08 Ocak 2022

,

Kadın Biyolojisinin Sömürgeleştirilmesi


Tekno-Kapitalizm, Transgenderizm
ve Kadın Biyolojisinin Sömürgeleştirilmesi

Çoğu insan muhtemelen teknolojinin köleliğimizi nasıl yönlendirdiğinden çok, teknolojinin özgürleştirici bileşenlerine kafa yoruyor. Bireysel teknolojik gelişmelerin dezavantajları hakkında düşünebiliriz, ancak genel olarak, teknolojinin sınırsız büyümesi, hızı, karmaşıklığı ve geniş yayılımı hakkında çok fazla düşünmüyoruz. Teknoloji, dizgin veya sınır tanımayan kapitalizme sıkı sıkıya bağlı olduğu için ya büyümek ya da ölmek zorunda. Sınırları aşmaya mecbur, aksi takdirde yok olur. Tekno-kapitalizm ya da kapitalizme bağlı olduğu hâliyle kendi kendine işleyen teknoloji, neticede kârın güdümündedir. Kadına yönelik baskı ve nefret de aynı şekilde bu sisteme ait, onu sürekli büyüten bir bileşen hâline gelmiştir.

Altmışlı ve yetmişli yıllarda, güçlü bir kadın kurtuluş hareketinin güçlenip öne çıktığı dönemde kadınlar, artık sistematik bir hâl almış olan kadın nefretiyle mücadele etme imkânına sahiplerdi. O günlerde fiziksel özgürlüğümüz için yürüdük, tecavüze ve pornografi endüstrisine karşı eylemler gerçekleştirdik. Romanlarında bizi seks objesi olarak takdim eden erkek yazarları rezil edecek işlere imza attık. Görüşlerimiz medyada geniş yer bulurdu. Eşit işe eşit ücret için mücadele ettik. Kadınları ve kızları toplumsal dokuya, üniversitelere ve bilimsel alanlara, profesyonel spor ve siyasete başarıyla asimile eden katı cinsellik klişelerini tuz buz ettik. Ama bize yönelik zulüm sonrasında, akıl almaz teknolojik gelişmelerin yönlendirdiği kapitalist sistem tarafından tekrar paketlendi, şimdilerde bu paket, kadınlara güçlenme, özgürleşme ve tüketici tercihi olarak geri satılıyor.

Porno endüstrisi her yıl milyarlarca dolar kâr elde ediyor.[1] Endüstri, bir yandan kadınların hayatlarını, bir yandan da yetişkin erkeklerle çocukların psikolojik sağlığını tehlikeye atıyor.[2] Porno endüstrisi, enkaz hâline gelmiş olman kadın (şimdilerde çocuk) bedeniyle uyarılmanın yeni ve tuhaf biçimlerini yaratmak için debeleniyor. Nesnelleştirilmiş bedenlerimizi sömürgeleştiren ve onları kâr amacıyla suiistimal ettikten sonra bir kenara atan bu endüstri, teknoloji tarafından kültürümüzün her alanına nüfuz ediyor. Kadın biyolojisi bu şekilde nesneleştiriliyor. Nesneleştirme ise varlığını sürdürebilmek için nefrete ihtiyaç duyuyor. Kadın biyolojisinin nesneleştirilmesi işlemi teknoloji üzerinden dünya pazarına teşmil ediliyor.

Erkekler ilgili nefreti bir biçimde satın alıyor, sindiriyor, genç delikanlılar, her şeyi bu nefret üzerinden öğreniyor. Etraflarında, soludukları havada kadınları birer nesne olarak görme hakkına sahip olarak büyüyorlar. Genç kızlar kendilerinden nefret etmeyi öğreniyor, sonra da cinselliğin konusu hâline getirilmiş bedenlerine acı vermek için her türlü psiko-sosyal bozukluğun çilesini çekiyorlar. Bu kendisini jiletlemiş yaralı bedenler, üniversite harcını ödemek ve/veya hayatta kalmak için fuhuş yaptığında, bazen kendilerinin bazen de ailelerinin karnı doysun diye yumurtalarını sattığında, önceden sattıkları bebekleri taşıyacak rahimlerini pazara çıkarttıklarında, erkek gibi görülmek için memelerini kestiğinde, tekno-kapitalizmin yüce tanrısının gölgesinde, birden ilerici oluveriyorlar.

Medya, kadının kendi bedenine yönelik nefretini olağanlaştırıyor. Kadının derdini çilesini kâr için kullanan şirketler, bu nefretin nefretmiş gibi görülmemesini sağlıyorlar.

Tekno-kapitalizm, söz konusu nefreti bir tercihmiş gibi takdim ediyor. Oysa bu nefret, dünyanın dört bir yanında, burnumuzun dibinde sürüne sürüne dolaşıyor, kadınların ve kızların hayatlarını tek tek çalıyor. Dünyanın öbür ucunda bir kadın rahmini beyaz bir zengine satıp ailesine ekmek götürdüğünde buna “tıbbi yardım” diyorlar.

Tıp-Sanayi Kompleksi “anne” kelimesinin dilden ve hukukî metinlerden silinip atılması için uğraşıyor. Bebeği taşıyana nedense “vekil”, sperm bağışlayan ve ebeveynliğin (siz “insanlığın” okuyun) sürmesini sağlayana ise “baba” diyorlar.

Kızlar, erkek olarak “tanımlanmak” için sağlıklı göğüslerini aldırmaya çalışıyor[3], erkekler kadın bedeninin kimi kısımlarını satın alıp kadın olarak tanımlanmak için uğraşıyor, dünya ise onların cesaretini göklere çıkartıyor. Tıp-Sanayi Kompleksi, bu cesaret masalına destek sunmak adına kurumları suç ortağı hâline getirmek[4] için parasını ve kudretini kullanıyor, sonra da ilgili masalı dünya pazarında satıyor.[5] Bu süreç, neticede yeni bir “toplumsal cinsiyet kimliği” endüstrisi meydana getiriyor. Teknolojinin kontrolündeki medya, tüm o pervasız ve ölçüsüz yalanlarıyla bu masalın hayatımızın önemli bir gerçeği hâline gelmesini sağlıyor. Nihayetinde bugün kadın bedeni sömürgeleştirilecek toprak, aşılacak sınırdır.

Dr. Em, Batı dünyasında genç kadınların deneyimledikleri cinsiyet hoşnutsuzluğu konusunda oldukça yerinde bir kavram öneriyor[6]: “Baskı Rahatsızlığı Bozukluğu”[7] Bu kavram, kadınların başına ne geldiğini izah ediyor. Tek tek kadınların sırtındaki yükü alıyor ve onu ait olduğu yere, toplumun, özellikle de tekno-kapitalizmin sırtına yüklüyor. Kavram, bu anlamda kadınların içselleştirdiği nefreti dışa vuruyor.

Dr. Em, kısa iki bölümden oluşan bir makale yayınladı.[8] Makale, transgenderizmin cinsiyetçi kökleri ve onun nasıl geliştiğiyle ilgili. Ben de bu transgenderizm mitinin Tıp-Sanayi Kompleksi tarafından, cinsiyet ameliyatlarını, ilâç satışlarını, bedenlerin neşterlenmesini, doğranmasını ilerici bir eylemmiş gibi nasıl satıldığını, bu sürecin nasıl organize edildiğini ve transgenderizmin nasıl yeni pazarlar oluşturduğunu izah eden birçok makale kaleme almıştım.[9]

Bugün hâlen daha tanık olduğumuz şey şudur: tekno-kapitalizm, erkeklerin çıkarları için cinsel, zihinsel, maddi ve finansal düzlemde kadının sınırlarını ihlal ediyor. Bu ihlal, ilerici olarak paketleniyor, tekno-kapitalizm, bu paketleme ve satış sürecini alabildiğine hızlandırıyor.

Tıp-Sanayi Kompleksi’nin ölü kadınların rahimlerini erkeklere nakletme denilen o imkânsız işe soyunduğu koşullarda[10] bu sistemlerin, işkollarının, sanayinin, kadın biyolojisinin tekno-kapitalizm eliyle nasıl sömürgeleştirildiğini, bu sürecin kimlerin ekmeğine yağ sürdüğünü yakından incelememiz gerekiyor.

Jennifer Bilek
8 Mayıs 2020
Kaynak

0 Yorum: