Boston Çocuk Hastanesi’ndeki Cinsiyet Çoklu Uzmanlık Servisi 2007’de açıldı. Amacı, cinsiyet çeşitliliğine ve trans yetişkinlerin sorunlarına odaklanmak. Kurumun internet sitesinde denildiğine göre, kurulduğu günden beri servis, “mevcut programın kapsamını 3-25 arası yaşta hastaların kabulüne imkân verecek ölçüde genişletmiş.”

Ortabatı eyaletlerinde açılan, bu türden ilk çocuk kliniği olan, Lurie Çocuk Hastanesi’ndeki Cinsiyet ve Cinsellik Gelişim Programı, 2013’ten beri Şikago’da faaliyetlerine devam ediyor. Pritzker, bu programa 1 milyon dolarlık bağış yapmış. Jean “Gigi” Pritzker’ın kocası, hastanenin yönetim kurulunda. Cinsiyet Haritalandırma Projesi’nin hesabına göre, dünya genelinde bu cinsiyet kliniklerinden binlerce var. Bunların dört yüzünde çocukların cinsiyeti ameliyatla değiştiriliyor.

Stryker’ın başında olduğu Arcus Vakfı gibi Pritzker ailesi de psikiyatri alanının efendileriyle sıkı bir ilişki içerisinde. Lurie Çocuk Hastanesi Psikiyatri ve Davranış Sağlığı Bölümü, 2019 yılında Pritzker Vakfı’ndan gelen 15 milyon dolarla kuruldu. 2022’de kurum, “Kovid pandemisinden kaynaklı olarak, çocuklarda ve yetişkinlerde görülen akıl sağlığı ile ilgili sorunlara çözüm bulacak çalışmalar” için 6,45 milyon dolar aldı.

Illinois Valisi J. B. Pritzker, Jennifer’ın kuzeni, Psikiyatrik İşbirliği Temelli Hizmet Modeli ile ilgili kanuna onay verdi. Amerikan Psikiyatri Derneği’nin desteklediği kanuna göre, özel sigorta sahipleri ve tıbbi yardım alanlar, en az ayda bir, sağlık yetkilisinin davranışlarını izlemesine izin vermek zorunda. Bu kişiler, düzenli olarak psikiyatrik danışmanlık hizmeti almak, hastalardaki ilerlemenin izlenmesine izin vermek ve tavsiyeler almak durumunda.

J. B. Pritzker’ın kardeşi Anthony ile evli olan Jeanne Pritzker, Kolombiya Üniversitesi Los Angeles Kampüsü’nde psikoloji dersleri veriyor. Burada eşiyle birlikte okuldaki David Geffen Tıp Okulu’ndaki öğrencilere destek sunmak için Anthony ve Heanne Pritzker Aile Bursu’nu oluşturdu. Bayan Pritzker, Mattel isimli bir çocuk hastanesiyle bağlantılı olan Geffen Okulu’nun mütevelli heyetinin üyesi. Mattel ise piyasaya aktris Laverne Cox’a benzeyen trans bebekler sürmüş olan çokuluslu şirketin adı.

30 Haziran 2019 günü Vali Pritzker, “Uyumlu ve Kapsayıcı Okul anlayışına bağlılığımızı güçlendirecek” bir kararname yayınladı. Burada amaç, imal edilmiş cinsel kimliklere sahip çocukların el üstünde tutulmasını ve desteklenmesini sağlamaktı. Hatta eyalet genelinde “transcender, nonbinary, kendi cinsel kimliğiyle uyumsuz öğrencilere yönelik koruma kalkanının güçlendirilmesi” amacıyla okul yönetimlerine politikalarını değiştirme tavsiyesinde bulunacak öğretmenler ve okullar için ölçütler belirleyecek bir ekip bile kuruldu.

Ağustos 2021’de Vali Pritzker, eyaletteki tüm devlet okullarını ilgilendiren bir cinsellik eğitimi kanununu yürürlüğe koydu. Türünün ilk örneği olan bu kanunun çıkartılmasında amaç, Ulusal Cinsellik Eğitimi Standartları kitabının ikinci baskısı uyarınca, devlet okullarında 1. sınıftan 12. sınıfa kadar verilen cinsellik eğitimi müfredatını güncellemekti. Bu kanun, 1 Ağustos 2022’de yürürlüğe girdi. Her ne kadar ebeveynlerin yazılı olarak tercihlerini iletmesine imkân verse de birçok aile, çocuklarına toplumsal cinsiyet ideolojisi ve onunla bağlantılı materyallerin, cinsel sağlık kılıfı altında okutulması konusunda endişelerini dile getirdi.

Ulusal Cinsellik Eğitimi Standartları denilen kitap, Grove Vakfı’nın fonladığı Cinsellik Eğitiminin Geleceği İnisiyatifi isimli kuruluş tarafından hazırlandı. Grove Vakfı da David ve Lucile Packard Vakfı (HP şirketi) ve Ford Vakfı ile birlikte çalışıyor. Bu çalışmanın amacı ise ülke genelinde cinsellik eğitimi uygulamalarında okullara destek sunacak olan Cinsellik Eğitimini Kurumsallaştırma Çalışmaları denilen yapıyı meydana getirmek.

2012’de yürüttükleri yardım çalışmaları dâhilinde Pritzker ailesine destek sunmuş olan Bridgespan Grubu, Packard Vakfı’na da yardım etti. Bu yardım dâhilinde Cinsellik Eğitimini Kurumsallaştırma Çalışmaları isimli yapıyı da içeren birçok çalışma alanına ilişkin raporlar hazırlandı ve yatırım portföyü dâhilinde yürütülen işbirliği temelli çalışmalar gözden geçirildi.

Cinsellik Eğitiminin Geleceği İnisiyatifi içerisinde üç örgüt var: “Cinselliğin hayatın doğal ve sağlıklı bir parçası olduğunu göstermeye çalışan ulusal bir STK” olarak takdim edilen ABD Cinsellik Bilgileri ve Eğitimi Konseyi (Siecus); genç liderlerle ve yetişkinlerle birlikte çalışan, gençlere hizmet sunan örgütlerle birlikte gençlerin cinsel sağlık konusunda doğru bilgiler alma hakkını tanıyan programlara destek sunan, politikalara öncülük eden Gençliğin Destekçileri isimli örgüt; ve gençlere kapsamlı cinsellik eğitimi verilmesini sağlayan, bu eğitimi teşvik eden Answer isimli örgüt.

Bu yapıların hepsi, Grove Vakfı’ndan gelen paralarla ayakta duruyor. Vakfın para kaynağı ise Intel şirketinin eski CEO’su Andrew Grove.

Cinsellik Eğitiminin Geleceği İnisiyatifi, devlet okullarında çocuklara cinselliği öğretme konusunda “kapsayıcı bir yaklaşım” geliştirdi. Örgütün ana ilkesi şu: “Bugün daha küçük yaşta çocuklar, cinsellikle ilişkili meseleleri tartışabiliyorlar. Küçük yaş, çocukların cinsel yönelimi, cinsel kimlik ve cinsel ifade, cinsiyetlerarası eşitlik ve LGBT cemaati ile bağlantılı sosyal adalet gibi konuların gündeme getirilmesi için en uygun dönem. Bu, heteronormatif ve cisnormatif değerlerin ve önermelerin derinlere nüfuz etmediği, henüz kökleşmediği bir dönem.”

Cinsellik Eğitiminin Geleceği İnisiyatifi tarafından hazırlanan ve bugün Vali Pritzker tarafından Illinois eyaletinde uygulamaya konulan Ulusal Cinsellik Eğitimi Standartları kimi çevrelerde endişelere sebep oldu. Bu 72 sayfalık kitapta “anal seks” terimine on, “cinsel ilişki” terimine ise beş kez rastlıyoruz. En çok da “toplumsal cinsiyet” terimine yer veriliyor. Bu terim, 270 kez kullanılmış.

Birçok Amerikalının kadının adının dilden ve hukuk sahasından neden silindiğini, neden çocuklara cinsiyetlerini seçebilecekleri düşüncesinin aşılandığını merak ettiği koşullarda, Pritzker ailesi ve başka isimler, insan olmanın yeni bir yolunu inşa etmek için gayret sarf ediyorlar.

Bugün zenginler, bizim ne’liğimizi ve kim’liğimizi yıkıma uğratacak, anlamsızlaştıracak çalışmalar yürütüyorlar. Kliniklerde çocukların cinsiyetini değiştiriyorlar ve bu klinikleri dünyanın dört bir yanında açıyorlar. Bir yandan da yıkıma uğrattıkları insanlar için yeni haklar kaleme alıyorlar. Tüm bu sürecin tek bir açıklaması var o da kâr.

Belki de bu zenginler, kişisel takıntılarının ne denli iri ve cüsseli olduğunu görmekten zevk duyuyorlardır. Belki de burada insan, Tanrı rolü kesmenin cazibesine kul oluyordur. Bu sürecin neden işletildiği sorusunun cevabı ne olursa olsun, bu sentetik cinsel kimlikler, Amerika’nın geleceğinin kalıcı bir bileşeni hâline gelecekmiş gibi görünüyor.

Jennifer Bilek
15 Haziran 2022
Kaynak