Tekno-Kapitalizm, Transgenderizm
ve Kadın Biyolojisinin Sömürgeleştirilmesi
Çoğu
insan muhtemelen teknolojinin köleliğimizi nasıl yönlendirdiğinden çok,
teknolojinin özgürleştirici bileşenlerine kafa yoruyor. Bireysel teknolojik gelişmelerin
dezavantajları hakkında düşünebiliriz, ancak genel olarak, teknolojinin
sınırsız büyümesi, hızı, karmaşıklığı ve geniş yayılımı hakkında çok fazla
düşünmüyoruz. Teknoloji, dizgin veya sınır tanımayan kapitalizme sıkı sıkıya
bağlı olduğu için ya büyümek ya da ölmek zorunda. Sınırları aşmaya mecbur, aksi
takdirde yok olur. Tekno-kapitalizm ya da kapitalizme bağlı olduğu hâliyle
kendi kendine işleyen teknoloji, neticede kârın güdümündedir. Kadına yönelik
baskı ve nefret de aynı şekilde bu sisteme ait, onu sürekli büyüten bir bileşen
hâline gelmiştir.
Altmışlı
ve yetmişli yıllarda, güçlü bir kadın kurtuluş hareketinin güçlenip öne çıktığı
dönemde kadınlar, artık sistematik bir hâl almış olan kadın nefretiyle mücadele
etme imkânına sahiplerdi. O günlerde fiziksel özgürlüğümüz için yürüdük, tecavüze
ve pornografi endüstrisine karşı eylemler gerçekleştirdik. Romanlarında bizi
seks objesi olarak takdim eden erkek yazarları rezil edecek işlere imza attık. Görüşlerimiz
medyada geniş yer bulurdu. Eşit işe eşit ücret için mücadele ettik. Kadınları
ve kızları toplumsal dokuya, üniversitelere ve bilimsel alanlara, profesyonel
spor ve siyasete başarıyla asimile eden katı cinsellik klişelerini tuz buz
ettik. Ama bize yönelik zulüm sonrasında, akıl almaz teknolojik gelişmelerin
yönlendirdiği kapitalist sistem tarafından tekrar paketlendi, şimdilerde bu paket,
kadınlara güçlenme, özgürleşme ve tüketici tercihi olarak geri satılıyor.
Porno
endüstrisi her yıl milyarlarca dolar kâr elde ediyor.[1] Endüstri, bir yandan
kadınların hayatlarını, bir yandan da yetişkin erkeklerle çocukların psikolojik
sağlığını tehlikeye atıyor.[2] Porno endüstrisi, enkaz hâline gelmiş olman
kadın (şimdilerde çocuk) bedeniyle uyarılmanın yeni ve tuhaf biçimlerini
yaratmak için debeleniyor. Nesnelleştirilmiş bedenlerimizi sömürgeleştiren ve
onları kâr amacıyla suiistimal ettikten sonra bir kenara atan bu endüstri,
teknoloji tarafından kültürümüzün her alanına nüfuz ediyor. Kadın biyolojisi bu
şekilde nesneleştiriliyor. Nesneleştirme ise varlığını sürdürebilmek için
nefrete ihtiyaç duyuyor. Kadın biyolojisinin nesneleştirilmesi işlemi teknoloji
üzerinden dünya pazarına teşmil ediliyor.
Erkekler
ilgili nefreti bir biçimde satın alıyor, sindiriyor, genç delikanlılar, her
şeyi bu nefret üzerinden öğreniyor. Etraflarında, soludukları havada kadınları
birer nesne olarak görme hakkına sahip olarak büyüyorlar. Genç kızlar kendilerinden
nefret etmeyi öğreniyor, sonra da cinselliğin konusu hâline getirilmiş
bedenlerine acı vermek için her türlü psiko-sosyal bozukluğun çilesini
çekiyorlar. Bu kendisini jiletlemiş yaralı bedenler, üniversite harcını ödemek
ve/veya hayatta kalmak için fuhuş yaptığında, bazen kendilerinin bazen de ailelerinin
karnı doysun diye yumurtalarını sattığında, önceden sattıkları bebekleri
taşıyacak rahimlerini pazara çıkarttıklarında, erkek gibi görülmek için
memelerini kestiğinde, tekno-kapitalizmin yüce tanrısının gölgesinde, birden ilerici
oluveriyorlar.
Medya,
kadının kendi bedenine yönelik nefretini olağanlaştırıyor. Kadının derdini
çilesini kâr için kullanan şirketler, bu nefretin nefretmiş gibi görülmemesini
sağlıyorlar.
Tekno-kapitalizm,
söz konusu nefreti bir tercihmiş gibi takdim ediyor. Oysa bu nefret, dünyanın
dört bir yanında, burnumuzun dibinde sürüne sürüne dolaşıyor, kadınların ve
kızların hayatlarını tek tek çalıyor. Dünyanın öbür ucunda bir kadın rahmini beyaz
bir zengine satıp ailesine ekmek götürdüğünde buna “tıbbi yardım” diyorlar.
Tıp-Sanayi
Kompleksi “anne” kelimesinin dilden ve hukukî metinlerden silinip atılması için
uğraşıyor. Bebeği taşıyana nedense “vekil”, sperm bağışlayan ve ebeveynliğin (siz
“insanlığın” okuyun) sürmesini sağlayana ise “baba” diyorlar.
Kızlar,
erkek olarak “tanımlanmak” için sağlıklı göğüslerini aldırmaya çalışıyor[3],
erkekler kadın bedeninin kimi kısımlarını satın alıp kadın olarak tanımlanmak
için uğraşıyor, dünya ise onların cesaretini göklere çıkartıyor. Tıp-Sanayi
Kompleksi, bu cesaret masalına destek sunmak adına kurumları suç ortağı hâline
getirmek[4] için parasını ve kudretini kullanıyor, sonra da ilgili masalı dünya
pazarında satıyor.[5] Bu süreç, neticede yeni bir “toplumsal cinsiyet kimliği”
endüstrisi meydana getiriyor. Teknolojinin kontrolündeki medya, tüm o pervasız
ve ölçüsüz yalanlarıyla bu masalın hayatımızın önemli bir gerçeği hâline
gelmesini sağlıyor. Nihayetinde bugün kadın bedeni sömürgeleştirilecek toprak,
aşılacak sınırdır.
Dr.
Em, Batı dünyasında genç kadınların deneyimledikleri cinsiyet hoşnutsuzluğu
konusunda oldukça yerinde bir kavram öneriyor[6]: “Baskı Rahatsızlığı Bozukluğu”[7]
Bu kavram, kadınların başına ne geldiğini izah ediyor. Tek tek kadınların
sırtındaki yükü alıyor ve onu ait olduğu yere, toplumun, özellikle de
tekno-kapitalizmin sırtına yüklüyor. Kavram, bu anlamda kadınların
içselleştirdiği nefreti dışa vuruyor.
Dr.
Em, kısa iki bölümden oluşan bir makale yayınladı.[8] Makale, transgenderizmin
cinsiyetçi kökleri ve onun nasıl geliştiğiyle ilgili. Ben de bu transgenderizm mitinin
Tıp-Sanayi Kompleksi tarafından, cinsiyet ameliyatlarını, ilâç satışlarını,
bedenlerin neşterlenmesini, doğranmasını ilerici bir eylemmiş gibi nasıl
satıldığını, bu sürecin nasıl organize edildiğini ve transgenderizmin nasıl yeni
pazarlar oluşturduğunu izah eden birçok makale kaleme almıştım.[9]
Bugün
hâlen daha tanık olduğumuz şey şudur: tekno-kapitalizm, erkeklerin çıkarları
için cinsel, zihinsel, maddi ve finansal düzlemde kadının sınırlarını ihlal
ediyor. Bu ihlal, ilerici olarak paketleniyor, tekno-kapitalizm, bu paketleme
ve satış sürecini alabildiğine hızlandırıyor.
Tıp-Sanayi
Kompleksi’nin ölü kadınların rahimlerini erkeklere nakletme denilen o imkânsız
işe soyunduğu koşullarda[10] bu sistemlerin, işkollarının, sanayinin, kadın
biyolojisinin tekno-kapitalizm eliyle nasıl sömürgeleştirildiğini, bu sürecin
kimlerin ekmeğine yağ sürdüğünü yakından incelememiz gerekiyor.
Jennifer Bilek
8 Mayıs 2020
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder