28 Ocak 2022

,

Mustafa Subhi

Tanınmış Sovyet yazarı P. Pavlenko’nun[1] (Paris Komünü kahramanları ile ilgili eseri) Barikatlar’ın kısmında Mustafa Suphi'nin ismi, Komünist Enternasyonal'in zamansız bir şekilde ölümle karşılaşan savaşçıları Fin Jokinen, Fransız kadın Labourbe, Estonyalı Lander, Amerikalı Reed, Koreli Hoya ve İranlı Eminbeyli'nin isimleri yanında yer alır.[2] Türk Mustafa Subhi, haklı bir şekilde onların yanında yerini aldı: O, Enternasyonal Komünizmin sancağı altında savaştı ve zafer için canını verdi.

Yoldaş Mustafa Subhi, İstanbul'un bir entelektüel ailesinde doğdu.[3] Babası[4] İstanbul'daki rüştiyelerden birinde ders vermekteydi. Mustafa Subhi eğitimini Türkiye'de aldı[5], daha sonradan Paris'e gitti ve orada Sorbonne Üniversitesi'ne girdi. Mezuniyetinden sonra yurduna döndü ve İstanbul Üniversitesi'nde profesör olarak atandı.

Mustafa Suphi devrimci faaliyetine henüz daha öğrenciliğinde başladı.[6] Türk gençleri ve işçileri arasında devrimci faaliyette bulundu. İstanbul'un sosyalist basınında (İfham gazetesi editörüyken)[7] yaklaşmakta olan emperyalist savaşa karşı şiddetle karşı çıktı. Türkiye'nin monarşist hükûmeti Subhi'ye zulmetti, onu tutuklatıp Sinop hapishanesine hapsetti. Lakin 1914'te, savaşın daha ilk günlerinde, ateşli devrimci hapisten kaçtı ve sıradan bir tekneyle Karadeniz'i cesurca geçip oradan Kafkaslar'a hareket edeceği Sivastopol'a çıktı.

Suphi, Rusya'da uzun yıllar kaldı. Burada komünist dünya görüşünü oluşturdu, burada, iki devrimin de deneyimiyle bir Bolşevik olarak çelikleşti.

Suphi devrimci propagandayı bırakmadı. Tümden yönetici sınıflarınca emperyalist bir savaşa sürülen Türk emekçilerinin çıkarlarıyla ilgilendi, İkbal gazetesinde savaşın anlam ve amacını açıklığa kavuşturan bir dizi makale yazdı. Bu gazete Kafkaslar'da çıkmaktaydı. Bu makalelerden “Türkiye'nin Menfaat ve Selâmeti”[8] başlıklı olanı, Kırım’da (Bahçesaray) yayınlanan Tercüman gazetesinde 3 Ağustos 1914'te tekrar basıldı.

“Söylediklerimin hepsini özetlersem: Türkiye'nin menfaat ve selameti bu dehşetli davaya koşulmamaktır. Buna ahden bir mecburiyeti de yoktur. Bitaraf kalması ise hem menfaati, hem de altı yıllık siyaseti muktezasıdır. Türkiye'nin bu muktezaya göre, hareket edeceğinden ümid varım. Türkiye, böylece hem öz millet ve kuvvetini boş yere hare ve israftan çekinen [bir devlet olur].”[9]

Çarist hükûmet, ilk başta Mustafa Subhi gibi büyük bir akademisyen ve politikacının Türkiye'den Rusya'ya sığınmasına ferah bir şekilde karşılık verdi. Rusya'yla savaşa giren Türkiye'ye karşı Mustafa Subhi'nin kalmasından faydalanabileceğini düşündü. Ama Çarist politikacılar hayal kırıklığına uğradı.

Yoldaş Subhi, Kafkaslar'dan Urallar'a geçti. Burada bir grup tutsak Türk askeriyle tanıştı. Subhi yoldaş, onların arasında devrimci faaliyete başladı, sosyalizm idealinin ve savaş yağmacılığına karşıtlığın propagandasını yaptı. Subhi'nin faaliyetlerinin niteliğini öğrenince Çarist yetkililer onu takip ettiler ve yakaladılar. Yekaterinsburg (şimdi Sverdlovsk) şehrinde bir hapishaneye hapsedildi.[10]

Kısa bir süre sonra Şubat burjuva demokratik devrimi patlak verdi. Devrim, Subhi yoldaşı hapisten kurtardı. O, derhal savaş esirleri arasından birkaç şehirde sol-sosyalist gruplar oluşturma faaliyetine devam etti. Daha sonradan bu gruplar temel alınarak komünist örgütler teşekkül edildi. Ekim arifesinde Subhi yoldaş Moskova'ya gitti ve burada Büyük Sosyalist Devrim’e iştirak etti. Rusya'nın Türki dilli emekçilerinin devrimci aydınlanmasında aktif bir şekilde yer aldı. 1918'de Subhi yoldaş, Milliyetler Halk Komiserliği'nde ilk Türk komünist gazetesi Noviy Mir’in [“Yeni Dünya”] ) yayınlanmasının sorumlusu oldu.

Subhi yoldaşın editörlüğünde gazete, Türk savaş esirleri üzerinde hızlı bir şekilde otorite kurdu. Mustafa Subhi yoldaşın usta ve keskin kalemince yazılan detaylı bilgilendirici makaleler, o dönem için Türk hükûmetinin bir dizi karanlık eylemini göz önüne serdi.

Yoldaş Subhi'nin rehberliği ve inisiyatifinde gazetede bir uluslararası propaganda departmanı oluşturuldu. Etkisi hızlı bir şekilde, aynı zamanda diğer milliyetlerden emekçiler üzerinde de yayıldı. Komünist Manifesto, Lenin'in Kısa Biyografisi, RSFSC Anayasası, Komünist Parti (Bolşevikler) Programı, Ücretli Emek ve Sermaye, Bolşevizm Nedir?, Sovyet İktidarı Nedir?, V. İ. Lenin'in Tezleri, Proletaryanın Mevcut Devrimdeki Görevleri Üzerine ve bir dizi başka eserler de Türki dillere çevrilip basıldı.[11]

Enternasyonal skalada etkin olarak Subhi yoldaş, Komünist Enternasyonal'in Birinci Kongresi'nde yaratılmasında yer aldı (Mart 1919), Komintern Yürütme Komitesi'ne seçildi.[12] Ama o yılın Nisan'ının sonunda Kızıl Ordu, İngiliz-Fransız müdahalecilerini Kırım'dan sürdüğünde, Subhi yoldaş yarımadaya geldi. Onunla birlikte Türk dilini iyi bilen 15-20 komünist de geldi. Parti ve Sovyet organlarının kararları uyarınca Yeni Dünya gazetesi Simferopol'a taşındı. Burada aynı zamanda Mustafa Subhi tarafından düzenlendi.

Simferopol'a gelişinin ardından Subhi, Bolşevik Partisi Bölge [Oblast] Komitesi’nde [Obkom] Müslüman Bürosu'nun başkanı olarak çalıştı. Onun yönetiminde Yeni Dünya gazetesi, Kırım Tatarları arasında komünizm fikrinin yayılmasında, Sovyet inşasının her yönden parıldamasında, karşı-devrimci milliyetçilere karşı mücadelede etkin bir rol oynadı.

Subhi yoldaş, mevzu bahis gazetenin sayfalarında keskin ve usta kalemiyle yazılmış geniş emekçi kitleleri sosyalist inşa çalışmasına aktifçe katılmayı çağırdığı makaleleriyle belirdi. Kısa bir süre içinde Mustafa Subhi yoldaş, Kırımlı emekçiler üzerinde engin bir otorite elde etmeyi başardı.

Mustafa Subhi yoldaş ve yoldaşlarının gelişinin ardındaki ilk günlerde biz, Simferopol'un bir grup emekçi Tatar genci onları ziyaret ettik. Subhi yoldaş orada değildi, o yüzden oradaki diğer komünistlerle konuştuk. Konuşmamız, kapıyı birden açan 35-40 yaşlarında güçlü yapılı bir adamın belirmesiyle kesildi.

“Akkiy yoldaş”, dedi.

Bütün konukların yüzünde bir hayranlık ve saygı ifadesi belirdi.

İçeriye giren adamın siyah saçları ortadan iki eş parçaya ayrıktı ve kelebek gözlüğünün küçük camları ardından zeytin gibi kara zeki gözleri bakmaktaydı. Bu, ince bez pelerin ve bot giyinmiş, uzun ve sağlıklı adam, Mustafa Subhi yoldaştı.

“Akkiy yoldaş, Bölge Komitesi'ne gidiyorum, bir saat içerisinde dönerim.” dedi ve bizi fark ederek bir adım yaklaştı.

Çavuş yoldaş bizi onunla tanıştırdı:

“Subhi yoldaş, şehrin gençleriyle tanış.”

“Memnun oldum”, dedi Subhi ve sıcak bir şekilde bizi karşıladı. “Ziyaretinize çok memnun oldum yoldaşlar. Gençleri severim. Buraya gelir gelmez ilk arzum, gençleri toplayıp onlarla bir konferans yapmaktı. Umarım, hepinizle daha sonradan tekrar karşılaşır ve daha geniş bir görüşme yapar ve görevlerimiz hakkında konuşuruz.”

Subhi kısa süre sonra sözünü yerine getirdi. Onun inisiyatifinde ve aktif katılımında Mayıs başlarında Kırım emekçi Tatar gençliği için ilk siyasi kurslar açıldı. Bu kısa kurslarda (ki bir-bir buçuk ay sürdüler) Mithat Rafetof, Ali Badaninski ile birlikte ayrıca Mustafa Subhi de ders verdi.

Bu kurslarda yaklaşık 25-30 kişi eğitim gördü. Kursların sonunda Kırım'da çeşitli komiserliklerde çalışmak üzere gönderildiler.

Daha sonradan Subhi yoldaşın inisiyatifiyle gençlik için Kırım Haberleri adıyla bir gazete teşkil edildi. Bu gazetenin sadece üç sayısı gün ışığına çıktı.

Subhi yoldaş, sıkça yürüyüşlerde ve toplantılarda konuştu. Subhi yoldaş tarafından verilen dünyada durum, din-karşıtlığı teması vb. üzerine açık ve derin bilgilendirici dersler ve raporlar, Simferopol şehrinin geniş emekçi kitlelerini her daim ilgisini çekti.

Subhi yoldaş tarafından Mayıs 1919'da yapılan bir konuşmayı hatırlıyorum.

Simferopol “rüştiye” okulu (şimdi 12. Tatar Okulu) bahçesi, yürüyüş için toplanan kitleyle dolmuştu. Kürsüde M. Subhi yoldaş din karşıtı bir rapor okudu. Bilimsel verilerle silahlanarak dinin zararlarını kanıtladı ve ruhbanları teşhir etti.[13] Bütün dinleyicilerin dikkati Subhi yoldaşın raporuna kitlenmişti. Yürüyüşte Simferopol'un en seçkin mollaları da vardı ama tek biri bile bir tek söz söylemeye cesaret edemedi.

O sırada komünist Dost-Mambet Hacı elini kaldırdı ve haykırdı:

“Kahrolsun dindarlık!”

Bu sözleri işiten mollalardan birisi yekinip sandalyesinden fırladı ve kalabalığa dönerek konuştu:

“Cemaat! Bunların hepsi ateisttir, imansızdır. Uçurumun en dibine gelmişlerdir. Sizleri doğru yoldan çekip çıkararak imansız Bolşevikler yapmak istiyorlar. Bunların sopayla defedilmesi gerekmektedir.”

Subhi yoldaş, histerik yakarmaları dinene kadar bekledi ve tekrar yerini alarak bir dinin temsilcisi olmasına rağmen inancının doğruluğunu kanıtlayabilecek bilimsel, ikna edici tek bir gerçeği bile dile getiremeyen ve getiremeyecek olan, bağırıp çağıran mollayı işaret etti ve karakteristik coşkunluğuyla devam etti:

“Yoldaşlar, dinî inanç perdesi ardına bürünüp halkı arsızca kandıran bu gibi karşı-devrimci düzenbazlara karşı devrimin nihai sözü, kafaya tek bir kurşun olacaktır!”

Son sözler, molla bilincini kaybedip yere düştüğü anın neredeyse ramağında söylenmişti. Bir iki kişi, onu kalabalığın arasından çekip çıkardı.

Subhi yoldaşın faaliyeti, Sovyet ve parti inşasının birçok yönünü etkiledi. Onun 1919 yazında Kırım'daki kısa konaklayışı Kırım Cumhuriyeti tarihinde parlak bir iz bıraktı. Haziran 1919 sonlarında Kızıl Ordu, geçici süreliğine Kırım yarımadasını terk etti. Ayrıca Subhi yoldaş da Kırım'dan ayrıldı.

Bir buçuk yıl geçti. Ocak 1921'de Mustafa Subhi, 16 komünistle birlikte muteber amaçlarını yerine getirmek için, yurtlarının emekçilerinin kapitalist kölelikten kurtulması için Kafkaslar'dan Türkiye'ye yola çıktı. 1920 devrimi sonrası iktidara gelen Türk burjuvazisi, Subhi yoldaşın [ülkeye] girmesine izin verdi. Ama bu benzersiz bir ihanetti. Komünistlerin Türk topraklarına ayak basmasından itibaren kendilerine karşı provokasyonlar başladı. Türk burjuva milliyetçileri komünistlere karşı her yerde suçlu çeteleri diktiler. Polis, bir eliyle peşlerine katil takıyor, diğeriyle “koruyor”du. Hükûmet seçkinleri de aynı şekilde davranıyordu.

Komünistler Trabzon'a vardığında onları limana yönlendirdiler, silahsızlandırıp birkaç altıpatlarlarını da aldılar ve zorla onları bir takaya yerleştirdiler. Taka derhal yola çıktı. Arkalarından silahlı adamlarla dolu başka bir taka geldi. Komünistler bağlanıp vahşice süngülendi ve denize atıldılar.

Ertesi gün Türk hükûmetinin gazetesi "Türkiye'de ölüm cezası yok" başlığıyla komünistler grubunun ölümüne ithafen ikiyüzlü bir makale çıkardı.

Nitekim Türk burjuvazisi, Türk ulusunun en iyi evlatlarını, içlerinden en bilge ve parlak zihinli olanını katletti: Mustafa Subhi.

Kırım'da Mustafa Subhi ismini taşıyan sokaklar, (Simferopol'da) sinema salonları, (Kerç'te) kulüpler, (Yalta'da) sanatoryumlar, (Kuybışev rayonunda) kolhozlar ve diğer kuruluşlar vardır.

Tutarlı bir Marksist ve büyük bir devrimci, yetenekli hatip, örgütçü ve yazar Mustafa Subhi yoldaşın Komintern'in sancağını yüklerde taşıyan parlak anısı, Kırımlı emekçilerin yüreklerinde mukaddes bir yere yerleşmiştir.

İ. Nuriyef

[Kaynak: “Mustafa Subhi”. Nuriyev, İ. “Sovyet Kırımı için can verenlerin anısına, 1918-1920: Makaleler ve Hatırat Derlemesi” [“МУСТАФА СУБХИ”. Нуриев, И. “Памяти павших за Советский Крым. 1918-1920: сборник статей и воспоминаний". государственное издательство крымской АССР. 1940. SS: 49-55.]

Dipnotlar:
[1] Pyotr Andreyeviç Pavlenko (29 Haziran [yeni takvimle 11 Temmuz] 1899 – 16 Haziran 1951): Rus kökenli Sovyet yazarı, 1920'den itibaren SBKP üyesi. 1924-1927'de Türkiye'de bulundu, ilk hikâyeleri Doğu halkları ile ilgiliydi. Sanatın çeşitli dallarında eserler verdi, Kış Savaşı'nda ve Büyük Yurtseverlik Savaşı'nda yer aldı. Yüksek Sovyet'te çalıştı, çeşitli madalya ve nişanlar aldı. Hakkında daha geniş bilgi ve eserleri için bkz: Publ.

[2] “Mustafa Subhi / Türk, 1919'da Simferopol'da Beyaz Muhafızlarca baş aşağı asıldı” (“Мустафы Субхи, / турка, повешенного белогвардейцами вниз головой в Симферополе в 1919 голу”)

[3] Giresun'da doğdu, aslen Samsunlu.

[4] Babası Ali Rıza Özütürk hakkında bkz: “Mustafa Suphi'nin Babası Ali Rıza Bey'in Hikayesi”. Birinci, Ali. “Mete Tunçay'a Armağan”. Koraltürk, Murat. (der.) / Bora, Tanıl. (der.) / Alkan, Mehmet Ö. (der.) İletişim Yayınları. 1. Baskı, Haziran 2007.

[5] Gerçekte eğitim hayatı Kudüs, Şam, Erzurum (orta öğrenim), İstanbul Hukuk Mektebi ve ardından Sorbonne'dur.

[6] Bu doğru bir iddia değil, aksine Mustafa Suphi erken dönem faaliyetlerinde Paris'te öğrenciyken İTC'nin yayını Tanin'de muhabirlik yaptı ve Türk Büyükelçiliğince fonlanan Osmanlı Talebe Birliği'nin yöneticiliğini yaptı. Bir Fransız raporuna göre bu birliğin kimi üyeleri muhalifleri denetlemekle görevliydi, konuyla ilgili bkz: "Bolşevizm ve Doğu: Mustafa Suphi'nin Türkiye Komünist Partisi 1918-1921" (1977). Dumont, Paul. Birikim. Mart 1980. Sayı: 60. Sayfalar: 38-55 [38]; Mustafa Suphi'nin aleni olarak liberal görüşleri savunduğu erken dönem yazıları için bkz.: İlk Yazılar 1. Cilt (1908-1910). Suphi, Mustafa. Amaç Yayınları. 1. Baskı, 1989 [maalesef dilce sadeleştirilmiş olan bu eserin yine maalesef devamı gelmedi].

[7] Yazara göre Türkçü, hatta kısmen pan-Türkist olan İfham, sosyalist basından!

[8] “Türkiye'nin Menfaat ve Selâmeti”. Subhi, Mustafa. İkbal. 27 Temmuz 1914.

[9] Bir yere kadar orijinal metin ve Rusça çeviri uyumludur, lakin orijinal metinde "[…]" daha farklıdır, burada yazarın çevirdiği şekli aldık. "Söylediklerimin hepsini özetlersem" kısmı ise orijinal metindeki alıntıyı aldığımız yerde olmadığından yazarın yazdığı yerden çevirdik, Suphi'nin adı geçen makalesinden orijinal alıntı için bkz: Türkiye Komünist Fırkası'nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi – Türkiye Komünistlerinin Rusya'da Teşkilâtlanması (1918-1921). Aslan, Yrd. Doç. Dr. Yavuz. Türk Tarih Kurumu Basımevi. 1. Baskı, 1997. Ankara. Sayfa: 17.

[10] Gerçek daha farklı: savaşın başlaması ve Osmanlı'nın Rusya'ya karşı savaşa girmesiyle Mustafa Suphi de ajanlık şüphesinden dolayı Kaluga'ya sürüldü ve burada devrimci faaliyeti yüzünden tutuklanmadı, aksine tutuklanıp buraya, oradan da Urallar'a sürüldükten sonra devrimcilerden etkilenip (1915) sosyalist oldu. Tam olarak Bolşevik olma tarihini bu tarih olarak kabul etmeyenler, başta sol-SR tarzı bir çizgiye yakın olduğu, daha sonradan Bolşevik olduğu tahminlerini yapanlar da var. Bunların temel argümanları 1918'deki Türk Sol-Sosyalist ve Komünistler Konferansı'dır. Ama Paul Dumont'un konferansa dair verdiği bilgiler neticesinden çıkan sonuç (bkz: Dumont, Paul. agm.) bu konferansın Moskova'dan gelen mümkün olan her sosyalisti ortak platformda birleştirme talebinden dolayı böyle geniş çerçeveli tutulmuşluğudur (ki Dumont, bu konferansın sonunda fikir ayrılıklarından dolayı pek de başarılı geçemediğini belirtir).

[11] Mustafa Suphi'nin Manifesto çevirisi yarım kalmış, tamamlanamamıştır. Mustafa Suphi'nin çevirisini yazdığı yarım defteri yıllar sonra Mete Tunçay elde etmiştir. Eğer Suphi bu çeviriden başka bir çeviriye daha girişip o çeviriyi bitirmişse de, bu konuda bir bilgimiz yok. Dumont, bu eserlerden başka Lenin'in Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü Üzerine Görüşleri, Buharin ve Preobrajenski'nin Komünizmin Alfabesi gibi eserler de dâhil “on kadar broşür çevrildiğini bildirmektedir (agm). Mete Tunçay, Eylül 1920'ye kadar 12 kitabın çevrildiğini, bunların dördünün basıldığını sekizinin basılmakta olduğunu, 5 kitabın ise çevirisi üzerinde çalışıldığını belirtip şu listeyi vermektedir (kaynak: age. Sayfa: 332/DN 169.): a) Basılanlar: "Lenin'in Tercüme-i Hali" ["Zinovyev'in bir nutkundan iktibas olunmuştur", “Yeni Dünya gazetesinin ilâvesidir"], "Şûralar Hükûmeti Nedir" [V. A. Kabrinski], "Komünist (Bolşevik) Programı", "Burjuvazi Demokrasyası ve Proletarya Diktatörlüğü" [Lenin], b) Çevrilen ve basılmakta olanlar: "Kanunuesasî", "Komünist Programının Şerhi", "Komünist Beyannamesi (Manifest)", "Say ve Sermaye", "Bolşevizm Nedir" [Almancadan çeviren Türkiye İştirakiyun 'Komünist' Teşkilâtı], "Kırmızı Ordu Kıtaatı", Fırka Hücreleri Talimatnamesi", "Çocuk Dostu; Mektebe Kadar Terbiye Müesseseleri Talimat ve Programlarıdır") Çevirisi devam eden eserler: "Komünizm Elifbası" [Buharin-Preobrajenski, Azerbaycan Merkezî Matbuat İdaresinin Türk Şubesi Neşriyatı], "Hükûmet ve İnkılâp", "Altına İbadet", "Büyük Başlangıç", "Enternasyonal Tarihi", "Mahkeme ve Sosyalizm Kanunuesasîsi"; Ayrıca Dumont bu çeviri kurulunun başında İttihatçı Küçük Talat'ın olduğunu ve "işini sadık bir şekilde yaptığını" da belirtiyor (bu gibi İttihatçıların TKP'ye nasıl kabul edilmek zorunda kalındığını Dumont aynı makalede kısa ve öz olarak da açıklıyor, agm.). Buna karşılık, dediğimiz gibi ortada direkt olarak Suphi'nin yaptığı bir Manifesto çevirisi vardır. Suphi'nin iyi Fransızca ve az biraz Rusça bildiğini de hesaba katarsak (bkz: "Ölümsüz Savaşçı Mustafa Suphi"), tüm çevirileri Küçük Talat'ın yapmadığını farz edebiliriz. Son olarak tekrar Manifesto çevirisine değinmek gerek, Suphi yarım çevirisini 1919'da bırakmıştır ama 1920 Eylül'ünde hâlihazırda çevrilmiş ve basılmayı bekleyen bir Manifesto çevirisi daha vardır. Mete Tunçay'ın “Manifesto'nun çevrilmesi tamamlanmadı" iddiası ne derece kesindir, buna ne derece kesin gözüyle bakılacağı bilinemez bizce. Çevirisini Suphi yapmasa bile, Suphi'nin yarım çevirisi ile Şefik Hüsnü'nün tam çevirisi arasında (Suphi veya değil) birisinin bir çeviri yapıp basmadığı ne derece kesindir? Dediğimiz gibi bizce bu konuda kesin olarak varsayımda bulunulamaz.

[12] Değil KEYK'ye seçilmek, Suphi oy hakkı olan delegelerden bile değildi. Sadece Komintern 1. Kongresi'nde bir konuşma yaptı. Suphi'yi Komintern ilk kongresinde Komünist Enternasyonal dergisinde delegelerin çıkan toplu fotoğrafında Troçki'nin sağında (bakana göre solda kalıyor) görebiliriz.

[13] Burada geçen olayın tamamı çok ilginçtir zira Mustafa Suphi, "Doğu Halkları 1920 Kurultayı Delegesi Anketi"ne verdiği cevaplarda din kısmının karşısına “İslam” yazmıştır (bkz: "Mustafa Suphi'ler – Şahsi Dosyası – Değerlendirmeler – Anmalar". Aziz, Rüstem (der.). Sosyal Tarih Yayınları. 1. Baskı, Ocak 2009. Sayfa: 22., ayrıca Suphi doğum yerine de [genelde Giresun diye bilinmesine rağmen] Samsun yazmıştır), bu yukarıdaki bilgiyle ankette bariz bir antagonistik çelişki vardır. Buradan iki sonuç çıkmaktadır:

a) Mustafa Suphi din kısmına yazarken kökeni yazmıştır, yani Türk-Sünni kökenli olmak babında köken belirtmiştir ama ateisttir. Bu yine de, Rusya'nın Müslüman halkları için faaliyet yürütmesine engel olmamıştır ve belki de biraz da bu yüzden M. Suphi ankette din sorusuna “İslam” yazmıştır.

b) Bu tanıklık uydurma bir olaydır.

Yine de (her ne kadar mevzu bahis dönemde uygulanan politikayı etraflı bilmesek de), Sovyetler'in yörede anti-din faaliyeti yapması (daha doğrusu, Sovyetler'e bağlı olan Tatar Bolşevikler'in kendi iradeleriyle yapması) pek imkânsız durmuyor (o dönem Müslüman sosyalistlerinin ve komünistlerinin [ve hatta kimi Tatar batıcı aydınlarının] bir kısmında radikal bir din karşıtlığı vardı ve bu konuda kimi sol-oportünist hatalar o dönem işlendi). Dahası, Suphi bir kurguyla anılacaksa bunu din üzerinden bir örnekle anlatmanın kazancı ne derece olabilir?

Ben kesin olarak bilemeyeceğimizi belirtmekle birlikte, birinciye inanılabileceğini düşünüyorum. Eğer bu birincideki gibi bir olaysa, Paul Dumont'un yukarıda zikrettiğimiz yazısındaki “Suphi'nin de dâhil Türkiyeli komünistlerin program hazırlığındaki dine hassasiyetinin sadece toplumsal tepkiden değil, aynı zamanda bir nebze bireysel ilişkiden de doğduğu” şeklindeki varsayımı çürümüş olabilir. Bu tanıklık çok önemli bir tanıklıktır (Suphi hakkında kendisinin verdiği beyandan bile daha önemlidir belki de!) zira bir konuyu tamamen çözüme bağlayabilir ve akla şu yeni soruyu getirir: Acaba ne zamandan beri? Yine de mevcut durumda bu tanıklık, bir çözüm yaratacak kadar kuvvetli değildir.

Bu arada ankete değinmişken bir hususu daha belirtmekte fayda var: Suphi anketi doldururken devrimci harekete katılışını 1906 olarak yazıyor ve Türkiye, Fransa ve Rusya'da devrimci harekete iştirak ettiğini iddia ediyor. Eğer ki burada kastettiği şey “1908 Devrimi” ise bu, bir nebze anlaşılabilir. Ama Suphi Fransa'da 1908 sonrası görülüyor (bkz: Dumont, agm). Suphi'nin tezini 1910'da teslim edişini kıstas alırsak, Suphi'nin 1909 sonrasında da İTC'yi (kendisi kopana kadar) meşru görüp görmediği [yani İTC'nin muhalefete ve halka karşı kendi kazanımlarıyla elde ettikleri hakları geri almak şeklinde saldırısı ve 1908'in meşru tabanını yitirmesi sonrası] şeklinde karmaşık bir sorun ortaya çıkıyor; dahası burada Suphi'nin koyu bir anti-İttihatçı olduğunu da hesaba katarsak (ki kimileri onun komünistliğini bu koyu anti-İttihatçılığına bağlıyor ve komünistliğini güç kazanmak için bir oyun olarak nitelendiriyor!) mesele daha da karmaşıklaşıyor. Üstelik üstte bahsettiğimiz yazılarından da görülebileceği üzere kendisi, hâlen daha dönemin burjuva-liberal bir Osmanlı aydınıdır. Yani bu koşullarda “Suphi 1908'i ve İTC'den sonraki dönemini bir çeşit (burjuva-milliyetçi) devrimcilik olarak mı görüyor?” şeklinde bir soru beliriyor. Eğer ki bunu görmüyorsa, yani Suphi 1906'dan beri sosyalist devrimci mücadelede olduğunu iddia ediyorsa o zaman tamamen yalan söylüyordur. Ama tarih ilginçtir, yani tarihi 1906'ya kadar çekmesi ilginç bir muammadır. Sonuç olarak Sovyet tarihçilerinin “Suphi Türkiye'de ve Fransa'dayken de devrimciydi” görüşü, kuru bir propagandadan ziyade, Suphi'den doğan bir yanlış bilgilendirme de olabilir. Ama mesela bu sefer de, bu örnekteki gibi, erken dönem yazılarından kimi alıntılar yapılıp onu kendilerine uyarlamaya çalışmaları, şu gerçeği de ortaya çıkarıyor: Suphi'nin komünist olmadan önceki görüşleriyle de tanışmışlar, buna karşın bilerek kendileri bu kurguyu üretiyorlar. Nitekim, Jean Jaures'le ahbaplık-tanışlık, Osmanlı Sosyalist Fırkası'na üyelik (Bse) gibi şeyleri Suphi yazmadı.

0 Yorum: