28
Ocak’ı 29 Ocak’a bağlayan gece, bir gemi gizlice Trabzon şehrinden ayrıldı. İnsanların
ellerindeki meşalelerle aydınlanan o gecede hüzünlü bir cenaze töreni
gerçekleştirildi. Karadeniz’in sularına çiçek buketleri atıldı. Türk işçi
sınıfı, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını bu şekilde andı.
30
yıl önce 28-29 Ocak 1921’de Türk gericiliği, Trabzon’da en karanlık
zulümlerinden birinin altına imza attı. Türk halkının sadık evladı, halkın
saadeti için cesaretle dövüşen bir savaşçı ve Türkiye Komünist Partisi’nin
örgütçüsü Mustafa Suphi, vahşice katledildi. Suphi ve eşi yanında Türkiyeli
işçilerin davası için dövüşen, aralarında Ethem Nejat, İsmail Hakkı, Hilmioğlu
Hakkı, Kazım Ali ve Hayreddin gibi isimlerin bulunduğu 13 cesur savaşçı, alçakça
öldürüldü.
Mustafa
Suphi, 1883 yılında doğdu. Gençlik yıllarında Marksizmle tanışan Suphi, işçi hareketine
iştirak etti. Türk gericiliğinin baskısıyla yüzleşince vatanını terk etmek
zorunda kaldı.
Mustafa
Suphi, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’ni büyük sevinçle karşıladı, çünkü o, bu tarihsel
olayın tüm dünya halklarının, özelde uzun zamandır çile çeken Türk halkının
kaderini nasıl etkileyeceğini iyi biliyordu.
Suphi,
Müslüman halkların politik eğitimi konusunda kapsamlı bir çalışma yürüttü.
Lenin ve Stalin’in 20 kadar önemli çalışmasını Türkçeye kazandırdı.
Ocak
1921’de Kemalist hükümet, Mustafa Suphi’yi Türkiye’ye davet etti. Vatanlarına sevda
ile bağlı olan, Türk halkının İngiliz-Fransız emperyalistlerine ve Yunan
uşaklarına karşı verdiği kurtuluş mücadelesinden yana olan Suphi ve yoldaşları,
savaşan halkın yanında olmaya karar verdiler. Ama Mustafa Suphi ve diğer
yurtseverler Trabzon’a vardıklarında, cellâtlar onları bir takaya bindirip açık
denize götürdüler. O takada cellâtlar, yurtseverleri paramparça ettiler.
Karadeniz, Türk halkının saadeti için dövüşen cesur savaşçılara mezar oldu.
Türk
gericiliği, bu kanlı zulmü Amerikan hükümetinin özel temsilcisi General Harbord
Ankara’dayken gerçekleştirdi. Bu iki olay arasındaki aleni ve dolaysız bağı
görmek zor olmasa gerek.
Türk
gericileri ve onların arkasında duran, Türkiye’yi askeri üsleri ve sömürgeleri
hâline getirmek isteyen Amerikan-İngiliz emperyalistlerinin asıl derdi, Mustafa
Suphi’yi ve Türkiye Komünist Partisi’nin öne atılmış olan, hayatlarını Türk
halkının hürriyetine ve bağımsızlığına adayan evlatlarını yok etmekti.
Türk
gericiliği, bu işlediği suçun komünist partinin ektiği çiçeği söküp atacağını,
ülkedeki demokratik hareketi yok edeceğini umdu. Ama yanlış hesap Bağdat’tan
döndü. Ölen yoldaşların yerini, yok edilmesi mümkün olmayan yeni savaşçılar
aldı. Çünkü hürriyet ve haysiyet için dövüşen savaşçıları doğurmuş bir halkı
yok etmek imkânsızdı. Türk işçileri, Türkiye’nin bağımsızlığı için dövüşen devrimci
enternasyonalist ve savaşçı olarak Mustafa Suphi’nin hatırasını kalplerinde
ilelebet muhafaza edecektir.
Türk
gericiliğinin kanlı eylemlerini, işçilere, köylülere, milli azınlıklara yönelik
acımasız politikalarını ifşa eden Suphi şunları söylüyordu:
“Düşmanın kurnaz ve
hilekâr olduğunu asla unutmamamız lazım. Türk gericiliği, İngiliz ve Amerikan bankalarındaki
kasalardan para alma umudunu hiçbir zaman yitirmedi. Bu gericiler, Batılı
emperyalistlerle anlaşma yapmaya ve Türk halkının çıkarlarını masada satılığa
çıkartmaya hazırdırlar. […] Dün ülkeyi Wilhelm’in Almanya’sına satanlar, bugün
de onu İngiltere’ye satıyorlar. Yarın da Amerikalılara satacaklar.”
Bugün
Türk gericiliğinin ülkeyi Amerikan emperyalistlerine sattığı koşullarda, Suphi’nin
bu sözleri güncelliğini hâlen daha koruyor.
Bugün
Türkiye’nin iç ve dış siyasetini Vaşington belirliyor. Okyanus ötesinden gelen
emirleri itaatkâr bir üslupla yerine getiren Türk hükümeti, Akdeniz bloğunun
derme çatma bir biçimde bir araya getirildiği sürece katkı sunuyor. Saldırı
amaçlı bu bloğun inşası doğrultusunda, Mart 1950’de İtalya ile anlaşma
imzalayan Türkiye, Tito’nun paralı askerleriyle, Amerika’nın savaş
tellâllarıyla ve İsrail’deki gerici çevrelerin temsilcileriyle müzakereler yürüttü.
Türk basını Amerikalılaştı ve bu basın, Sovyetler Birliği’ne iftira atma işini
üstlendi, parodi hâlini almış demokrasinin yaşandığı koşullarda yozlaşmış olan basın,
barış destekçilerine saldırdı. Türkiye, bir dizi eşitsiz hüküm içeren, ülkeyi
köleleştiren anlaşmalarla birlikte Amerika’nın savaş arabasının arkasına
bağlandı.
Bu
gerçeklik, Suphi’nin yıllar öncesinde dile getirdiği “İngiliz-Amerikan
emperyalistleri Türkiye’ye kölelikten başka bir şey getirmeyecek. […] Türkiye,
onların elinde oyuncak oldu. Bu emperyalistler, ülkeyi yeni askeri maceralara
sürüklemeye, onu daha büyük bir belâyla yüzleştirmeye çalışıyorlar” ifadesini
doğruluyor.
Kömür,
demir, petrol, Türk tarımına ait en kıymetli hammaddeler ve ülkenin diğer
zenginlikleri, Amerikalı emperyalistler eliyle yağmalanıyor. İnsan kaynakları
dâhil tüm ülke kaynakları, New York Borsası’nın hizmetine sunuluyor.
Emperyalistlerin 1919-1922 arası dönemde işgal ettikleri, bu işgal sürecinden
halkının ortaya kahramanlık ve Sovyet halklarının özverili yardımı sayesinde
kurtulan Türkiye, bugün sağcı düzen üzerinden Amerikan emperyalistlerinin Kore’nin
hürriyete sevdalı halkını köleleştirme çabalarına aktif olarak katılıyor. Bugün
New York Borsası adına binlerce Türk askeri Kore’de ölüyor.
Neticede
Mustafa Suphi’nin şu uyarısının doğru olduğu görüldü:
“Türk işçileri, köylüleri ve
askerleri, iktidarda olan, zenginlerin çıkarlarına hizmet eden, Türkiye’ye göz
dikmiş emperyalist köpekbalıklarının çıkarları için çalışan kişilerin onların hayatlarını
feda etmeye her daim hazır olduklarını asla unutmamalıdırlar.”
Amerikan
ve Türk gericileri, askeri harcamaların o büyük yükünü halkın omuzlarını
yükledi. Devlet bütçesinin yüzde altmışından fazlası, askeri ihtiyaçlar için
harcanıyor. Ulusal borç, iki milyon doları buldu. Ülkenin altın rezervleri
sürekli eriyor, vergilerin basıncı sınırlarını zorluyor.
Silahlanma
yarışı, yoksulluk koşullarına mahkûm olan işçileri, zanaatkârları, küçük
tüccarın daha da yoksullaşmasına neden oluyor. Türk işçilerinin hayatı,
işletmelerin kapanması, eşi benzeri görülmemiş sömürü düzeyi ve yüksek işsizlik
sebebiyle, gerçek bir felâketle yüzleşiyor.
Ülke
ekonomisinin temelini teşkil eden tarım, giderek daha da harap oluyor. Türk köylüleri,
askeri-feodal sömürünün ağırlığı altında çile çekiyorlar. Türk basınının aşağıya
çektiği verilerde bile iki buçuk köylü ailenin 872 bininin toprak sahibi
olmadığı görülüyor. Köylülerin önemli bir kısmı, asgari geçimlik üretimin bile
yapılamadığı arazilere sahipler.
Yağmur
ve Toprak dergisi, “Köylülerin toprak ağalarının kölesi olarak
yaşadıklarını, kızı, atı, neyi varsa her şeyini ağaların insafına terk ettiklerini”
söylüyor. Bugünlerde basında çıkan şu türden ilânları artık kimse şaşırtıcı
bulmuyor: “Diyarbakır’da satılık köy”.
Açlık
ve hastalık, işçilerin hayatında hiç eksik olmuyor. Her yıl ülkede yüz bin kişi,
veremden ölüyor. Bebek ölümleri dört yüz bini bulmuş.
Amerikan
edebiyatının, filmlerinin ve bisküvilerinin akın ettiği ülkede suç oranları
hızla yükseldi. Millet dergisi, “okullarda Amerikan yaşam tarzının
telkin edilmesi neticesinde okul öğrencileri arasında katil, suçlu, hırsız,
kumarbaz, sarhoş sayısının iyice arttığını” söylüyor.
Okyanus
ötesindeki efendilerinden iyilik görmek adına Türk gericiliği, barış
destekçilerine darbe üstüne darbe indiriyor. İktidar çevreleri, barış
mücadelesini en tehlikeli “suç” olarak kabul ediyorlar. Yeni bir savaş çıkmasın
diye mücadele eden insanlar, uydurma suçlarla hapse atılıyorlar. Türk gazetelerinin
sayfalarında ilerici isimlerin yargılandıkları davalara dair haberlere yer
veriliyor. Bu isimler, yozlaşmış yöneticilerin ülkeyi sürükledikleri açmazdan
kurtulmak için uğraşıyorlar.
Gericiler,
komünist faaliyetlerin ölüm cezasıyla cezalandırılmasını öngören bir yasanın
çıkartılmasını istediler. Buradan da anlıyoruz ki ülkeyi yönetenlerin altındaki
toprak alev alev yanıyor.
Gericiliğin
onca zulmüne rağmen Türk işçileri, Amerikan emperyalistlerinin ülkeyi tümden
köleleştirmesi tehlikesinin bilincine varıyorlar. Türk halkı, Mustafa Suphi’nin
insanın zihnine işleyen sözlerindeki hakikate giderek daha fazla ikna oluyor: “İngiliz-Amerikan
emperyalistleri Türk halkının gerçek düşmanıdır. Her kim ki Türkiye’yi Amerika’nın
mandası yapmak istiyor o Türk değil, Türklerin ezeli düşmanıdır.”
Türk
halkı, ülkelerinin köleleştirme gayretiyle veya gıda yardımıyla, yabancı
işgalcilere ait bir yarı sömürgeye dönüştürülmesine hiçbir zaman rıza
göstermemiştir.
O. Gurov
Pravda gazetesi Sayı 31
31 Ocak 1951
0 Yorum:
Yorum Gönder