14 Ocak 2022

,

Fiyat Kontrolleri İşe Yarar mı?


Isabelle Weber, Massachusetts Amherst Üniversitesi'nin ekonomi bölümünde yardımcı doçent olarak çalışıyor, ayrıca How China Escaped Shock Therapy [“Çin Şok Terapisinden Nasıl Kurtuldu?”] kitabının yazarı. Kısa bir süre önce Guardian gazetesinde, Kovid krizi sonrasında birçok ekonomide tanık olunan enflasyon artışıyla başa çıkmak için fiyat kontrollerinin düşünülmesi gerektiğini yazdı.

Weber'in yazısı sadece 800 kelime uzunluğundaydı, ancak genel manada artan enflasyonu kontrol etmek ve büyük ekonomilerdeki mevcut enflasyon artışıyla başa çıkmak için fiyat kontrollerinin etkinliği konusunda radikal Keynesçi ekonomistler ile nispeten daha ortodoks olan Keynesçiler arasında bir tartışmanın alevlenmesine neden oldu.

Weber, ülke ekonomisinin eşi benzeri görülmemiş bir yükselişe tanıklık ettiği dönemde Çin'deki komünist partili liderlerin ekonomi politikasındaki zigzagları ile ilgili, o epey beğeni toplayan kitabın yazarı. Kitabıyla ilgili incelememe bu linkten ulaşabilirsiniz. Weber, ABD'deki radikal ekonomi bölümlerinden birinden geliyor ve görünüşe göre Minsky ve Kalecki gibi Keynes sonrası yazarların büyük bir hayranı (gelgelelim Marx’tan hoşlanıyormuş gibi görünmüyor). Kendisi, aynı zamanda Modern Para Teorisi'nin destekçisi.

Enflasyon oranları, büyük ekonomilerin çoğunda 1970'lerden bu yana görülmeyen seviyelere çıktı. Bazı ana akım ekonomistler, enflasyondaki bu artışın, Kovid (yani “nicel rahatlatma”) döneminde hükümetler tarafından kendilerine verilen büyük paraları ellerinde bulunduran tüketicilerin aşırı talebinden ve ekonomik bir toparlanmayı teşvik etmek için tasarlanmış mali teşvik programlarından kaynaklandığını savunuyorlar. Bu önlemlerin çoğu, Merkez Bankası kaynaklı kredi enjeksiyonları, Modern Para Teorisi uyarınca, giderek daha fazla finanse edildi. Ana görüş, bu parasal enjeksiyonları faiz artışlarıyla ve nicel kolaylaştırmayı azaltarak dizginlemenin zamanının geldiği yönünde. Keynesçiler ve Modern Para Teorisi’ni savunanlarsa bu görüşe karşı çıkıyorlar, bu itiraza binaen, mali artışlar ve parasal kolaylaştırmaya devam etmek gerektiğini söylüyorlar. Bu nedenle Weber, sıkı parasal önlemlere ve mali tasarrufa alternatif bir politika sunuyor (yani artan enflasyonu kontrol etmek için daha fazla vergi ve daha az harcama talep ediyor). Bu talep de fiyatların kontrol altına alınmasını öngörüyor.

Weber, kendi yazısında mevcut enflasyon sarmalını İkinci Dünya Savaşı'nı takip eden dönemdeki duruma benzetiyor. O zaman ana akım ekonomistler bile fiyat kontrollerini savundular. Weber de bu görüşü savunuyor: "Fiyat kontrolleri, pandemi hüküm sürdüğü sürece devam edecek darboğazlarla başa çıkma noktasında bize zaman kazandıracaktır." Devamında, fikrine destek sunmak adına, savaş sonrası dönemde epey saygı gören Keynesçi ekonomist J. K. Galbraith'in şu sözünü aktarıyor:

"Fiyat kontrolleri stratejik bir rol oynayacaktır. Hiçbir ekonomist, tabii ki fiyat kontrolünün enflasyonu durduracağını düşünmez. Ama fiyat kontrolü gerekli zemini inşa eder, aynı zamanda alınacak tedbirler için gerekli zamanı sağlar.”

Demek ki Galbraith bu tedbirin kısa süreli olduğunu söylüyor. Gelgelelim Weber, alıntının ardından "Stratejik fiyat kontrolleri, aynı zamanda ekonomik dayanıklılık, iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması ve karbon değerlerinin düşürülmesine dönük kamu yatırımlarını teşvik etmek için gerekli parasal istikrara da katkıda bulunabilir” diyor. Başka bir ifadeyle, Weber, bu fiyat kontrolü denilen tedbirin kısa süreli olmayacağını, hatta Modern Para Teorisi temelinde merkez bankalarının finanse ettiği kamu yatırımının kısıtlanması zorunluluğu ortaya çıkmasın diye enflasyonu kesin olarak kontrol altına alacak, önemli bir politikadan söz ediyor.

Ana akım ekonomistler, Weber'in argümanını sert bir dille eleştirdiler. Bilhassa ortodoks Keynesçilerin akıl hocası olan Paul Krugman değerlendirmesinde muarrızını incitecek epey ağır sözler kullandı.

Çünkü bu isimlere göre, neoklasik ekonominin bir yasası uyarınca hükümetlerin piyasalara karşı direnmesi imkânsızdı. Dolayısıyla eğer hükümet piyasa fiyatlarını kontrol altına almak isterse bu, arz sıkıntısı ya da durgunlukla sonuçlanacak, “arz-talep” dengesizliklerine yol açacak. Bu teoriye göre doğudan doğan güneşin doğuşunu durduramazsınız, durdurursanız içine düştüğünüz karanlık kalıcılaşır.

Belirli bir düzeyden bakıldığında bu anlaşmazlık yanıltıcıdır. Bunun nedeni, kapitalist ekonomilerin birçok sektöründe fiyat kontrollerinin zaten devrede olmasıdır. Kira kontrolleri var; ulaşım ücreti fiyat artış limitleri ve birçok ülkede gaz, su ve elektrik gibi kamu hizmetlerinde fiyat sınırları mevcut. Tekeller ve devlete bağlı işkollarında fiyat düzenlemesi, her yerde görülen bir durumdur.

Ancak Weber'in “stratejik fiyat kontrolleri' ile kastettiği bu değil. O daha çok, hâkim görüşü savunan bir isim olarak, para politikasının sıkı bir biçimde uygulanması ve mali alanda kemer sıkma politikasına kıyasla fiyat kontrollerinin enflasyonu kontrol etme noktasında daha hayırlı olacağı iddiasında.

Ne var ki kapitalist ekonomilerde artan enflasyonu veya yüksek enflasyonu kontrol etmek için fiyat kontrolleri işe yarayan bir önlem değildir, çünkü enflasyonu tayin eden şey, daha fazla kontrol mekanizmasına sahip bulunan ve daha güçlü olan bir kapitalist ekonomide yürürlükte olan hareket yasalarıdır.

İlâç veya nakliye ücretleri üzerindeki fiyat kontrolleri, belki de sadece birkaç şirketin fiyata hâkim olduğu belirli sektörler için tabii ki belirli rol oynayacaktır, ancak bu tür kontroller sadece bir sektörü kapsadığı için, genel olarak etkili olmayacaktır. Hedeflenen fiyat kontrolleri bir ekonomideki genel arz ve talep hareketlerini sekteye uğratmasa da, bu sebebe bağlı olarak, bu kontrollerin diğer faktörler tarafından yönlendirilen fiyatların genel artışı üzerinde çok az etkisi olacaktır.

Kapitalist bir ekonomide genel fiyat kontrollerinin tarihine baktığımızda şu görülmektedir: üretim aleyhine iş gören kontroller neticede kıtlığa yol açmakta ya da durgunluğa sebep olmaktadır. Örneğin ABD'de 1971-4 arası dönemde Nixon tarafından uygulamaya konulan fiyat kontrolü politikasına bakalım. Hükümet, bir süre fiyatlardaki artışı kontrol etmek için çabalamış, ama 1974’te kontroller kaldırılır kaldırılmaz enflasyon tekrar yükselmiştir. Blinder ve Newton tarafından yayınlanan bir makalede konuyla ilgili şu türden bir değerlendirmede bulunulmaktadır:

“Tahminlere göre, Şubat 1974'e kadar kontroller gıda ve enerji dışı alanlardaki fiyat seviyesini yüzde 3-4 oranında düşürmüştü. Bu noktadan sonra ve özellikle Nisan 1974'te kontroller sona erdikten sonra, hızla artan enflasyon, elde edilen tüm kazanımların yitirilmesine neden oldu, ayrıca fiyat düzeyini sıfırdan kontrollerin bulunmadığı dönemin yüzde iki altına taşıdı. Kontrollerin kaldırılmasıyla, gıda ve enerji dışı alanlardaki fiyat artışı, 1974 yılı boyunca iki haneli rakamlara ulaştı.”

Aslında, fiyat kontrolleri politikasının uygulandığı dönemde, ABD ekonomisinin düşen kârlılık ve yavaşlayan yatırım büyümesinin yanı sıra genişlemenin zirveye ulaşmasıyla birlikte enflasyon artışı 1973'te hızlanmaya başladı. Sonunda enflasyonu düşüren şey fiyat kontrolleri değil, 1974-5'teki derin durgunluk oldu.


Geçtiğimiz günlerde Beyaz Saray Ekonomi Danışmanları Konseyi'ndeki ekonomistler, fiyat kontrollerinin Tıpkı İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra olduğu gibi işe yarayabileceğini öne süren bir makale yayınladılar. Beyaz Saray ekonomistleri, “İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki enflasyonist dönemin mevcut ekonomik durum için muhtemelen 1970'lerden daha iyi bir karşılaştırma imkânı sunduğunu, tedarik zincirleri tamamen çevrimiçi olduğunda ve talep seviyeleri düştükten sonra enflasyonun hızla düşebileceğini” düşünüyorlar. Evet, baskı altındaki tüketici talebindeki canlılık azalır, arzdaki daralma ortadan kalkarsa enflasyon oranları da düşer. Peki ama bu gelişmede fiyat kontrolleri ne tür bir katkıda bulunmaktadır?

Beyaz Saray gibi Weber de kontrollerin kısa vadede enflasyon üzerinde bir “teneffüs sahası” elde etmek için kullanılabileceğini söylüyor; ancak mali ve parasal kısıtlamaya gerekli bir uzun vadeli politika alternatifi olarak kontrolleri gerçekten savunuyor, ki bu aynı şey değil. Fiyat kontrollerinin Weber ve Post-Keynesçiler tarafından uzun vadeli, hatta kalıcı bir politika olarak görülüyor ama bu politikanın foyasını, Keynesçiliğin mali “kemer sıkma” politikasından sonra öcü olarak gördüğü tekeller meselesi ortaya koyuyor.

Weber'in dediği gibi, “fiyatları artıran kritik bir faktör büyük ölçüde göz ardı ediliyor: kârdaki patlama. 2021'de ABD'nin finans dışı kâr marjları, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden bu yana görülmeyen seviyelere ulaştı. Bu, bir tesadüf değil... Şimdi pazar gücüne sahip büyük şirketler, arz sorunlarını fiyatları artırmak ve haybeden elde ettikleri kârları cebe indirmek için bir fırsat olarak kullandılar.” Yani, yükselen enflasyon, tekellerin olağan düzeyin üzerinde fiyat belirlemesinin bir sonucudur. Bizim asıl yapmamız gereken, tekellerin fiyatlandırma noktasında sahip olduğu gücü dizginlemek, fiyat kontrolünü bu önlem üzerinden uygulamaktır.

Ayrıca artan kârın (marjların) enflasyona yol açacağı doğru değil. Joseph Politano tarafından yapılan bir çalışmada şu tespitler yer alıyor:

“Şirket kârlarındaki artış büyük ölçüde harcamalardaki bu artışa atfediliyor: para önce hükümetten hanelere toplu olarak gitti, şimdi bu haneler para harcıyor, onu toplu olarak şirketlere gönderiyor. Toplam şirket kârındaki sıçrama, enflasyondaki artıştan, hane halkı gelirlerindeki önceki sıçramadan daha fazla sorumlu değil. Ama burada nedensel analize başvurulmuyor. Tüm enflasyonu tüketimi teşvik etmek için verilen çeklere bağlayanlar da aynı kolaycılığa başvuruyorlar. Oysa nedenselliği gören iyi bir çıkarım ortada yoksa tek meselemiz, enflasyona asıl ne yol açıyor sorusu oluyor.”

Gerçekten de ana akım ekonomistler gibi biz de ücret artışlarının enflasyonun yükselmesine neden olduğunu iddia edebilir, şirketlerin kârlılık düzeyini muhafaza edebilmek adına fiyatları artırmak zorunda olduğunu söyleyebiliriz. Oysa bu önerme hiçbir temele dayanmıyor.

Az buçuk Marksist teoriden istifade etmiş olanlar bilirler ki fiyatları asıl belirleyen, kâr ve ücret içerisindeki değerin bileşenleri değil, emtiaya harcanan emek zamanının değeridir. Eğer ücretler artarsa kârlar, kârlar artarsa ücretler düşer, fiyatlar değil. Büyük kapitalist ekonomiler, fiyatları dilediği gibi yükseltecek tekellerin hâkimiyeti altında değildirler. Eğer öyle olsaydı, enflasyon oranları sürekli yükselirken, 1990'lardan salgın öncesi 2019'a kadar büyük ekonomilerde enflasyon oranları düşerdi!

Modern kapitalist ekonomileri gerçek manada tanımlayan terim “tekelci sermaye” değildir, aynı şekilde, on dokuzuncu yüzyıl kapitalizmini “rekabetçi sermaye” kavramı tanımlamaz. Kapitalist ekonomilerde birçok sektörde küçük bir “oligopol” grubu ve büyük bir küçük şirketler grubu mevcuttur. Bu iki grubun muhtelif ağırlıklarına bağlı olarak, fiyatlara asıl yön veren, genellikle ülkeler içinde ve uluslararası alanda birbirleriyle şiddetli bir rekabet içinde olan “sermayeleri düzenleme” pratiğidir (bkz. Enver Şeyh  7. Bölüm). Tekellerin kârı, genel enflasyon oranlarındaki hareketlerin nedeni değildir; sadece “doğal” olarak oluşan tekellerin var olduğu kimi sektörlerde, rekabet ve teknik değişim, tekellerin fiyatlar üzerindeki kontrolünü zaman içerisinde ortadan kaldırabilir.

Beyaz Saray’ın ve Weber’in dillendirdiği, İkinci Dünya Savaşı süresince ve sonrasında fiyat kontrollerinin işe yaradığı görüşü, yanıltıcıdır. O dönemde hükümetler, savaşla alakalı çalışmalara yönlendirilen önemli sektörlerin kontrolü altındaydı. Büyük şirketlerin ve finans kurumlarının belirli bir plan uyarınca çalışma yürüttüğü bir savaş ekonomisinin, mevcut pandemi döneminde olduğu gibi, kâr ve yatırım açısından kapitalist sektörün elinin serbest olduğu ekonomiyle uzaktan yakından bir alakası yoktur. Bir ekonomide her alanda uygulanacak bir fiyat kontrolü politikası, oligopollerin elinde bulunan devletin yatırım ve üretim sahasının tümünü kontrol ediyor olması gerekir. Topyekûn kontrolse ancak oligopolleri yatırım ve üretim planıyla kamu mülkiyetine almakla mümkün olacaktır.

Dolayısıyla Weber (ve Modern Para Teorisi’nin piri Stephanie Kelton) komünist Çin'deki başarılı fiyat kontrollerinin ilk yıllarındaki örneklerinden bahsederken, elmaları armutlarla karşılaştırıyor. Fiyat kontrolleri, kapitalist üretim şeklinin hâkim olduğu bir ekonomide durgunluğa neden olmadan enflasyonu aşağı çekemez. Bu tür önlemlerle kârın baskılanması, sadece yatırım ve üretim alanındaki büyüme rakamlarının düşmesine yol açacaktır.

Weber makalesini şu cümleyle bitiriyor: “Bekle gör veya kemer sıkmanın ötesinde bir alternatif yokmuş gibi davranmak yerine, muazzam makroekonomik zorluklara daha kapsamlı bir politikayla karşı koyarken bir araç olarak stratejik fiyat kontrollerinin sistematik olarak değerlendirilmesine ihtiyacımız var.” Weber, Kelton ve diğer Keynesçiler, ana akımın savunduğu gibi “kemer sıkma” politikasına alternatif olarak fiyat kontrolü politikasını savunuyor. Bu isimler “kemer sıkma” politikasının tekrar gündeme geleceği konusunda endişelenmekte haklılar. Bu noktada aşırı hükümet harcamaları konusunda enflasyonu suçlayan Şikago Okulu mensubu ekonomist John Cochrane'nin şu yazısına bakmakta fayda var.

“Müsrif Biden” döneminde bile hükümet ekonomiye enjekte ettiği paradan daha fazlasını geri çekmeye kararlı görünüyor. Kongre Bütçe Ofisi'ne göre, federal hükümet harcamalarının 2021 seviyelerine kıyasla 2026’ya kadar ortalama %7 azalması planlanırken, vergi gelirlerinin %25 artması bekleniyor. ABD federal bütçe açığı 2022'de yarıya indirilecek ve sonraki yıllar boyunca düşük tutulacak. Yani masada Keynesçi tarzda bir mali teşvik planı bulunmamaktadır. Tam aksini öneren bir politika gündemdedir. Aşağıdaki grafik, ABD mali politikasının artık toplam talebi teşvik etmediğini ortaya koymaktadır.


Benim görüşüme göre fiyat kontrolleri, enflasyona kapitalist birikimin hareket yasalarının, yani tekellerin gücü veya para enjeksiyonu değil de kâr, yatırım ve çıktı düzeylerindeki değişikliklerin sebep olduğu koşullarda, enflasyonu kontrol altına alma noktasında mali alanda uygulanacak kemer sıkma politikasına alternatif olamaz. Kanaatimce, bugünkü yüksek enflasyon oranları, muhtemelen “geçici”dir, zira 2022 süresince çıktı, yatırım ve üretim alanındaki artış, büyük olasılıkla “uzun depresyon” döneminde görülen düzeylere gerilecektir. Bu, enflasyonun da azalacağı anlamına gelecek, ancak yine de salgın öncesine kıyasla daha yüksek olacak. Fiyat kontrolü politikası da göz ardı edilecek.

Michael Roberts
6 Ocak 2022
Kaynak

0 Yorum: