Isabelle
Weber, Massachusetts Amherst Üniversitesi'nin ekonomi bölümünde yardımcı doçent
olarak çalışıyor, ayrıca How China Escaped Shock Therapy [“Çin Şok
Terapisinden Nasıl Kurtuldu?”] kitabının yazarı. Kısa bir süre önce Guardian
gazetesinde, Kovid krizi sonrasında birçok ekonomide tanık olunan enflasyon
artışıyla başa çıkmak için fiyat kontrollerinin düşünülmesi gerektiğini yazdı.
Weber'in
yazısı sadece 800 kelime uzunluğundaydı, ancak genel manada artan enflasyonu
kontrol etmek ve büyük ekonomilerdeki mevcut enflasyon artışıyla başa çıkmak
için fiyat kontrollerinin etkinliği konusunda radikal Keynesçi ekonomistler ile
nispeten daha ortodoks olan Keynesçiler arasında bir tartışmanın alevlenmesine
neden oldu.
Weber,
ülke ekonomisinin eşi benzeri görülmemiş bir yükselişe tanıklık ettiği dönemde
Çin'deki komünist partili liderlerin ekonomi politikasındaki zigzagları ile
ilgili, o epey beğeni toplayan kitabın yazarı. Kitabıyla ilgili incelememe bu linkten ulaşabilirsiniz. Weber,
ABD'deki radikal ekonomi bölümlerinden birinden geliyor ve görünüşe göre Minsky
ve Kalecki gibi Keynes sonrası yazarların büyük bir hayranı (gelgelelim
Marx’tan hoşlanıyormuş gibi görünmüyor). Kendisi, aynı zamanda Modern Para
Teorisi'nin destekçisi.
Enflasyon
oranları, büyük ekonomilerin çoğunda 1970'lerden bu yana görülmeyen seviyelere
çıktı. Bazı ana akım ekonomistler, enflasyondaki bu artışın, Kovid (yani “nicel
rahatlatma”) döneminde hükümetler tarafından kendilerine verilen büyük paraları
ellerinde bulunduran tüketicilerin aşırı talebinden ve ekonomik bir
toparlanmayı teşvik etmek için tasarlanmış mali teşvik programlarından
kaynaklandığını savunuyorlar. Bu önlemlerin çoğu, Merkez Bankası kaynaklı kredi
enjeksiyonları, Modern Para Teorisi uyarınca, giderek daha fazla finanse
edildi. Ana görüş, bu parasal enjeksiyonları faiz artışlarıyla ve nicel
kolaylaştırmayı azaltarak dizginlemenin zamanının geldiği yönünde. Keynesçiler
ve Modern Para Teorisi’ni savunanlarsa bu görüşe karşı çıkıyorlar, bu itiraza
binaen, mali artışlar ve parasal kolaylaştırmaya devam etmek gerektiğini
söylüyorlar. Bu nedenle Weber, sıkı parasal önlemlere ve mali tasarrufa
alternatif bir politika sunuyor (yani artan enflasyonu kontrol etmek için daha
fazla vergi ve daha az harcama talep ediyor). Bu talep de fiyatların kontrol
altına alınmasını öngörüyor.
Weber,
kendi yazısında mevcut enflasyon sarmalını İkinci Dünya Savaşı'nı takip eden
dönemdeki duruma benzetiyor. O zaman ana akım ekonomistler bile fiyat
kontrollerini savundular. Weber de bu görüşü savunuyor: "Fiyat
kontrolleri, pandemi hüküm sürdüğü sürece devam edecek darboğazlarla başa çıkma
noktasında bize zaman kazandıracaktır." Devamında, fikrine destek
sunmak adına, savaş sonrası dönemde epey saygı gören Keynesçi ekonomist J. K.
Galbraith'in şu sözünü aktarıyor:
"Fiyat kontrolleri
stratejik bir rol oynayacaktır. Hiçbir ekonomist, tabii ki fiyat kontrolünün
enflasyonu durduracağını düşünmez. Ama fiyat kontrolü gerekli zemini inşa eder,
aynı zamanda alınacak tedbirler için gerekli zamanı sağlar.”
Demek
ki Galbraith bu tedbirin kısa süreli olduğunu söylüyor. Gelgelelim Weber,
alıntının ardından "Stratejik fiyat kontrolleri, aynı zamanda ekonomik
dayanıklılık, iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması ve karbon
değerlerinin düşürülmesine dönük kamu yatırımlarını teşvik etmek için gerekli
parasal istikrara da katkıda bulunabilir” diyor. Başka bir ifadeyle, Weber, bu
fiyat kontrolü denilen tedbirin kısa süreli olmayacağını, hatta Modern Para
Teorisi temelinde merkez bankalarının finanse ettiği kamu yatırımının
kısıtlanması zorunluluğu ortaya çıkmasın diye enflasyonu kesin olarak kontrol
altına alacak, önemli bir politikadan söz ediyor.
Ana
akım ekonomistler, Weber'in argümanını sert bir dille eleştirdiler. Bilhassa
ortodoks Keynesçilerin akıl hocası olan Paul Krugman değerlendirmesinde
muarrızını incitecek epey ağır sözler kullandı.
Çünkü
bu isimlere göre, neoklasik ekonominin bir yasası uyarınca hükümetlerin
piyasalara karşı direnmesi imkânsızdı. Dolayısıyla eğer hükümet piyasa
fiyatlarını kontrol altına almak isterse bu, arz sıkıntısı ya da durgunlukla
sonuçlanacak, “arz-talep” dengesizliklerine yol açacak. Bu teoriye göre doğudan
doğan güneşin doğuşunu durduramazsınız, durdurursanız içine düştüğünüz karanlık
kalıcılaşır.
Belirli
bir düzeyden bakıldığında bu anlaşmazlık yanıltıcıdır. Bunun nedeni, kapitalist
ekonomilerin birçok sektöründe fiyat kontrollerinin zaten devrede olmasıdır.
Kira kontrolleri var; ulaşım ücreti fiyat artış limitleri ve birçok ülkede gaz,
su ve elektrik gibi kamu hizmetlerinde fiyat sınırları mevcut. Tekeller ve
devlete bağlı işkollarında fiyat düzenlemesi, her yerde görülen bir durumdur.
Ancak
Weber'in “stratejik fiyat kontrolleri' ile kastettiği bu değil. O daha çok,
hâkim görüşü savunan bir isim olarak, para politikasının sıkı bir biçimde
uygulanması ve mali alanda kemer sıkma politikasına kıyasla fiyat
kontrollerinin enflasyonu kontrol etme noktasında daha hayırlı olacağı
iddiasında.
Ne
var ki kapitalist ekonomilerde artan enflasyonu veya yüksek enflasyonu kontrol
etmek için fiyat kontrolleri işe yarayan bir önlem değildir, çünkü enflasyonu
tayin eden şey, daha fazla kontrol mekanizmasına sahip bulunan ve daha güçlü
olan bir kapitalist ekonomide yürürlükte olan hareket yasalarıdır.
İlâç
veya nakliye ücretleri üzerindeki fiyat kontrolleri, belki de sadece birkaç
şirketin fiyata hâkim olduğu belirli sektörler için tabii ki belirli rol
oynayacaktır, ancak bu tür kontroller sadece bir sektörü kapsadığı için, genel
olarak etkili olmayacaktır. Hedeflenen fiyat kontrolleri bir ekonomideki genel
arz ve talep hareketlerini sekteye uğratmasa da, bu sebebe bağlı olarak, bu
kontrollerin diğer faktörler tarafından yönlendirilen fiyatların genel artışı
üzerinde çok az etkisi olacaktır.
Kapitalist
bir ekonomide genel fiyat kontrollerinin tarihine baktığımızda şu
görülmektedir: üretim aleyhine iş gören kontroller neticede kıtlığa yol açmakta
ya da durgunluğa sebep olmaktadır. Örneğin ABD'de 1971-4 arası dönemde Nixon
tarafından uygulamaya konulan fiyat kontrolü politikasına bakalım. Hükümet, bir
süre fiyatlardaki artışı kontrol etmek için çabalamış, ama 1974’te kontroller
kaldırılır kaldırılmaz enflasyon tekrar yükselmiştir. Blinder ve Newton
tarafından yayınlanan bir makalede konuyla ilgili şu türden bir değerlendirmede
bulunulmaktadır:
“Tahminlere göre, Şubat
1974'e kadar kontroller gıda ve enerji dışı alanlardaki fiyat seviyesini yüzde
3-4 oranında düşürmüştü. Bu noktadan sonra ve özellikle Nisan 1974'te
kontroller sona erdikten sonra, hızla artan enflasyon, elde edilen tüm
kazanımların yitirilmesine neden oldu, ayrıca fiyat düzeyini sıfırdan
kontrollerin bulunmadığı dönemin yüzde iki altına taşıdı. Kontrollerin
kaldırılmasıyla, gıda ve enerji dışı alanlardaki fiyat artışı, 1974 yılı
boyunca iki haneli rakamlara ulaştı.”
Aslında,
fiyat kontrolleri politikasının uygulandığı dönemde, ABD ekonomisinin düşen
kârlılık ve yavaşlayan yatırım büyümesinin yanı sıra genişlemenin zirveye
ulaşmasıyla birlikte enflasyon artışı 1973'te hızlanmaya başladı. Sonunda
enflasyonu düşüren şey fiyat kontrolleri değil, 1974-5'teki derin durgunluk
oldu.
Geçtiğimiz
günlerde Beyaz Saray Ekonomi Danışmanları Konseyi'ndeki ekonomistler, fiyat
kontrollerinin Tıpkı İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra olduğu gibi işe
yarayabileceğini öne süren bir makale yayınladılar. Beyaz Saray
ekonomistleri, “İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki enflasyonist dönemin mevcut
ekonomik durum için muhtemelen 1970'lerden daha iyi bir karşılaştırma imkânı
sunduğunu, tedarik zincirleri tamamen çevrimiçi olduğunda ve talep seviyeleri
düştükten sonra enflasyonun hızla düşebileceğini” düşünüyorlar. Evet, baskı
altındaki tüketici talebindeki canlılık azalır, arzdaki daralma ortadan
kalkarsa enflasyon oranları da düşer. Peki ama bu gelişmede fiyat kontrolleri
ne tür bir katkıda bulunmaktadır?
Beyaz
Saray gibi Weber de kontrollerin kısa vadede enflasyon üzerinde bir “teneffüs
sahası” elde etmek için kullanılabileceğini söylüyor; ancak mali ve parasal
kısıtlamaya gerekli bir uzun vadeli politika alternatifi olarak kontrolleri
gerçekten savunuyor, ki bu aynı şey değil. Fiyat kontrollerinin Weber ve
Post-Keynesçiler tarafından uzun vadeli, hatta kalıcı bir politika olarak
görülüyor ama bu politikanın foyasını, Keynesçiliğin mali “kemer sıkma”
politikasından sonra öcü olarak gördüğü tekeller meselesi ortaya koyuyor.
Weber'in
dediği gibi, “fiyatları artıran kritik bir faktör büyük ölçüde göz ardı
ediliyor: kârdaki patlama. 2021'de ABD'nin finans dışı kâr marjları, İkinci
Dünya Savaşı sonrası dönemden bu yana görülmeyen seviyelere ulaştı. Bu, bir
tesadüf değil... Şimdi pazar gücüne sahip büyük şirketler, arz sorunlarını
fiyatları artırmak ve haybeden elde ettikleri kârları cebe indirmek için bir
fırsat olarak kullandılar.” Yani, yükselen enflasyon, tekellerin olağan düzeyin
üzerinde fiyat belirlemesinin bir sonucudur. Bizim asıl yapmamız gereken,
tekellerin fiyatlandırma noktasında sahip olduğu gücü dizginlemek, fiyat
kontrolünü bu önlem üzerinden uygulamaktır.
Ayrıca
artan kârın (marjların) enflasyona yol açacağı doğru değil. Joseph Politano
tarafından yapılan bir çalışmada şu tespitler yer alıyor:
“Şirket kârlarındaki artış
büyük ölçüde harcamalardaki bu artışa atfediliyor: para önce hükümetten
hanelere toplu olarak gitti, şimdi bu haneler para harcıyor, onu toplu olarak
şirketlere gönderiyor. Toplam şirket kârındaki sıçrama, enflasyondaki artıştan,
hane halkı gelirlerindeki önceki sıçramadan daha fazla sorumlu değil. Ama
burada nedensel analize başvurulmuyor. Tüm enflasyonu tüketimi teşvik etmek
için verilen çeklere bağlayanlar da aynı kolaycılığa başvuruyorlar. Oysa
nedenselliği gören iyi bir çıkarım ortada yoksa tek meselemiz, enflasyona asıl
ne yol açıyor sorusu oluyor.”
Gerçekten
de ana akım ekonomistler gibi biz de ücret artışlarının enflasyonun
yükselmesine neden olduğunu iddia edebilir, şirketlerin kârlılık düzeyini
muhafaza edebilmek adına fiyatları artırmak zorunda olduğunu söyleyebiliriz.
Oysa bu önerme hiçbir temele dayanmıyor.
Az
buçuk Marksist teoriden istifade etmiş olanlar bilirler ki fiyatları asıl
belirleyen, kâr ve ücret içerisindeki değerin bileşenleri değil, emtiaya
harcanan emek zamanının değeridir. Eğer ücretler artarsa kârlar, kârlar artarsa
ücretler düşer, fiyatlar değil. Büyük kapitalist ekonomiler,
fiyatları dilediği gibi yükseltecek tekellerin hâkimiyeti altında değildirler.
Eğer öyle olsaydı, enflasyon oranları sürekli yükselirken, 1990'lardan salgın
öncesi 2019'a kadar büyük ekonomilerde enflasyon oranları düşerdi!
Modern
kapitalist ekonomileri gerçek manada tanımlayan terim “tekelci sermaye”
değildir, aynı şekilde, on dokuzuncu yüzyıl kapitalizmini “rekabetçi sermaye”
kavramı tanımlamaz. Kapitalist ekonomilerde birçok sektörde küçük bir
“oligopol” grubu ve büyük bir küçük şirketler grubu mevcuttur. Bu iki grubun
muhtelif ağırlıklarına bağlı olarak, fiyatlara asıl yön veren, genellikle
ülkeler içinde ve uluslararası alanda birbirleriyle şiddetli bir rekabet içinde
olan “sermayeleri düzenleme” pratiğidir (bkz. Enver Şeyh 7. Bölüm). Tekellerin kârı, genel enflasyon
oranlarındaki hareketlerin nedeni değildir; sadece “doğal” olarak oluşan
tekellerin var olduğu kimi sektörlerde, rekabet ve teknik değişim, tekellerin
fiyatlar üzerindeki kontrolünü zaman içerisinde ortadan kaldırabilir.
Beyaz
Saray’ın ve Weber’in dillendirdiği, İkinci Dünya Savaşı süresince ve sonrasında
fiyat kontrollerinin işe yaradığı görüşü, yanıltıcıdır. O dönemde hükümetler,
savaşla alakalı çalışmalara yönlendirilen önemli sektörlerin kontrolü
altındaydı. Büyük şirketlerin ve finans kurumlarının belirli bir plan uyarınca
çalışma yürüttüğü bir savaş ekonomisinin, mevcut pandemi döneminde olduğu gibi,
kâr ve yatırım açısından kapitalist sektörün elinin serbest olduğu ekonomiyle
uzaktan yakından bir alakası yoktur. Bir ekonomide her alanda uygulanacak bir
fiyat kontrolü politikası, oligopollerin elinde bulunan devletin yatırım ve
üretim sahasının tümünü kontrol ediyor olması gerekir. Topyekûn kontrolse ancak
oligopolleri yatırım ve üretim planıyla kamu mülkiyetine almakla mümkün
olacaktır.
Dolayısıyla
Weber (ve Modern Para Teorisi’nin piri Stephanie Kelton) komünist Çin'deki
başarılı fiyat kontrollerinin ilk yıllarındaki örneklerinden bahsederken,
elmaları armutlarla karşılaştırıyor. Fiyat kontrolleri, kapitalist üretim
şeklinin hâkim olduğu bir ekonomide durgunluğa neden olmadan enflasyonu aşağı
çekemez. Bu tür önlemlerle kârın baskılanması, sadece yatırım ve üretim
alanındaki büyüme rakamlarının düşmesine yol açacaktır.
Weber
makalesini şu cümleyle bitiriyor: “Bekle gör veya kemer sıkmanın ötesinde bir
alternatif yokmuş gibi davranmak yerine, muazzam makroekonomik zorluklara daha
kapsamlı bir politikayla karşı koyarken bir araç olarak stratejik fiyat
kontrollerinin sistematik olarak değerlendirilmesine ihtiyacımız var.” Weber,
Kelton ve diğer Keynesçiler, ana akımın savunduğu gibi “kemer sıkma”
politikasına alternatif olarak fiyat kontrolü politikasını savunuyor. Bu
isimler “kemer sıkma” politikasının tekrar gündeme geleceği konusunda
endişelenmekte haklılar. Bu noktada aşırı hükümet harcamaları konusunda
enflasyonu suçlayan Şikago Okulu mensubu ekonomist John Cochrane'nin şu yazısına bakmakta fayda var.
“Müsrif
Biden” döneminde bile hükümet ekonomiye enjekte ettiği paradan daha fazlasını
geri çekmeye kararlı görünüyor. Kongre Bütçe Ofisi'ne göre, federal
hükümet harcamalarının 2021 seviyelerine kıyasla 2026’ya kadar ortalama %7
azalması planlanırken, vergi gelirlerinin %25 artması bekleniyor.
ABD federal bütçe açığı 2022'de yarıya indirilecek ve sonraki yıllar boyunca
düşük tutulacak. Yani masada Keynesçi tarzda bir mali teşvik planı
bulunmamaktadır. Tam aksini öneren bir politika gündemdedir. Aşağıdaki grafik,
ABD mali politikasının artık toplam talebi teşvik etmediğini ortaya
koymaktadır.
Benim
görüşüme göre fiyat kontrolleri, enflasyona kapitalist birikimin hareket
yasalarının, yani tekellerin gücü veya para enjeksiyonu değil de kâr, yatırım
ve çıktı düzeylerindeki değişikliklerin sebep olduğu koşullarda, enflasyonu
kontrol altına alma noktasında mali alanda uygulanacak kemer sıkma politikasına
alternatif olamaz. Kanaatimce, bugünkü yüksek enflasyon oranları, muhtemelen
“geçici”dir, zira 2022 süresince çıktı, yatırım ve üretim alanındaki artış,
büyük olasılıkla “uzun depresyon” döneminde görülen düzeylere gerilecektir. Bu,
enflasyonun da azalacağı anlamına gelecek, ancak yine de salgın öncesine
kıyasla daha yüksek olacak. Fiyat kontrolü politikası da göz ardı edilecek.
Michael Roberts
6 Ocak 2022
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder