Mustafa Suphi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mustafa Suphi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mayıs 2025

,

Türk Gericiliğinin Kanlı Zulmü


28 Ocak’ı 29 Ocak’a bağlayan gece, bir gemi gizlice Trabzon şehrinden ayrıldı. İnsanların ellerindeki meşalelerle aydınlanan o gecede hüzünlü bir cenaze töreni gerçekleştirildi. Karadeniz’in sularına çiçek buketleri atıldı. Türk işçi sınıfı, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını bu şekilde andı.

30 yıl önce 28-29 Ocak 1921’de Türk gericiliği, Trabzon’da en karanlık zulümlerinden birinin altına imza attı. Türk halkının sadık evladı, halkın saadeti için cesaretle dövüşen bir savaşçı ve Türkiye Komünist Partisi’nin örgütçüsü Mustafa Suphi, vahşice katledildi. Suphi ve eşi yanında Türkiyeli işçilerin davası için dövüşen, aralarında Ethem Nejat, İsmail Hakkı, Hilmioğlu Hakkı, Kazım Ali ve Hayreddin gibi isimlerin bulunduğu 13 cesur savaşçı, alçakça öldürüldü.

Mustafa Suphi, 1883 yılında doğdu. Gençlik yıllarında Marksizmle tanışan Suphi, işçi hareketine iştirak etti. Türk gericiliğinin baskısıyla yüzleşince vatanını terk etmek zorunda kaldı.

Mustafa Suphi, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’ni büyük sevinçle karşıladı, çünkü o, bu tarihsel olayın tüm dünya halklarının, özelde uzun zamandır çile çeken Türk halkının kaderini nasıl etkileyeceğini iyi biliyordu.

Suphi, Müslüman halkların politik eğitimi konusunda kapsamlı bir çalışma yürüttü. Lenin ve Stalin’in 20 kadar önemli çalışmasını Türkçeye kazandırdı.

Ocak 1921’de Kemalist hükümet, Mustafa Suphi’yi Türkiye’ye davet etti. Vatanlarına sevda ile bağlı olan, Türk halkının İngiliz-Fransız emperyalistlerine ve Yunan uşaklarına karşı verdiği kurtuluş mücadelesinden yana olan Suphi ve yoldaşları, savaşan halkın yanında olmaya karar verdiler. Ama Mustafa Suphi ve diğer yurtseverler Trabzon’a vardıklarında, cellâtlar onları bir takaya bindirip açık denize götürdüler. O takada cellâtlar, yurtseverleri paramparça ettiler. Karadeniz, Türk halkının saadeti için dövüşen cesur savaşçılara mezar oldu.

Türk gericiliği, bu kanlı zulmü Amerikan hükümetinin özel temsilcisi General Harbord Ankara’dayken gerçekleştirdi. Bu iki olay arasındaki aleni ve dolaysız bağı görmek zor olmasa gerek.

Türk gericileri ve onların arkasında duran, Türkiye’yi askeri üsleri ve sömürgeleri hâline getirmek isteyen Amerikan-İngiliz emperyalistlerinin asıl derdi, Mustafa Suphi’yi ve Türkiye Komünist Partisi’nin öne atılmış olan, hayatlarını Türk halkının hürriyetine ve bağımsızlığına adayan evlatlarını yok etmekti.

Türk gericiliği, bu işlediği suçun komünist partinin ektiği çiçeği söküp atacağını, ülkedeki demokratik hareketi yok edeceğini umdu. Ama yanlış hesap Bağdat’tan döndü. Ölen yoldaşların yerini, yok edilmesi mümkün olmayan yeni savaşçılar aldı. Çünkü hürriyet ve haysiyet için dövüşen savaşçıları doğurmuş bir halkı yok etmek imkânsızdı. Türk işçileri, Türkiye’nin bağımsızlığı için dövüşen devrimci enternasyonalist ve savaşçı olarak Mustafa Suphi’nin hatırasını kalplerinde ilelebet muhafaza edecektir.

Türk gericiliğinin kanlı eylemlerini, işçilere, köylülere, milli azınlıklara yönelik acımasız politikalarını ifşa eden Suphi şunları söylüyordu:

“Düşmanın kurnaz ve hilekâr olduğunu asla unutmamamız lazım. Türk gericiliği, İngiliz ve Amerikan bankalarındaki kasalardan para alma umudunu hiçbir zaman yitirmedi. Bu gericiler, Batılı emperyalistlerle anlaşma yapmaya ve Türk halkının çıkarlarını masada satılığa çıkartmaya hazırdırlar. […] Dün ülkeyi Wilhelm’in Almanya’sına satanlar, bugün de onu İngiltere’ye satıyorlar. Yarın da Amerikalılara satacaklar.”

Bugün Türk gericiliğinin ülkeyi Amerikan emperyalistlerine sattığı koşullarda, Suphi’nin bu sözleri güncelliğini hâlen daha koruyor.

Bugün Türkiye’nin iç ve dış siyasetini Vaşington belirliyor. Okyanus ötesinden gelen emirleri itaatkâr bir üslupla yerine getiren Türk hükümeti, Akdeniz bloğunun derme çatma bir biçimde bir araya getirildiği sürece katkı sunuyor. Saldırı amaçlı bu bloğun inşası doğrultusunda, Mart 1950’de İtalya ile anlaşma imzalayan Türkiye, Tito’nun paralı askerleriyle, Amerika’nın savaş tellâllarıyla ve İsrail’deki gerici çevrelerin temsilcileriyle müzakereler yürüttü. Türk basını Amerikalılaştı ve bu basın, Sovyetler Birliği’ne iftira atma işini üstlendi, parodi hâlini almış demokrasinin yaşandığı koşullarda yozlaşmış olan basın, barış destekçilerine saldırdı. Türkiye, bir dizi eşitsiz hüküm içeren, ülkeyi köleleştiren anlaşmalarla birlikte Amerika’nın savaş arabasının arkasına bağlandı.

Bu gerçeklik, Suphi’nin yıllar öncesinde dile getirdiği “İngiliz-Amerikan emperyalistleri Türkiye’ye kölelikten başka bir şey getirmeyecek. […] Türkiye, onların elinde oyuncak oldu. Bu emperyalistler, ülkeyi yeni askeri maceralara sürüklemeye, onu daha büyük bir belâyla yüzleştirmeye çalışıyorlar” ifadesini doğruluyor.

Kömür, demir, petrol, Türk tarımına ait en kıymetli hammaddeler ve ülkenin diğer zenginlikleri, Amerikalı emperyalistler eliyle yağmalanıyor. İnsan kaynakları dâhil tüm ülke kaynakları, New York Borsası’nın hizmetine sunuluyor. Emperyalistlerin 1919-1922 arası dönemde işgal ettikleri, bu işgal sürecinden halkının ortaya kahramanlık ve Sovyet halklarının özverili yardımı sayesinde kurtulan Türkiye, bugün sağcı düzen üzerinden Amerikan emperyalistlerinin Kore’nin hürriyete sevdalı halkını köleleştirme çabalarına aktif olarak katılıyor. Bugün New York Borsası adına binlerce Türk askeri Kore’de ölüyor.

Neticede Mustafa Suphi’nin şu uyarısının doğru olduğu görüldü:

“Türk işçileri, köylüleri ve askerleri, iktidarda olan, zenginlerin çıkarlarına hizmet eden, Türkiye’ye göz dikmiş emperyalist köpekbalıklarının çıkarları için çalışan kişilerin onların hayatlarını feda etmeye her daim hazır olduklarını asla unutmamalıdırlar.”

Amerikan ve Türk gericileri, askeri harcamaların o büyük yükünü halkın omuzlarını yükledi. Devlet bütçesinin yüzde altmışından fazlası, askeri ihtiyaçlar için harcanıyor. Ulusal borç, iki milyon doları buldu. Ülkenin altın rezervleri sürekli eriyor, vergilerin basıncı sınırlarını zorluyor.

Silahlanma yarışı, yoksulluk koşullarına mahkûm olan işçileri, zanaatkârları, küçük tüccarın daha da yoksullaşmasına neden oluyor. Türk işçilerinin hayatı, işletmelerin kapanması, eşi benzeri görülmemiş sömürü düzeyi ve yüksek işsizlik sebebiyle, gerçek bir felâketle yüzleşiyor.

Ülke ekonomisinin temelini teşkil eden tarım, giderek daha da harap oluyor. Türk köylüleri, askeri-feodal sömürünün ağırlığı altında çile çekiyorlar. Türk basınının aşağıya çektiği verilerde bile iki buçuk köylü ailenin 872 bininin toprak sahibi olmadığı görülüyor. Köylülerin önemli bir kısmı, asgari geçimlik üretimin bile yapılamadığı arazilere sahipler.

Yağmur ve Toprak dergisi, “Köylülerin toprak ağalarının kölesi olarak yaşadıklarını, kızı, atı, neyi varsa her şeyini ağaların insafına terk ettiklerini” söylüyor. Bugünlerde basında çıkan şu türden ilânları artık kimse şaşırtıcı bulmuyor: “Diyarbakır’da satılık köy”.

Açlık ve hastalık, işçilerin hayatında hiç eksik olmuyor. Her yıl ülkede yüz bin kişi, veremden ölüyor. Bebek ölümleri dört yüz bini bulmuş.

Amerikan edebiyatının, filmlerinin ve bisküvilerinin akın ettiği ülkede suç oranları hızla yükseldi. Millet dergisi, “okullarda Amerikan yaşam tarzının telkin edilmesi neticesinde okul öğrencileri arasında katil, suçlu, hırsız, kumarbaz, sarhoş sayısının iyice arttığını” söylüyor.

Okyanus ötesindeki efendilerinden iyilik görmek adına Türk gericiliği, barış destekçilerine darbe üstüne darbe indiriyor. İktidar çevreleri, barış mücadelesini en tehlikeli “suç” olarak kabul ediyorlar. Yeni bir savaş çıkmasın diye mücadele eden insanlar, uydurma suçlarla hapse atılıyorlar. Türk gazetelerinin sayfalarında ilerici isimlerin yargılandıkları davalara dair haberlere yer veriliyor. Bu isimler, yozlaşmış yöneticilerin ülkeyi sürükledikleri açmazdan kurtulmak için uğraşıyorlar.

Gericiler, komünist faaliyetlerin ölüm cezasıyla cezalandırılmasını öngören bir yasanın çıkartılmasını istediler. Buradan da anlıyoruz ki ülkeyi yönetenlerin altındaki toprak alev alev yanıyor.

Gericiliğin onca zulmüne rağmen Türk işçileri, Amerikan emperyalistlerinin ülkeyi tümden köleleştirmesi tehlikesinin bilincine varıyorlar. Türk halkı, Mustafa Suphi’nin insanın zihnine işleyen sözlerindeki hakikate giderek daha fazla ikna oluyor: “İngiliz-Amerikan emperyalistleri Türk halkının gerçek düşmanıdır. Her kim ki Türkiye’yi Amerika’nın mandası yapmak istiyor o Türk değil, Türklerin ezeli düşmanıdır.”

Türk halkı, ülkelerinin köleleştirme gayretiyle veya gıda yardımıyla, yabancı işgalcilere ait bir yarı sömürgeye dönüştürülmesine hiçbir zaman rıza göstermemiştir.

O. Gurov
Pravda
gazetesi Sayı 31
31 Ocak 1951

01 Şubat 2024

,

Kongre Açılış Konuşması


Arkadaşlar, bir zamanlar bir hayal hâlinde telâkki olunan komünizm, bugün Rusya’da meydana getirildiği hayat ile, kurduğu yeni şekl-i hükümetle, Kızılordusu ile, amele, rençber ahali içerisinde kuvvetlendirdiği teşkilâtıyla, şarkın ve bütün dünyanın mazlum millet ve sınıflarına pek büyük ümit ediyor.

Son aylar zarfında, bize görünen iki büyük manzara, bu ümitlerin ne kadar esaslı olduğunu gösteriyor. Bu manzaralardan biri, Üçüncü Enternasyonal’in İkinci Kongresi’dir ki, orada şark ile garbın muhtelif mahallerinden gelmiş otuz yedi millete mensup amele ve rençber vekilleri içtimâ etmişti. Bu içtimâ, proletarya hareketlerinin yeryüzünde ne derece kuvvetli olduğunu gösteren aşikâr ve maddi bir delildir.

Diğer taraftan, içtimâını henüz bitiren Beynelmilel Şark Kongresi’nde, şarkın muhtelif milletleri, Hindliler, Hiveliler, İranlılar, Türkistanlılar, Buharalılar, Dağıstanlılar, Kırımlılar, Türkiyeliler ile Gürcistan ve Ermenistan mazlum milletleri tarafından gönderilen binlerce vekil bir yere toplanarak, aynı hedefe doğru kat’i amel ve iradelerini ilân etmiş olmakla Avrupa cihangirlerine karşı azim ve maksatlarını anlatmış oldular. Üçüncü Enternasyonal Kongresi son meclisini kaparken, Rusya’nın muzaffer Kızıl Ordusu’nu, Dünya Proletaryasının ve şark mazlum milletlerinin hâdim ve müdafii bir ordu olarak ilân etmişti. (Şiddetli Alkışlar)

Bakû’de toplanan Beynelmilel Şark Kongresi de Avrupa ve Amerika’nın zâlim ve hunhar emperyalizmine karşı mukaddes mübareze ilân etti. (Şiddetli Alkışlar) İşte bu iki misâl karşısında Bolşevizmin yeryüzündeki içtimâî inkılâba nasıl esaslı bir istinatgâh olduğu meydana çıkıyor.

Türkiye’deki son vak’aları tetkik etseniz, gelen arkadaşları dinleseniz, fırkamıza gönderilen mektupları görseniz, memleketimizin son ümidinin Bolşevizm’de olduğu kanaatini anlarsınız.

Arkadaşlar, Rusya inkılâb-ı kebiri, son üç sene zarfında icazkâr numuneler gösterdi. Hiç kimsenin ümit etmediği hâlde Rusya Proletaryası öyle bir inkılâp ordusu vücuda getirdi ki, Cihanı hayran bıraktı. İşte bu inkılâp şimdi demir ellerini şarka uzatıyor. Şark siyaseti, Üçüncü Beynelmilel’in ruznâmesinde birinci maddeyi teşkil ediyor.

Bu meseleyle de en ziyade alakadar olanlar şüphesiz bizleriz. Biz Türk Komünistleri, bu hareketin kıymetini bilmeli, tarihin kaydedeceği bu fırsatı iyi takdir etmeliyiz. Biz de kendi memleketimizde Avrupa emperyalizminin, haricî ve dahilî düşmanların haddini bildirmeliyiz.

Bütün bu arzularımızı tasavvur ve temenniden hakikat hâline koyacak olan, bu kongredir. Türkiye Komünist Kongresi, Rusya’dan uzanan bu demir elleri tutabilecek kuvvetler yetiştirecek ve fırkamız yalnız Türkiye’de değil, bütün şarkta inkılâbın alemdarı olacaktır.

Onun için yaşasın Türkiye Komünist Fırkası (Alkışlar), yaşasın bütün Komünist fırkalarını har-i aguşunda toplayan Üçüncü Enternasyonal (Alkışlar ve Marş), yaşasın şarkta birinci inkılâp ocağını kuran Azerbaycan Şûrâ Cumhuriyeti (Alkışlar ve Marşlar).

Mustafa Suphi
10 Eylül 1920

[Kaynak: Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, Türk Tarih Kurumu, 1997, s. 217-218.]

31 Ocak 2024

,

Devrim Ocağı


Mustafa Suphi’nin 19 Aralık 1918 günü Petrograd’da, Zinovyev başkanlığında yapılan enternasyonalist toplantıda yaptığı konuşma. Bu toplantı, Mart 1919’da ilk kongresini yapacak olan Komintern’in kuruluş sürecinde atılan ilk adımdı.

* * *


Petrograd’da, tüm dünyanın geleceğini değiştirmek zorunda olan o büyük devrimin merkezinde ezilen Türkiye ve Türk köylüleri, zorba emperyalizmin zulmü altında çile çekmiş, Batı’nın şiddetin ürünü olan medeniyetinin demirden pençeleri arasında canını vermekte olan o halk adına konuşmak, ne büyük bir mutluluk!

Köleleştirilmiş olan, ezilen Türk halkına “barbar halk” diyorlar. Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de cinayet işleyen ve halkın kanını emen bir avuç barbar ve haine elbette ki rastlanıyor. Bunlar, yalnızca Ermenilerin değil, aynı zamanda yoksul Türk halkının da ölümüne kanını emen Türk paşalarıdır. Köleleştirilen halk kitleleri değil, padişahlar ve paşalar bu türden barbarlardır.

Yoldaşlar!

Ekim Devrimi’nden beri Rusya’da bulunan işçi-köylü temsilcileri, sermayeye karşı savaşmaya ve hepsinden de öte, kendilerine “yönetici” diyen açgözlü barbarları yok etmeye karar vermiştir.

Sekiz ay önce Türk generalleri, Hazar Denizi, İran ve Türkistan kıyılarını işgal edip ele geçirmek amacıyla Türk ordusunu göndermeye niyetlendiklerinde, Türk devrimcileri, cesaretle Moskova’da kızıl bayrağı dalgalandırıp, Türk generallerinin bu maceraperest özlemlerine karşı çıktılar. Sesimizi kısmak için Türk büyükelçisi, Moskova’ya, Rus Cumhuriyeti hükümetine bizim Rusya’dan derhal kovulmamızı talep eden, alelacele yazılmış notalar yağdırdı. Aynı zamanda büyükelçi, Taşkent, Orenburg ve Kazan gibi Müslüman halkların yaşadığı merkezlerde bize karşı propaganda faaliyeti yürüttü, çalışmalarımızı baltalamak için elinden gelen tüm çabayı ortaya koydu. Burjuva gazetelerinde şu türden soruları içeren makaleler yayımlandı: “Bunlar ne biçim insanlar ki Müslüman dünyanın Türk ordusunun Asya içlerinde elde ettiği zaferi kutladığı günlerde Türk-Tatar milletinin inancı ve kutsallarıyla alay ediyorlar? Bunlar hangi dine ve hangi millete mensuplar?”

Büyükelçinin bu türden Cizvitlere has sorularla Doğu’yu, tüm Müslüman âlemini kandırmaya çalıştığı günlerde biz Türk enternasyonalistleri, vatanımızın tüm dünya, milletimizin tüm insanlık olduğunu net bir dille ifade ettik. Böylelikle, devrimin kızıl bayrağını cesaretle yükselten bizler, akıntıya karşı yüzmeye, Türk emperyalizminin dümenine girmiş insanların yürüdüğü yolun aksi yönde yürümeye karar verdik. Fikirlerimizi gerçekleştirmek için yürüdüğümüz o yolda elbette bir süre yalnız kaldık. Ama bugün tüm Doğu bizimle birlikte yürüyor.

Yoldaşlar!

İngiliz-Fransız hırsızlar, Türk emperyalistleriyle birlikte İstanbul’u işgal ettiklerinde, bizimle ilgili yalanlar söyleyen herkes ortadan kayboldu. O an net bir biçimde görüldü ki ezilen yoksul sınıfın büyük Rus devriminden daha iyi bir dost yoktur!

1908 gibi erken bir tarihte Türk gençliğinin belirli kısmı, halkın ancak sosyalist devrimde kurtulabileceğini anlamıştı. Fakat sosyalizmle kurulan her türden bağ kopartıldı, o karanlığın içerisinde sadece, ezilen halkın savunulması işini kendince üstlenmiş olan, ismini kimsenin unutamayacağı [Jean] Jaurès’in o gür sesi işitilmekteydi. Sadece Jaurès’in dostları, onun başladığı işi yarıda bırakmadılar.

Bugünse Rusya’da devrim ocağı örgütlendi. Rus yoldaşlarımızın Doğu’nun dünya genelinde gerçekleşecek toplumsal devrim aracılığıyla ekonomi ve toplum düzleminde yeniden dirilebileceğine dair inancı, Ekim Devrimi’nde yaşanan o büyük olayların ardından, bizim içimizde daha da güçlendi.

Sizlere bu inancın yalnızca Türk proletaryası değil, aynı zamanda Türk aydınlarında da hâkim olduğunu ispatlayan ilginç bir örneği aktarmak isterim.

Ekim Devrimi sonrası İstanbul Üniversitesi’nde Nobel Ödülü’nün kime verilmesi gerektiği sorusunun tartışıldığı dönemde, Türk profesörlerinden gelen baskılara rağmen, Türk gençliği, ödülü Lenin Yoldaş’a vermeyi uygun buldu. Bu olay, toplumsal devrim fikrinin Doğu’da derin köklere sahip olduğunun kanıtıdır.

O fikirleriyle, gayretleriyle ve eylemleriyle büyük öğretmenimiz Lenin Yoldaş, devrimci dünyayı temsil ediyor. Bu açıdan, Türk gençliği, yaptığı tercihle bu dünyayla sıkı bir bağ içerisinde olduğunu göstermiştir. Kanaatimce artık Türk halkının Rus devrimine yönelik sevgisi konusunda bundan daha fazla şey söylemeye gerek yoktur. Verdiği mücadelelerde, dünya toplumsal devriminin sunağında birçok kurban vermiş olan Rus toplumsal devrimi, savaş sahasında yalnız olmadığını, Türk proletaryasının ve Türk aydınlarının Rus devrimcileriyle aynı duyguları paylaştığını, kalplerinin birlikte attığını bilsin.

O kahramanlar şu konuda emin olsunlar: o güneyde ışıyan güneşin altında, Rus proletaryasıyla aynı düzeyde ezilen Türk proletaryasının bağrında öyle bir öfke birikiyor ki bu öfke, bugün sadece eski Rus yoldaşlarından gelecek savaş narasını bekliyor.

Yoldaşlar!

Ortadoğu’da bile Rus devrimini tüm kalbiyle seven Türk halkının içerisinde gayretli devrimciler mevcuttur!

Bu noktada Doğu’daki hareketin dünya devrimiyle nasıl ilişki kuracağı meselesine kısaca değinmek isterim. Ben, Doğu’da devrimin Batı’daki devrimle doğrudan bir ilişkisi bulunduğuna kesin olarak inanıyorum. Rus devrimi saflarında çalışan biz Türk devrimcileri, Doğu’da devrimin sadece Doğu’yu Avrupa emperyalizminden kurtarmak değil, ayrıca Rus devrimine destek sunmak için de zaruri olduğuna tereddütsüz inanıyoruz.

Yoldaşlar!

Fransız-İngiliz kapitalizmi, başı Avrupa’da olsa da gövdesi Asya ve Afrika’nın bereketli topraklarındadır. Biz Türk sosyalistleri için en öncelikli görev, Doğu’da kapitalizmin altını oymaktır. İngiliz-Fransız emperyalizminin sömürüye dayalı üretim faaliyeti ancak bu sayede hammaddelerden mahrum kalabilir. Türkiye’nin, İran’ın, Hindistan’ın ve Çin’in kapıları İngiliz-Fransız sanayicilerin suratına kapatıldığı takdirde bu kişiler, Avrupa borsalarında işlem yapma imkânını yitirirler ki bu da kaçınılmaz olarak krize yol açar, böylelikle iktidar proletaryanın eline geçer, böylece sosyalist sistem kurulur. Fakat bu da ancak muhtelif ülkelerde devrimci hareketi inşa edip, İngiliz-Fransız emperyalizmine karşı Doğu halklarını ayaklandırmak suretiyle başarılabilir.

Peki ama Doğu’da devrimin kıvılcımını nasıl çakabiliriz?

Ben, Doğu sorununun tartışıldığı, insanların Doğulu halkların gizemli hayatından dem vurduğu, bu halkları daha iyi tanıma arzularını dile getirdikleri toplantılara sıklıkla katılıyorum. Doğu geçmişte, Çarlık rejimi zamanında, buradaki ülkeleri sömürmek için daha iyi araçlar bulmak amacıyla inceleniyordu. Oysa bugün Doğu sorunu, ezilen Doğu’yu özgürleştirmek için inceleniyor. Doğu’yu inceleme işini deneyimli araştırmalara bırakarak, elimizdeki silâha sıkı bir biçimde sarılmalı, Doğu’da devrim ocağı örgütleme hedefimizi ihmal etmemeliyiz.

Doğu halklarının Avrupa sermayesine karşı gerçekleştirdiği isyan, sadece Rus devrimi değil, bugünkü gelişim seyri itibarıyla tüm ülkelerin proleterlerini şüpheyle yüklü bir beklenti içerisine sokmuş olan genç Alman devrimi için de zaruridir. Alman devrimi de sürekli İngiliz-Amerikan emperyalizmi tarafından ezilme tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu devrim de Doğu’nun yardım elini uzatmasını beklemektedir.

Sovyet iktidarı birleşik devrimci cepheyi kurmak istiyorsa ilk işi, Alman askerlerinin boşalttıkları toprakları ele geçirmek olmalıdır. Batı kapitalizminin dikkatini Almanya’daki genç devrimin üzerinden çekmek için Doğu’daki devrimci hareketinin sunacağı destek de hiç azımsanmayacak bir öneme sahiptir.

Türkler, hâlihazırda Rusya’da askeri-devrimci örgütler kurmuş durumdalar. Türk Kızıl Ordusu’na bağlı binlerce asker, şu an Sovyet Cumhuriyeti’nin muhtelif cephelerinde Kızıl Ordu saflarında savaşmaktadır. Kısa bir süre sonra bu askerler, hep birlikte Türkiye yoluna revan olacaklardır!

Bizim, dünya devriminin proletaryanın müşterek zaferiyle taçlanmasının hemen ardından İstanbul’un, dünyanın bu en güzel şehrinin Enternasyonal’in başkenti olması gibi bir hayalimiz var. Bugüne dek açgözlü emperyalizmin sürekli yol açtığı kanlı çatışmaların ardındaki sebep olarak gösterilen Aya Sofya, uğruna yüzlerce yıldır kanlı savaşların yürütüldüğü haç ve hilâlin değil, Sovyet Sosyalist Dünya Cumhuriyeti’nin mabedi olmalı, Aya Sofya Camii’nin tepesinde Enternasyonal’in kızıl yıldızı parıldamalıdır!

19 Aralık 1918
Petrograd
Kaynak

12 Eylül 2023

,

Kongre Kapanış Konuşması

Kongre Başkanı ve bu kongrede kurulan Türkiye Komünist Fırkası Merkezi Komitesi Başkanı seçilen Mustafa Suphi kongre sonunda aşağıdaki konuşmayı yapmıştır:


“Teşkilât devirlerini geçiren ve şimdiye kadar bir grup hâlinde yaşayan Türkiye Komünistleri, bu kongreden müteşekkil ve müttehid bir fırka olarak çıkmakla, yeni bir devre-i hayata ayak basıyorlar. Fırkanın önünde duran birinci vazife; bundan sonra memleketimiz amele ve fukara rençberleri arasında fikirlerimizi kuvvet ve süratle neşrederek, halkın mukadderatını kendi eline verecek sebep ve kabiliyetleri hazırlamaktır.

Türk komünistleri, üç seneden beri Rusya içtimâi inkılâbı içinde birçok safhadan geçtiler. Zaman oldu ki, karşımıza çıkan kara fikirli mürteciler Türkiye’de amele ve rençber sınıfının mevcut olmadığını ve olsa bile, hamalların memurlardan iyi yaşadıklarını söylemekten utanmadılar. Son zamanlarda ise, bilhassa İstanbul, İzmir, Konya, Erzurum, Ankara ve Eskişehir'de vücuda gelen amele ve rençber teşkilâtları seslerini yükselterek gösterdiler ki, Türkiye’de amele ve rençber namı altında inkılâpçı mühim bir sınıf yaşıyor. Ümidvarız ki, İstanbul ve Anadolu amele ve rençberleri, yakında müstevli ve zâlim bütün kuvvetleri tepeleyerek, hayat ve mübareze faaliyetini kendi kollarına almak iktidarını göstereceklerdir.

Zaman oldu ki, Türkiye amele ve rençberleri müstebid vali, hâkim ve paşalar karşısında söz söylemek cesaretini bile gösteremezlerdi. Fakat son vaka gösteriyor ki, İstanbul Hükümeti’nin ve Padişahın İngilizlerle birleşerek memleketi sattıklarını halk pek iyi anlıyor; Türkiye’nin mazlum amele ve rençberler ve askerleri bu alçaklığa, bu hıyanete karşı süngüsünü oradaki ağa ve paşaların, padişahların göğsüne çevirmiş muharebe ediyorlar. (Alkışlar).

Ve nihayet zaman oldu ki, arkadaşlar, ‘Türkiye’de Komünist Teşkilât olamaz’ dediler: Fakat Türkiye’nin muhtelif şehirlerden gelen komünist vekiller bunun aksini ispat ettiler. Türkiye’de amele ve rençber komünist teşkilâtı gittikçe genişliyor ve kuvvet kesb ediyor. Şimdi Komünist Fırkası’nın müstemlekâtçı kuvvetleri ezmeğe âzim, işçi halka rehber olacağına hiç şüphe edilemez. (Alkışlar).

Komünizm mübeşşirlerinden (Engels) bir eserinde diyor ki, yeryüzündeki teknika, zulme âlettir. Zaman gelecek ki, teknikanın terakkisi eseri olarak yeryüzünü kan deryaları alacak ve zâlim imparatorların taçları bu kan deryasına yuvarlanacak da, bu tacı yerden kaldırıp başına koymaya cesaret edecek bir adam bulunmayacaktır. İşte bu devir hulûl etmiştir. Rusya’da, Almanya’da, Avusturya’da. Türkiye’de, Çarlık, İmparatorluk, Padişahlık artık bir daha necât bulmayacak tarzda yıkıldığı hâlde, hiç kimse cesaret edip de o taçları başlarına geçiremiyor.

Vaktiyle halka zulüm edenler, bugünkü amele ve rençber inkılâbı huzurunda diz çökerek, mazlum halka taraftar ve hidmete âmâde gözüküyorlar (Alkışlar).

Memleketimizde her türlü derece ve sınıf ahd ü yalanlarının yerinden oynamadığı böyle bir devr-i buhranda, işçi halkın mukadderatını kendi eline alarak iş görmesi bir zaruret hâline giriyor. Bu işte doğru yolu göstermek vazifesi Komünist Fırkası’nın uhdesine düşmektedir.

Komünist Fırkası için, memlekete musallat olan harici düşmanları kovmak nasıl bir vazife ise, dahilde halkın sırtından geçinen yağmacı, tufeyli sınıflarını da hazır yiyicilik hâlinden çıkarıp yumruk altında işletmek de o derece esaslı bir vazifedir. Bu iki cihetin temini iledir ki, Komünist Fırkası, mazlum amele ve rençber halka karşı hidmetini ifa etmiş ve ortadan sınıflar farkı kalkarak hey’et-i içtimâiye adalet-i hakikiyeye nail olmuş olacaktır. Onun için son söz olarak diyelim ki; “Yaşasın Türkiye Komünist Fırkası! Yaşasın Dünya Proletaryasının Birliği! Yaşasın Üçüncü Enternasyonal!”

Mustafa Suphi
15 Eylül 1920

[Kaynak: Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, Türk Tarih Kurumu Yayınları 1997, s. 239-240.]

10 Eylül 2023

,

Saltanattan Sonra

Yedi asırlık Osmanlı saltanatı, sulh muahedesi (barış anlaşması) adı altında bir bâde-i zehr içerek büsbütün ölüme mahkûm olunca, karşımıza bundan sonra nasıl yaşayacağız ve nasıl bir hükûmet kuracağız meselesi çıkıyor.

Bugün Anadolu’da yeni bir Türk saltanatının veya herhangi bir yerde bir imparatorluğun yeniden tesisi hatıra gelmez bir garibedir. Öyle bir devirde yaşıyoruz ki padişah ve imparatorların, son cihan muharebesinden coşan kan deryaları içine yuvarlanmış elmaslı taçlarını yerden kaldırıp başına takacak cüretli madrabazlar meydana atılıyor! 

Bir vakitler Avrupa veya Asya’yı parmaklarında bir halka gibi çevirip oynamak isteyen cihangir mareşaller ve kahraman paşalar, gizlendikleri karanlık kovuklarda kış uykusuna tutulmuş beyaz ayılar gibi serilmiş yatıyorlar. Hayatlarından bile kimseye haber vermiyorlar.

Böyle bir zamanda ise Rusya’da olduğu gibi Türkiye’de de yıkılan zalim saltanatın harabeleri karşısında bizzat halk, amele, rençber ve askerlerden mürekkep milyonluk kitleler ayaklanıp kendilerini gösteriyorlar. Fakir, muhtaç ve sefil de olsalar, o kırık dipçikli tüfeklerini kollarında taşımaktan vazgeçmeyerek, toprakları, ana ocakları başında duruyor, baht ve namuslarını ayaklar altına düşürmemek, alın teriyle hak ettiklerini başkalarına yedirmemek için birleşiyorlar ve musallat cihangirlere karşı, yine bütün yeryüzünü saran “âlemşümûl” bir mübâreze açıyorlar.

İşte Rusya, Macaristan veya Türkiye gibi muzmahil (çökmüş) memleketlerde kurulacak yeni hükümetlerin esası böyle büyük bir mübareze, bir güreştir: Zulüm ile, zâlimler ile güreştir. Hem yalnız muharebeden sonra başımıza musallat olan İngiliz, Fransız ve Yunan yağmacılarına karşı değil, belki muharebeden evvelki zamanlarda da halka bir nefes rahat verdirmeyen vergidir, âşardır (tarım ürünlerinden alınan vergi), agnâmdır (küçükbaş hayvandan alınan vergi), ianedir (halktan toplanan mali yardım), cezadır, cizyedir (Müslüman olmayanlardan alınan vergi) ve nihayet faiz ve temettüdür diye işçi ve köylünün evine, ocağına, tandırına, bacasına kadar el uzatan içimizdeki imansız hırsızlara karşı da açılacak mübareze iledir ki yeni hayatımızın şekli ve hükûmetimizin rengi verilmiş olacaktır.

Anadolu’da bugün büyük zahmet ve fedâkârlıklarla Avrupa ve İstanbul haydutlarına karşı çarpışan amele, rençber ve asker kardeşlerimiz, bu harbin sonunda yine eski günahkâr, melûn ve müstebîd ağa ve paşalardan mürekkep hükûmetler meydana geldiğini ve kendilerinin yine eskisi gibi dışarıdan gelmiş bir misafir halinde kenarda kaldıklarını görseler memnun olurlar mı? Elbette değil. Onun için Türkiye amele, asker ve rençberleri, bugünden itibaren istek ve dileklerini meydana koyup hangi maksatla ve ne için çalıştıklarına, canlarını telef ettiklerine işaret olan kızıl bayraklarını yükseltmeye mecburdurlar.

Umûmiyetle döktükleri kan-terleri hak etmek, işledikleri işe ve toprağa sahip olmak, memleket ve hükûmet işlerini ellerine almak isteyen amele ve rençber milleti, Türkiye’de de bundan fazla veya eksik birşey murat etmez. Bîçare rençberlerin dileği, şüphesiz ki kendi başına mahsûs bir paşalık veya hanlık değildir! Ancak o, bugün bin senelik tecrübeden sonra, fıkara kanı dökmekten başka bir işe yaramadığını pekiyi anladığı bu paşalık ve hanlıkları yeryüzünden süpürmeye karar vermiştir. Onun için bundan sonra Anadolu ve Türkiye’de, halkın sırtında yaşayacak herhangi bir hükûmet, hatta cumhuriyet şeklinde de olsa yer tutmaz, yaşayamaz.

Yeni hükûmetin bugünkü zahmet ve fedâkârlıklara katlanan amele, rençber halkın içinde kurulup aşağıdan yukarıya doğru dal budak vermesi, hayatî bir şarttır. Böyle köklü ve temelli bir hükûmetledir ki yaşamak için mübârezeye ve mübâreze iledir ki böyle bir hükûmete liyâkat hâsıl olur. Türkiye amele, reçber ve askerlerinin bu liyâkat ve iktidârı göstereceklerine eminiz. Onun için yaşasın Türkiye amele, rençber ve askerlerinin hükûmet ve cumhuriyeti!

Mustafa Suphi
28 Haziran 1920

[Kaynak: Emel Akal ve Mustafa Çulfaz, Yeni Dünya Bakü Sayıları, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul Ekim 2022, s. 17-18.]

29 Ocak 2022

,

Mustafa Subhi Rusya’da

Türk enternasyonalisti, Türk Komünist Partisi kurucularından Mustafa Subhi Mevlevizade’nin faaliyetleri birçok defa araştırmacıların ilgisini çekmiştir.[1] Yine de hayatının kimi sayfaları ortaya çıkarılamamıştır. Bu [dönem] özellikle Subhi’nin Fransa’daki faaliyetleri ve Fransız sosyalistleriyle ilişkisi, Çarist hükûmet tarafından Türk vatandaşı olarak 1. Dünya Savaşı’nda Uralsk’taki devrimci faaliyetleri vb.’dir. Arşiv dokümanlar ve süreli yayınlar ile Subhi’nin yaşamını ve 1914-1915’te Türkiye’den Kırım’a ve Kaluga’ya geçişini aydınlatmaya çalışacağız.

Subhi’nin sosyal faaliyetleri Fransa’da Sorbonne Sosyal Bilimler Fakültesi’ndeyken başladı. Yurduna döndükten sonra İstanbul’da ders verdi, muhalif İfham gazetesini bastı, Millî Meşrutiyet Fırkası grubunun bir üyesiydi.[2] 1913’te, Genç Türk hükûmetinin siyasetini eleştirdiği için Enver Paşa, Subhi’yi tutuklatıp o dönemin mevcut düzeninde birçok muhalifin yattığı Türk Bastille’ine, Sinop Kalesi’ne sürdü. Bu kalede mahkûmların durumu biliniyordu, özellikle Sinop’taki Rus konsolos yardımcısı V. Cuiçi’nin İstanbul’daki başkonsolosluğa ve St. Petersburg’daki Dış İşleri Bakanlığı 1. Departmanı’na yazdığı raporlarında [bu görülüyordu]. 15 Haziran 1913’te (bu ve sonrasında eski tarihle) konsolosluğa ve 24 Haziran’da dış işlerine yazdığı raporda Vezir Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesine dahiliyet dolayısıyla 600 şüphelinin Sinop’a sürüldüğü ve içlerinde bir yüksek öğrenim [“liseum”] profesörü M. Subhi’nin olduğunu bildiriyordu.[3] Konsolos yardımcısı, hepsinin mahkemesiz sürüldüğünü, 17’sinin -tanınmış yetkililer ve görevliler- şehirde denetim altında tutulduğunu not etti.

1914 baharında bir grup siyasi tutsak Sinop’tan kaçtı. Şehirde yaşayan birkaç tutsak nispeten daha hürdü. Kaçışı organize edenler onlardı. Rusya’dan dönen taka sahibiyle anlaşarak 24 Mayıs gecesi kayıkla denize açıldılar ve kendilerini ayın 29’unda Balıklava’ya ulaştıran takaya geçtiler. Daha sonradan 14 firari, güvenle Sivastopol’a ulaştı.[4] Birkaç Kırım ve St. Petersburg gazetesi, firar hakkında sansasyonel haberler yaptı. Nitekim, 30 Mayıs’ta Kırım Habercisi [Krymsky Vestnik, Крымский вестник] Subhi’nin bir askeri yoldaşı ile birlikte gazetenin yönetim merkezini ziyaretini haber verir. “Sivastopol’da Türk siyasi sığınmacıları” isimli bir haber yayınladı. Subhi, firarın koşullarından, Türkiye’de Jön-Türk rejimine ve onların gelecekteki planlarına dair muhalif fikirlerinden bahsetti. Aynı gün Sivastopol’dan aldığı bilgiyle Petersburg’da çıkan Söylev (Речь) gazetesi, firariler hakkında ufak bir haber bastı. Haklarında daha etraflı bilgi 31 Mayıs tarihli Petersburg Habercisi [Petersburg Kuriyer, Петербургский курьер] ve daha sonrasında ise Kazan [Казань] gazetesinde verildi.

Yerel yetkililer de ayrıca firarla ilgilendi. 29 Mayıs’ta belediye başkanına sığınmacıların gelişini bildirip haklarında takip başlatılmasını istedi. Petersburg’da ve Sivastopol’da kalmalarına itiraz etmediler ama devrimcilerin olup olmadığını öğrenmek istediler.[5] Sivastopol Jandarma Ofisi kaçanlar arasında Türk Genelkurmayı görevlileri, eski yetkililer, büyük tüccarlar, iki işçi ve -Van Genel Valisi’nin oğlu, bir muhalefet gazetesinin editörü- bir profesörün olduğunu öğrendiler.[6] Firariler, “Kazan” kahve dükkânında durakladılar, arkalarında gizli polis takibi vardı.

Subhi, yerel gazete bürolarını ziyaret etti, arkadaşlarıyla birlikte Bahçesaray’da şehrin manzara yerlerini inceledi, arkadaşlarıyla bir bankaya uğradı. Bir Bahçesaray gazetesi muhabiriyle yaptığı söyleşide, büyük bir çoğunluğu tüccarlar ve eski yetkililerden müteşekkil her vilayetten büyük sayıda siyasi tutsağın Sinop’ta olduğundan söz etti. Eskiden 1908 Jön-Türk Devrimi sonrası hayata geçen siyasi parti ve cemiyetlerin üyeleri olduklarını ve şimdi Jön-Türk iktidarının siyasetine muhalif olduklarını, devrimi derinleştirmek ve halkın durumunu geliştirmek için mücadele ettiklerini söyledi. Subhi, liderleri emekçi halka ve ulusal azınlıklara düşmanca tavır takınan ve dış politikada siyasetleriyle Türkiye’nin yarı-sömürge durumunu daha da kötüleştiren Jön-Türk Devrimi’nin ilgisizliğinden memnuniyetsizliklerini belirtti.[7]

Sivastopol Jandarma Ofisi yönetiminin bir raporuna göre, Temmuz 1914 başlarında Bakü’ye gitmek üzere ayrıldı.[8] Kısa süre sonra Bakü gazetelerinin birinde “Türkiye’nin Menfaat ve Selâmeti” isimli yazısını yayınladı.[9] Ayrıca Rusya’nın Dünya Savaşı’na dâhil oluşunun ilk günü 1 Ağustos’ta Kırım ve Kafkasya gazetelerinde de tekrar basıldı. Türk egemenlerinin Türkiye’yi Kayzer Almanyası’nın safında savaşa sokma niyetlerinden söz etti. Subhi savaşa dair tutumunu ve birtakım sosyal sorunları ortaya koydu ve bunları cevaplandırmaya çalıştı. Türkiye’de seferberlik ilanına ilişkin Türkiye’nin Avrupa savaşına girip Yunan problemini zor yoluyla çözüp çözmeyeceğini sordu. Yalnız Yunan meselesinin değil, diğer ciddi meselelerin de Avrupalı devletlerin dâhiliyeti olmadan, Türkiye’nin meseleyi çözemeyeceğini belirtti. Türkiye ne yapmalıydı, Üçlü Anlaşma [İttifak] safına mı, Antant [İtilaf] safına mı girmeliydi? Hiçbiri, Subhi herhangi bir askeri ittifaka dâhiliyetin zorluklarla dolu olduğuna inanıyordu. Ülke, savaşı değil, halkın yaşantısını geliştirmeyi düşünmeliydi. Türkiye için barış ne kadar uzun sürerse, o kadar iyiydi. Yazar, ülkesinin henüz geçmiş savaşlardan (İtalyan-Türk [Trablusgarp] 1911-1912 ve Balkan 1912-1913) toparlanamadığını, ekonomisinin daha yeni yeni yaralarını sarmaya başladığını, ülkenin Fransa’ya olan borcunu henüz ödemediğini ve bankaların işlerini henüz yoluna koymadığını belirtti. Türkiye Avrupa katliamına dâhil olmamalıydı. Ülkenin savaşan taraflardan birisine katılması halkın çıkarlarına zarar verirdi. Nihayetinde, hiçbir Avrupalı devlet Türkiye’ye ayakları üzerinde doğrulmasında yardım etmemişti. Onun sonucu: Yurdunun menfaati için ülkenin tarafsızlığa ihtiyacı vardı.

Daha henüz 1918’de Subhi, Sovyet hükûmetinin barış kararı ve dünya savaşının Leninist değerlendirmesiyle tanıştığında, tekrar Türkiye’nin savaşa katılmasının sonuçları üzerinde eğildi, ama [bu sefer] meseleyi pasifist bir konumundan değil, sınıf konumundan, devrimci konumdan ele aldı. Makalelerinde Rusya ve Türkiye tarihini karşılaştırarak geçmişlerinde ortak özellikler buldu ve yurdunun devrimci Rusya’nın yaptığı yoldan savaştan çıkmasını istedi. Almanya’nın müttefiki olarak Türkiye Kafkasya’da Rusya’ya karşı askeri operasyonlar yürüttü, birçok Türk askeri kendisini Rus esaretinde buldu. Subhi, hemşerilerinin yaşamları ve yaşam standartları ile ilgilendi. Batum’a ziyareti bir tesadüf değildi.[10] Kısa süre sonra yetkililerin emriyle Sarıkamış’tan, Artvin’den, Tiflis’ten, Sohum’dan, Batum’dan, Nahçivan’dan, Gagra’dan, Gudauta’dan ve Tuapse’den Türk savaş esirleri cephe hattından uzağa, Rusya’nın derinlerine sürüldüler. Aynı dönemde Rus hükûmeti, bütün Türk vatandaşlarını gözaltına almaya karar verdi. Subhi ve yoldaşları bunların arasındaydılar. 22 Ekim 1914’te 975 savaş esiri Kaluga’ya gönderildi.[11] Kasım başlarında Kafkasya’dan bir tren geldi. Subhi’ye ayrı bir sivil gözaltı olarak yaşama şansı tanınmıştı. İlk başta Starom Torg’da Orlov Podvorya’sına yerleşti, daha sonradan Blagoveşçenskaya Caddesi’nde bir apartmana taşındı.

Kaluga ilindeki Türk savaş esirleri, Moskova-Kiev Demiryolu Hattı’nın onarımında, pomeşçik mülklerinde, ekonomide ve Kaluga’nın kendisinde çalıştırıldılar. 1 Ocak 1915 itibariyle [Kaluga’da] 2000’i aşkın savaş esiri vardı.[12] Oblast arşivi kaynakları, Subhi’nin Kaluga valisine 29 Kasım 1914 ve 26 Temmuz 1915 tarihli dilekçelerini içermektedir. Subhi, İstanbul’da yüksek öğrenim enstitüsünde profesör olduğunu, politik ekonomi öğrettiğini ve aynı zamanda Jön-Türk yönetimine muhalif olan Türkiye’de yaşayan diğer halklar için idari özerklik savunan İfham gazetesinin direktörü olduğunu yazdı. Devamla bazı otobiyografik bilgiler verdi, Sinop’a sürgününden ve Batum’da gözaltına alınışından bahsetti[13], kendisinin ülkeyi felaket getiren bir savaşa sürükleyen Jön Türk hükûmetinin ilkeli bir muhalifi olduğunu ve Kafkasya gazetelerinin sayfalarında bu politikaya karşı çıktığını söyledi. Aynı zamanda anlaşılır sebeplerden dolayı kendi ülkesindeki sosyal ve siyasi faaliyetlerini gizledi. Sıkışık ekonomik durumundan söz edip kendisine bir siyasi sığınmacı için koruyucu pasaport ve bir geçim kaynağı sunulmasını istedi.

Kaluga valisi, Polis Departmanı’na bir araştırma talebi gönderdi, ayrıca polise başvuranın gerçek durumunu saptamasını istedi. 12 Ağustos 1915’te pristav [mübaşir] Subhi’nin 30 yaşında, bekâr olduğunu, ayda 15 ruble verdiği eşyalı bir odada kaldığını, Fransızca dersi verdiğini ve bundan 25 ruble kazandığını valiye bildirdi. Bu nedenle ödeneğin kendisine verilmesi reddedildi ve anlaşılan o ki pasaport meselesi mevzu bile edilmedi.[14] 9 Eylül 1915’te Kaluga valisi, St. Petersburg’dan Türk savaş esirlerinin ve sivil Türk tutukluların Uralsk’a gönderilmesi istenen bir telgraf aldı. Bir hafta sonra 741 kişi Kaluga’dan sürüldü. Bunların arasında Subhi de vardı.[15]

Urallar’da Subhi, devrimci Marksizme bir yönelim yaşadı. İşletmelerde esirlerle-emekçilerle çalışarak devrimci hadiselerin bir katılımcısı oldu, Rusça çalıştı, Urallar’ın Bolşevikleriyle temasa geçti, savaş esirleri arasında devrimci propaganda yürüttü ve 1915’te RSDİP saflarına katıldı.[16] Urallar’da Petrograd’da silahlı ayaklanmanın başarısını ve Geçici Hükûmet’in devrilişini haber aldı.

Subhi’nin yurdunun kaderine ve savaşın ne getirdiğine dair düşünceleri, Sovyet Rusya’da kendisinin redaktörlüğünü yaptığı Moskova’da NARKOMNATS’ta basılan Türk enternasyonalistlerinin organı Yeni Dünya (“Eni Dunya”, Ени дюнья) gazetesindeki makalelerine yansıdı. Daha sonradan kendisi Moskova’da, Kazan’da, Kırım ve Taşkent’te çeşitli parti görevlerini yerine getirdi ve Ukrayna’da Denikin’e ve Petluryacılara karşı savaştı.

Yeni Dünya, Sovyet hükûmetinin onun tarafından çevrilen dokümanlarını yayınladı, Brest-Litovsk barış konuşmalarında Kafkasya’nın bir kısmının Türkiye’ye teslimini öneren Jön-Türkler’in fetihçi emellerini ortaya çıkardı. Emperyalist müdahale ve iç savaş yıllarında Subhi, diğer enternasyonalistlerle birlikte, Sovyet iktidarını savundu. O, Komintern’in 1. Kongresi’nin delegelerinden birisiydi, başkanı seçildiği Türkiye Komünist Partisi 1. Kongresi’ni Eylül 1920’de Bakü’de örgütleyenlerdendi.

1921 başlarında Subhi yurduna döndü ama diğer arkadaşlarıyla jandarmalar tarafından yakalandı, öldürüldü ve Trabzon civarlarında denize atıldı. O kısa hayatı çok trajik bir şekilde sonlandı.

N. A. Subayef

[Kaynak: “Mustafa Subhi Rusya'da”. Subayev, N. A.. ["Мустафа Субхи в России". Субаев, Н. А.. Вопросы истории. 1983. №.: 5. SS: 173-175.; ayrıca transkripsiyon metin için bkz.: Libmonster.]

Dipnotlar:
[1] Nafigov, D. “NARKOMNATS Merkezi Müslüman Komiserliği'nin Faaliyetleri” Sovyet Doğu Araştırmaları, 1958, N. 5 [Нафигов Д. Деятельность Центрального мусульманского Комиссариата при Наркомнаце. - Советское востоковедение, 1958, N 5]; ag yazar. “Mollanur Vahidov”. Kazan. 1960 [его ж е. Мулланур Вахитов. Казань. 1960]; Ludşuveyt, E. “1918 Yazında Moskova'da Sol Türk Sosyalistleri Konferansı” içinde: Doğu Seçkisi Cilt II. Erivan, 1966. [Лудшувейт Е. Конференция левых турецких социалистов в Москве летом 1918 года. В кн.: Востоковедческий сборник. Т. II. Ереван. 1966]; Subayev, N.-Hamidullin, F. “Mustafa Subhi Tataristan’da, 1918-1919”. Asya ve Afrika Halkları, 1969 N. 2 [Субаев Н., Хамидуллин Ф. Мустафа Субхи в Татарии в 1918 - 1919 гг. - Народы Азии и Африки, 1969, N 2]; Patlacan, E. "Mustafa Subhi’nin biyografisinden”. Bugünkü Asya ve Afrika, 1970 N. 11 [Патлажан Е. Из биографии Мустафы Субхи. - Азия и Африка сегодня, 1970, N 11]; Hayrettinov, R. “Terek [Türk?] enternasyonalistler” içinde: Koreşteşler [?]. Kazan. 1972 [Хайретдинов Р. Терек интернационалисты. В кн.: Корэштэшлэр, Казань. 1972]; Subayev, N. A. “Tarihi bir kaynak olarak Türk enternasyonalistlerinin organı “Yeni Dünya” (1918-1919)". Asya ve Afrika Halkları, 1975, N. 2 [Субаев Н. А. Орган турецких интернационалистов "Ени дюнья" как исторический источник (1918 - 1919). - Народы Азии и Африки, 1975, N 2]; Vodnov, V. A. “Mustafa Subhi’nin siyasal faaliyetlerinin başlangıcı”. Asya ve Afrika Halkları, 1982, N. 5 [Воднёв В. А Начало политической деятельности Мустафы Субхи. -, Народы Азии и Африки, 1982, N 5]; Akıncı, A. “Öldürülmelerinin 47-inci yıldönümü münasebetiyle MUSTAFA SUPHİ’leri anıyoruz”. Yeni Çağ, 1968, N. 1 (43); Mete Tunçay “Türkiye’de Sol Akımlar (1908-1925)”. Ankara. 1967.; “Ölümsüz Savaşçı Mustafa Suphi”. İstanbul, 1978., vd.

[2] Rozaliyev, Yu. N. “İnanmış enternasyonalist” içinde: “Mücadeleye Adanmış Yaşam”. 1964. s. 510 [Розалиев Ю. Н. Убежденный интернационалист. В кн.: Жизнь, отданная борьбе. М. 1964, с. 510.]

[3] Rus Dış Politikası Arşivi (AVPR), f. Politarşiv, op. 1, d. 1212, pp. 142 - 143. [Архив внешней политики России (АВПР), ф. Политархив, оп. 1, д. 1212, лл. 142 - 143.]

[4] TSGAOR SSSR, f 102, 1914, d. 300"b", ll. 9, 10, 17. [ЦГАОР СССР, ф 102, 1914 г., д. 300"б", лл. 9, 10, 17.]

[5] A.g.e., ll. 9, 10.

[6] A.g.e., ll. 15, 17.

[7] Tercüman [Терджеман], Bahçesaray [Бахчисарай], 8.VI.1914.

[8] TSGAOR USSR, f. 102, 1914, d. 300 "b", l. 17 [ЦГАОР СССР, ф. 102, 1914 г., д. 300"б", л. 17.]

[9] İkbal [Икбаль], Baku [Баку], 1.VIII, 1914.

[10] Batum Haberleri [Батумские вести], 4.Х.1914. Bu sayı bir gazete çalışanıyla Subhi’nin Türkiye’nin savaşa katılmasına dair bir mülakat içeriyor.

[11] Kaluga Bölgesi Devlet Arşivi, f. 783, op. 1, d. 1091, l. 17 [Государственный архив Калужской области, ф. 783, оп. 1, д. 1091, л. 17.]

[12] A.g.e., D. 1185, l. 10.

[13] A.g.e., t. 32, op. 4, d. 1503, ll. 249, 254.

[14] A.g.e., L. 311.

[15] aynı yerde, op. 1, d. 1090, l. 195.

[16] Hayrettinov, R. A.g.e., s. 85. [Хайретдинов Р. Ук. соч., с. 85.].

28 Ocak 2022

,

Mustafa Subhi

Tanınmış Sovyet yazarı P. Pavlenko’nun[1] (Paris Komünü kahramanları ile ilgili eseri) Barikatlar’ın kısmında Mustafa Suphi'nin ismi, Komünist Enternasyonal'in zamansız bir şekilde ölümle karşılaşan savaşçıları Fin Jokinen, Fransız kadın Labourbe, Estonyalı Lander, Amerikalı Reed, Koreli Hoya ve İranlı Eminbeyli'nin isimleri yanında yer alır.[2] Türk Mustafa Subhi, haklı bir şekilde onların yanında yerini aldı: O, Enternasyonal Komünizmin sancağı altında savaştı ve zafer için canını verdi.

Yoldaş Mustafa Subhi, İstanbul'un bir entelektüel ailesinde doğdu.[3] Babası[4] İstanbul'daki rüştiyelerden birinde ders vermekteydi. Mustafa Subhi eğitimini Türkiye'de aldı[5], daha sonradan Paris'e gitti ve orada Sorbonne Üniversitesi'ne girdi. Mezuniyetinden sonra yurduna döndü ve İstanbul Üniversitesi'nde profesör olarak atandı.

Mustafa Suphi devrimci faaliyetine henüz daha öğrenciliğinde başladı.[6] Türk gençleri ve işçileri arasında devrimci faaliyette bulundu. İstanbul'un sosyalist basınında (İfham gazetesi editörüyken)[7] yaklaşmakta olan emperyalist savaşa karşı şiddetle karşı çıktı. Türkiye'nin monarşist hükûmeti Subhi'ye zulmetti, onu tutuklatıp Sinop hapishanesine hapsetti. Lakin 1914'te, savaşın daha ilk günlerinde, ateşli devrimci hapisten kaçtı ve sıradan bir tekneyle Karadeniz'i cesurca geçip oradan Kafkaslar'a hareket edeceği Sivastopol'a çıktı.

Suphi, Rusya'da uzun yıllar kaldı. Burada komünist dünya görüşünü oluşturdu, burada, iki devrimin de deneyimiyle bir Bolşevik olarak çelikleşti.

Suphi devrimci propagandayı bırakmadı. Tümden yönetici sınıflarınca emperyalist bir savaşa sürülen Türk emekçilerinin çıkarlarıyla ilgilendi, İkbal gazetesinde savaşın anlam ve amacını açıklığa kavuşturan bir dizi makale yazdı. Bu gazete Kafkaslar'da çıkmaktaydı. Bu makalelerden “Türkiye'nin Menfaat ve Selâmeti”[8] başlıklı olanı, Kırım’da (Bahçesaray) yayınlanan Tercüman gazetesinde 3 Ağustos 1914'te tekrar basıldı.

“Söylediklerimin hepsini özetlersem: Türkiye'nin menfaat ve selameti bu dehşetli davaya koşulmamaktır. Buna ahden bir mecburiyeti de yoktur. Bitaraf kalması ise hem menfaati, hem de altı yıllık siyaseti muktezasıdır. Türkiye'nin bu muktezaya göre, hareket edeceğinden ümid varım. Türkiye, böylece hem öz millet ve kuvvetini boş yere hare ve israftan çekinen [bir devlet olur].”[9]

Çarist hükûmet, ilk başta Mustafa Subhi gibi büyük bir akademisyen ve politikacının Türkiye'den Rusya'ya sığınmasına ferah bir şekilde karşılık verdi. Rusya'yla savaşa giren Türkiye'ye karşı Mustafa Subhi'nin kalmasından faydalanabileceğini düşündü. Ama Çarist politikacılar hayal kırıklığına uğradı.

Yoldaş Subhi, Kafkaslar'dan Urallar'a geçti. Burada bir grup tutsak Türk askeriyle tanıştı. Subhi yoldaş, onların arasında devrimci faaliyete başladı, sosyalizm idealinin ve savaş yağmacılığına karşıtlığın propagandasını yaptı. Subhi'nin faaliyetlerinin niteliğini öğrenince Çarist yetkililer onu takip ettiler ve yakaladılar. Yekaterinsburg (şimdi Sverdlovsk) şehrinde bir hapishaneye hapsedildi.[10]

Kısa bir süre sonra Şubat burjuva demokratik devrimi patlak verdi. Devrim, Subhi yoldaşı hapisten kurtardı. O, derhal savaş esirleri arasından birkaç şehirde sol-sosyalist gruplar oluşturma faaliyetine devam etti. Daha sonradan bu gruplar temel alınarak komünist örgütler teşekkül edildi. Ekim arifesinde Subhi yoldaş Moskova'ya gitti ve burada Büyük Sosyalist Devrim’e iştirak etti. Rusya'nın Türki dilli emekçilerinin devrimci aydınlanmasında aktif bir şekilde yer aldı. 1918'de Subhi yoldaş, Milliyetler Halk Komiserliği'nde ilk Türk komünist gazetesi Noviy Mir’in [“Yeni Dünya”] ) yayınlanmasının sorumlusu oldu.

Subhi yoldaşın editörlüğünde gazete, Türk savaş esirleri üzerinde hızlı bir şekilde otorite kurdu. Mustafa Subhi yoldaşın usta ve keskin kalemince yazılan detaylı bilgilendirici makaleler, o dönem için Türk hükûmetinin bir dizi karanlık eylemini göz önüne serdi.

Yoldaş Subhi'nin rehberliği ve inisiyatifinde gazetede bir uluslararası propaganda departmanı oluşturuldu. Etkisi hızlı bir şekilde, aynı zamanda diğer milliyetlerden emekçiler üzerinde de yayıldı. Komünist Manifesto, Lenin'in Kısa Biyografisi, RSFSC Anayasası, Komünist Parti (Bolşevikler) Programı, Ücretli Emek ve Sermaye, Bolşevizm Nedir?, Sovyet İktidarı Nedir?, V. İ. Lenin'in Tezleri, Proletaryanın Mevcut Devrimdeki Görevleri Üzerine ve bir dizi başka eserler de Türki dillere çevrilip basıldı.[11]

Enternasyonal skalada etkin olarak Subhi yoldaş, Komünist Enternasyonal'in Birinci Kongresi'nde yaratılmasında yer aldı (Mart 1919), Komintern Yürütme Komitesi'ne seçildi.[12] Ama o yılın Nisan'ının sonunda Kızıl Ordu, İngiliz-Fransız müdahalecilerini Kırım'dan sürdüğünde, Subhi yoldaş yarımadaya geldi. Onunla birlikte Türk dilini iyi bilen 15-20 komünist de geldi. Parti ve Sovyet organlarının kararları uyarınca Yeni Dünya gazetesi Simferopol'a taşındı. Burada aynı zamanda Mustafa Subhi tarafından düzenlendi.

Simferopol'a gelişinin ardından Subhi, Bolşevik Partisi Bölge [Oblast] Komitesi’nde [Obkom] Müslüman Bürosu'nun başkanı olarak çalıştı. Onun yönetiminde Yeni Dünya gazetesi, Kırım Tatarları arasında komünizm fikrinin yayılmasında, Sovyet inşasının her yönden parıldamasında, karşı-devrimci milliyetçilere karşı mücadelede etkin bir rol oynadı.

Subhi yoldaş, mevzu bahis gazetenin sayfalarında keskin ve usta kalemiyle yazılmış geniş emekçi kitleleri sosyalist inşa çalışmasına aktifçe katılmayı çağırdığı makaleleriyle belirdi. Kısa bir süre içinde Mustafa Subhi yoldaş, Kırımlı emekçiler üzerinde engin bir otorite elde etmeyi başardı.

Mustafa Subhi yoldaş ve yoldaşlarının gelişinin ardındaki ilk günlerde biz, Simferopol'un bir grup emekçi Tatar genci onları ziyaret ettik. Subhi yoldaş orada değildi, o yüzden oradaki diğer komünistlerle konuştuk. Konuşmamız, kapıyı birden açan 35-40 yaşlarında güçlü yapılı bir adamın belirmesiyle kesildi.

“Akkiy yoldaş”, dedi.

Bütün konukların yüzünde bir hayranlık ve saygı ifadesi belirdi.

İçeriye giren adamın siyah saçları ortadan iki eş parçaya ayrıktı ve kelebek gözlüğünün küçük camları ardından zeytin gibi kara zeki gözleri bakmaktaydı. Bu, ince bez pelerin ve bot giyinmiş, uzun ve sağlıklı adam, Mustafa Subhi yoldaştı.

“Akkiy yoldaş, Bölge Komitesi'ne gidiyorum, bir saat içerisinde dönerim.” dedi ve bizi fark ederek bir adım yaklaştı.

Çavuş yoldaş bizi onunla tanıştırdı:

“Subhi yoldaş, şehrin gençleriyle tanış.”

“Memnun oldum”, dedi Subhi ve sıcak bir şekilde bizi karşıladı. “Ziyaretinize çok memnun oldum yoldaşlar. Gençleri severim. Buraya gelir gelmez ilk arzum, gençleri toplayıp onlarla bir konferans yapmaktı. Umarım, hepinizle daha sonradan tekrar karşılaşır ve daha geniş bir görüşme yapar ve görevlerimiz hakkında konuşuruz.”

Subhi kısa süre sonra sözünü yerine getirdi. Onun inisiyatifinde ve aktif katılımında Mayıs başlarında Kırım emekçi Tatar gençliği için ilk siyasi kurslar açıldı. Bu kısa kurslarda (ki bir-bir buçuk ay sürdüler) Mithat Rafetof, Ali Badaninski ile birlikte ayrıca Mustafa Subhi de ders verdi.

Bu kurslarda yaklaşık 25-30 kişi eğitim gördü. Kursların sonunda Kırım'da çeşitli komiserliklerde çalışmak üzere gönderildiler.

Daha sonradan Subhi yoldaşın inisiyatifiyle gençlik için Kırım Haberleri adıyla bir gazete teşkil edildi. Bu gazetenin sadece üç sayısı gün ışığına çıktı.

Subhi yoldaş, sıkça yürüyüşlerde ve toplantılarda konuştu. Subhi yoldaş tarafından verilen dünyada durum, din-karşıtlığı teması vb. üzerine açık ve derin bilgilendirici dersler ve raporlar, Simferopol şehrinin geniş emekçi kitlelerini her daim ilgisini çekti.

Subhi yoldaş tarafından Mayıs 1919'da yapılan bir konuşmayı hatırlıyorum.

Simferopol “rüştiye” okulu (şimdi 12. Tatar Okulu) bahçesi, yürüyüş için toplanan kitleyle dolmuştu. Kürsüde M. Subhi yoldaş din karşıtı bir rapor okudu. Bilimsel verilerle silahlanarak dinin zararlarını kanıtladı ve ruhbanları teşhir etti.[13] Bütün dinleyicilerin dikkati Subhi yoldaşın raporuna kitlenmişti. Yürüyüşte Simferopol'un en seçkin mollaları da vardı ama tek biri bile bir tek söz söylemeye cesaret edemedi.

O sırada komünist Dost-Mambet Hacı elini kaldırdı ve haykırdı:

“Kahrolsun dindarlık!”

Bu sözleri işiten mollalardan birisi yekinip sandalyesinden fırladı ve kalabalığa dönerek konuştu:

“Cemaat! Bunların hepsi ateisttir, imansızdır. Uçurumun en dibine gelmişlerdir. Sizleri doğru yoldan çekip çıkararak imansız Bolşevikler yapmak istiyorlar. Bunların sopayla defedilmesi gerekmektedir.”

Subhi yoldaş, histerik yakarmaları dinene kadar bekledi ve tekrar yerini alarak bir dinin temsilcisi olmasına rağmen inancının doğruluğunu kanıtlayabilecek bilimsel, ikna edici tek bir gerçeği bile dile getiremeyen ve getiremeyecek olan, bağırıp çağıran mollayı işaret etti ve karakteristik coşkunluğuyla devam etti:

“Yoldaşlar, dinî inanç perdesi ardına bürünüp halkı arsızca kandıran bu gibi karşı-devrimci düzenbazlara karşı devrimin nihai sözü, kafaya tek bir kurşun olacaktır!”

Son sözler, molla bilincini kaybedip yere düştüğü anın neredeyse ramağında söylenmişti. Bir iki kişi, onu kalabalığın arasından çekip çıkardı.

Subhi yoldaşın faaliyeti, Sovyet ve parti inşasının birçok yönünü etkiledi. Onun 1919 yazında Kırım'daki kısa konaklayışı Kırım Cumhuriyeti tarihinde parlak bir iz bıraktı. Haziran 1919 sonlarında Kızıl Ordu, geçici süreliğine Kırım yarımadasını terk etti. Ayrıca Subhi yoldaş da Kırım'dan ayrıldı.

Bir buçuk yıl geçti. Ocak 1921'de Mustafa Subhi, 16 komünistle birlikte muteber amaçlarını yerine getirmek için, yurtlarının emekçilerinin kapitalist kölelikten kurtulması için Kafkaslar'dan Türkiye'ye yola çıktı. 1920 devrimi sonrası iktidara gelen Türk burjuvazisi, Subhi yoldaşın [ülkeye] girmesine izin verdi. Ama bu benzersiz bir ihanetti. Komünistlerin Türk topraklarına ayak basmasından itibaren kendilerine karşı provokasyonlar başladı. Türk burjuva milliyetçileri komünistlere karşı her yerde suçlu çeteleri diktiler. Polis, bir eliyle peşlerine katil takıyor, diğeriyle “koruyor”du. Hükûmet seçkinleri de aynı şekilde davranıyordu.

Komünistler Trabzon'a vardığında onları limana yönlendirdiler, silahsızlandırıp birkaç altıpatlarlarını da aldılar ve zorla onları bir takaya yerleştirdiler. Taka derhal yola çıktı. Arkalarından silahlı adamlarla dolu başka bir taka geldi. Komünistler bağlanıp vahşice süngülendi ve denize atıldılar.

Ertesi gün Türk hükûmetinin gazetesi "Türkiye'de ölüm cezası yok" başlığıyla komünistler grubunun ölümüne ithafen ikiyüzlü bir makale çıkardı.

Nitekim Türk burjuvazisi, Türk ulusunun en iyi evlatlarını, içlerinden en bilge ve parlak zihinli olanını katletti: Mustafa Subhi.

Kırım'da Mustafa Subhi ismini taşıyan sokaklar, (Simferopol'da) sinema salonları, (Kerç'te) kulüpler, (Yalta'da) sanatoryumlar, (Kuybışev rayonunda) kolhozlar ve diğer kuruluşlar vardır.

Tutarlı bir Marksist ve büyük bir devrimci, yetenekli hatip, örgütçü ve yazar Mustafa Subhi yoldaşın Komintern'in sancağını yüklerde taşıyan parlak anısı, Kırımlı emekçilerin yüreklerinde mukaddes bir yere yerleşmiştir.

İ. Nuriyef

[Kaynak: “Mustafa Subhi”. Nuriyev, İ. “Sovyet Kırımı için can verenlerin anısına, 1918-1920: Makaleler ve Hatırat Derlemesi” [“МУСТАФА СУБХИ”. Нуриев, И. “Памяти павших за Советский Крым. 1918-1920: сборник статей и воспоминаний". государственное издательство крымской АССР. 1940. SS: 49-55.]

Dipnotlar:
[1] Pyotr Andreyeviç Pavlenko (29 Haziran [yeni takvimle 11 Temmuz] 1899 – 16 Haziran 1951): Rus kökenli Sovyet yazarı, 1920'den itibaren SBKP üyesi. 1924-1927'de Türkiye'de bulundu, ilk hikâyeleri Doğu halkları ile ilgiliydi. Sanatın çeşitli dallarında eserler verdi, Kış Savaşı'nda ve Büyük Yurtseverlik Savaşı'nda yer aldı. Yüksek Sovyet'te çalıştı, çeşitli madalya ve nişanlar aldı. Hakkında daha geniş bilgi ve eserleri için bkz: Publ.

[2] “Mustafa Subhi / Türk, 1919'da Simferopol'da Beyaz Muhafızlarca baş aşağı asıldı” (“Мустафы Субхи, / турка, повешенного белогвардейцами вниз головой в Симферополе в 1919 голу”)

[3] Giresun'da doğdu, aslen Samsunlu.

[4] Babası Ali Rıza Özütürk hakkında bkz: “Mustafa Suphi'nin Babası Ali Rıza Bey'in Hikayesi”. Birinci, Ali. “Mete Tunçay'a Armağan”. Koraltürk, Murat. (der.) / Bora, Tanıl. (der.) / Alkan, Mehmet Ö. (der.) İletişim Yayınları. 1. Baskı, Haziran 2007.

[5] Gerçekte eğitim hayatı Kudüs, Şam, Erzurum (orta öğrenim), İstanbul Hukuk Mektebi ve ardından Sorbonne'dur.

[6] Bu doğru bir iddia değil, aksine Mustafa Suphi erken dönem faaliyetlerinde Paris'te öğrenciyken İTC'nin yayını Tanin'de muhabirlik yaptı ve Türk Büyükelçiliğince fonlanan Osmanlı Talebe Birliği'nin yöneticiliğini yaptı. Bir Fransız raporuna göre bu birliğin kimi üyeleri muhalifleri denetlemekle görevliydi, konuyla ilgili bkz: "Bolşevizm ve Doğu: Mustafa Suphi'nin Türkiye Komünist Partisi 1918-1921" (1977). Dumont, Paul. Birikim. Mart 1980. Sayı: 60. Sayfalar: 38-55 [38]; Mustafa Suphi'nin aleni olarak liberal görüşleri savunduğu erken dönem yazıları için bkz.: İlk Yazılar 1. Cilt (1908-1910). Suphi, Mustafa. Amaç Yayınları. 1. Baskı, 1989 [maalesef dilce sadeleştirilmiş olan bu eserin yine maalesef devamı gelmedi].

[7] Yazara göre Türkçü, hatta kısmen pan-Türkist olan İfham, sosyalist basından!

[8] “Türkiye'nin Menfaat ve Selâmeti”. Subhi, Mustafa. İkbal. 27 Temmuz 1914.

[9] Bir yere kadar orijinal metin ve Rusça çeviri uyumludur, lakin orijinal metinde "[…]" daha farklıdır, burada yazarın çevirdiği şekli aldık. "Söylediklerimin hepsini özetlersem" kısmı ise orijinal metindeki alıntıyı aldığımız yerde olmadığından yazarın yazdığı yerden çevirdik, Suphi'nin adı geçen makalesinden orijinal alıntı için bkz: Türkiye Komünist Fırkası'nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi – Türkiye Komünistlerinin Rusya'da Teşkilâtlanması (1918-1921). Aslan, Yrd. Doç. Dr. Yavuz. Türk Tarih Kurumu Basımevi. 1. Baskı, 1997. Ankara. Sayfa: 17.

[10] Gerçek daha farklı: savaşın başlaması ve Osmanlı'nın Rusya'ya karşı savaşa girmesiyle Mustafa Suphi de ajanlık şüphesinden dolayı Kaluga'ya sürüldü ve burada devrimci faaliyeti yüzünden tutuklanmadı, aksine tutuklanıp buraya, oradan da Urallar'a sürüldükten sonra devrimcilerden etkilenip (1915) sosyalist oldu. Tam olarak Bolşevik olma tarihini bu tarih olarak kabul etmeyenler, başta sol-SR tarzı bir çizgiye yakın olduğu, daha sonradan Bolşevik olduğu tahminlerini yapanlar da var. Bunların temel argümanları 1918'deki Türk Sol-Sosyalist ve Komünistler Konferansı'dır. Ama Paul Dumont'un konferansa dair verdiği bilgiler neticesinden çıkan sonuç (bkz: Dumont, Paul. agm.) bu konferansın Moskova'dan gelen mümkün olan her sosyalisti ortak platformda birleştirme talebinden dolayı böyle geniş çerçeveli tutulmuşluğudur (ki Dumont, bu konferansın sonunda fikir ayrılıklarından dolayı pek de başarılı geçemediğini belirtir).

[11] Mustafa Suphi'nin Manifesto çevirisi yarım kalmış, tamamlanamamıştır. Mustafa Suphi'nin çevirisini yazdığı yarım defteri yıllar sonra Mete Tunçay elde etmiştir. Eğer Suphi bu çeviriden başka bir çeviriye daha girişip o çeviriyi bitirmişse de, bu konuda bir bilgimiz yok. Dumont, bu eserlerden başka Lenin'in Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü Üzerine Görüşleri, Buharin ve Preobrajenski'nin Komünizmin Alfabesi gibi eserler de dâhil “on kadar broşür çevrildiğini bildirmektedir (agm). Mete Tunçay, Eylül 1920'ye kadar 12 kitabın çevrildiğini, bunların dördünün basıldığını sekizinin basılmakta olduğunu, 5 kitabın ise çevirisi üzerinde çalışıldığını belirtip şu listeyi vermektedir (kaynak: age. Sayfa: 332/DN 169.): a) Basılanlar: "Lenin'in Tercüme-i Hali" ["Zinovyev'in bir nutkundan iktibas olunmuştur", “Yeni Dünya gazetesinin ilâvesidir"], "Şûralar Hükûmeti Nedir" [V. A. Kabrinski], "Komünist (Bolşevik) Programı", "Burjuvazi Demokrasyası ve Proletarya Diktatörlüğü" [Lenin], b) Çevrilen ve basılmakta olanlar: "Kanunuesasî", "Komünist Programının Şerhi", "Komünist Beyannamesi (Manifest)", "Say ve Sermaye", "Bolşevizm Nedir" [Almancadan çeviren Türkiye İştirakiyun 'Komünist' Teşkilâtı], "Kırmızı Ordu Kıtaatı", Fırka Hücreleri Talimatnamesi", "Çocuk Dostu; Mektebe Kadar Terbiye Müesseseleri Talimat ve Programlarıdır") Çevirisi devam eden eserler: "Komünizm Elifbası" [Buharin-Preobrajenski, Azerbaycan Merkezî Matbuat İdaresinin Türk Şubesi Neşriyatı], "Hükûmet ve İnkılâp", "Altına İbadet", "Büyük Başlangıç", "Enternasyonal Tarihi", "Mahkeme ve Sosyalizm Kanunuesasîsi"; Ayrıca Dumont bu çeviri kurulunun başında İttihatçı Küçük Talat'ın olduğunu ve "işini sadık bir şekilde yaptığını" da belirtiyor (bu gibi İttihatçıların TKP'ye nasıl kabul edilmek zorunda kalındığını Dumont aynı makalede kısa ve öz olarak da açıklıyor, agm.). Buna karşılık, dediğimiz gibi ortada direkt olarak Suphi'nin yaptığı bir Manifesto çevirisi vardır. Suphi'nin iyi Fransızca ve az biraz Rusça bildiğini de hesaba katarsak (bkz: "Ölümsüz Savaşçı Mustafa Suphi"), tüm çevirileri Küçük Talat'ın yapmadığını farz edebiliriz. Son olarak tekrar Manifesto çevirisine değinmek gerek, Suphi yarım çevirisini 1919'da bırakmıştır ama 1920 Eylül'ünde hâlihazırda çevrilmiş ve basılmayı bekleyen bir Manifesto çevirisi daha vardır. Mete Tunçay'ın “Manifesto'nun çevrilmesi tamamlanmadı" iddiası ne derece kesindir, buna ne derece kesin gözüyle bakılacağı bilinemez bizce. Çevirisini Suphi yapmasa bile, Suphi'nin yarım çevirisi ile Şefik Hüsnü'nün tam çevirisi arasında (Suphi veya değil) birisinin bir çeviri yapıp basmadığı ne derece kesindir? Dediğimiz gibi bizce bu konuda kesin olarak varsayımda bulunulamaz.

[12] Değil KEYK'ye seçilmek, Suphi oy hakkı olan delegelerden bile değildi. Sadece Komintern 1. Kongresi'nde bir konuşma yaptı. Suphi'yi Komintern ilk kongresinde Komünist Enternasyonal dergisinde delegelerin çıkan toplu fotoğrafında Troçki'nin sağında (bakana göre solda kalıyor) görebiliriz.

[13] Burada geçen olayın tamamı çok ilginçtir zira Mustafa Suphi, "Doğu Halkları 1920 Kurultayı Delegesi Anketi"ne verdiği cevaplarda din kısmının karşısına “İslam” yazmıştır (bkz: "Mustafa Suphi'ler – Şahsi Dosyası – Değerlendirmeler – Anmalar". Aziz, Rüstem (der.). Sosyal Tarih Yayınları. 1. Baskı, Ocak 2009. Sayfa: 22., ayrıca Suphi doğum yerine de [genelde Giresun diye bilinmesine rağmen] Samsun yazmıştır), bu yukarıdaki bilgiyle ankette bariz bir antagonistik çelişki vardır. Buradan iki sonuç çıkmaktadır:

a) Mustafa Suphi din kısmına yazarken kökeni yazmıştır, yani Türk-Sünni kökenli olmak babında köken belirtmiştir ama ateisttir. Bu yine de, Rusya'nın Müslüman halkları için faaliyet yürütmesine engel olmamıştır ve belki de biraz da bu yüzden M. Suphi ankette din sorusuna “İslam” yazmıştır.

b) Bu tanıklık uydurma bir olaydır.

Yine de (her ne kadar mevzu bahis dönemde uygulanan politikayı etraflı bilmesek de), Sovyetler'in yörede anti-din faaliyeti yapması (daha doğrusu, Sovyetler'e bağlı olan Tatar Bolşevikler'in kendi iradeleriyle yapması) pek imkânsız durmuyor (o dönem Müslüman sosyalistlerinin ve komünistlerinin [ve hatta kimi Tatar batıcı aydınlarının] bir kısmında radikal bir din karşıtlığı vardı ve bu konuda kimi sol-oportünist hatalar o dönem işlendi). Dahası, Suphi bir kurguyla anılacaksa bunu din üzerinden bir örnekle anlatmanın kazancı ne derece olabilir?

Ben kesin olarak bilemeyeceğimizi belirtmekle birlikte, birinciye inanılabileceğini düşünüyorum. Eğer bu birincideki gibi bir olaysa, Paul Dumont'un yukarıda zikrettiğimiz yazısındaki “Suphi'nin de dâhil Türkiyeli komünistlerin program hazırlığındaki dine hassasiyetinin sadece toplumsal tepkiden değil, aynı zamanda bir nebze bireysel ilişkiden de doğduğu” şeklindeki varsayımı çürümüş olabilir. Bu tanıklık çok önemli bir tanıklıktır (Suphi hakkında kendisinin verdiği beyandan bile daha önemlidir belki de!) zira bir konuyu tamamen çözüme bağlayabilir ve akla şu yeni soruyu getirir: Acaba ne zamandan beri? Yine de mevcut durumda bu tanıklık, bir çözüm yaratacak kadar kuvvetli değildir.

Bu arada ankete değinmişken bir hususu daha belirtmekte fayda var: Suphi anketi doldururken devrimci harekete katılışını 1906 olarak yazıyor ve Türkiye, Fransa ve Rusya'da devrimci harekete iştirak ettiğini iddia ediyor. Eğer ki burada kastettiği şey “1908 Devrimi” ise bu, bir nebze anlaşılabilir. Ama Suphi Fransa'da 1908 sonrası görülüyor (bkz: Dumont, agm). Suphi'nin tezini 1910'da teslim edişini kıstas alırsak, Suphi'nin 1909 sonrasında da İTC'yi (kendisi kopana kadar) meşru görüp görmediği [yani İTC'nin muhalefete ve halka karşı kendi kazanımlarıyla elde ettikleri hakları geri almak şeklinde saldırısı ve 1908'in meşru tabanını yitirmesi sonrası] şeklinde karmaşık bir sorun ortaya çıkıyor; dahası burada Suphi'nin koyu bir anti-İttihatçı olduğunu da hesaba katarsak (ki kimileri onun komünistliğini bu koyu anti-İttihatçılığına bağlıyor ve komünistliğini güç kazanmak için bir oyun olarak nitelendiriyor!) mesele daha da karmaşıklaşıyor. Üstelik üstte bahsettiğimiz yazılarından da görülebileceği üzere kendisi, hâlen daha dönemin burjuva-liberal bir Osmanlı aydınıdır. Yani bu koşullarda “Suphi 1908'i ve İTC'den sonraki dönemini bir çeşit (burjuva-milliyetçi) devrimcilik olarak mı görüyor?” şeklinde bir soru beliriyor. Eğer ki bunu görmüyorsa, yani Suphi 1906'dan beri sosyalist devrimci mücadelede olduğunu iddia ediyorsa o zaman tamamen yalan söylüyordur. Ama tarih ilginçtir, yani tarihi 1906'ya kadar çekmesi ilginç bir muammadır. Sonuç olarak Sovyet tarihçilerinin “Suphi Türkiye'de ve Fransa'dayken de devrimciydi” görüşü, kuru bir propagandadan ziyade, Suphi'den doğan bir yanlış bilgilendirme de olabilir. Ama mesela bu sefer de, bu örnekteki gibi, erken dönem yazılarından kimi alıntılar yapılıp onu kendilerine uyarlamaya çalışmaları, şu gerçeği de ortaya çıkarıyor: Suphi'nin komünist olmadan önceki görüşleriyle de tanışmışlar, buna karşın bilerek kendileri bu kurguyu üretiyorlar. Nitekim, Jean Jaures'le ahbaplık-tanışlık, Osmanlı Sosyalist Fırkası'na üyelik (Bse) gibi şeyleri Suphi yazmadı.