21 Mayıs 2023

, ,

Bir Arap Marksistinin İzinde


Rıza Hamdan Söyleşisi

Aya Halil

13 Mayıs 2020


Mehdi Amil’in dul eşi Evelyne Hamdan’ın Ocak 2018’de yayımlanan kitabı, bu Arap Marksistinin yürüdüğü yolu yeniden ele almak için bir fırsat. Ölümünden otuz üç yıl sonra hem devrimci aydına hem de Arapların davasını sahiplenmiş, kısa süre önce aramızdan ayrılmış olan Evelyne Hamdan’a hürmetimizi göstermek istiyoruz.

İlk başta bu söyleşi, kitabın yazarıyla Beyrut’ta gerçekleştirilecekti, ama Evelyne Hamdan’ın sağlık durumunun kötüleşmesi sebebiyle, oğlu Rıza, Aya Halil’in sorularına mümkün olduğunca annesinin cevaplarını da dâhil ederek, cevap vermeyi teklif etti.

Ocak 2018’de Mehdi Amil olarak bilinen Arap Marksist aydın Hassan Hamdan’ın eşi ve yoldaşı Evelyne Hamdan’ın kitabı çıktı. Bu iki dilde yayımlanan kitapta Evelyne Hamdan, Amil’in yürüdüğü yolu değerlendiriyor. Bu değerlendirme dâhilinde yüzeyden bakıldığında birbiriyle çelişiyormuş gibi görünen konu başlıklarını birbirine bağlıyor.

Öncelikle kitap, içine serpiştirilmiş, şiirsel bir dille kaleme alınmış anılardan ve otobiyografik yazılardan oluşuyor. Okur, kitapta bir kadınla onun içinde sonsuza dek yaşayacak olan kişi arasındaki samimi muhabbete tanık oluyor. Tam da bu sebeple yazar, bir bölüme “Senden Doğdum” adını veriyor ve kendisinin Mehdi Amil’le her karşılaşmasında sürekli yenilendiğini söylüyor. Ardından, Lübnan’da 1975-1990 arası dönemde yaşanan savaş gibi kimi özel olaylar, tarihsel dizge içerisinde, uzun uzun, biraz da didaktik bir üslupla aktarılıyorlar. Son olarak, Evelyne Hamdan’ın geliştirilen tezleri tekrar gündeme getirme isteği dâhilinde sunduğu, Mehdi Amil’e ait önemli makaleler ve çalışmalar sıralanıyor.

Bu çalışmada yer alan, belirli eslerin damgasını vurduğu parça metinler, dil ve üslup açısından özgün müdahalelerle aktarılıyor, böylelikle kitap, kopukluklar yokmuşçasına, pürüzsüz ve kesintisiz bir biçimde okunuyor. Bu parçaların ara bölümlerinde, kontrollü bir müdahaleyle verilen aralarda yazar, aktarmak istediği şeyleri sıralıyor. Zira bu anlatılan hikâye, her şeyden önce, direniş savaşçılarının ve öncelikle Amil’in mağlup edilemeyen hatırasını onurlandırmak isteyen bir kadına ait.

Değişen gerçeklikle yüzleşmeyi bilen, bir yöntemi olan teorik çalışmanın ürettiği fikrin yürüdüğü yolu takip eden okur, okudukça Amil’e aşina oluyor. Cezayir devriminden, Küba’nın sosyalizme yürüyüşüne, Nasır liderliğinde inşa edilen Arap Birliği hareketinden Vietnamlıların boyun eğmeyen direnişine dek her şey, tek arzusu Marksizmi Güney için Güney’den teorize etmek olan Amil’in düşüncelerine kazınıyor. Onun teorik temeli Marksizm, çünkü o, belirli bir toplumun maddi bağlamı temelinde düşünüyor, üstelik bu düşünceler, sömürgecilik ve kapitalizm karşıtı kopuşu gerçekleştirebilecek mekanizmaların yapısal analizinden türüyorlar. Esnek ve dinamik bir Marksizmden yana olan Amil, onda durdurulması imkânsız bir bilimsel yöntem buluyor.

Hamdan çiftinin yürüdüğü yol, üç ülkenin izini taşıyor: Fransa, Cezayir ve Lübnan. Teorisyenin verimli düşünce pratiğinin özünü bu üç uzay-zaman teşkil ediyor.

Mehdi Amil, 18 Mayıs 1987’de Beyrut’taki Cezayir Caddesi’nde suikasta uğradı. Ardında başka dillere çok az tercüme edilen, bugün giderek artan bir ilgiye mazhar olan devasa bir külliyat bıraktı.

* * *


Hassan Hamdan, Mehdi Amil müstear adı ile biliniyor. Mehdi ismini İslam’da, özelde Şiilikte gelmesi beklenen kurtarıcıyı, Amil ise hem Arapçada “işçiyi ve emekçiyi” hem de Hamdan ailesinin geldiği Güney Lübnan’daki Cebel Amil bölgesini ifade ediyor. Bu yoksul ve uzun süre dışlanmış olan bölge, Lübnan’daki Şii toplumunun altmışlarda kabul görmesini sağlayan, Musa Sadr önderliğinde başlayan mazlumlar hareketinin çıkış aldığı yer. Bu ismin seçilmesinde amaç, gelinen yerle Marksizme örnek teşkil edecek isim arasında mecaz temelli bir senteze ulaşmak. Evelyne, bu konuda şunu söylüyor: “O ezoterik imam, devrimci bir mutasavvıfa, ilericiliğin habercisine dönüşüyor. (s. 399) Mehdi Amil’in ait olduğu ilk yerler, sence onu nasıl Marksizme ve komünizme götürdü?

Bu noktada babamın kendisini Marksizm ve komünizmle tanımlama sürecinde, birlikte, az çok bilinç düzeyinde işleyen bir dizi unsuru tanımlamak mümkün.

İkinci sınıftayken Filistinli bir öğretmenle tanışıyor. Babam için bu buluşmanın önemli olduğunu biliyorum. Öğretmen komünist değil, ama Amil’in Filistin’e ve Arapların Birliği davasına karşı duyarlı hâle gelmesini sağlıyor.

Sonra tabii bir de Amil’in içinde büyüdüğü aileden bahsetmek gerek. Kocasını uzun süre önce kaybetmiş annesinin ilk evliliğinden iki çocuğu var. Mehdi Amil’in zaten evli olan babasıyla evleniyor ve ondan birkaç çocuk sahibi oluyor. İkinci evlilikler ailede uzun süre gizleniyor. Açığa çıktığında anne, uzun süre ilk eşin düşmanlığıyla uğraşmak zorunda kalıyor.

Sonuçta Mehdi, babasını çok az gördüğü, annesinin yalnızlığın çilesini çektiği bir hayata tanıklık ediyor. Üç yaşı, adalet ve eşitlik arzusundaki gelişim konusunda önemli bir rol oynuyor.

Buna bir de Güney Lübnanlılığını eklemek gerekiyor. Senin de belirttiğiniz üzere, Şii olan Güney Lübnan, uzun zamandır dışlanmış, çok yoksul ve devletin sırtını döndüğü bir yer. Altyapı, okullar ve hastaneler yetersiz. Babam Güney Lübnan’da büyümedi, çocukluğu Beyrut’ta geçti. Bu sebeple çocukken sanmıyorum ki Şii kimliğinin ve dini bağlılığının bilincinde olsun. Ama gene de ailenin dini bağlılığının ait olduğu toplumdaki dini eğilimin belirlenimi altında olduğunu söyleyebiliriz.

Son olarak bir de babasının etkisinden söz etmeliyiz. Babam çocukken dedem iki ailesini aynı evde bir araya getiriyor. Dedem ehlikeyif, kültüre düşkün biriydi. Evin salonunda şairlerle ve aydınlarla bir araya gelir, tartışmalar yürütür, şiirler okurdu. Bu durum babamı beslemiş olmalı. Süreç içerisinde merakı daha da arttı, kültüre daha fazla ilgili olmaya, büyük fikirler daha fazla ilgi göstermeye başladı.

Mehdi Amil, 1957’de felsefe okumak üzere Lyon’a gitti. O dönemde Cezayir savaşı zirvesindeydi, dünyanın gözü Cezayir devrimindeydi. Amil, ertesi yıl Evelyne’le tanıştı, 1963’e dek ikili, Fransa’da kaldı. Cezayir kurtuluş mücadelesine aktif olarak destek verdiler. Evelyne’in o günlere dair tanıklığını şu şekilde aktarıyor: “Kaldığımız oda, eylemcilerin gizli toplantı yaptıkları, içi para dolu çantaları sakladıkları yer hâline geldi.” Amil, bu dönemde Fransız Komünist Partisi’nin Cezayir konusunda aldığı tutumu eleştirdi (s. 120) ve 6 Şubat 1960’ta 121 aydının, akademisyenin ve sanatçının imzaladığı, “121’ler Bildirisi” denilen, Cezayir’deki ayaklanmaya arka çıkan bildiriye destek sundu. Onun sömürgeci sisteme yönelik yaklaşımında Cezayir milli kurtuluş mücadelesi ne tür bir rol oynadı? Komünist harekete yakınlığı ile bu tutumunu, FKP’deki yanlışlara rağmen, nasıl uzlaştırabildi?

Esasında ondaki sömürgecilik karşıtı fikirleri tetikleyen olay, Cezayir savaşı değildi. Babam 1936’da doğmuştu, dolayısıyla Lyon’a gittiğinde 21 yaşındaydı. Babam, Cezayir’deki somut deneyime tabii ki destek sundu ama, o bu savaştan önce veya onunla aynı dönemde verilen sömürgecilik karşıtı mücadeleleri de sömürgeci sisteme dair yaklaşımın merkezine oturtmuştu.

Birkaçından bahsetmek gerekirse: 1948’de Filistin’in sömürgeleştirilmesi, Hindiçin’in bağımsızlık mücadelesi (1946-1954), 1953’te başlayan, Castro ile Che’nin öncülük ettiği Küba devrimi, Patrice Lumumba’nın başını çektiği Kongo milli kurtuluş mücadelesi ve ayrıca 1958’de Lübnan’da Amerikalıların askeri müdahale gerçekleştirmelerine neden olan olay.

Bu anlamda, Amil’in sömürgeci sisteme dair düşüncesinin gelişimine sömürgeci ve emperyalist güçlerin başına dert olan, devrimci harrın yükseldiği noktalar katkıda bulundu. Cezayir, Mısır, Filistin ve Lübnan Arap dünyasının bileşenleri olarak, babamın fikriyatına özel olarak tesir ettiler. Son olarak şunu belirtmeliyim: Cezayir’e yerleşme isteği, geliştirdiği teorileri somutta, sahada deney yapma isteğiyle ilgiliydi.

FKP konusunda ise şunu söyleyebilirim: Mehdi Amil, partinin üyesi değildi. Ama parti üyesi birçok dostu vardı. Bazen onlarla ayrışma noktaları konusunda yoğun tartışmalar içine giriyordu, bu tartışmalar, kendisiyle parti arasındaki çatlağı daha da büyüttü. Dünyanın güneyindeki yoksul ülkeleri temel alan bir Marksist yaklaşım geliştirmeye muhtemelen Fransa’da kaldığı dönemde başlamıştı.

Tezini yazdığı bu dönemde, güneydeki ülkelere özel Marksist kavramsal araçların oluşturulması gerektiği fikrinin ilk tohumları, FKP’li dostlarıyla yürüttüğü tartışmalarda ve Cezayir savaşının sürdüğü gerçeklikte atıldı. Ona göre, nihayetinde FKP’ye de sömürgeciliğin rengi çalınmış, kokusu sinmişti.

Evelyne’in aktardığına göre, Fanon ikili için önemli bir isim. Bilhassa Yeryüzünün Lanetlileri (s. 136). Hatta baban, Fanon’un düşüncesi ile ilgili bir dizi makale kaleme alıyor, Cezayir’de Martinikli militan ile ilgili bir dizi konferans veriyor (s. 247). Amil, sömürgenin yabancılaşması, özün geri kazanılmasındaki imkânsızlık ve onu kendisinden soyup alan ötekiye karşı verilen mücadele gibi başlıklar üzerine fikirler geliştiriyor (s. 277). Genellikle Marksist veya Altuzerci olarak tarif edilen babanın düşünsel yolculuğunda Fanon ne tür bir yere sahip? (s. 136). Amil’in aynı zamanda Fanoncu olduğunu söyleyebilir miyiz?

Evet, babamın her yönüyle Fanoncu olduğuna hiç şüphe yok. O, Fanon’u okumakla kalmadı, onun fikirlerini edindi ve tartıştı. Buna ek olarak, Fanon’un fikirleriyle ilgili makaleler yazdı. İlk aklıma gelen, o günlerde Cezayir’de çıkan Afrika Devrimi (6 Haziran 1964 tarihli 71. sayısı ve 13 Haziran 1964 tarihli 72. sayısı).

Burada daha önce dile getirdiğin bir hususa değinmek isterim. Amil’in hep Altuzerci olduğu söylenir. Burada annemin kitabındaki tespitini yinelemek isterim: bu Altuzercilik yakıştırması tümüyle yanlış. Mehdi Amil Altuzerci değildi. O, başka felsefecileri, sosyologları ve tarihçileri de okuduğu gibi Althusser’i de okudu, ama hiçbir zaman Altuzerci olduğu veya kendisini onun bir öğrencisi olarak gördüğü iddiasında bulunmadı. Bu kanaatin yaygınlaşmasının sebebi, babamın kavram çıkınında “yapı” anlayışının yer tutuyor olması. Oysa babam, bu kavramı Altuzerci manada kullanmıyordu. Amil’de “yapı”, salt Marksizm açısından ele alınmalı.

1963’te annen ve baban Cezayir’in Konstantin şehrine taşındı. Amil, Konstantin Üniversitesi’nin kendisine sunduğu hocalık teklifini kabul etti. Annen ise şehirdeki bir lisede İspanyolca öğretmenliği yapmaya başladı. Evelyne, kendilerini harekete geçiren o muhteşem neşeden bahsediyor kitabında. Amil’in bu şehre taşınmayı “doğduğu topraklara, sosyalizm yolunda ilerleyen bir Arap ülkesine gitmek” üzerinden anlamlandırdığını söylüyor (s. 137). İkili sonrasında, bağımsızlıkla birlikte birçok şeyin vaat edildiği, o büyük canlılığın ve coşkunun yaşandığı günlere tanık oluyor.

Ülkede hem tarım hem kültür hem de sanayi devrimine tanık olunuyor. 1965’te gerçekleşen Bumedyen darbesi ve Ben Bella’nın tutuklanması, Amil’in endişelerinin artmasına neden oluyor. Bağımsız Cezayir’in inşa sürecine nasıl katkı sunabileceğini sorguluyor. O günlerde Amil, küçük burjuvazinin ortaya çıkış sürecini nasıl analiz ediyordu? Kendisinin “sömürge burjuvazisi”nden ayrı bir olgu olarak ele aldığı milli burjuvazi ile ilgili çalışmalarına Cezayir’deki deneyim nasıl etki etti?

Cezayir dönemini esasen iki aşamada ele alabiliriz. İlk aşamada babam, sürece büyük ölçüde müdahil oldu, ülkedeki sosyalist inşa sürecine katkı sundu, politik ve toplumsal dönüşümün içinde yer aldı. Kitabında annem bu dönemi uzun uzun anlatıyor.

Babam, ayrıca üniversitede ders veriyor, böylece öğrencilerle fikir alışverişinde bulunma imkânı buluyor, onları eğitiyordu. Bağımsızlık sonrası Cezayir’de büyük bir canlılık söz konusuydu. Ülke genelinde, liselerde, üniversitelerde, mahallelerde, toplantı mekânlarında ve köylerde tartışmalar yaşanıyordu.

Babamın uğradığı suikast sonrası babamı tanıyan bir grup genç Cezayirli, bizimle temas kurdu. Babamın organize ettiği atölyelere, konferanslara ve başka türden kitle çalışması pratiklerine katılmış gençlerdi bunlar. Bu yıllarda Konstantin’de kalan Mehdi Amil, felsefe alanında hazırladığı, “Praksis ve Proje” başlığını taşıyan doktora tezini yazdı. Tez, tarihin teşkili ile ilgiliydi. 1967’de Lyon Üniversitesi’nde tezini savundu.

Babam, kısa süre içerisinde karşı-devrimin yaklaştığını gördü. Bu yanılsamalardan kurtulup gözdeki perdenin yırtılması çok acılı oldu. Bu konuda annem şunu söylüyor: “Cezayir, bir kez daha sessizlik ve korku zindanına hapsoldu. Herkes, daha fazla paniğe kapıldı. İnsanlar, tüm gücü elinde bulunduran askeri aygıtın toplumu boğduğu, susturduğu koşullarda mücadelenin emrettiği görevin nasıl ifa edileceğini merak ediyorlardı. “Partiye bağlı aparatçiklerin kitleyi denetlediği bir ülkede halkı harekete geçirmek imkânsızdı.” (s. 288). O an babam Lübnan’a dönme kararı aldı.

“Küçük burjuvazi, “milli burjuvazi” ve “sömürge burjuvazisi” gibi kavramlara kendince anlamlar yükleyen babamın teori faaliyetinde Cezayir deneyiminin en önemli yerde durduğuna ben pek inanmıyorum. Ama düşünce sürecinde yüzleştiği sorunları ele alırken, bu ülkenin önemli bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Ona göre, “sömürge burjuvazisi” hiçbir şekilde “milli” olmayan, yani milletin çıkarlarına asla hizmet etmeyen burjuvaları ifade ediyor. Yapısını kapitalist sömürgeci güçlerin belirlediği ve teşkil ettiği sömürge burjuvazisi, temelde ticaret burjuvazisinden oluşuyor. “Milli burjuvazi” ise ulusal üretime katılan, bu anlamda sanayi sektörünü temel alan “küçük burjuvazi”yi ifade ediyor. Bu farklı burjuva kesimleri arasındaki çelişkiler ve ilişkiler, ayrıca işçi sınıfıyla yaşadığı çelişkiler ve kurduğu ilişkiler, diğer yandan emperyalist-kapitalist güçlerle yaşadığı çelişkiler ve kurduğu ilişkiler, Amil’in teorik çalışmalarında uzun süre geliştirilmek için uğraşılmış konu başlıklarıdır.

Annen ve babanın yürüdüğü yolda dil, merkezî bir yere sahip. Evelyne’in kitabı, insanı zorlayan, kopuk bir yapıya sahip. Her bir bölüm Fransızca yazılmış, onu Arapça çevirisi takip ediyor. Babanın felsefe eğitimi aldığı okul Fransızca eğitim veriyor, ayrıca kendisi, bu dilde birçok politik makale okuyor. Ama sonra Cezayir’de annen ve baban, sömürge bağlamında Fransızcanın insanı “kişiliksizleştiren yönü”nü fark ediyor, bunun üzerine, Cezayir’de tartışmaların Arapça dilinde yürütüldüğü tartışmalara dâhil oluyorlar. Lübnan’a geldiğinde de baban dilini değiştiriyor. Gerçekliği dert edinip, onun hakkında düşünce geliştiren bir kişinin Arap halkına ulaşabilmesinin şart olduğunu düşünen Amil, Arap toplumlarının dönüşümüne ancak Arapça ile katkı sunulabileceğini söylüyor. Bu sebeple Amil, Kur’an’ı dikkatle okumak suretiyle kendi ana dilini yeniden öğreniyor (s. 397) ve sonrasında yazılarını hep Arapça dilinde yazıyor.

Ancak dille ilişkisinin düşüncesinin gelişiminde önemli bir yer tuttuğunu söylemek lazım. Örneğin bazı çalışmalarında kimi Fransızca kavramları Arapçaya çeviriyor. Mahmud Derviş bir seferinde “ben kendi dilimim. Ben kelimelerin dediğiyim. Ben kelimelere ne diyorsam oyum” demişti.[1] Cevabını merak ettiğim bir soru var, onu sormak isterim: Amil’in dili neydi? Çevreyi çevreden düşünmek gibi bir arzusu olan Amil’in teorik planda Avrupa’daki kavram ve söylem sistemine bağlı oluşu, sence bir çelişki miydi? Marksizmle Arap dünyası arasındaki karşılaşma tarzında bu mesele ne tür bir yere sahipti?

Amil’e göre, Marksizm bir yöntem. Bu anlamda o, senin sorduğun soruyu terse çeviriyor. O, Marksist yöntemi Arap dünyasını, sömürgecilik karşıtı mücadeleyi, ulusal kurtuluş hareketlerini analizinin temeli olarak ele alıyor, ama bu yöntemi, analiz ettiği bağlamlara has kavramları üretmek için kullanıyor. Ona göre, Arap toplumlarını kurtarmak ve dönüştürmek için Arapça düşünmek gerekiyor. Bu da Arapça dilini temel bir araç hâline getiriyor. Ona göre, Güneydeki, dünyanın yoksul ülkelerindeki toplumlara ait yakıcı politik meseleleri kavramak ve bu konuda gerekli düşünsel esnekliği ve kavramsal yaratıcılığı gösterebilmek için sürekli yaratım ve icat peşinde olunmalı. Amil, bu hususu tekrar tekrar dile getiriyor. Bu anlamda, Marksizmi ülkelerimizdeki yapısal mekanizmaları daha iyi anlamak için gerekli bir yöntem olarak görmekte çelişkili bir yan yok.

Amil, Lübnan Komünist Partisi’nin en önemli aydınlarından birisiydi. Partiye ne zaman katıldı. Kitabında Evelyne, LKP’nin yasaklı olduğu 1957 yılında partiye gizli üye olduğunu söylüyor. Sonra 1968’de üyelik başvurusu yapıyor, birkaç ay sonra da partiye üye oluyor. Mehdi Amil, o dönemin birçok ismi gibi hem Marksist hem de Arapların birliği fikrinden yana. Lübnan’a dönüşünde Arapların birliği fikrinden yana aydınları ve Marksistleri bir araya getirmiş olan “Yeni Sol” hareketini değil de neden LKP’yi seçti?

Ayrıca 1968’de partiye katıldığı dönemde LKP, Arap milleti meselesinin toplumsal devrimle birlikte ele alınması gerektiğine dair düşüncenin öne çıkmasına neden olan ikinci kongresini düzenliyor.[2] İki politik hat üzerinde yürümeye karar veren partinin Amil’in üye olma kararında önemli bir rol oynadığını söyleyebilir miyiz? Amil’in düşünsel katkıları, LKP’nin teorisine ve stratejisine ne yönde etki etmiştir?

Doğruyu söylemek gerekirse annem, babamın partiye tam olarak ne zaman katıldığını tespit etmek için çok fazla araştırma yaptı. Kesin olan şu ki babam, LKP’ye resmi olarak 1968’de katıldı. 1957’de parti yeraltında faaliyet yürüttüğü için Amil, resmi bir LKP üyesi değildi. Ama gene de partiye yakındı, orada dostları vardı, buna hiç şüphe yok.

Peki neden LKP? Çünkü LKP, Lübnan’daki emekçi halk kitlelerinin partisi. Amil için yapacağı tercih çok açıktı. Ona göre, devrimci teori ancak dünyayı değiştirmeyi mümkün kılıyorsa, yani politik eylemle birleşebiliyorsa bir değere sahipti. Teori ve pratik bir bütündü. Amil’in politik davaya bağlılığını tek bir cümleyle özetlemek mümkün: “Dünyayı değiştirmem gerekiyor, bunun için bu dünyayı bilmeliyim, bunun için de teorik araçlara ihtiyacım var. Teorik araçlarımla deney yapmam ve onları sınamam için bu araçları pratikte kullanmam, bu anlamda dünyayı değiştirme hedefine sahip bir kitle örgütünde çalışmam gerekiyor.” LKP, ülkedeki solun en önemli politik örgütüydü. 1924’te kurulduğu günden beri bu vasfını hiç yitirmedi. O, geniş bir halk desteğine sahip bir kitle partisiydi ve ülke genelinde faaldi. Amil’e göre LKP, nesnel planda devrimci değişime pratikte yol açabilecek bir güçtü.

Ama şunu da eklemem lazım: babamın LKP ile ilişkisi hiç de sorunsuz bir ilişki değildi. Bazı hususlara itiraz etti, yoğun tartışmalar içine girdi, ama o, bu farklılıkların hep parti içerisinde kalması gerektiğini düşündü. Ona göre, muhalefetin partiyi içeriden dönüştürmesine izin verilmeliydi, ama muhalefet de yapıcı olmalıydı. Amil, LKP’yi teorisinin sınandığı zemin olarak görüyordu. Zira teori, ancak pratikte sınandığı vakit geçerli hâle gelebiliyordu. Bu açıdan LKP’yi tercih etme sebebi gayet açık aslında. Ben, onun LKP’ye bağlılığına gölge düşürecek herhangi bir yazısına veya bu konuda yürütülmüş herhangi bir tartışmaya rastlamadım.

İkinci Kongre, Temmuz 1968’de yapıldı. Babam, aynı yılın kış aylarında partiye üye olmuştu. Bazı tanıklıklara göre Mehdi Amil, İkinci Kongre’deki tartışmaları belirli ölçüde etkilemişti. Zaten kongreye ait belgeleri ve raporları okursanız, onların hazırlık sürecinde babamın da yer aldığını hemen anlarsınız. Ama gene de bu tespite bir şerh düşmek lazım. Kongredeki etkisi konusunda kesin konuşmamak gerekiyor, zira ortada bu tezi çürüten farklı kaynaklar da mevcut.

1968’de Amil, LKP’nin dergisi Tarik’te “sömürgecilik ve Azgelişme” başlıklı, düşüncelerinin geliştiği ana rahim olarak iş gören metni yayımlıyor. Burada Amil, “Marx’a dair Marksist bir anlayış”ın geliştirilmesi gerektiğini söylüyor, bu anlamda, ileride önüne koyacağı görevlerden birini belirliyor. Bu yaklaşımını şu şekilde izah ediyor: “Marx, sömürgeciliği kapitalizm açısından inceliyor. Bizimse ilgili soruna tersten yaklaşmamız, sömürgecilik üzerinden kapitalizme bakmamız gerekiyor. […] Biz, Marx’ın teorik yolunu tersten yürümeliyiz.”

Bu noktada sömürge ülkelerin kapitalist sömürgeci uluslarla kurduğu, yapısal bağımlılık üzerine kurulu ilişkinin altını çiziyor, bağımsızlıkla birlikte radikal bir kopuş gerçekleştikten çok sonra bile sömürge ülkenin bu yapısal bağımlılık ilişkilerinin ve eşitsiz gelişimin hükmü altında olduğu üzerinde duruyor. Otuz sayfalık metinde şaşırtıcı bir biçimde iç tutarlılığa sahip bir yoldan, Fanoncu mantıkla Marksist muhakemenin birleştirildiğine tanık oluyoruz. Bu anlamda düşüncelerinin Samir Amin’e ve bağımlılık okuluna ait düşüncelere benzediğini söyleyebiliriz. Bu makalenin arka planı konusunda bize biraz fikir verebilir misin?

1968’de babam 32 yaşındaydı ve Lübnan’a yeni dönmüştü. Düşünce yapısı, onu yapılandırıp ve geliştirme ihtiyacını duyacak ölçüde olgunlaşmıştı. Kitabında annemin de dile getirdiği biçimiyle, babam hep bir geç kalmışlık, işini bir an önce bitirme hissiyle yazıyordu. Bazen politik sürecin hızlılığı bazen zamanın hızla akıp gittiği hissi, bu elini çabuk tutma fikrine yol açıyordu.

Bu sebeple Lübnan’a varır varmaz bu bahsini ettiğin makaleyi yazdı. O, Fransa ve Cezayir’de geçen zamanın bir ürünüydü. Ayrıca bu yazı, Mehdi Amil’in imzasını ilk kez kullandığı çalışmaydı. Bu metin, babamın düşüncesinin kuruluş sürecinde önemli bir yere sahiptir. Sonraki yazıları özünü bu yazıdan alır. O yazılarda bu özü derinleştirir, azgelişmiş dünyadaki gelişme ve ulusal kurtuluş mücadelesine dair Marksist teorinin temellerini atma amacı doğrultusunda, o yazıdaki ana fikri farklı şekillerde ele alıp zenginleştirir.

Bir de 1967 yılını ait olduğu bağlam açısından ele almak gerekiyor. Annem babam, Arap devletlerinin İsrail’e yenildiği o korkunç 1967 yazında Lübnan’a yerleşti. “Nekse” denilen bu felâket, Lübnan’daki militan ve entelektüel sol aktivizmi canlandırdı.

1982’de savaş daha da hızlandı. İsrail, Haziran ayında Beyrut’a saldırdı, Eylül’de şehri işgal etti. Lübnan Komünist Partisi (LKP), Lübnan Komünist Eylem Örgütü (OACL) ve Arap Sosyalist Eylem Partisi (PASA) birlikte Lübnan Ulusal Direniş Cephesi’ni kurdu. Böylelikle Arap milleti meselesi Amil nezdinde varoluşsal bir anlama kavuştu. Bu mesele, toplumsal devrime göre öncelikli bir yerde durmuyor olsa da kendi içinde o devrimin koşulunu barındırıyordu. Evelyne, Mehdi Amil’in şu sözünü aktarıyor: “Bizim çözüme kavuşturmamız gereken somut sorunlarımız var. Bu sorunlara hemen çözüm bulmalıyız. Meşgul olmamız gereken, bugüne ait sorunlar, öyle ki sosyalizm bile iki yüz yıl bekleyebilir. Marksizmin geçerliliğinin ölçütü budur.” (s. 53).

Bu dönem, sence Amil’in sonraki yazılarına nasıl bir yön verdi? 1985’te yayımlanan Mezhepçi Devlet kitabının niyeti iç savaşı izah etmek değil, bu savaşı Lübnan devletine ve onun bölgeyle ilişkisine dair yapıyı gören bir anlayış geliştirmek suretiyle incelemekti. Bu konuya dair söyleyeceklerin nelerdir?

İç savaş öncesinde Mehdi Amil, iki ciltlik teorik çalışması Sosyalist Düşüncenin Ulusal Kurtuluş Hareketine Etkisi İçin Teorik Girizgah’ı yazdı. 1971’de yazılan, 1973’te yayımlanan birinci cildin başlığı Çelişki Üzerine, 1972’de yazılıp dört yıl sonra yayımlanan ikinci cildin başlığı ise Sömürgeye Has Üretim Tarzı idi. İç savaşın başlamasıyla birlikte Amil, hemen bağlamı tüm boyutlarıyla ele alan çalışmasına devam etme ihtiyacı duydu. Bu çalışma, Filistin’deki kurtuluş mücadelesi ve ulusal kurtuluş ile birlikte Lübnan’daki iç savaşın sunduğu deneyimlerle bağlantılı bir çalışma olacaktı. Bu çalışma, sonradan kaleme aldığı, ama tamamlayamadığı üçlemesi ile diğer yazılarına kıyasla farklı bir teorik zeminde duruyordu.

1985’te Mehdi Amil, Mezhepçi Devlet’i yazdı, ardından Gündelik Düşüncenin Eleştirisi çalışmasını yazmaya başladı. Seksenlerde Lübnan ve Arap dünyasında İran Devrimi’nin etkisiyle İslami hareketler güçlenmekteydi. İran, o dönemde hem kapitalizme hem de sosyalizme karşı çıkıyor, İslami ekonomi yolunu yürüyeceğini söylüyordu. Amil, İran’daki üretim tarzının gerçekte kapitalist olduğunu ortaya koydu. Ayrıca Mehdi Amil, İslam’ın ve genelde dinin sahip olduğu devrimci potansiyelleri incelemeye çalıştı. Ona göre din, kendi içinde ne devrimci ne de karşı-devrimciydi. Onu ilerleme yönünde hareket eden bir fikre dönüştürecek olan, politik hareketlerin dine verdikleri yöndü. 1987’de babam katledildi. Tarihin Dönemleştirilmesi ismini taşıyan, sonrasında imzasız olarak yayımlanan üç ciltlik eseri için çalışmalarına kaldığı yerden devam edemedi, dolayısıyla kitabı bitiremedi.

1985’de Mehdi Amil, Edward Said’in Şarkiyatçılık (1978) isimli eserinde Marx’a yönelttiği eleştirilerin hatalı bir düşünceyi temel aldığını, dolayısıyla hükümsüz olduğunu ortaya koyan bir makale yayımladı. Kitapta dört sayfa ayrılan bölümde Said, Marx’ın 1853 tarihli, Asya tipi üretim tarzıyla ilgili genel analizinin bir parçası olarak yazdığı Hindistan’daki İngiliz idaresiyle ilgili makalelerini inceliyordu. Orada sömürgeciliğin uyguladığı zulmü ağır bir dille eleştiren Marx, İngiltere’nin eski Asyatik toplumu yok etmesini “toplumsal devrim”[3] olarak değerlendiriyor ve bu sürecin Hindistan’ı canlandıracağını söylüyor, sonunda da “İngiltere ne tür suçlar işlemiş olursa olsun, o, bu devrimin gerçekleşmesinde tarihin devreye soktuğu bilinçten yoksun bir araçtır” diyordu.[4]

Said, dönemin hâkim sömürgeci ideolojisinin gücünü resmediyordu. Ezilenlerden yana saf tuttuğunu söyleyen Marx’ın bile bu ideolojinin etkisinden uzak kalamadığını söylüyordu. Mehdi Amil ise Said’i yapının süreci belirlemede sahip olduğu ağırlığı gözden kaçırmakla, buna bağlı olarak, fikirlerin oluşumunda sınıf mücadelesine ait dinamiklerin ve bireyin yapıyla kurduğu ilişki üzerinden edindiği özerkliğin varlığını inkâr etmekle eleştiriyordu.

Amil’in niyeti, Marksizmi yazılar yazdığı bağlam dâhilinde savunmaktı. Bu bağlam, Lübnan’ın iç savaşta olduğu, İsrail’in Filistin devrimini yenilgiye uğrattığı, komünizmin çöküşte olduğu, her yerde karşı-devrimin kendisine zemin bulduğu bir bağlamdı. Sanırım Amil bu gerçeği gördü. Bence aldığı konum, ancak bu bağlam dâhilinde izah edilebilir.

Mehdi Amil, 1987’de politik hegemonyaya sahip olmak için sokaklarda çatışmaların paramparça ettiği bir şehirde, oldukça erken bir yaşta öldü. Evelyne, onunla ilgili şunu söylüyor: “Sen ki Arap davasının şehidisin, yok edilmesi mümkün olmayan hafızamıza kazılı kahramanlarımızın arasına karıştın.” (s. 949) Amil’in teorik katkıları sonrasında LKP’yi etkilemeye devam etti mi? Ettiyse nasıl etti? Lübnan solunda ve genelde Arap solunda başka hareketler onun eserlerini sahiplendi mi? 2003’te kurulan Mehdi Amil Kültür Merkezi (CCMA), onun eserlerinin toplanması ve çevrilmesi işini üstlendi. Bu projeye dair neler söyleyebilir misin? Fransızca çeviriler de gündemde mi?

Ölümünden hemen sonra arkadaşlarından ve aydınlarından oluşan bir grup harekete geçti. Bu insanlar, Lyon’da 1987’de Hassan Hamdan/Mehdi Amil’in Dostları Derneği’ni kurdular.

1988-1995 arası dönemde bu dernek, Amil’in makalelerinin çevirilerini içeren dört aylık dergi çıkartmak, onun düşüncelerini inceleyen çalışmaları ve onunla ilgili tanıklıkları yayımlamak gibi muazzam bir işi üstlendi. Dernek üyeleri, aynı zamanda bir dizi konferans örgütlediler. Bu süreçte iki eseri tercüme edildi: şiirlerini bir araya getiren L’Espace du noun (“İsmin Mekânı”, Messidor edition, 1990) isimli çalışmayı Leyla Hatip çevirdi, Abdullatif Laabi gözden geçirdi sonrasında ise L'Etat confessionnel (“Mezhepçi Devlet”, La Brèche editions, 1996) çevrildi. Bu iki yayınevi bugün kapalı, dolayısıyla bu kitapların yeniden yayımlanması gerekiyor.

Ayrıca bu dernek, Mahmud Derviş, Lucien Sève, Jacques Couland, Samir Amin, Katip Yasin, Georges Amado gibi prestijli isimlerden oluşan bir destek komitesine sahipti. 2002’de dört yüz üyesi vardı. Birçok etkinliğine katıldık, hatta Huma Festivali’nde birkaç yıl boyunca stand açtık.

1995’te ben Lübnan’a döndüm. Bu Mehdi Amil Dostları Derneği’ni Lübnan’a ve Arap dünyasına taşımanın gerekli olduğunu düşündüm. Çünkü babamın eserlerini burada gençlere aktarmamız, o gençleri burada harekete geçirmemiz gerekiyordu. Derneğe Mehdi Amil Kültür Merkezi adını verdik. Oyunlar sahneye koyduk, konserler düzenledik, konferanslar organize ettik, ayrıca Mehdi Amil’in 1986’da Lübnan’ın Trablus şehrinde verdiği bir seminerin kaydını içeren Kültür ve Devrim isimli bir CD hazırladık.

Bugün ana amacım, öncelikle babamın kitaplarını İngilizceye çevirip dağıtmak. Bu çalışma, Mehdi Amil’in İngilizce konuşulan akademi âleminde pek bilinmediği 1995 yılından beri meyvesini veriyor. Akademik çevreler, artık Amil’in eserlerini daha fazla talep ediyorlar. Bugünlerde kısa süre içerisinde yayımlayacağımız, Amil’in metinlerinden yapılmış bir seçkinin çevirisiyle ilgili projeyi yürütüyoruz.

Son olarak şunu eklemek isterim: akademinin ve militan çevrelerin Mehdi Amil’e gösterdiği ilgi bizi fazlasıyla heyecanlandırıyor. Mehdi Amil, bugün birçok genç Arap eylemcinin zihninde yer etmiş durumda. Örneğin 2011’deki Arap Baharı esnasında Tunus’ta öğrenciler, resmini bir üniversitenin duvarına çizdiler. Mısır’da eylemciler, babamın bazı metinlerini yayımladılar, kitaplarından aldıkları sözleri sosyal medyalarında paylaştılar. Cezayir’de şiir koleksiyonunun adını taşıyan bir kitabevi açıldı. Lübnan’da son halk ayaklanmasında babamın şu sözü Doğu Beyrut ile Batı Beyrut’u iç savaş süresince bağlamış olan Ring köprüsünün duvarına yazıldı: “Bugünün o kirli bağırsaklarından çıkmış bir devrim nasıl temiz olabilir?”

Bu anlamda Mehdi Amil, bugün burada, toz kaplamış raflarda değil, günün içinden çıkan haberlerin bağrında, kanaatimce ondaki en önemli özellik de bu. Umarım eserleri, militan pratiği beslemeye devam eder. Bugün gerekli olan, o eserlerin eleştirilmesi, yani eleştirel açıdan analize tabi tutulması ki Mehdi Amil ikinci kez ölmesin, fikri donup kalmasın. Annemin kaleme aldığı kitap, hem torunları hem de dünyadaki devrimci militanlar Amil’i okusun, onun kim olduğunu öğrensin, nereden geldiğini, ne ürettiğini bilsin diye yazıldı. Oradan şu alıntıyı yapmak isterim:

“Bu çalışmanın birilerini teselli etmekle veya bazı eksiklikleri telafi etmekle bir alakası yok. Samimi bir sahnede sergilenen samimi bir oyuna açılan bir kapı bu. Ondaki samimiyetse politik ve tarihsel bir oyunla güçlü bağlara sahip, onunla bir, onunla kaynaşmış. Arap ülkelerinin, dünyadaki tüm sömürge ülkelerinin, sömürgeci hâkimiyetten kurtulmaya çalışan ülkelerin hikâyesidir anlatılan. Bu oyun, ömrü boyunca tüm yapıp ettikleriyle eleştirilmiş bir adamın, bir düşünürün, Mehdi Amil’in hareketlerini anlatıyor, politik müdahalelerinden bahsediyor, yazılarını aktarıyor, sözlerini paylaşıyor. Çünkü onun düşüncesiyle hayatını ayırmak imkânsız. O ne düşünüyorsa öyle yaşadı, yaşamı düşünce yüklüydü. Bu fikirleri yaşamak için çok yol katetti.” (s. 993).

Kaynak

Resim: Hassan Hamdan ve Evelyne Hamdan, Haziran 1960 (fotoğraf: Monique), Ateşten Çarıkları Olan Adam: Mehdi Amil isimli kitapta paylaşıldı.

Dipnotlar:
[1] Mahmoud Darwich, “A rhyme for the mu'allaqat”, O Atı Neden Yalnız Bıraktın, 1995.

[2] “Millet Meselesi” (elmeseleü’l vataniye) bir millet kabul edilen Arap dünyasının kurtarılması ve birleştirilmesi projesini ifade ediyor. Arapların bağımsız olması arzusunun kökleri geçen yüzyılın başına dek uzanıyor. Sömürgecilik karşıtı hareketler bu noktada önemli bir rol oynuyor. Bu arzu, sonrasında Nasırcılıkta somut bir politik ifadeye kavuşuyor. İsrail-Filistin çatışmasıyla ilişkili hâle gelen millet meselesi bugün Lübnan’da ve Arap dünyasının genelinde politik hayatın merkezinde duran bir konu başlığı.

[3] Karl Marx, “The Future Results of British Rule in India”, 22 Temmuz 1953.

[4] Karl Marx, “The British Rule in India”, 10 Haziran 1853.

0 Yorum: