10 Mayıs 2023

Kelebekler, Kuşlar ve Komünistler Üzerine


İyi çocuklardı, öyle hatırlıyorum. Yalçın Küçük’ün eteklerinde yetişmiş olmakla birlikte, civarda pek görünmüyorlardı. Solculuk yapmak için erken, Marksist olmak için tehlikeli zamanlardı. Çıkardıkları bir dergi vardı; Yalçın Bey “Kelebek”[1] diyordu. Ne merak ettim, ne de ilgilendim. Benim eksikliğimdir.

Bu “Kelebek” ile, bizi, Toplumsal Kurtuluş ekibini uzun hücre hapsinden sonra Ankara Merkez Kapalı’ya tıktıklarında bir kez daha karşılaştım. Yalçın Küçük’ü ve bu arada “bizi” eleştiriyorlardı. Ayrıntılarını çok iyi hatırlamıyorum ama Yalçın Bey’i ayırıp içerideki bizlere “küsurat” dediklerini not etmişim. Bu zor zamanlarda yanımızda olması gereken bu çocukların hangi nedenle ve ne tür bir hırsla arkamızdan küfür ettiklerini anlayamamıştım; hâlâ anlamıyorum.

Sonra bir gün, Cağaloğlu’nda çalıştığım büroya Aydemir Güler geldi. Parti kurmak ve program tartışmak istediklerini söyledi. Elindeki program taslağını bıraktı. Yazılı olarak ileteceğimi belirttim. Bunu bir katılma çağrısı olarak algılamış ve memnun olmuştum. Aydemir kardeşimin ziyaretinin akşamı oturup program hakkındaki görüşlerimi yazdım. Sabah, Aydemir ve arkadaşlarının parti kurdukları haberini aldım. O yazıyı, şimdi bir kez daha yayınlama gereğini duydum. Ektedir.

Sonuncu “Kelebek” vakası, Komünist Partisi Girişimi’nin bir Ankara toplantısı sırasında yaşandı. Partiydiler, haber gönderip görüşmek istediler. Görüşmede, girişimimizin AB’ye uyum sürecinde Komünist Parti yasağının kalkması beklentisi ile ilgili olup olmadığını sordular. Parti isminde “Komünist” kelimesinin olup olmamasının o kadar önemli olmadığını söylediler; girişimle ilişki geliştirmek istediklerini beyan ettiler. (Toplantıların tutanakları elimizdedir) Görüşmeler sürerken, bir sabah “Komünist Partisi” oldular.

Bir “ahlak” ortaya çıkıyor ve yazdıklarım, bu ahlakı ortaya çıkarmak içindir. Yalçın Küçük’ün “Kelebek”i şimdi “Kuş” olmuştur… TKP adını, “Türkiye Kuşlar Partisi” olarak açmamızın, bu ahlak sergisinden sonra uygun olacağını söylemek durumundayım. Bu ahlakla nasıl komünist olduklarını anlamamız mümkün değildir, ortaya çıkan budur.

Ama suçun büyüğünün bizde olduğunu da eklemeliyim; bu ülkenin komünistleri, “beceriksizliklerinden” partilerini kurda kuşa yem etmiştir. Bir Komünist Partisi Girişimi Meclisi üyesi olarak ben de suçlular arasındayım. Yapamadığımız için şimdi kelebekler ve kuşlarla uğraşıyoruz. Suçumuzun en büyük cezası olarak görüyorum… Bu yazı, aynı zamanda bir ceza çekme yazısıdır.

Bizimkisi ayrı; Bir de “K”yı “Komünist” sananlar var. Ne yazık ki, “K”nın kuş olduğunu birtakım düşük “Kral”lara anlatmaya gücümüz yetmemiştir. Krallar, tebaalarıyla birlikte bunlara gitmiş ve kuşları üstlerine başlarına pisletmişlerdir. Beceriksizliğimizin büyük bir kısmı, bu yeni kuş ve eski krallardan kaynaklanıyor.

Ne yazık ki, bu iki “ahlak”tan bir yeni ahlak çıkarmak mümkün değildir. Bunları bilmekle birlikte, yanıt için beklememizi yanlış anlayanlar olduğu görülüyor. Temizlik gereğini hep hissediyoruz ve deyim yerindeyse, “işi ağırdan almamızın” bir nedeni var. Tasfiyecilerle, hırsız kargaların çekişmesinde taraf olmak vardı işin ucunda…

Gecikmiş bir cevap yazma gereği, bu ağır tablodan doğuyor. Borçlar birikmiştir ve “Kelebek”in 83. Sayısında Erkin Tufan Özalp’in yazısını[2] toplu borç ödemesi için vesile yapıyoruz. Dilerim, sonunda hesap kapatılmış olur.

“Postmodernist Bir Marksistin Aydınlanma ve Avrupa Düşmanlığı”; Kelebek’e göre, bu düşmanlığı ben yapıyorum. Aydınlanma Tarikatı’nı okumak zorunda kalmış olduklarını anlıyorum. Kızmaları ve sert olmaları yerindedir; yerlerinde olsam, aynı tepkiyi gösterirdim. Bir Marksist olduğum, hadi onların deyimiyle “Postmodernist bir Marksist” olduğum doğrudur. “Anlam”da anlaşmak kaydıyla, bunların bana söylenmesinde bir sakınca yoktur. “Özalp” kardeşimizi daha da rahatlatayım; düşmanlık lafı biraz abartı içermekle birlikte, “benim” Avrupa’ya ve Aydınlanma’ya eleştirel yaklaştığım açıktır. Bunların fazlası var ve eksiği yok. Fazlası şu; bu tavır, “Orhan Gökdemir”in değil, Fabrika dergisinin tavrıdır. Son beş yılda, bu tartışma Fabrika’da yürütülmüştür ve bu dergi ile Komünist Partisi Girişimi Meclisi’nin ayrı tutulamayacağını herkes biliyor. Bu durumda, beş yıl önce de, STP’yi kurarken de yanlış yere gelmiş olduklarını anlıyorum. İnsan, parti olacaksa, gittiği yere bakar: Arap alfabesiyle yazmıyoruz, yazılanları okur, ona göre bir yön tayini yapar.

Biz, bu arkadaşlarımızı bir kez daha şaşırtalım. Avrupa ve Aydınlanma eleştirisi bir yana, Fabrika dergisi, aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa coğrafyasındaki birliğe katılmasından yana da irade beyan etmiştir. Bizim için bu, elbette Avrupa’yı bütünüyle sindirmek anlamına gelmiyor. Fabrika, bütün ırkçılıklara olduğu kadar Avrupa ırkçılığına da karşıdır. Fabrika, halkların birleşmesi ile devletlerin birleşmesi arasındaki farkı çok net bir biçimde çizmiştir ve eninde sonunda Avrupa ile de birleşileceğinin farkındadır. Avrupa ile birleşeceğiz ve kapitalizmin yarattığı bütün kirliliklerle hesaplaşacağız.

Dolayısıyla bizim için, Avrupa’yı, Aydınlanma’yı, Modernizmi, İlerleme’yi tartışmadan Avrupa ile birleşmek bir ham hayaldir. Bunları tartışmak ise elbette Asya’yı, Oryantalizmi, Postmodernizmi ve Azgelişmişliği tartışmayı zorunlu kılıyor. 15 yıl önce de bu “Kelebek”çi dostları uyarmıştım; hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. Sovyetler Birliği yıkılmıştır;

“1992 yılı itibarıyla, yeni sosyalizm programları geleneği yardıma çağıramaz. Artık, eski kostümlerle bir yeni oyunu sahnelemek mümkün değildir. Dünyanın bu coğrafyasında yaşayan devrimcilere bundan böyle ‘gelenek, gelenek’ diye türkü söyleyen ‘Sütçü Tevye’ rolünü biçmek hiç mümkün değildir. Kriz dönemleri hep devrimcidir ve direnmek boşunadır.”[3]

Şimdi daha ilerideyiz; Sovyetler yıkılmıştır evet, ama daha kötüsü, “Aydınlama” da yıkılmıştır. Tarihin bildiği bir tek aydınlanma var ve dolayısıyla, “Burjuva aydınlanmacılığının tükenişi” ve “Sosyalist aydınlanmacılığın artışı” gibi bir durum da ne yazık ki baş göstermemektedir.

Bunlar Kelebek’te var ve olanlardan Kuşlar Partisi’nin bir aydınlanma yapma planı içinde olduğunu anlıyoruz. Aydınlanma, ne yazık ki bir partinin “planlı” çabalarının sonucu olmamıştır. O, kilise ile heretik tarikatların savaşının gayri meşru çocuğudur. Olduğunu varsaysak bile yine de bir uygunsuzluk var. “Kuşlar Partisi”, bu işte olsa olsa “Kilise” ile eşleştirilebilir. “Kelebek”, işte bu yüzden bizi solun Ortaçağı’na davet edip durmaktadır.

Ama elbette, bu gerçek, “Kelebek”in “sosyalist aydınlanmacılığı”na engel değildir. Sizinkinin farkı ne? Hiç! Hiçten ne çıkar? Başına sosyalist ekleyince, aydınlanmanın ışığı bizden yana akmıyor. Kapitalizm ile birlikte ortaya çıkmış bu zihniyet, bizim tarafa firar etmiyor. “Hiç” üzerine oturtulmuş aydınlanma severliğin sonu, bu imkânsızlık yüzünden eninde sonunda kapitalizm severliktir.

İşte bu yüzden, “[…] insanlık tarihinin kapitalizm öncesi döneminin ‘karanlık’ bir dönem olarak nitelendirilmesi, bugünden bakıldığında hiç de yanlış değil”miş[4] gibi görünüyor. Oysa, o aydınlanmanın piramitleri yaratan uygarlığa bakışı, sizinkinden oldukça farklıydı. Onlar, medeniyetin merkezinin Mısır olduğuna ve bilgeliğin orada kaybolduğuna inanıyorlardı. Aradıkları “Mısır bilgeliği” dir. Öte yandan, kapitalizmin herkesi aydınlattığı tezi de utanmaz bir yalandır. Avrupalılar İ.S. 17. yüzyılda köle ticareti için birbirini yerken, İ.Ö. 4. bin yıldan bu yana piramitlerin inşasında köle çalıştırılmamıştır. Kapitalizmin yaptığı olsa olsa “her ilerlemenin görece bir gerileme anlamına geldiği çağ”ın kapısını aralamış olmasıdır. Avrupalılar cahildiler, dünyayı yağmalaya yağmalaya ve dünyayı yeniden yağmalamak için öğrendiler. Ve Mısır’ın kutsal yazısı vardı evet, yalnızca rahipler bilirdi evet, ama bir de halk yazısı vardı. 4 bin yıl hüküm sürmüşler ama Nil’i yok etmeyi becerememişlerdir. Dünyanın bilgi merkezi olmuşlar, ama kendi toprakları dışındaki halkları sömürgeleştirmemişlerdir. Sadece kapitalizmin “aydınlattığı” gibi kibir dolu bir söz bizim değildir…

Kibir yersizdir ve kompleks gereksizdir. Bu kompleksi yıkmak için de aydınlanmayı ve ilerlemeyi tartışıyoruz. Ve elbette Avrupa merkezciliği de… Söylediğimiz şudur: Kapitalizm bitmiştir, aydınlanması da… Ve biraz daha ilerlerse, insan soyunun yok edileceği artık bir sosyalist kehanet de değildir.

Bunları Özalp kardeşimizin yazısına karşılık olarak yazmıyoruz. “Kelebek” “aydınlatma” yapmaya karar vermiştir ve giriş yazısında bunlar vardır. Kapitalizme övgü, varacağı yere varmış Kemalizme övgü olmuştur. Açmaya gerek yok, girişte var ve şudur:

“Osmanlıca, neden anlaşılmaz bir dildi? Çünkü halkın bu dili anlaması istenmiyordu. ‘Saray dili’nin, daha doğrusu devlet dilinin halk dilinden ayrıştırılması, son derece bilinçli bir tercihtir. Bilgisiz halk kolay yönetilir.”[5]

Güzel ama sorularımız var. Artık Osmanlıca konuşulmadığına göre, demek halkımız kolay yönetilmiyor. Bilinçli bir tercih olduğuna göre, demek Osman torunlarından biri bu işi planlamış oluyor. Ama asıl trajik olan şu; Osmanlıca neden anlaşılmaz bir dil olsun ki? Arap elifbesi kullanmak dışında bir sıkıntı yok. Bu Kelebeklerin bir kısmı TÜSTAV’a üye. Hızlandırılmış Osmanlıca kursları var, iki ayda öğrenmeleri mümkündür. İnsan yazmadan önce sağına soluna bakar, öğrenmek kolay mı zor mu öğrenir. (Meraklısına bir de not; Türkçe bugüne kadar 20’ye yakın alfabe ile yazılıp okunmuştur. Bir problem yaşandığını tarih not etmiyor. Ama Osmanlıcadan Latin elifbe’sine geçtiğimiz gün bütün toplum cahil olmuştur. Mustafa Kemal neden baş öğretmen oldu sanıyorsunuz?)

Osmanlıca sorunu bir yana, sonuçta nasıl sosyalist sosyalist aydınlanacağız? Latin elifbesi de sorunu çözmediğine göre? Bu arkadaşlar kendilerini 1920’li yıllarda sanıyor. İşin kolayını da bulmuşlar; Arap elifbesini atıp, koyuyorsunuz yerine Latin alafbesini, oluyor size aydınlanma. İnsan şüpheleniyor, sosyalist aydınlama da onu atıp yerine Kiril elifbesi koyacak diye!

Peki nasıl olacak bu işler? Kelebek’ten izleyelim:

“Burjuva aydınlanma süreçlerinin tümünün yarım kalmış ve bunları restorasyon dönemlerinin izlemiş olması boşuna değildir. Tıpkı eski Yunanistan’da ya da Ortaçağ Avrupası’nda olduğu gibi emperyalist-kapitalist dünyada da, insanlığın bilgi birikiminden ve kültürel mirasından yararlananlar ve bunlara katkıda bulunanlar, çok küçük azınlıklardır. Geniş kitlelerin payına ise, sistemli bir şekilde üretilen cehalet ve kültürsüzlük düşmektedir.”[6]

E, hani kapitalizm bizi aydınlatmıştı! Olmamış demek!

“Sosyalist aydınlanmacılığın temelinde, emekçilerin, her türden gericiliğe karşı harekete geçirilmesi vardır. Emekçilerin mücadelesine yaslanmayan her türden aydınlanma hareketi yarım kalmaya mahkumdur.”[7]

Olsun da, yarım kalsın! Kuşlar cephesinde vaziyet budur. Özetle emekçiler harekete geçecek, oluşan enerji ile sosyalizmin ampulü yanacak ve aydınlanma olacaktır. Kâğıt üzerinde iyi durduğu görülüyor.

Bu aydınlıkta, hem modernize olacağımızı, hem de ilerleyeceğimizi anlıyorum. Fabrikalar kuracağız, dereleri, gölleri, denizleri kirleteceğiz, çalışmayı bir “hak” olarak görüp insanları fabrikalara süreceğiz, az çalışana az, çok çalışana çok ücret vereceğiz, bütün toplumsal yapıları dağıtıp, onları birer kişi olarak beton silolara dolduracağız, mümkünse 15 gün tatile gönderip bitişik nizamda denize girmelerini sağlayacağız, en girişken olanlarına parti kimliği vereceğiz…

Bir “program” var, bunu çok uzun zamandır biliyoruz ve izliyoruz. Bu “programa” başkaldıranların, nasıl susturulduğunu da duymaktayız. İpuçları yıllar önce verilmişti ve “aydınlatma” programının ne anlama geldiğinin uyarısı da yıllar önce yapılmıştı. Masonik örgütler kurup, muz cumhuriyetinin darbe programlarıyla yola çıkarsanız, gün gelir herkesi aydınlatacağınıza da inanmaya başlarsınız. Aydınlatamıyorsanız, dünkü yoldaşlarını sopayla hizaya getirmekten hicap duymayan, boynuna ip takıp sürükleyerek aşağılamaya çalışan kasları gelişmiş ama aklı kıt kalmış aydınlanmışlarla bir güzel parlatırsınız. Bu “meslekte” 60 yılını çoktan doldurmuş Sırrı Öztürk’ü tehditle nasıl parlattıklarını biliyoruz. Diğerleri hakkında konuşmak ise bize düşmez.

Yalnız, Özalp kardeşimin, kendi dergisinde yazan Metin Çulhaoğlu’na hak olan aydınlanma ve ilerleme eleştirisini nasıl olup da Orhan Gökdemir’e yasaklamaya kalktığını anlamak mümkün değildir. Programınızda var, biliyoruz, kişisel hayatlarımızı denetlersiniz, ceza yasalarını işletip bizleri hapishanelere atarsınız, hatta savaş çıkarıp bizi idam da edersiniz. Belki çalışma kamplarına gönderip “çalışma hakkı”mızı kullandırmaya da kalkarsınız. Ama önce iktidar olmalısınız. Bunun dışında bize gücünüzün yetmesi mümkün değildir.

Özalp kardeşim Yalçın Küçük’ü okumadığını söylüyor, beni de okumayarak cezalandırma hakkı vardır. Ancak, Özalp kardeşim Aydınlanma Tarikatı’nı okumuş olduğuna göre bu fırsatı da kaçırmış oluyor. Bu kadar! Şimdi gelelim cevaplara:

1. Erkin Tufan Özalp’in tersine, Yalçın Küçük’ün her okuduğunu okumaya çalışıyorum, okumadıklarını da okuduğumda mutlu oluyorum. Bazı kayıtlarım saklı olmak üzere, bir zamanlar onun öğrencisi olduğum için mutluyum. Ama benim Yalçın Küçük tedrisatım, Özalp’in ağabeylerinin yanında bir hiç kalır.

2. Marksizmin Avrupa-merkezciliğin etkisi altında olduğunda ısrarımı Özalp’in okuduğu kaynak dışında da sürdürdüm. Daha geniş bilgi almak istiyorsa, Fabrika’nın 59. sayısındaki “Helonofil Marksizm” yazısını şiddetle öneririm.[7]

3. Ben, hiçbir yerde bir “Yahudi komplosu”ndan söz etmedim. Yalçın Küçük’ün de söz ettiğini sanmıyorum. Ancak Avrupa’nın kendisi, kendi medeniyetini bir “Yahudi-İngiliz” medeniyeti saymaktadır. Anglo-Sakson dünyada, Yahudilerle kurulan ittifakın tarihi Aydınlanma Tarikatı’nın son bölümünde var. Erkin Tufan Özalp kardeşim bu konudaki edebiyatı izlemek istiyorsa internete başvurmalıdır.

4. Ancak, Erkin Tufan kardeşimin “bizim” Yahudi sorununa değinen yazılarımızda, Marx’ın da Yahudi olduğundan yola çıkarak bir eksiklik bulması ayıptır. Okuma yazması varsa, bu konuda bir dikkat eksikliği olmalı. Ben kendi adıma, Marksist yazın içinde Yahudi Sorunu’nuna çok önem veririm. Ve kendimi bu konuda ondan daha radikal görmekten utanırım. Özalp kardeşime Aydınlanma Tarikatı ile birlikte beş vakit Yahudi Sorunu öneriyor ve acil şifalar diliyorum.

5. “Tarihsel ilerleme fikrini gözden düşürmek” suçunu işlemişsem inkâr etmem. Fakat itiraf ediyorum, ben yapmadım! İlerlemeyle ilgili kuşkunun sorumlusu, Avrupa kapitalist sisteminin ta kendisidir. Daha fazla bu şekilde “ilerlersek” sonucun bir felaket olacağı bizden çok Avrupa tarafından dillendirilmektedir. Ben yapmadım!

6. Avrupa ırkçılığı meselesi “Mısır”dan kaynaklanmıyor. Tam tersine o kitapta, Avrupa ırkçılığı ortaya çıktığı için Mısır’ın gözden düşürüldüğü yazılıdır. Bir daha okumasını öneririm. Özalp kardeşim “Asıl kaynak” olmasaydı ne olurdu diye soruyor; Vallahi en azından Masonluk olmazdı. Aydınlanmanın asıl kaynağı o örgüttür, bilesiniz. Rönesans dönemi Avrupası’nda Hermetizm’i keşfedenlerin “revizyonist” olup olmadıkları ise benim sorunum değildir. Muhtemeldir ki Özalp kardeşimin dediği gibi buldukları Hermetik metinleri “işlerine geldiği gibi” yorumlamışlardır. Fakat, bu yöntemi ben yine de Kelebekçi Hermetiklere önermiyorum. İşinize geldiği gibi yorumlasanız da hermetizm hermetizmdir.

7. Kuşlar Partisi’nde “Yahudi Sorunu” ve “Avdetilik” konusunda bir hassasiyet olduğu saptaması bana ait değildir. Ancak isabetli bir saptama olduğunu da teslim ediyorum. Bununla birlikte önce Yalçın Küçük söyledi, dolayısıyla Özalp kardeşimin cevap hakkını önce ona kullanmasında fayda var. Biz bilsek bile, bu tür sırları ifşa etmek yanlısı değiliz. Erkin Tufan Özalp adı da “onomastik” açıdan elastik bir vaziyet arz etmektedir. Biz Yalçın Küçük’ün yalancısıyız. Elçiye zeval olmaz…. Ancak biz, Kuşlar Partisi’ni “Sabetayist etkiye açık” olduğu için değil, kuş olduğu için eleştiriyoruz.

8. Aydınlanma Tarikatı’ndaki fizik yazısının Özalp kardeşimi niye bu kadar kızdırdığını anlamadım. Ne yazık ki geçen yüzyılın başından bu yana fiziğin kendisi bir “ilerleme” kabızlığı çekmektedir. Arada, fizikteki “ölçme sorununa” ait tezleri, gerçekliğe ait sanan salaklar olmuştur. “Göre gerçek” dönemi, ne yazık ki hala tartışılmaktadır ve içinden çıkılamamıştır. Hem, Özalp kardeşimin bana karşı savunmaya çalıştığı “bilimsel teorilerin” dünyada üç beş kişi tarafından anlaşıldığı sahipleri ve taraftarları tarafından şiddetle ileri sürülmektedir. Biz artık kimsenin anlayamadığı bu devrimlerin ne anlama geleceğini bilecek yaştayız. Orhan Pamuk’un “edebiyat şaheserleri”ni hatırlatırım, yeter. Özalp’in Aziz Yardımlı’ya itirazlarını benim üzerimden yapmasını ise yersiz buluyorum. O çalışmada “gerisi”de, “ileri”de var. Ayrıca Yahudi Tarihi’ni de ne ben yazdım, ne de çevirdim. Yahudi Tarihi bir “Yahudiliğe övgü” kitabıdır ve bu Yahudi kardeşlerimizi, Özalp’in benden alıntıladığı gibi övmektedir. Yahudiden daha Yahudi kesilmek Özalp kardeşime yakışmamaktadır.

9. Einstein bir yana, Freud’un entelektüel ahlakı bozduğu yönündeki “Yahudi Tarihi” tezine katılıyorum. Yazdıkları bilim değildir ve bilim iddiası ortada olduğuna göre “şarlatanlık” kabul etmek zorundayız. Şarlatanlıktır. Psikoanaliz, ishal olduğunuz gerçeğini ortadan kaldırmaz, sizi ishalle birlikte yaşamaya alıştırır sadece.

10. İşin içine “Sovyet fizikçileri”ni katınca, Batıda imal edilmiş irrasyonel teoriler “sosyalist teori” haline gelmez. “Sosyalizmin tek ülkesi”ndeki fizikçiler içinde kaçının şarlatan olduğunu Özalp’e anlatacak kadar vaktim yok. İrrasyonel, Sovyetler’de de yaşasa irrasyoneldir.

11. Ne Yalçın Küçük’ün, ne de benim yazdıklarım, Özalp kardeşime aydınlatma imalatı için yardımcı
olmaz. Yalçın Bey’i okumadığını artık biliyoruz, beni okuması ise beyhudedir. Özalp kardeşime burada son iyiliği yapıyor ve bu iş için ona en faydalı olacak eserin Munis Tekinalp’inkiler olduğunu haber veriyorum. Yeterince parlaktır ve halen hepimiz onun ışığında parlatılıyoruz.

12. Simya olmadan aydınlanma olmaz. Erkin Tufan kardeşimin yazısından simya tadı aldım. Yahudiler konusundaki hassasiyeti ise Kabala tadındadır. Bunlar, Kuşlar’ın aydınlanma yolunda epey ilerlediğinin delilidir. Dikkat edin gözleriniz kamaşmasın.

13. Uğurlu ve bir rivayete göre uğursuz rakama geldik. İbrani ulusunun 13. Boyu kayıptır. Hazar civarında izlerine rastlanmakta birlikte onların çoğunun Türkiye’de olduğu iddia ediliyor. Biz zenginlik sayıyoruz, sorun etmiyoruz. Anti-semitizm’e, en az semitizm’e olduğu kadar mesafeliyiz. Konuyu buraya kilitlemek başka bir kayıptır. Özalp kardeşimin bize kızması için “Aydınlanma” meselesinin ötesinde nedenler var. O noktada da eleştirilerini bekleriz.

Bu kadar yeter: Erkin Tufan Özalp kardeşime kendi dergisindeki Metin Çulhaoğlu imzalı yazının başlığını hatırlatıyorum: “Aydınlanma: Bizi taşımaz, biz onu taşırız.” Yani, aydınlanma, çayırda gezen uyuz eşek değildir. Yani, ortada bir aydınlanma eşeği olmadığı gibi, bir “sosyalist aydınlanma eşeği” de yoktur. Üzerine binemezseniz, binip çüşş diyemezsiniz. Onu taşımak için ise elbette tartışmak, tanımlamak, ortaya çıkarmak ve üzerine yenisini kurmak gerekir. Yandaş olsak da, kayıtla yanaşsak da eşek ilerlemiyor yoldaş Erkin!

Uçmadan kuş olunmuyor. Bu yazının yoldaş Erkin’e katkısı şudur; o işler için gaga uygun bir araç değildir, akıllı ol, kanatlarını kullan. Hadi bakalım!

Orhan Gökdemir
Temmuz 2005
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Gelenek dergisi kastediliyor.

[2] Erkin Özalp, “Postmodernist Bir Marksistin Aydınlanma ve Avrupa Düşmanlığı”, Sayı 83 (Şubat 2005), Gelenek.

[3] Orhan Gökdemir, İnsan ve Doğa, Ataol Yay., 1994, s.110.

[4] Gelenek, “Burjuva Aydınlanmacılığının Tükenişi ve Sosyalist Aydınlanmacılık”, Sayı 83 (Şubat 2005), s. 3, Gelenek.

[5] A.g.m.

[6] A.g.m.

[7] Orhan Gökdemir, “Helenofil Marksizm”, Sayı 59 (Ekim 2004), s. 5-15, Fabrika.

0 Yorum: