11 Mayıs 2023

İlerici Neoliberalizmin Hegemonyası

Trump öncesinde Amerikan siyasetine hâkim olan hegemonik blok, ilerici neoliberalizmdi. Bu tespit oksimoronmuş gibi çalınabilir kulağa, ama dost olması ihtimali bulunmayan bu iki gücün gerçekte güçlü bir ittifak kurduğundan söz edebiliriz.

Bu ittifak, feminizm, ırkçılık karşıtlığı, çokkültürcülük, çevrecilik ve LGBTQ+ hakları gibi yeni toplumsal hareketlerin dayandığı ana liberal akımlardan ve New York Borsası, Silikon Vadisi ve Hollywood gibi ABD ekonomisi içinde yer alan, oldukça dinamik, en fazla güce ve “sembolik öneme sahip” sektörlerden oluşuyor. Bu tuhaf ikiliyi bir araya getirense gelirin dağıtılması ve kabulle ilgili görüşlerin kendisine has bir biçimde bir araya gelerek oluşturduğu bileşke.

İlerici neoliberal blok, liberal meritokratik kabul siyasetiyle mülksüzleştirici plütokratik programı birleştirdi. Bu bileşkede dağıtımı gerçekleştiren unsur, neoliberalizmdi.

Piyasa güçlerini devletin kontrolünden, ayrıca vergi ile harcama denilen değirmen taşlarının arasında öğütülmekten kurtarmaya kararlı olan ve bu bloğa öncülük eden sınıfların amacı, kapitalist ekonomiyi liberalleştirip küreselleştirmekti. Bu çaba, gerçekte finansallaşmadan başka bir şeye yol açmadı.

Sermayenin özgürce hareket etmesi önündeki engeller kaldırıldı, korumalar hükmünü yitirdi, bankalar denetim dışı kılındı, yıkıcı borçlar şişti, sanayi zayıfladı, sendikalar eridi, güvencesiz, kötü ücretler alan işler yaygınlaştı.

Herkesin Reagan’la ilişkilendirdiği, aslında Bill Clinton tarafından uygulamaya konulan ve tahkim edilen bu türden politikalar, işçi sınıfının ve orta sınıfın yaşam standartlarını geriye çekti, bir yandan da serveti ve değeri yukarıya, tabii esas olarak en tepedeki yüzde birin, bunun yanında, profesyonel yönetici sınıfların üst kademelerindeki insanların cebine akıttı.

İlerici neoliberaller, bu türden bir politik ekonomi hayal etmiyorlardı. Onu hayal etme işini Friedrich Hayek, Milton Friedman ve James Buchanan gibi âlimler; Barry Goldwater ve Ronald Reagan vizyoner siyasetçiler, ayrıca Charles ve David Koch gibi zengin ve muktedir isimler üstlendi. Gelgelelim neoliberalizmin sağcı “köktenci” versiyonu, sağduyusunu hâlen daha Yeni Mutabakatçı düşüncenin, “haklar devrimi”nin ve yeni soldan türemiş yığınla toplumsal hareketin biçimlendirdiği ABD’de hegemonyasını tesis edebilmiş değil.

Neoliberal projenin muzaffer olabilmesi için onun daha fazla cazip kılınması adına yeniden ambalajlanması ve özgürleşmeyle ilgili ekonomi dışı arzularla süslenmesi gerekiyordu. Bu gerici politik ekonomi, yeni hegemonik bloğun dinamik merkezi hâline ancak ilerici olarak allanıp pullandıktan sonra gelebildi.

Bu kurgunun temel bileşeni olan ilerici kabul siyasetini yürütme işini yeni Demokratlar üstlendiler. Sivil toplumdaki ilerici güçlerden istifade eden yeni Demokratlar, şeklen eşitlikçi ve özgürlükçü olan kabul anlayışını her yana yaydılar. Bu anlayışın özünde ise “çeşitlilik”, “kadınların güçlendirilmesi”, LGBTQ+ hakları, post-ırkçılık, çokkültürcülük ve çevrecilik gibi idealler duruyordu. Bu idealler, ABD ekonomisinin Goldman Sachs’laşması süreciyle tam bir uyum içerisinde olan özel ve sınırlı bir yoldan, çevreyi korumayı karbon ticareti olarak anlayan bir yoldan yorumlandılar. Ev sahipliği teşvik edildi ki yüksek risk faizli ipotek kredileri verilebilsin, evler ipoteğe dayalı menkul kıymetler olarak yeniden satılabilsin. Eşitlikse bu düzlemde meritokrasiden başka bir şeyi ifade etmiyordu.

Eşitlik, mecburen meritokrasiye indirgeniyordu. Adil bir statü düzeninden yana olan ilerici neoliberal programın amacı, toplumsal hiyerarşiyi ilga etmek değil, onu “çeşitlendirmek”, “yetenekli” kadınları, beyaz olmayan insanları ve cinsel azınlıkları onların yukarıya tırmanmalarını sağlayacak şekilde “güçlendirmek”ti.

Bu ideal, doğası gereği belirli bir sınıfa has. Amacı, “yeterince temsil edilmeyen gruplar” içinde yer alan, “hak eden” bireylerin kendi sınıfından beyaz erkeklerle aynı ücrete ve konuma kavuşmasını güvence altına almak. Feministler, bu idealin etkileyici ama, ne yazık ki sıradan bir türevini dile getirdiler. Camdan tavana yaslanıp onu çatlatmaya odaklanan bu yönelimden esas olarak gerekli toplumsal, kültürel ve ekonomik sermayeye sahip olanlar istifade edebileceklerdi. Sahip olmayanlarsa bodrum katında sıkışıp kalacaklardı.

Eğilip bükülen bir konu olarak bu kabul ve tanınma siyaseti, ilerici toplumsal hareketlerin ait olduğu önemli ve büyük akımları yeni hegemonik bloğa örgütlemek için uğraştı. İlerici neoliberalizm davasına tabii ki tüm feministler, ırkçılık karşıtları ve çokkültürcüler vs. örgütlenmedi, ama örgütlenenler, bilerek ya da bilmeyerek, ait oldukları hareketlerin en büyük ve en fazla görünür kesimini meydana getirdiler, bu akıntıya karşı çıkanlarsa kıyıya köşeye atılıp kuşatıldılar.

İlerici neoliberal blok içerisinde yer alan ilericiler, New York Borsası, Hollywood ve Silikon Vadisi denilen o büyük müttefiklerine kıyasla daha güçsüzlerdi ve ittifak içerisinde nispeten küçük bir paya sahiplerdi. Ama buna karşın aynı ilericiler, bu kurulan tehlikeli ilişkiyi daha da etkili ve çekici kılmak suretiyle önemli bir katkı sundular, “kapitalizme yeni bir ruh kazandırdılar.”

Özgürlükçü olduğuna dair bir imaja kavuşan bu yeni “ruh, neoliberal ekonomik faaliyetin heyecan ve coşkuyla birlikte yürütülmesini sağladı. Eskiden rahatsız edici ve iç karartıcı olan şey, ilerici ve özgürlükçü, dünya vatandaşı olan, ahlaken gelişkin bir şeye dönüştürülüp heyecan verici bir yapıya kavuştu. Bu anlayış sayesinde servetin ve gelirlerin yukarıya doğru dağıtıldığı sürece destek çıkan politikalar, meşruiyet zırhına kavuştular.

Öte yandan, hegemonyasını tesis edebilmek için bu yeni ortaya çıkan ilerici neoliberal blok, iki hasmını mağlup etmek zorundaydı. Bu noktada, ilkin Yeni Mutabakat denilen koalisyondan kalan kalıntılar ortadan kaldırılmalıydı. Tony Blair’in “Yeni İşçi Partisi”nden önce Demokrat Parti içindeki Clinton’cı kanat, eski ittifakı parçaladı.

Örgütlü emeği, göçmenleri, Afrikalı Amerikalıları, kentli orta sınıfları ve büyük sanayiyi kontrol eden sermaye güçlerinin belirli kesimlerini onlarca yıl başarılı bir biçimde bir arada tutmuş olan tarihsel bloğun yerine, müteşebbislerden, bankacılardan, gecekondululardan, “sembolik işçiler”den, yeni toplumsal hareketlerden, Latin kökenlilerden ve gençlerden oluşan yeni bir ittifakı geçirdi, bir yandan da gidecek başka bir yeri olmadığını düşünen Afrikalı Amerikalıların desteğini muhafaza etmeyi bildi.

1991-1992’de Demokrat Parti’nin başkan adaylığı için yürüttüğü kampanyada Bill Clinton, çeşitlilikten, çokkültürcülükten ve kadın haklarından bahsetmek, bir yandan da Goldman Sachs’ın işlerini görmeye hazır olduğunu ortaya koymak suretiyle başarılı oldu.

Nancy Fraser

[Kaynak: The Old is Dying and the New Cannot Be Born, Verso, 2019.]

0 Yorum: