Blackshirts
& Reds: Rational Fascism & the Overthrow of Communism [“Kara
Gömlekliler ve Kızıllar: Rasyonel Faşizm ve Komünizmin Yıkılışı”] isimli bu
kitap, “demokratik kapitalizm”in fikriyatına teslim olmuş kişileri put kırıcı
görüşler edinmeye, serbest piyasa efsanesinin ortalığa yaydığı beylik lafları,
bunun yanında, sağ ve sol antikomünizmin inatçı varlığını sorgulamaya, sürekli
iftiralara uğrayan Kızılların ve diğer devrimcilerin tarih boyu ortaya
koydukları çabaları eleştirel bir açıdan değerlendirmeye davet ediyor.
Komünizmi
şeytanlaştıran politik yazının dili ve üslubu, tüm politik görüşlere bir
biçimde nüfuz ediyor. Faşizmi ve komünizmi yirminci yüzyılın iki önemli kitle
hareketi olarak aynı ölçüde kötü gören, onları totaliter ikizler olarak
denkleyen liberal ve muhafazakâr ideolojiyi bazı solcular bile içselleştirdiler.
Bu
kitap, faşizmle komünizm arasında teori ve pratik düzleminde, bilhassa
toplumsal eşitlik, özel sermaye birikimi ve sınıfsal çıkar meseleleri konusunda
hem geçmişte hem de bugün varolan büyük farklılıkları ortaya koymaya çalışıyor.
Politik
yazının dillendirip durduğu efsaneler, bir yandan da bizi Batı demokrasilerinin
ABD öncülüğünde her iki totaliter sisteme eşit yoğunlukta karşı çıktığına
inandırdı. Oysa aslında ABD’li liderler, tüm ömürleri boyunca dünyayı
şirketlerin yatırımları ve özel kâr sistemi için güvenli kılmaya çalışıp
durdular. Bu hedefe bağlı olan liderler, kapitalizmi korumak için faşizmi
kullandılar, bir yandan da demokrasiyi komünizmden kurtardıklarını iddia
ettiler.
Kitap
boyunca ben, kapitalizmin faşizmi nasıl yaydığını, ondan nasıl istifade
ettiğini, insanın içinde yaşadığı koşulların iyileşmesinde devrimin sahip
olduğu değeri, komünizm cephesinin imhasının sebep ve sonuçlarını, Marksizmin
ve sınıfsal analizin bugün de muhafaza ettiği geçerliliğini, şirketlerin
elindeki sınıfsal iktidarın kalpten, vicdandan yoksun niteliğini tartışıyorum.
Yüz
yılı aşkın bir zaman önce Sefiller isimli o muhteşem eserinde Victor
Hugo, bir avuç insanın büyük insan kitlelerine dayattığı zulmün o korkunç
gölgelerinden arınmış, sosyal adaletle tanımlı geleceğin gelip gelmeyeceğini
soruyordu. Bugünse bazı yazarlar, “tarihin sonu”nu ilan ettiler. Komünizmin
yıkılmasıyla birlikte alternatif sistemler arasında hüküm süren devasa
mücadelenin son bulduğunu söylediler. Kapitalizmin bütünsel, her yanı kuşatan
bir zafere ulaştığını iddia ettiler. Artık yakın gelecekte büyük dönüşümlere
tanık olunmayacaktı. Küresel serbest piyasa işlemeye devam edecekti. Bugün ne
görülüyorsa ileride de o olacaktı. Sınıf mücadelesi artık sona ermişti.
Dolayısıyla, artık Hugo’nun sorduğu soru cevaplanabilirdi: o bahsini ettiği
gelecek, umduğu şekliyle olmasa da gelmişti.
Bu
fikren zayıf olan tarihin sonu teorisini herkes kendince tefsir etti.
Şirketlerin kontrolündeki medya yorumcuları ve eleştirmenleriyle birlikte bu
söylemi benimsedi. Tarihin sonu, resmi dünya görüşü hâline geldi. Bu görüş,
yüksek mevkilerdeki kişilerin nesiller boyu dile getirdiği sözden farksızdı:
sınıflar arası mücadele, bugüne ait bir gerçeklik değil, modası geçmiş bir
anlayıştır. Zincirlerini kırmış olan kapitalizm yarın da varolacaktır. Neticede
gelecek, bugünü kontrol edenlere aittir.
Oysa
bu noktada asıl sormamız gereken soru şudur: bir geleceğimiz var mı?
Gezegenin
her zamankinden daha fazla risk altında olduğu koşullarda, sınırsız kâr peşinde
koşup sınırlı olan ekolojik kaynaklarımızı yağmalayanları, kendi kazançları
için özgürlüklerimizi ortadan kaldıran, doğuştan gelen haklarımızı yok edenleri
gerçeklerle tanıştırmak gerekmektedir.
Tarih,
bize tüm muktedir elitlerin kendilerini doğal ve dayanıklı bir toplumsal düzenin
banileri olarak takdim etmeye çalıştıklarını söyler. Egemenler, iktidar ve
imtiyaz üzerine kurulu hiyerarşik yapıyı daimi kılmak adına doğayı yok ederler.
Tüm egemenler, alternatif görüşleri küçümserler, onlara karşı hoşgörüsüzdürler.
Hakikat,
gerçekte esasında bize zarar verip sadece kendilerine hizmet eden ama bir
yandan da topluma hizmet ediyormuş pozu kesenlerin rahatça yürüyemeyecekleri
bir yoldur. Umarım bu teorik çalışma, o büyük yalanı dirhem dirhem yok eder.
Kitab-ı Mukaddes’in de dediği gibi hakikat bizi özgürleştirmez ama o özgürleşme
yolunda atılan ilk önemli adımdır.
Michael Parenti
[Kaynak: Blackshirts & Reds: Rational Fascism & the Overthrow of Communism, City Lights Books, 1997, s. xiii-xiv.]
0 Yorum:
Yorum Gönder