12 Mayıs 2023

,

Çete


Karl Marx bir mektubunda, “Sosyalizme kendilerince gerçekten kopuk, idealist bir yön veren”[1] bir çeteden söz ediyor ve bu çetenin “Adalet, Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik gibi tanrılarla yüklü modern mitolojiyi (kullanandan ciddiyet arz eden nesnel çalışmayı talep eden) materyalist zemin yerine ikame etmek istediğini” söylüyor.

Bugün Türkiye sosyalist hareketini Marx’a öncesine ait, Marx’a karşı, Marx’tan bihaber çeteler yönetiyor. Onlar, her şeye, her olguya, “Adalet, Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik” gibi putlar üzerinden bakıyor, nesnel ve kolektif olanı her fırsatta redde tabi tutuyorlar. Bu kavramlar, sınırsız ve sınıfsız değil, doğrudan burjuvazinin kavram setine aitler.

Fransız Devrimi öncesinin orta sınıfı olarak burjuvazi, devrim sonrasının proleter devrimler çağının orta sınıfına aklını ve eylemini miras bırakıyor. Marx ve Marksizm, bu mirasa sallanan ve proleter devrimciliğin yolunu açan kılıç olarak görülmeli. O, akademizme ve gazeteciliğe hapsedilmemeli.

O yeni orta sınıf, burjuvaziden miras aldığı aklı ve eylemi, her döneme ve pratiğe dayatıyor. Marx’ın sözünü ettiği putlar, bu aklın ve eylemin somut biçimi. “Materyalizm zemini” derken Marx, o putlara kılıç sallamayı ve ardındaki gerçeğe bakmayı, o gerçeğe uygun mücadele biçimleri üretmeyi kastediyor.

Marx’ın “eğitimliler kastı” dediği kesime mensup solcular, bugün de “aptal, bayat ve gerici” bir hâl almış ütopyacılık pilavını ısıtıp satmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Ütopyacılık pilavı, burjuvazinin yeni gelişen orta sınıfa miras bıraktığı aklın ve eylemin bir ürünü.

Evveliyatı tabii ki var ama, elimizdeki pilav, bilhassa 2011’den beri bölge ve dünya genelinde açığa çıkmış isyan pratiklerinin ve o isyanları bastırma iradesinin bir yan ürünü. Kontrgerilla talimnamelerinden ve istihbarat raporlarından ayrı ele alınmamalı.

Bu eylemlerle ilgili olarak, solcular, belirli bir tür sol popülizm ve popülizm eleştirisi geliştirdiler. Bu pratiğin halesine kapıldılar, iğvasına teslim oldular. Emperyalizmin ve burjuvazinin müdahalesiyle belirli bir kıvama getirildiler.

Söz konusu fikriyatta eskiden eksen ve ana zemin olarak görülen “Üretim”in yerini “Tüketim ve Dağıtım” aldı. Ekonomi-politik, bu iki kavrama göre analiz edildi. Üretimde bireyi ezen eşitlikçi bir yön bulunurken, tüketim, seçim yapma ve karar alma özgürlüğü ile birlikte tanımlanıp yüceltildi. Kutsandı. “Ben, ömrüm boyunca eşitlikçiliğe karşı, özgürlük için mücadele ettim” diyen Karl Popper çizgisi galebe çaldı. Marksizmin kavramlar seti çöpe atıldı.

“Tüketim”, “birey”, “seçenekler” ve “kararlar” gibi kelimelerin etrafında tavaf ettirilen teori, ideoloji ve politika, burjuvaziden akıl almış, ona öykünen orta sınıf siyasetinin birer ürünü. Orta sınıf, egemenler adına, teoriyi, ideolojiyi ve politikayı belirli bir kıvama ve içeriğe kavuşturmak zorunda. Bu kıvam ve içerik oluşturma çabası, doğalında, Marx’ın ve Marksizmin kılıcının kırılmasını, olmadı, yumuşatılmasını şart koşuyor.

* * *

Bundan yirmi yıl önce solun güç olduğu önemli bir sendika, “tüketimden gelen gücümüzü kullanalım, falanca ürünü boykot edelim” diyen bildiriler dağıtmıştı. Sendikanın bildirisi, tehlikeli bir olgu olarak görülen sınıfa değil, zararsız kabul edilen, “İşçi” denilen bireylere sesleniyordu. Bu hat, başka bir kol çıkarttı ve bu kol, işçiyi “Ezilen” kategorisinin alt başlığı hâline getirdi, “mağdur ve madun” olarak kodlayıp işçi sınıfının dişlerini çekti. Onu kabul ve görünürlük siyasetinin figüranı hâline getirdi. Bu TİP vekil adayının yaptığı gibi, sınıf olarak işçiyle dalga geçildi, birey olarak işçi yüceltildi. TİP, yandaki karikatürü çizen ve yirmi yıl önce Altan Biraderler'in ettiği lafın aynısını eden bir kişiyi aday gösterdi.

Tüketimin bireysele ve bireyin varlığına önem verdiğini düşünen, bireyi her türlü baskı ve hiyerarşiden kurtarmayı vaat eden çizgi, bugün “benim iki oyum var, onun birini Kemal’e, diğerini falanca örgüte veriyorum” cümlesinde karşılık buluyor. Soyut, gerçekten kopuk, yücede duran, sınırsız ve sınıfsız bir olgu olarak görülen oy ve oy sahipliğini, nedense kimse sorgulamıyor.

* * *

Solcular, tekellerin, devletlerin, sermayenin Erdoğan’ı “bireyin seçimine ve kararlarına, bireyin varlığına düşman güç olarak” karikatürize edip bu şekilde sunmasına ses çıkartmadılar. Bu hâlleriyle, Marx’ın sözünü ettiği “materyalizm zemini”ni terk ettiler. Tuhaf bir metafiziğe, anlamsız bir idealizme kul oldular. Kendi yankı odalarında, gerçek dışı hayal âlemlerinde debelenip duruyorlar.

Marx, bu tür solculuğun gerçeklikten kopuk olduğunu söylüyor. Marksizm hattını ve kavgasını sürdürme iradesinde olanlar, bu anlamda, bugünkü TİP’in Türkiye, işçi ve partiyle ilişkisi, bağı olmayan bir küçük burjuva projesi olduğunu görmeliler. Ana rahmi TKP de aşağıdaki görselde gerçekle bağını iyice koparttığını ortaya koyuyor.


TİP-TKP gibi pratikler, ülkeye dayatılan emek rejiminin, çalışma düzeninin, kanunlarının, sömürüyü artırmaya yönelik uygulamaların selameti için belirli kavramları yeniden tanımlamak, yeni döneme uyum sağlamak zorunda. En temelde “Sömürü ve Zulüm”, literatürden silinmeli, yeni dönemin siyaset alanı, kandan ve terden arındırılmalı. Özel sanayi bölgelerine, özeli yücelten, özeli putlaştıran, özelin fikrini başa yazan, her şeyi özele göre idrak eden özel kişiler denk düşmeli. Ülkenin tepesindeki iktidar, doğudan batıya, kuzeyden güneye, her ilmeğe, her hücreye sinmiş olan niteliğiyle eleştirilmeli, özel kişilerin özel servetlerine ve özel kârlarına göre yeniden dizayn edilmeli. Sosyalist iktidar, tahakkümcü ve totaliter bulunarak tasfiye edilmeli, tüm imkânları ortadan kaldırılmalı. Ülke, ABD eyaletine veya Avrupa’daki troykanın hâkimiyetinde olan alt siyasi birime dönüştürülmeli.

* * *

1919’daki Sivas Kongresi’nde Amerikan mandası tartışılıyor. O gün o kongrede “ülke, Amerikan mandası olsun” diyenler, bugün CHP’yi yeniden inşa ediyorlar. Bu mandacılık, CHP’yle bağlantılı sosyalistleri de dönüştürüyor. Onlara da sirayet ediyor. Tüm teori, ideoloji ve politika, bu “ütopyacı idealist çeteler” eliyle manda yönetimine uygun hâle getiriliyor, mandacılaştırılıyor. Bu işlem, bireyin özgürlüğü, özgür seçimi ve özel kararları adına yürürlüğe konuluyor. Sosyalist hareketteki dönüşümü mandacılaşma eğilimiyle birlikte değerlendirmek gerekiyor.

O nedenle, solcular, Marx’ın eleştirdiği putlara sarılıyor, sürekli Adalet’ten, Özgürlük’ten, Eşitlik’ten ve Kardeşlik’ten söz ediyorlar. Kötülük gibi boş idealist laflara sarılıyorlar. 

Solcular, materyalizm zeminine yabancılaşıyorlar. Maddi bir güç olma imkânlarını ortadan kaldırıyorlar. Amerikan eyaleti ve AB’ye bağlı manda olma arzusu, birçoğunun içini gıcıklatıyor. 

Bu ütopizmin işçi sınıfına ve ezilenlere ne getireceği üzerinde durulmuyor. Sosyalistlerin ağzı kıpırdıyor, ama vantrolog başkaları. O vantrologlar, yoksulu hor ve aşağılık görmeyi, ondan nefret etmeyi, onu küçümsemeyi, ona düşmanlık etmeyi öğretiyorlar. Bu anlamda, Fransa’da edilmiş, aşağıda aktarılan cümleleri, herkesin tekrar tekrar tefekkür etmesi gerekiyor:

“Siz, devrim fikrine dair hafızanın bile silinip gitmesini mi istiyorsunuz? Sizin niyetiniz, ‘işçi’ kelimesini mecaz olarak bile kullandırtmamak mı? Ortaya çıkan sonuç konusunda kimsenin şikâyeti yok anlaşılan. O zaman gidin, dişlerinizi sıka sıka, gebertin yoksulları. Ya da onları Amerikalı dostlarınıza öldürtün!”[3]

Eren Balkır
12 Mayıs 2023

Dipnotlar:
[1] Karl Marx, “Adolph Sorge’ye Mektup”, 19 Ekim 1877, İştiraki.

[2] Eren Balkır, “Nesnel ve Kolektif”, 17 Nisan 2023, İştiraki.

[3] Alain Badiou, “Başörtüsü Yasağı”, 21 Şubat 2004, İştiraki.

0 Yorum: