16 Mayıs 2025

,

Türk Gericiliğinin Kanlı Zulmü


28 Ocak’ı 29 Ocak’a bağlayan gece, bir gemi gizlice Trabzon şehrinden ayrıldı. İnsanların ellerindeki meşalelerle aydınlanan o gecede hüzünlü bir cenaze töreni gerçekleştirildi. Karadeniz’in sularına çiçek buketleri atıldı. Türk işçi sınıfı, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını bu şekilde andı.

30 yıl önce 28-29 Ocak 1921’de Türk gericiliği, Trabzon’da en karanlık zulümlerinden birinin altına imza attı. Türk halkının sadık evladı, halkın saadeti için cesaretle dövüşen bir savaşçı ve Türkiye Komünist Partisi’nin örgütçüsü Mustafa Suphi, vahşice katledildi. Suphi ve eşi yanında Türkiyeli işçilerin davası için dövüşen, aralarında Ethem Nejat, İsmail Hakkı, Hilmioğlu Hakkı, Kazım Ali ve Hayreddin gibi isimlerin bulunduğu 13 cesur savaşçı, alçakça öldürüldü.

Mustafa Suphi, 1883 yılında doğdu. Gençlik yıllarında Marksizmle tanışan Suphi, işçi hareketine iştirak etti. Türk gericiliğinin baskısıyla yüzleşince vatanını terk etmek zorunda kaldı.

Mustafa Suphi, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’ni büyük sevinçle karşıladı, çünkü o, bu tarihsel olayın tüm dünya halklarının, özelde uzun zamandır çile çeken Türk halkının kaderini nasıl etkileyeceğini iyi biliyordu.

Suphi, Müslüman halkların politik eğitimi konusunda kapsamlı bir çalışma yürüttü. Lenin ve Stalin’in 20 kadar önemli çalışmasını Türkçeye kazandırdı.

Ocak 1921’de Kemalist hükümet, Mustafa Suphi’yi Türkiye’ye davet etti. Vatanlarına sevda ile bağlı olan, Türk halkının İngiliz-Fransız emperyalistlerine ve Yunan uşaklarına karşı verdiği kurtuluş mücadelesinden yana olan Suphi ve yoldaşları, savaşan halkın yanında olmaya karar verdiler. Ama Mustafa Suphi ve diğer yurtseverler Trabzon’a vardıklarında, cellâtlar onları bir takaya bindirip açık denize götürdüler. O takada cellâtlar, yurtseverleri paramparça ettiler. Karadeniz, Türk halkının saadeti için dövüşen cesur savaşçılara mezar oldu.

Türk gericiliği, bu kanlı zulmü Amerikan hükümetinin özel temsilcisi General Harbord Ankara’dayken gerçekleştirdi. Bu iki olay arasındaki aleni ve dolaysız bağı görmek zor olmasa gerek.

Türk gericileri ve onların arkasında duran, Türkiye’yi askeri üsleri ve sömürgeleri hâline getirmek isteyen Amerikan-İngiliz emperyalistlerinin asıl derdi, Mustafa Suphi’yi ve Türkiye Komünist Partisi’nin öne atılmış olan, hayatlarını Türk halkının hürriyetine ve bağımsızlığına adayan evlatlarını yok etmekti.

Türk gericiliği, bu işlediği suçun komünist partinin ektiği çiçeği söküp atacağını, ülkedeki demokratik hareketi yok edeceğini umdu. Ama yanlış hesap Bağdat’tan döndü. Ölen yoldaşların yerini, yok edilmesi mümkün olmayan yeni savaşçılar aldı. Çünkü hürriyet ve haysiyet için dövüşen savaşçıları doğurmuş bir halkı yok etmek imkânsızdı. Türk işçileri, Türkiye’nin bağımsızlığı için dövüşen devrimci enternasyonalist ve savaşçı olarak Mustafa Suphi’nin hatırasını kalplerinde ilelebet muhafaza edecektir.

Türk gericiliğinin kanlı eylemlerini, işçilere, köylülere, milli azınlıklara yönelik acımasız politikalarını ifşa eden Suphi şunları söylüyordu:

“Düşmanın kurnaz ve hilekâr olduğunu asla unutmamamız lazım. Türk gericiliği, İngiliz ve Amerikan bankalarındaki kasalardan para alma umudunu hiçbir zaman yitirmedi. Bu gericiler, Batılı emperyalistlerle anlaşma yapmaya ve Türk halkının çıkarlarını masada satılığa çıkartmaya hazırdırlar. […] Dün ülkeyi Wilhelm’in Almanya’sına satanlar, bugün de onu İngiltere’ye satıyorlar. Yarın da Amerikalılara satacaklar.”

Bugün Türk gericiliğinin ülkeyi Amerikan emperyalistlerine sattığı koşullarda, Suphi’nin bu sözleri güncelliğini hâlen daha koruyor.

Bugün Türkiye’nin iç ve dış siyasetini Vaşington belirliyor. Okyanus ötesinden gelen emirleri itaatkâr bir üslupla yerine getiren Türk hükümeti, Akdeniz bloğunun derme çatma bir biçimde bir araya getirildiği sürece katkı sunuyor. Saldırı amaçlı bu bloğun inşası doğrultusunda, Mart 1950’de İtalya ile anlaşma imzalayan Türkiye, Tito’nun paralı askerleriyle, Amerika’nın savaş tellâllarıyla ve İsrail’deki gerici çevrelerin temsilcileriyle müzakereler yürüttü. Türk basını Amerikalılaştı ve bu basın, Sovyetler Birliği’ne iftira atma işini üstlendi, parodi hâlini almış demokrasinin yaşandığı koşullarda yozlaşmış olan basın, barış destekçilerine saldırdı. Türkiye, bir dizi eşitsiz hüküm içeren, ülkeyi köleleştiren anlaşmalarla birlikte Amerika’nın savaş arabasının arkasına bağlandı.

Bu gerçeklik, Suphi’nin yıllar öncesinde dile getirdiği “İngiliz-Amerikan emperyalistleri Türkiye’ye kölelikten başka bir şey getirmeyecek. […] Türkiye, onların elinde oyuncak oldu. Bu emperyalistler, ülkeyi yeni askeri maceralara sürüklemeye, onu daha büyük bir belâyla yüzleştirmeye çalışıyorlar” ifadesini doğruluyor.

Kömür, demir, petrol, Türk tarımına ait en kıymetli hammaddeler ve ülkenin diğer zenginlikleri, Amerikalı emperyalistler eliyle yağmalanıyor. İnsan kaynakları dâhil tüm ülke kaynakları, New York Borsası’nın hizmetine sunuluyor. Emperyalistlerin 1919-1922 arası dönemde işgal ettikleri, bu işgal sürecinden halkının ortaya kahramanlık ve Sovyet halklarının özverili yardımı sayesinde kurtulan Türkiye, bugün sağcı düzen üzerinden Amerikan emperyalistlerinin Kore’nin hürriyete sevdalı halkını köleleştirme çabalarına aktif olarak katılıyor. Bugün New York Borsası adına binlerce Türk askeri Kore’de ölüyor.

Neticede Mustafa Suphi’nin şu uyarısının doğru olduğu görüldü:

“Türk işçileri, köylüleri ve askerleri, iktidarda olan, zenginlerin çıkarlarına hizmet eden, Türkiye’ye göz dikmiş emperyalist köpekbalıklarının çıkarları için çalışan kişilerin onların hayatlarını feda etmeye her daim hazır olduklarını asla unutmamalıdırlar.”

Amerikan ve Türk gericileri, askeri harcamaların o büyük yükünü halkın omuzlarını yükledi. Devlet bütçesinin yüzde altmışından fazlası, askeri ihtiyaçlar için harcanıyor. Ulusal borç, iki milyon doları buldu. Ülkenin altın rezervleri sürekli eriyor, vergilerin basıncı sınırlarını zorluyor.

Silahlanma yarışı, yoksulluk koşullarına mahkûm olan işçileri, zanaatkârları, küçük tüccarın daha da yoksullaşmasına neden oluyor. Türk işçilerinin hayatı, işletmelerin kapanması, eşi benzeri görülmemiş sömürü düzeyi ve yüksek işsizlik sebebiyle, gerçek bir felâketle yüzleşiyor.

Ülke ekonomisinin temelini teşkil eden tarım, giderek daha da harap oluyor. Türk köylüleri, askeri-feodal sömürünün ağırlığı altında çile çekiyorlar. Türk basınının aşağıya çektiği verilerde bile iki buçuk köylü ailenin 872 bininin toprak sahibi olmadığı görülüyor. Köylülerin önemli bir kısmı, asgari geçimlik üretimin bile yapılamadığı arazilere sahipler.

Yağmur ve Toprak dergisi, “Köylülerin toprak ağalarının kölesi olarak yaşadıklarını, kızı, atı, neyi varsa her şeyini ağaların insafına terk ettiklerini” söylüyor. Bugünlerde basında çıkan şu türden ilânları artık kimse şaşırtıcı bulmuyor: “Diyarbakır’da satılık köy”.

Açlık ve hastalık, işçilerin hayatında hiç eksik olmuyor. Her yıl ülkede yüz bin kişi, veremden ölüyor. Bebek ölümleri dört yüz bini bulmuş.

Amerikan edebiyatının, filmlerinin ve bisküvilerinin akın ettiği ülkede suç oranları hızla yükseldi. Millet dergisi, “okullarda Amerikan yaşam tarzının telkin edilmesi neticesinde okul öğrencileri arasında katil, suçlu, hırsız, kumarbaz, sarhoş sayısının iyice arttığını” söylüyor.

Okyanus ötesindeki efendilerinden iyilik görmek adına Türk gericiliği, barış destekçilerine darbe üstüne darbe indiriyor. İktidar çevreleri, barış mücadelesini en tehlikeli “suç” olarak kabul ediyorlar. Yeni bir savaş çıkmasın diye mücadele eden insanlar, uydurma suçlarla hapse atılıyorlar. Türk gazetelerinin sayfalarında ilerici isimlerin yargılandıkları davalara dair haberlere yer veriliyor. Bu isimler, yozlaşmış yöneticilerin ülkeyi sürükledikleri açmazdan kurtulmak için uğraşıyorlar.

Gericiler, komünist faaliyetlerin ölüm cezasıyla cezalandırılmasını öngören bir yasanın çıkartılmasını istediler. Buradan da anlıyoruz ki ülkeyi yönetenlerin altındaki toprak alev alev yanıyor.

Gericiliğin onca zulmüne rağmen Türk işçileri, Amerikan emperyalistlerinin ülkeyi tümden köleleştirmesi tehlikesinin bilincine varıyorlar. Türk halkı, Mustafa Suphi’nin insanın zihnine işleyen sözlerindeki hakikate giderek daha fazla ikna oluyor: “İngiliz-Amerikan emperyalistleri Türk halkının gerçek düşmanıdır. Her kim ki Türkiye’yi Amerika’nın mandası yapmak istiyor o Türk değil, Türklerin ezeli düşmanıdır.”

Türk halkı, ülkelerinin köleleştirme gayretiyle veya gıda yardımıyla, yabancı işgalcilere ait bir yarı sömürgeye dönüştürülmesine hiçbir zaman rıza göstermemiştir.

O. Gurov
Pravda
gazetesi Sayı 31
31 Ocak 1951

0 Yorum: