Beslenme/Gıda
İnsanın
en temel ihtiyaçlarından biri, gıdadır. İnsanlık tarihi boyunca insanlar, gerek
avcılıkla, gerek araç gereçlerle, gerekse sanayinin gelişimi ve makineleşmeyle birlikte, gıda ve beslenme konusunda devrim niteliğinde bir süreç geçirmiştir.
Gıdanın
bizlere ulaşana kadar birçok yolu takip ediyor. Topraktan çiftçiyle başlayan bu süreç,
bir gıda olarak insanın tüketimine hazırlanıyor. Tarım tarafı bu şekilde.
Hayvancılıkta ise bin bir meşakkatle, hayvanın her şeyinden yararlanarak
emekçilerin elleriyle insanlara sunuluyor. Fakat burada değinilmesi gerekilen
bir husus var, kim bu gıdalara ne kadar ulaşabiliyor/alabiliyor? Zengin
insanlar, bu gıdalara, besinlere ulaşırken, fakir/yoksul halk ancak karnını
doyurmak için sofraya oturuyor.
Şu
örnek daha açıklayıcı olacak: Genel olarak sürekli karbonhidratlarla beslenen halk
(ekmek, şeker vd.) sağlık açısından sadece karnının açlığını yatıştırıyordur,
başka hiçbir faydası yok hatta zihni gerilettiğini bile bilimsel açıklamalarda
görebilirsiniz, peki gelelim zenginin durumuna: eti, sütü, çerezi sofrasından
eksik etmeyen zenginler, protein, vitamin vd. besin maddelerinden yeterince
aldığından, besine dayalı herhangi bir hastalık ortaya çıkmıyor. Fakir halk ise
sırf yeterli beslenemediği için özellikle evlatları birçok hastalığa
yakalanıyor.
Şöyle
bir örnek vermek gerekirse; Kırmızı et B12 vitamini açısından çok zengin bir
besin kaynağı, bu besinin yeteri miktarda alınamaması psikolojik sıkıntılara ve
daha birçok hastalığa sebep olabiliyor, zengin halk, bunu sofrasından eksik
etmezken, fakir halka bu koskoca nasipten hiçbir şey düşmüyor maalesef. Ve
bunun sonucunda besinden kaynaklı hastalıklar yoksul halkın peşini bırakmıyor
ve büyük sıkıntılara yol açabiliyor.
Barınma
Türkiye’de,
özellikle metropol şehirlerde barınma sorunu çok ciddi, çok kritik bir durumda.
Yükselen konut fiyatları ve buna yoksul ailelerin geçim sıkıntısı ve asgarî
ücret zulmü de eklenince yoksul halk gittikçe yoksullaşıyor ve hayat çekilmez
bir noktaya geliyor.
Müteahhitler
daha büyük kârlar peşinde koşuyorlar. Evi olurundan çok daha yüksek bir fiyata
satışa çıkarıyorlar. Geçim derdiyle uğraşan yoksul halk bir konutun hayalini
dahi kuramıyor. Yoksulluk sınırının altındaki maaşla geçinen asgarî ücretli
yoksullar, evinin ihtiyaçlarını dahi karşılayamazken, çocuk mu okutsun, yoksa
hayali ettiği sadece bir konut sahibi mi olsun?
Burada
bir anektodu anlatmadan geçemeyeceğim. Geçtiğimiz günlerde 53 yaşlarında işçi,
emekçi bir abi ile bir sohbetimiz oldu, dedikleri gerçekten de “el insaf”
dedirtiyor. Şu şekilde anlatmaya başladı:
“Bunun son 27 senesi aynı
firmada olmak üzere, tam 36 yıldır temizlik işçiliği yapıyorum. Aldığım maaş
halen asgarî ücret ve bir de emekli maaşım var, biri üniversite öğrencisi olmak
üzere 3 öğrencim var, nereye yetişeceğimi bilemiyorum. 36 yıldır çalışıyorum
halen ne bir evim var, ne de bir arabam var. Fakat bize işverenler, her ay kâr
marjı bandında evine ev, arabasına araba katıyor, biz işçiler ise yıllardır
sırf yol parası vermemek için işe ya yürüyerek ya da bisikletle gidip
geliyoruz, bir daire sahibi bile olamıyoruz. Bir dairem dahi yok, yok işte!”
Sohbeti
ettiğimiz işçi abinin yakınması gerçekten çok acı bir gerçeği ortaya koyuyordu.
Ve aklıma bahsini ettiğimiz abinin dediklerinden sonra TÜİK verilerine girip
konut ve motorlu araç sayılarına bakmak geldi. Sonuç mu, gelin birlikte
bakalım.
Ülkede
toplam konut sayısı TÜİK’in verilerine göre 2021 yılı itibariyle 25.329.833, (İşyerleri,
dükkânlar hariç, sadece bir ailenin yasayacağı, barınacağı daire) her sene
ortalama en az 600 bin konut yapıldığı söyleniyor. 2025 itibariyle de 28
milyondan fazla sadece barınmak için daire var. Tabii bunlar, sadece kayıtlı
resmi olanlar.
Ülkenin
nüfusu ise 2025 yılı itibariyle 85 milyon küsür, bu da demek oluyor ki her 3
kişiden birine bir daire düşüyor, evli çift ve hane demiyoruz, 3 kişiden birine
bu ülkede 1 daire düşüyor, peki gerçek öyle mi tabii ki hayır. Nüfusun %45’i
kiracı yani 42 milyon kişi kiracı, 3 kişiye bir daire düşen ülkede nüfusun
yarısı kiracı. Peki neden mi? Nedenini yukarıda bahsettiğimiz işçi abimiz
anlattı zaten.
Temel
ihtiyaç olan bir daire yerine, kimine 20 daire, kimine 50 daire, kimine 100
daire düşünce durum böyle oluyor. Bölüşüm ve paylaşımın olmadığı yerde
toplumsal felaketler başını alıp gider.
Sağlık
Ülkemizde
sağlık konusunda özellikle randevu sistemindeki olumsuzluklar birçok hastayı
mecburi bir şekilde özel hastaneye zorluyor, çünkü randevular ancak 1 aya
alınabiliyor, hatta bazı randevular 6 ayı buluyor, bir sene bile süren
randevular var. Bu nedenle, özel hastanelere gitmek zorunda bırakılan fakir
halk, borçla da olsa, mecburen özel hastanelere gidiyor. Sıkıntı, sadece bu da değil.
Sağlık sektörü, küresel kapitalizmin ve sermayenin istediği şekilde yön
aldığından ilaçlarla oynamalar, sahte ilaçlar, çaresi olduğu halde
kullandırtılmayan ilaçlar ve daha neler neler... Bu yüzden sağlık gibi bir
temel hak da özellikle fakir halk için lüks olmuş durumda maalesef.
Eğitim
Ülkemiz,
eğitim konusunda da maalesef çok kötü bir durumda fakat bizler, burada sadece
bir noktaya değineceğiz yoksa eğitimle ilgili birçok sıkıntılı durum mevcut
maalesef. Bizim burada değineceğimiz nokta, öğrenciler arasında “eğitimde
fırsat eşitsizliği”. Birçok öğrenci, özellikle fakir ailelerin öğrencileri,
eğitimde eşit anlamda fırsattan yararlanamıyor, bunun en büyük sebebi okulların
dersane adı altında özelleştirilmesi, sermayeye peşkeş çekilmesi. Zengin
ailelerin çocukları en iyi okullara giderken, fakir halkın çocukları sadece
devlet okullarıyla yetinebiliyor ancak.
Bir
de burada özel üniversitelere değinelim. Yine bir arkadaşın dilinden bir
anektodla açıklarsak, şöyle:
“Üniversite 1. sınıf
öğrencisiyim, İstanbul’da özel bir üniversitede 2 yıllık odyometri okuyorum ve
yıllık 180 bin lira sadece eğitim parası veriyorum, çünkü şehir dışına çıkarsam
barınma masrafı, beslenme masrafı, yol masrafı vs. derken dışarıda okumamın pek
bir anlamı kalmıyor burada çalışıyorum, en azından ailemle kalarak, bir işte
çalışıp, akşam da üniversiteye gidiyorum ve sadece İstanbul’da benim gibi dışarıdan
gelen on binlerce öğrenci var ve hepsi de fakir ailelerin çocuğudur. Onlar da
benim gibi düşünüp şehir dışına çıkamıyorlar.”
Bu
da eğitimde özelleştirmenin halini göz önüne seren başka bir durum. En azından beslenme,
barınma, sağlık, eğitim gibi önemli olan temel ihtiyaçlara ulaşmak imkânsız
değil, kolay yoldan herkesin edin(ebil)mesi gerekiyor. Sömürü çarkları tepedeki
bir avuç zengin için işliyor. O çarklar, yoksul halkın kanı ve teriyle dönüyor.
O zenginler semirsin diye yoksulun elindeki imkânlar daha da ufalıyor. Fukaranın
çilesi, bağrında çaresini de üretiyor.
Serhat Altın
30
Nisan 2025
0 Yorum:
Yorum Gönder