Türkiye’de iktidar yapısı, sınıfa, Kürd’e
ve Müslüman’a göre teşkil edilmiştir. İktidar yapısı, sermayenin
devletine ve devletin sermayesine dairdir. Üç unsur, iktidar yapısına göre
şekillendirilir. Bölünür, kontrol altına alınır. Gerekli ve zararsız unsurlar
öne çıkartılır. Gerisi, tasfiye edilir. İktidar yapısı da bu üç unsura göre
şekil alır.
“Siyasal İslamcılık” gibi değerlendirmeler, iktidar
yapısını muhafaza ve müdafaa etmek içindir. Devleti ve burjuvazisiyle iktidar,
sınıfî ve milli bir içerik kazanır. Aynı tespit, milliyetçilik ve solculuk ile
ilgili değerlendirmeler için de geçerlidir. Kürd’ü, Müslüman’ı ve sınıfı
iktidar yapısı ile birlikte anlamak gerekir.
* * *
TKP CEO’su Kemal Okuyan’ın “biz sınıf temelinde
siyaset yapıyoruz” yalanına sarılması, tesadüfi değildir. Okuyan, bu tür
cümleleri sarf etmeye mecburdur. O ve onun gibiler, “sınıf” maskesi ardına
saklanan liberallerdir. Liberalizm, kendi mülkü için kendine kapanmaktır.
28 Şubat sürecinde iç ve dış yayınlara hâkim kişilerin
aktarımına göre, SİP, dümenini Kemalist bürokrasiye ve CHP kitlesine çevirdi.
Türban Neyi Örtüyor broşürü, tam da bu kemalistleşme eğilimini, daha
doğrusu, devlete örgütlendiği gerçeğini örtmekteydi. Kemalistleşme de zevahire
dair bir yalandı. Özünde örgüt, devlete ait bir aparata dönüştürülmüştü. Sınıf
temelinde gerçekleşmeyen bu siyaset değişikliği, yukarıdan gelen bir emir
gereği yapıldı. O emir, burjuvazinin kirlettiği devletin arınma ihtiyacı ile
ilgiliydi. Başkaları da sonrasında devletin kirlettiği burjuvazinin arınma
ihtiyacından emirler aldılar. Erol Katırcıoğlu, Cengiz Çandar, Hasan Cemal ve
Veli Saçılık gibi liberallerin çizgisine geldiler. Şimdi bunlar, sağa sola
sosyalizm dersleri veriyorlar. Batının liberal gevezeliklerini sosyalist
siyaset diye pazarlıyorlar. Bir dönem AKP’ye destek vermiş olan bu liberallerin
tek derdi, burjuvaziyi devletin kirinden kurtarmak.
Bu yönelim değişikliği dâhilinde, o günlerde SİP
isimli partinin iç ve dış yayınlarında “toplum sınıflara ayrılmıştır. Fakat bu
durum, bizim siyasetimizi daraltıyor. Bizim topluma seslenmemiz,
toplumsallaşmamız lâzım” denilmekteydi. Yani dün ve bugün misal Kürt sorununa
“sınıf temelinde” bakarken, doksanların sonunda Kemalizme, 2000’lerin başında
CHP’lilere, 2010’larda Türk bayrağına, laikliğe ve burjuva ideolojisine, dün
pandemi talimatlarına, tekellerin siyasetine, sıhhi faşizme nedense sınıf
temelinde bakılmadı. Aynı temele, bugün seçim meselesinde hiç işaret
edilmedi. İşine geldiği gibi “sınıf” bahanesinin arkasına sığınıldı. Demek ki
iktidara zararlı olan unsurlara sınıf temelinde bakılırken, onun emrettiği
hususlara sınıf temelinde bakılmıyordu. Çünkü TKP, devleti sınıfsal anlamda
ezildiğini düşünen solcu, “Menşevik” damarın uzantısıydı.
“Sınıf”, dün olduğu gibi bugün de TKP’deki liberalizmi
gizliyor.
TKP, devlete ve sermayeye göre, onların çıkarı
uyarınca inşa edilmiş bir yan örgüt olduğunu, bu sayede icazet alabildiğini
biliyor.
* * *
Birgün gazetesi
de ancak CHP ile varolabildiğini biliyor. Devyol geleneği, CHP’nin bir çıktısı,
uzantısı olarak yaşayabildiği bilinciyle hareket ediyor. O gelenek ancak
"stratejik oy kullanma" davranışında bulunabilir. Ona “anarşist halk
hareketi” diyen Murat Belge’lerse, öteki CHP’ye işaret ediyorlar.
Birgün CHP’yle
ilişkisi sebebiyle, Tunus’ta İslamcı olmayan, aslında liberal olan Nahda
hareketinin IMF’çiliğine eleştiri yöneltiyor, ama kendi CHP’li iktisatçılarının
seçim sonrası “IMF gelmeli” sözlerini gündeme getirmiyor, DİSK uzmanı Gaye
Yılmaz’ın “IMF’ten başka çare yok. Bu halk, acı ilâcı içmek zorunda” lafına
hiçbir şey söylemiyor, seçimlerde oy verdiği partinin “sol kanat” liderlerinden
Selin Sayek Böke’nin 15 yıldır IMF’i desteklediğine, AKP’yi IMF programını terk
ettiği için eleştirdiğine, yoldaşı ve eski başkanı Hayri Kozanoğlu’nun “en
azından IMF yoksula dost” dediğine, yarın oy verecekleri partinin “iktisatçısı”
Selçuk Geçer’in “tek çözüm IMF. O, ekonomiyi disipline eder, düzene sokar”
lafına hiç bakmıyor. Herkes, kendisine verilen sufleye göre konuşuyor.
Bu tür örgütlerde “sınıf”ın gerçekte bir karşılığı
yoktur, olamaz. Sınıfın gerçek ve somut bir karşılık üretmesine asla izin
verilmez. Faşizmin kitleyi “Volk” kalıbına döküp çapaklarından,
dikenlerinden arındırmasında olduğu gibi sol örgütler de benzer bir terbiye
işlemine başvururlar. Bir zaman sonra bir antikomünist olarak Adorno’nun
dediğine benzer laflar edilir: “Sınıfa yönelik çağrıların bir anlamı kalmadı,
çünkü artık herkes proleter.”
“Herkes işçi” denilerek, sınıfsal ayrışmanın, sınıfsal
kavganın ve proleter devrimciliğin yükünden, attığı çentiğin sancısından
kurtulurlar. Kendilerini ya devletin ya da burjuvazinin huzurlu kucağına
bırakırlar. Seçim ve meclis, bunun içindir. Meşakkatten kaçılır, armutlar
pişsin ağza düşsün istenir, liberalizm veya sosyal demokrasi, sosyalizmmiş gibi
pazarlanır. Böylece birçok yükten kurtulma imkânı bulunur.
Sol örgüt şeflerindeki liberalizm, AB ve ABD’yle
iltisaklı ideolojilerinin örtüsüdür. İktidar yapısı, Kürd’e ve Müslüman’a savaş
açmışsa bu liberaller, suyun başını tutmak isterler, birden “sınıf”tan söz
ederler. Oysa proleter görseler, işçi eli tutsalar, topuklarını vura vura koşup
kaçarlar.
* * *
Madalyonun bir yüzünde TKP, diğerinde TİP durur.
Madalyon, aynı aklın ürünüdür. Biri İP, diğeri HDP’nin gölgesindedir. O alanda
kendisini var eder. Özgün ve hakiki bir gerçekliği yoktur. Biri, küçük
burjuvaları seçim işlerinin yüküyle uğraştırmamak ve biraz da imaj tazelemek
için vitrine partide söz hakkı olmayan işçi-emekçileri koyar, diğer parti ise
devlet eliyle şişirilen medyatik balon dâhilinde, vitrine cümle liberali,
yetmez ama evetçiyi, HDP’nin örgütlediği, Demirtaş’ın halesine kapılmış küçük
burjuva solcusunu yerleştirir. Bu apolitizmi örgütleme derdinde olan imaj
çalışmalarının gerçekte bir karşılığı yoktur.
Bir ara 15-16 Haziran geleneğinden gelen Sırrı Öztürk
çevresini tasfiye etmek için görevlendirilmiş olan bu aşağıdaki TKP’li, onca
TKP eleştirisinin ardından yuvaya döndü, “proletaryanın bayrağı” diye
ay-yıldızlı bayrağı eline aldı. Şimdi de otuz yıllık, hatta yüz iki yıllık
partisinin işçi sınıfı içerisinde kökleşememesinin suçunu Tayyip’in sırtına
yüklüyor. Her küçük burjuva gibi, büyüyememenin günahı için bir keçi
belirliyor. Kendisini hiç sınıfsal-politik ve devrimci-politik açıdan teşrih
masasına yatırma gereği duymuyor. Bunu yapmadığı için bugün tıpış tıpış,
NATO’cu, TÜSİAD’cı, IMF’çi bloğa oy topluyor. Avrupa’ya kaçma hayali kuranları
örgütlüyor, onlara örgütleniyor.
* * *
Proleter devrimci hareket, iktidar yapısına göre
şekillenmiş ideolojik haritayı yırtıp atmak zorundadır. Kürd’ün, Müslüman’ın ve
sınıfın zararlı ve tehditkâr yönlerini politik-teorik zeminde idrak
edebilmelidir. Şeyh Said’in sarığına, Seyyid Rıza’nın sakalına bakıp küfür
etmeden, sınıf sopasını çıkartmadan önce, onun ardındaki ezilen millet
öfkesini anlamaya çalışmalıdır.
Kürd’ün de, Müslüman’ın da, sosyalistin de içinde
ağırlıklı yere sahip olan dinamik, iktidar yapısına göre inşa edilmiştir, o
yapıyı korumaya yazgılıdır. İktidar yapısı, devletiyle sermayesiyle, bu
dinamiği besler, büyütür, güçlendirir, başka ihtimalleri boğar.
Bu yapı, “Ay-yıldızlı bayrağın” işçi sınıfının bayrağı
olduğunu söylemek, “ay-yıldızlı esir bayrağı özgürleştireceğiz” demek
zorundadır. Oysa bu lafı eden Okuyan’ın bayrak bilinci, esirlikle bir derdi,
özgürleştirme gibi bir pratiği yoktur. Bu laflar, sadece Kürd’e ve Müslüman’a
karşı sopa niyetine savrulmaktadır.
TKP ve Devyolcuların tek siyaseti, iktidar yapısını
koruyacak türde bir tür solculuktur. Onlara ancak bu kadarlık bir kum havuzu
açılabilmiştir. Sol örgüt şefleri için kanın ve terin değeri ve anlamı bulunmamaktadır.
Bir yandan da her şeye “sınıf temelinde” bakanlar,
“sınıf” derken burjuvaziyi kastederler. Onlar, “proletaryasız sosyalizm isteyen
burjuva sosyalistleridir” (Karl Marx). Küçük burjuva sosyalistleri arasındaki
temel tartışma, sosyalizmi devletin mi yoksa burjuvazinin mi getireceği,
getirmesi gerektiği, hangisi getirse daha iyi olur ile ilgilidir. Kimisi,
devletin geçmişine burjuvazinin bugününe, kimisi de devletin bugününe
burjuvazinin geçmişine sahip çıkar. Gerçek işçi sınıfının söz hakkı ve kudreti
yoktur, olmamalıdır. Sınıf temelinde meselelere bakanlar, kurtuluş savaşını,
altmışları, sendikal faaliyeti, pandemiyi, bilimsel pratiği, jeopolitikayı vs.
sınıfsal olarak bölmezler. İşlerine geldiği yerde, iktidarı ezilen ve sömürülen
gösterip aklamak adına, bölüyormuş gibi yaparlar. Bazısı kendi burjuvazisini,
bazısı kendi devletini ezilen olarak takdim etmek, saldırılardan korumak ister.
Kemal Okuyan, “Erdoğan Atatürkçü Olursa” yazısını bu koruma görevi dâhilinde
yazmıştır.
* * *
Başındaki başörtüsü ve eski kıyafetine bakıp o kadını
AKP’li diye aşağılayan, küçümseyen öfke, tabii ki sınıfsaldır. Donbas’taki
direnişi küçümseyen, NATO ağzıyla konuşan TKP’nin açıklaması, sınıfsaldır.
Erkan Baş’ın “Biz fotoğraf çektiriyorduk. Bize kimse haber vermedi, o yüzden
NATO oylamasına katılamadık” açıklaması, sınıfsaldır. Erkan Baş'ın “Gençlerin
siyasetle ilgilenmek zorunda kalmasına gerçekten üzülüyorum" açıklaması,
sınıfsaldır. Gençliğini yaşamak için NATO ve daha başka oylamalara katılmaması,
sınıfsaldır. Sosyalist hareketin büyük bir kısmının bir emirle sandığa,
Kemal’in yanına tıpış tıpış gidecek olması da sınıfsaldır.
Kılıçdaroğlu, Ekmeleddin’dir, Muharrem’dir, Abdullah
Gül’dür. Onda yüksek politik feraset ve liyakat bulanlar, yanılgılarında
boğulacaklardır. Küçük burjuvada tecessüm eden Erdoğan öfkesi de sınıfsaldır. O
öfkenin neden oluşturulduğunu sorgulamamak da sınıfsaldır. CHP’lileşmek, bir
tezahür, bir semptomdur.
İktidar yapısına halel gelmesin diye, işine geldiği
gibi, kimi meselelere sınıf temelinde, kimi meselelere ise sınıfsız bir temelde
bakan sol özneler, o yapıyı beslemek için vardır.
CHP, meclisi sağa teslim etmişse, örneğin Hatay’daki
CHP adaylarını AKP’li Lütfü Savaş tayin etmişse, kimi yerlerde Hisarcıklıoğlu
aday isimleri vermişse, CHP ve Altılı Masa iktidarında başkanlık sisteminin
terk edilmesi ihtimali ortadan kalkmış demektir. Ya da tersten, AKP’de tecessüm
eden başkanlık, meclis ile, meclisteki kudretle tahkim edilecektir. Belki de bu
sebeple Erdoğan, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini restore edeceğiz” vaadinde
bulunmuştur. Her iki ihtimal de işçiye, yoksula ve ezilene düşmandır. Ortada
onların derdine ve öfkesine örgütlenen, o derdi ve öfkeyi örgütleyen devrimci
proleter bir özne yoktur.
Eren Balkır
11 Nisan 2023
0 Yorum:
Yorum Gönder