25 Mayıs 2023

,

NATO Avrupa Solunu Nasıl Baştan Çıkardı?

“Savaşa da NATO’ya da Hayır”

Ocak 2018’de NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Angelina Jolie ile eşi benzeri görülmemiş bir basın toplantısı düzenledi. InStyle, Jolie’nin “omzu açık siyah bir kılıf elbise, ona uygun bir pelerin ve klasik topuklu ayakkabılar (yine siyah) giydiğini” bildirirken, bu toplantının daha derin bir amacı vardı: savaşta cinsel şiddet. İkili, Guardian için “NATO neden kadın haklarını savunmalı” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Zamanlama önemliydi. MeToo hareketinin doruğa ulaştığı bir dönemde, dünyanın en güçlü askeri ittifakı, feministlerin müttefiki hâline gelmişti. “Cinsiyete dayalı şiddetin sona erdirilmesi, barış ve güvenliğin yanı sıra sosyal adalet açısından da hayati bir konudur,” diye yazdılar. “NATO bu çabada bir lider olabilir.” diye eklediler.

Bu, NATO için yeni ve ilerici bir yüzdü ve o zamandan beri Avrupa solunun çoğunu baştan çıkarmak için kullandığı yüzle aynıydı. Daha önce, İskandinav ülkelerinde Atlantikçiler, büyük ölçüde pasifist olan halklara savaş ve militarizm satmak zorunda kalmışlardı. Bu, kısmen NATO’yu açgözlü, savaş yanlısı bir askeri ittifak değil de aydınlanmış, “ilerici” bir barış ittifakı olarak sunarak başarılmıştı. Timothy Garton Ash’in 2002 yılında Guardian’da dile getirdiği gibi, “NATO, John Lennon ile George Bush’un buluşmasını” izleyebileceğiniz bir “Avrupa barış hareketi” haline geldi. Buna karşın bugün, Rusya’nın Ukrayna’yı geniş çaplı işgalinin ardından İsveç ve Finlandiya, uzun süredir devam eden tarafsızlık geleneklerini terk ederek üyeliği tercih etti. NATO, eski barış yanlılarının bile arkasında durabileceği bir askeri ittifak olarak tasvir ediliyor, Ukrayna’da sürdürülen savaş o barış yanlılarının dahi destek sunabileceği bir savaş olarak resmediliyor. Görebildiğimiz kadarıyla NATO’nun tüm destekçileri bugün “Savaşa Bir Şans Verin” şarkısını söylüyor.

Jolie’nin kampanyası, Katharine A.M. Wright ve Annika Bergman Rosamond’un deyimiyle, “NATO’nun stratejik anlatısında” birkaç açıdan dramatik bir dönüşe işaret ediyordu. İlk olarak, ittifak, ilk kez ünlü yıldızların gücünü kuşandı ve dikkat çekici olmayan markasına elit bir cazibe ve güzellik kattı. Jolie’nin yıldız olarak sahip olduğu güç, etkinliğin çekici görüntülerinin NATO hakkında çok az bilgisi olan apolitik kitlelere ulaşması anlamına geliyordu. İkinci olarak, bu ortaklık, kadın hakları, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve feminizmin NATO söyleminde daha belirgin bir rol üstleneceği bir dönemin habercisi gibiydi. O zamandan bu yana ve özellikle de son 12 ayda, Finlandiya Başbakanı Sanna Marin, Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ve Estonya Başbakanı Kaja Kallas gibi “telejenik”, ekranlara yakıştığı söylenen kadın liderler, Avrupa’da aydınlanmış militarizmin sözcüleri olarak giderek daha fazla görev aldılar. İttifak, aynı zamanda popüler kültür, yeni teknolojiler ve gençleri etkileyen unsurlarla olan ilişkilerini de yoğunlaştırdı.

Elbette NATO, her daim halkla ilişkilerin öneminin bilincinde ola gelmiştir, uzun zamandır da kültür, eğlence ve sanatla ilgilenmektedir. Elektronik müzik yapan ve Alexander Perls ile Simon Break tarafından kurulan Icebreaker International grubunun feshedilen ‘NATOarts’ fonuyla kaydedilen ve NATO’yu yaklaşan bir Sovyet nükleer saldırısına karşı uyarmak için Alaska ve Kanada’nın kuzey çevresi boyunca inşa edilen radar istasyonlarından esinlenen 1999 tarihli Distant Early Warning albümünü kim unutabilir? Ya da NATO’nun kamu diplomasisi bölümü tarafından üretilen ve ittifak içindeki yaşamı ve kurgusal Seismania eyaletindeki bir krize verilen sahte diplomatik tepkiyi anlatan 2007 yapımı HQ filmini? Galiba neredeyse herkes hatırlıyordur. Fakat NATO’nun son dönemdeki stratejik eğilimini bu kadar etkili kılan şey, aday ülkelerin ilerici yerel geleneklerini ve kimliklerini başarılı bir şekilde yansıtmış olmasıdır.

Avrupa’da hiçbir siyasi parti, militan barışçılıktan ateşli savaş yanlısı Atlantikçiliğe geçişi Alman Yeşilleri kadar iyi örnekleyemez. İlk Yeşiller’in çoğu, 1968’deki öğrenci protestoları sırasında radikaldi; birçoğu, Amerikan savaşlarına karşı gösteri yapmıştı. İlk Yeşiller, Batı Almanya’nın NATO’dan çekilmesini savunuyordu. Fakat kurucu üyeler orta yaşa geldiklerinde, partide bir gün onu parçalayacak çatlaklar ortaya çıkmaya başladı. İki kamp birleşmeye başladı: “Realolar”, gerçekçi eğilim içinde yer alan ılımlı Yeşiller, siyasi olarak pragmatistlerdi. Köktencilik anlamında “Fundiler”se radikal, uzlaşmaz kamptı; partinin ne olursa olsun temel değerlerine sadık kalmasını istiyorlardı.

Tahmin edilebileceği gibi Fundiler, Avrupa barışına en iyi Batı Almanya’nın ittifaktan çekilmesinin hizmet edeceğine inanıyor ve askeri tarafsızlığı destekleme eğilimindeydi. Realolar ise Batı Almanya’nın NATO’ya ihtiyacı olduğuna inanıyordu. Hatta çekilmenin güvenlik meselelerini Alman ulus-devletine geri döndüreceğini ve militarist milliyetçiliği yeniden alevlendirme riski taşıyacağını savunuyorlardı. Onların NATO’su, Avrupa’yı Almanya’nın en yıkıcı dürtülerinden koruyan, birden fazla dil konuşan ve çok sayıda bayrağı dalgalandıran, ulus ötesi, kozmopolit bir ittifaktı. Fakat tarihin sonunda NATO üyeliği başka bir şeydi. Almanya’nın yeniden savaşa girmesi –İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tabuların en yasaklısı– tamamen başka bir şeydi.

Kosova, her şeyi değiştirdi. NATO’nun kuruluşunun 50. yıldönümü olan 1999’da ittifak, akademisyen Merje Kuus’un deyimiyle “söylemsel bir metamorfoz” geçirmeye başladı. Soğuk Savaş dönemindeki salt savunma ittifakından, insan hakları, demokrasi, barış ve özgürlük gibi değerleri üye devletlerin sınırlarının çok ötesine yaymak ve savunmakla ilgilenen aktif bir askeri pakt hâline geliyordu. NATO’nun Kosova’da Sırp güvenlik güçleri tarafından işlenen savaş suçlarını durdurmak amacıyla Yugoslavya’dan geriye kalanları 78 gün boyunca bombalaması, Alman Yeşiller’ini sonsuza kadar değiştirecekti.

Mayıs 1999’da Bielefeld’de düzenlenen kaotik parti konferansında Realolar ve Fundiler, bombardıman konusunda sert bir şekilde tartıştı. En önde gelen Realo olan Yeşiller Dışişleri Bakanı Joschka Fischer NATO’nun savaşını destekledi; bu nedenle konferans katılımcıları onu kırmızı boya yağmuruna tuttular. Fundilerin önerisi, bombardımanın koşulsuz olarak durdurulmasını gerektiriyordu ki bu, aynı zamanda Yeşiller-Sosyal Demokrat Parti (SDP) koalisyon hükümetinin de çökmesi anlamına geliyordu. Barış önerisi başarısız oldu ve partinin savaş karşıtı fraksiyonunu ezerek Yeşillerden ayrılmalarına yol açtı. Bunun yerine Realoların ılımlı önergesi rahat bir farkla zafer kazandı. Kısa bir aradan sonra Yugoslavya’nın bombalanmasına devam edilmesine izin verildi. Yeşillerin kritik desteğiyle Luftwaffe (Alman Hava Kuvvetleri), Sırbistan’ın başkentine yönelik son hava bombardımanından 58 yıl sonra Belgrad üzerinde sortiler gerçekleştirdi. Bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Almanların Avrupa’da gerçekleştirdikleri ilk askeri operasyondu.

Ukrayna’da geniş çaplı savaşın başlamasının ardından Alman Yeşiller Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Fischer’in geleneğini sürdürerek, askeri tarafsızlık geleneğine sahip ülkeleri azarladı ve NATO’ya katılmaları için yalvardı. Desmond Tutu’nun sözünü hatırlattı: “Adaletsizlik durumlarında tarafsız kalırsanız, zalimin tarafını seçmiş olursunuz.” Hatta Yeşiller, 1992’de ölen savaş karşıtı bir ikon ve uzun süredir tarafsızlığı savunan Petra Kelly de dâhil olmak üzere kendi ölü üyelerini vantrilok olarak canlandırdı. Geçen yıl Yeşiller’in kurucularından Eva Quistorp, FAZ gazetesinde Petra Kelly’ye hayali bir mektup yazdı. Mektupta Kelly’nin ahlaki duruşu ödünç alınıyor ve Yeşillerin savaşı kucaklamasını meşrulaştırmak için ters yüz ediliyordu. Quistorp, Kelly’nin bugün hayatta olsaydı NATO destekçisi olacağını düşünmemizi istiyor. Quistorp, çoktan ölmüş olan Kelly’ye hitaben, “Eminim radikal barışçılığın şantajı mümkün kıldığını haykırırdınız,” diyor.

Bu yılın başlarında Almanya Dışişleri Bakanlığı da yeni bir “Feminist Dış Politika” ortaya koydu ve bunu yapan Avrupa dışişleri bakanlıklarının en sonuncusu oldu. Fransa, Hollanda, Lüksemburg ve İspanya tarafından da benimsenen bu yeni yönelim, kozmopolit militarizmi sahte radikal feminist bir parlaklıkla boyayarak, savaş ve güvenlik alanını kadın hakları aktivistlerine açıyor. Profesyonel feminist liderler, otoriter “güçlü adamlara” karşı ideal koruyucu olarak tasvir ediliyorlar.

İsveç, 2014 yılında bu tür bir politikayı benimseyen ilk ülke oldu ve uzun süredir devam eden devlet feminizmini yurtdışına yansıtmasına ve uluslararası arenada yeni bir ahlaki duruş sergilemesine izin verdi. Yurt içinde, kadın dergilerinde olumlu Atlantikçi hikayeler yer aldı. İsveç gazetesi Expressen’in kadın okuyucuları hedefleyen “Mama” bölümünde Angelina Jolie ile yapılan bir röportajda, NATO’nun kadınları savaşta cinsel şiddetten koruyabileceği vurgulanıyordu. Jolie, ayrıca insani yardım çalışanları ile NATO askerleri arasında çok az fark olduğunu söylüyor, ‘aynı hedef doğrultusunda, barış için çabaladıklarını” iddia ediyordu.’

Akademisyen Merje Kuus’a göre, NATO’nun genişlemesinin “iki yönlü bir meşrulaştırma” stratejisi içeriyor. Birincisi, NATO sıradan ve dikkat çekmeyen, alelade ve gündelik hale getiriliyor, ikincisi ise suçlamaların üstünde, hayati, mutlak ahlaki bir iyi olarak tasvir ediliyor. Kuus, bunun etkisinin, NATO’nun aynı anda hem sıradanlaştırılması hem de yüceltilmesi olduğunu söylüyor: o kadar mülayim bürokratik bir hale geliyor ki tartışmanın dışında kalıyor ve o kadar “varoluşsal ve temel” ki NATO bir biçimde tartışmanın üzerine çıkıyor. Bu meşrulaştırma stratejisi, hiçbiri üyelik konusunda referandum düzenlememiş olan İskandinav ülkelerinde Avrupa-Atlantik entegrasyonuna ilişkin sınırlı ve sıkı bir şekilde kontrol edilen tartışmalarda açıkça görüldü. İttifaka karşı on yıllardır süren halk direnişinin ardından, NATO’nun demokrasinin üstünde olduğu görülüyor. Ancak Kuss’un yazdığı gibi, bu, NATO’nun bir topluma dayatıldığı anlamına gelmiyor. Burada amaç, “NATO’yu eğlence, eğitim ve daha geniş anlamda sivil hayata entegre etmek.”

Bunun kanıtları her yerde bulunabilir. Şubat ayında NATO, ilk oyun etkinliğini düzenledi. İttifakın genç bir çalışanı, popüler Twitch yayıncısı ZeRoyalViking’e katılarak Among Us oynadı ve dezenformasyonun demokrasi için oluşturduğu tehlike hakkında sohbet etti. Yanlarında Caroline Gleich adında bir influencer dağcı ve çevre aktivisti vardı. Astronot avatarları, bir çizgi film uzay gemisinde gezinirken, NATO hakkında övgü dolu ifadelerle konuştular. Etkinlik sona erdiğinde, yayın bir işe alım çabasına dönüştü: ittifak çalışanı, işinin avantajlarından bahsetti ve izleyicileri grafik tasarım ve video düzenleme gibi alanlarda istihdam fırsatları için NATO’nun internet sitesine bakılması yönünde teşvik etti.

Etkinlik, NATO’nun “Geleceği Koru” kampanyasının bir parçasıydı. Bu yıl genç sanatçılar için bir çizgi roman yarışması da düzenlendi. İttifak, ayrıca TikTok, YouTube ve Instagram’da geniş takipçi kitlesine sahip düzinelerce influencer’ı Brüksel’deki merkeze getirdi. Diğer influencer’lar da geçen yıl Madrid’de düzenlenen NATO Zirvesi’ne gönderilmiş ve onlardan izleyicileri için içerik yaratmaları istenmişti.

Avrupa solu, bu gösterinin büyüsüne kapılmış durumda. Alman Yeşiller’in açtığı yoldan ilerleyen büyük sol partiler, askeri tarafsızlığı ve savaş karşıtlığını bir kenara bırakarak, NATO’yu savunmaya başladılar. Buradaki ani değişim gerçekten çok çarpıcı. Soğuk Savaş sırasında Avrupa Solu, ABD liderliğindeki militarizme ve NATO’nun Pershing-II ve seyir füzelerini Avrupa’da konuşlandırmasına karşı milyonların katıldığı kitlesel protestolar düzenlemişti. Bugün ise, içi boşaltılmış radikal söylemlerden geriye çok az şey kaldı. Avrupa’da NATO’ya karşı neredeyse hiç muhalefet kalmaması ve ittifakın giderek Avrupa-Atlantik bölgesinin ötesine yayılmasıyla birlikte, NATO’nun hegemonyası, artık neredeyse mutlak hâle geldi.

Lily Lynch
16 Mayıs 2023
Kaynak
Çeviri: Erman Çete

0 Yorum: