02 Mayıs 2023

,

Tıpış Tıpış


Türkiye’de iktidar yapısı, sınıfa, Kürd’e ve Müslüman’a göre teşkil edilmiştir. İktidar yapısı, sermayenin devletine ve devletin sermayesine dairdir. Üç unsur, iktidar yapısına göre şekillendirilir. Bölünür, kontrol altına alınır. Gerekli ve zararsız unsurlar öne çıkartılır. Gerisi, tasfiye edilir. İktidar yapısı da bu üç unsura göre şekil alır.

“Siyasal İslamcılık” gibi değerlendirmeler, iktidar yapısını muhafaza ve müdafaa etmek içindir. Devleti ve burjuvazisiyle iktidar, sınıfî ve milli bir içerik kazanır. Aynı tespit, milliyetçilik ve solculuk ile ilgili değerlendirmeler için de geçerlidir. Kürd’ü, Müslüman’ı ve sınıfı iktidar yapısı ile birlikte anlamak gerekir.

* * *

TKP CEO’su Kemal Okuyan’ın “biz sınıf temelinde siyaset yapıyoruz” yalanına sarılması, tesadüfi değildir. Okuyan, bu tür cümleleri sarf etmeye mecburdur. O ve onun gibiler, “sınıf” maskesi ardına saklanan liberallerdir. Liberalizm, kendi mülkü için kendine kapanmaktır.

28 Şubat sürecinde iç ve dış yayınlara hâkim kişilerin aktarımına göre, SİP, dümenini Kemalist bürokrasiye ve CHP kitlesine çevirdi. Türban Neyi Örtüyor broşürü, tam da bu kemalistleşme eğilimini, daha doğrusu, devlete örgütlendiği gerçeğini örtmekteydi. Kemalistleşme de zevahire dair bir yalandı. Özünde örgüt, devlete ait bir aparata dönüştürülmüştü. Sınıf temelinde gerçekleşmeyen bu siyaset değişikliği, yukarıdan gelen bir emir gereği yapıldı. O emir, burjuvazinin kirlettiği devletin arınma ihtiyacı ile ilgiliydi. Başkaları da sonrasında devletin kirlettiği burjuvazinin arınma ihtiyacından emirler aldılar. Erol Katırcıoğlu, Cengiz Çandar, Hasan Cemal ve Veli Saçılık gibi liberallerin çizgisine geldiler. Şimdi bunlar, sağa sola sosyalizm dersleri veriyorlar. Batının liberal gevezeliklerini sosyalist siyaset diye pazarlıyorlar. Bir dönem AKP’ye destek vermiş olan bu liberallerin tek derdi, burjuvaziyi devletin kirinden kurtarmak.

Bu yönelim değişikliği dâhilinde, o günlerde SİP isimli partinin iç ve dış yayınlarında “toplum sınıflara ayrılmıştır. Fakat bu durum, bizim siyasetimizi daraltıyor. Bizim topluma seslenmemiz, toplumsallaşmamız lâzım” denilmekteydi. Yani dün ve bugün misal Kürt sorununa “sınıf temelinde” bakarken, doksanların sonunda Kemalizme, 2000’lerin başında CHP’lilere, 2010’larda Türk bayrağına, laikliğe ve burjuva ideolojisine, dün pandemi talimatlarına, tekellerin siyasetine, sıhhi faşizme nedense sınıf temelinde bakılmadı. Aynı temele, bugün seçim meselesinde hiç işaret edilmedi. İşine geldiği gibi “sınıf” bahanesinin arkasına sığınıldı. Demek ki iktidara zararlı olan unsurlara sınıf temelinde bakılırken, onun emrettiği hususlara sınıf temelinde bakılmıyordu. Çünkü TKP, devleti sınıfsal anlamda ezildiğini düşünen solcu, “Menşevik” damarın uzantısıydı.

“Sınıf”, dün olduğu gibi bugün de TKP’deki liberalizmi gizliyor.

TKP, devlete ve sermayeye göre, onların çıkarı uyarınca inşa edilmiş bir yan örgüt olduğunu, bu sayede icazet alabildiğini biliyor.

* * *

Birgün gazetesi de ancak CHP ile varolabildiğini biliyor. Devyol geleneği, CHP’nin bir çıktısı, uzantısı olarak yaşayabildiği bilinciyle hareket ediyor. O gelenek ancak "stratejik oy kullanma" davranışında bulunabilir. Ona “anarşist halk hareketi” diyen Murat Belge’lerse, öteki CHP’ye işaret ediyorlar.

Birgün CHP’yle ilişkisi sebebiyle, Tunus’ta İslamcı olmayan, aslında liberal olan Nahda hareketinin IMF’çiliğine eleştiri yöneltiyor, ama kendi CHP’li iktisatçılarının seçim sonrası “IMF gelmeli” sözlerini gündeme getirmiyor, DİSK uzmanı Gaye Yılmaz’ın “IMF’ten başka çare yok. Bu halk, acı ilâcı içmek zorunda” lafına hiçbir şey söylemiyor, seçimlerde oy verdiği partinin “sol kanat” liderlerinden Selin Sayek Böke’nin 15 yıldır IMF’i desteklediğine, AKP’yi IMF programını terk ettiği için eleştirdiğine, yoldaşı ve eski başkanı Hayri Kozanoğlu’nun “en azından IMF yoksula dost” dediğine, yarın oy verecekleri partinin “iktisatçısı” Selçuk Geçer’in “tek çözüm IMF. O, ekonomiyi disipline eder, düzene sokar” lafına hiç bakmıyor. Herkes, kendisine verilen sufleye göre konuşuyor.

Bu tür örgütlerde “sınıf”ın gerçekte bir karşılığı yoktur, olamaz. Sınıfın gerçek ve somut bir karşılık üretmesine asla izin verilmez. Faşizmin kitleyi “Volk” kalıbına döküp çapaklarından, dikenlerinden arındırmasında olduğu gibi sol örgütler de benzer bir terbiye işlemine başvururlar. Bir zaman sonra bir antikomünist olarak Adorno’nun dediğine benzer laflar edilir: “Sınıfa yönelik çağrıların bir anlamı kalmadı, çünkü artık herkes proleter.”

“Herkes işçi” denilerek, sınıfsal ayrışmanın, sınıfsal kavganın ve proleter devrimciliğin yükünden, attığı çentiğin sancısından kurtulurlar. Kendilerini ya devletin ya da burjuvazinin huzurlu kucağına bırakırlar. Seçim ve meclis, bunun içindir. Meşakkatten kaçılır, armutlar pişsin ağza düşsün istenir, liberalizm veya sosyal demokrasi, sosyalizmmiş gibi pazarlanır. Böylece birçok yükten kurtulma imkânı bulunur.

Sol örgüt şeflerindeki liberalizm, AB ve ABD’yle iltisaklı ideolojilerinin örtüsüdür. İktidar yapısı, Kürd’e ve Müslüman’a savaş açmışsa bu liberaller, suyun başını tutmak isterler, birden “sınıf”tan söz ederler. Oysa proleter görseler, işçi eli tutsalar, topuklarını vura vura koşup kaçarlar.

* * *

Madalyonun bir yüzünde TKP, diğerinde TİP durur. Madalyon, aynı aklın ürünüdür. Biri İP, diğeri HDP’nin gölgesindedir. O alanda kendisini var eder. Özgün ve hakiki bir gerçekliği yoktur. Biri, küçük burjuvaları seçim işlerinin yüküyle uğraştırmamak ve biraz da imaj tazelemek için vitrine partide söz hakkı olmayan işçi-emekçileri koyar, diğer parti ise devlet eliyle şişirilen medyatik balon dâhilinde, vitrine cümle liberali, yetmez ama evetçiyi, HDP’nin örgütlediği, Demirtaş’ın halesine kapılmış küçük burjuva solcusunu yerleştirir. Bu apolitizmi örgütleme derdinde olan imaj çalışmalarının gerçekte bir karşılığı yoktur.

Bir ara 15-16 Haziran geleneğinden gelen Sırrı Öztürk çevresini tasfiye etmek için görevlendirilmiş olan bu aşağıdaki TKP’li, onca TKP eleştirisinin ardından yuvaya döndü, “proletaryanın bayrağı” diye ay-yıldızlı bayrağı eline aldı. Şimdi de otuz yıllık, hatta yüz iki yıllık partisinin işçi sınıfı içerisinde kökleşememesinin suçunu Tayyip’in sırtına yüklüyor. Her küçük burjuva gibi, büyüyememenin günahı için bir keçi belirliyor. Kendisini hiç sınıfsal-politik ve devrimci-politik açıdan teşrih masasına yatırma gereği duymuyor. Bunu yapmadığı için bugün tıpış tıpış, NATO’cu, TÜSİAD’cı, IMF’çi bloğa oy topluyor. Avrupa’ya kaçma hayali kuranları örgütlüyor, onlara örgütleniyor.

* * *

Proleter devrimci hareket, iktidar yapısına göre şekillenmiş ideolojik haritayı yırtıp atmak zorundadır. Kürd’ün, Müslüman’ın ve sınıfın zararlı ve tehditkâr yönlerini politik-teorik zeminde idrak edebilmelidir. Şeyh Said’in sarığına, Seyyid Rıza’nın sakalına bakıp küfür etmeden, sınıf sopasını çıkartmadan önce, onun ardındaki ezilen millet öfkesini anlamaya çalışmalıdır.

Kürd’ün de, Müslüman’ın da, sosyalistin de içinde ağırlıklı yere sahip olan dinamik, iktidar yapısına göre inşa edilmiştir, o yapıyı korumaya yazgılıdır. İktidar yapısı, devletiyle sermayesiyle, bu dinamiği besler, büyütür, güçlendirir, başka ihtimalleri boğar.

Bu yapı, “Ay-yıldızlı bayrağın” işçi sınıfının bayrağı olduğunu söylemek, “ay-yıldızlı esir bayrağı özgürleştireceğiz” demek zorundadır. Oysa bu lafı eden Okuyan’ın bayrak bilinci, esirlikle bir derdi, özgürleştirme gibi bir pratiği yoktur. Bu laflar, sadece Kürd’e ve Müslüman’a karşı sopa niyetine savrulmaktadır.

TKP ve Devyolcuların tek siyaseti, iktidar yapısını koruyacak türde bir tür solculuktur. Onlara ancak bu kadarlık bir kum havuzu açılabilmiştir. Sol örgüt şefleri için kanın ve terin değeri ve anlamı bulunmamaktadır.

Bir yandan da her şeye “sınıf temelinde” bakanlar, “sınıf” derken burjuvaziyi kastederler. Onlar, “proletaryasız sosyalizm isteyen burjuva sosyalistleridir” (Karl Marx). Küçük burjuva sosyalistleri arasındaki temel tartışma, sosyalizmi devletin mi yoksa burjuvazinin mi getireceği, getirmesi gerektiği, hangisi getirse daha iyi olur ile ilgilidir. Kimisi, devletin geçmişine burjuvazinin bugününe, kimisi de devletin bugününe burjuvazinin geçmişine sahip çıkar. Gerçek işçi sınıfının söz hakkı ve kudreti yoktur, olmamalıdır. Sınıf temelinde meselelere bakanlar, kurtuluş savaşını, altmışları, sendikal faaliyeti, pandemiyi, bilimsel pratiği, jeopolitikayı vs. sınıfsal olarak bölmezler. İşlerine geldiği yerde, iktidarı ezilen ve sömürülen gösterip aklamak adına, bölüyormuş gibi yaparlar. Bazısı kendi burjuvazisini, bazısı kendi devletini ezilen olarak takdim etmek, saldırılardan korumak ister. Kemal Okuyan, “Erdoğan Atatürkçü Olursa” yazısını bu koruma görevi dâhilinde yazmıştır.

* * *

Başındaki başörtüsü ve eski kıyafetine bakıp o kadını AKP’li diye aşağılayan, küçümseyen öfke, tabii ki sınıfsaldır. Donbas’taki direnişi küçümseyen, NATO ağzıyla konuşan TKP’nin açıklaması, sınıfsaldır. Erkan Baş’ın “Biz fotoğraf çektiriyorduk. Bize kimse haber vermedi, o yüzden NATO oylamasına katılamadık” açıklaması, sınıfsaldır. Erkan Baş'ın “Gençlerin siyasetle ilgilenmek zorunda kalmasına gerçekten üzülüyorum" açıklaması, sınıfsaldır. Gençliğini yaşamak için NATO ve daha başka oylamalara katılmaması, sınıfsaldır. Sosyalist hareketin büyük bir kısmının bir emirle sandığa, Kemal’in yanına tıpış tıpış gidecek olması da sınıfsaldır.

Kılıçdaroğlu, Ekmeleddin’dir, Muharrem’dir, Abdullah Gül’dür. Onda yüksek politik feraset ve liyakat bulanlar, yanılgılarında boğulacaklardır. Küçük burjuvada tecessüm eden Erdoğan öfkesi de sınıfsaldır. O öfkenin neden oluşturulduğunu sorgulamamak da sınıfsaldır. CHP’lileşmek, bir tezahür, bir semptomdur.

İktidar yapısına halel gelmesin diye, işine geldiği gibi, kimi meselelere sınıf temelinde, kimi meselelere ise sınıfsız bir temelde bakan sol özneler, o yapıyı beslemek için vardır.

CHP, meclisi sağa teslim etmişse, örneğin Hatay’daki CHP adaylarını AKP’li Lütfü Savaş tayin etmişse, kimi yerlerde Hisarcıklıoğlu aday isimleri vermişse, CHP ve Altılı Masa iktidarında başkanlık sisteminin terk edilmesi ihtimali ortadan kalkmış demektir. Ya da tersten, AKP’de tecessüm eden başkanlık, meclis ile, meclisteki kudretle tahkim edilecektir. Belki de bu sebeple Erdoğan, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini restore edeceğiz” vaadinde bulunmuştur. Her iki ihtimal de işçiye, yoksula ve ezilene düşmandır. Ortada onların derdine ve öfkesine örgütlenen, o derdi ve öfkeyi örgütleyen devrimci proleter bir özne yoktur.

Eren Balkır
11 Nisan 2023

0 Yorum: