Proletaryasız
sosyalizm, küçük burjuvazi eliyle her fırsatta cilâlanıp pazarlanıyor. “Ben,
proletaryanın ideolojisini benimsemiş, halkın kurtuluşunu savunan bir
komünistim” diyen Kaypakkaya, postmodern işkencehanede toprağa kök salmış
ayaklarından oluyor, bir kez daha katlediliyor.
“Devlette
iki klik var. Birinin kanadının altına girelim” diyenlerin, MİT’e bağlı
antikomünist birimin elemanları oldukları görülmeli. Böylesi bir lafı, kişisel
teslimiyetlerini genele teşmil edip gizlemek için dillendiriyorlar.
Bu
kişiler, ortalıkta “Marx, Lenin ve Mao allamesi” pozu keserek dolaşıyorlar. Ama
nedense bu üç isimden, “Devlette iki klik var, birinin altına girelim” diyen
tek bir cümleyi bile aktaramıyorlar. Demek ki bu cümleyi başka bir yerden
öğrenmişler. Papağan gibi tekrarlayıp duruyorlar. Kendi teslimiyetlerini
meşrulaştırıyorlar.
Bu
papağanlar, Marx’ın “Burjuvazi, kralı kendisini halka karşı korusun diye bir
tür paratoner olarak kullanabilir, aynı şekilde o, gene kendisini krala karşı
korusun diye halkı bir tür paratoner olarak kullanabilir”[1] sözünü değerli
bulmuyorlar. Lenin’in “Tüm burjuva partileri tek partidir” lafını çöpe
atıyorlar. Halkı burjuvazinin kuyruğuna bağlamaya çalışıyorlar. Bismarck
döneminden beri Bernstein gibilerin yolundan ilerliyorlar.
Teori ve Politika dergisi,
kendi oportünist ve teslimiyetçi siyasetini meşrulaştırmak için komünistlerin Kurtuluş Savaşı
evresinde ve sonrasındaki varlığını küçümsemek zorunda kalıyor. Mete Tunçay
gibi liberal ağababalarından öğrendikleri kırıntılar üzerinden, yirmilerde
komünist hareketin zayıflığıyla kendilerini meşrulaştıracaklarını sanıyor.
TvP,
yirmiler konusunda TKP gibi düşünüyor. İkisi de Kütahya-Eskişehir hattında faal
olan Bolşevik Tugayı’nı, Meclis içindeki ve dışındaki gücü, Kars kapısında
bekleyen Kızıl Alay’ı, içişleri bakanı seçilen Nâzım Bey’i, TvP’nin paşasının
“Nâzım Bey görevde kalsaydı benim kariyerim biterdi” dediğini, işçi-köylü
örgütlenmesini, katliamdan bir hafta önce TvP’nin paşasının yaptığı konuşmayı
vs. bilmiyor. Bilmek istemiyor. Cehaleti güç zannediyor. Hep Mustafa Kemal’in
maddesini yüceltmek için diyalektikçi maskesi takıyor. O maddenin gölgesinde
büyüyebileceğini sanıyor. Devletin gölgesine çekilenler, burjuvaziyle
büyüyeceğini düşünenler, doğalında, Suphilerden İbrahim’e uzanan yolu paramparça
edip etkisiz kılmak için uğraşıyorlar.
Nazan
Üstündağ gibi, Fethullahçı-liberal tasfiye işleminde kullanılan aparatları
yoldaş belleyen TvP, komünist hareketi küçümseyince kendisinin büyüyeceğini
sanıyor. TvP, kendi dilindeki sözün gücünü Allah zannediyor. Onunla her şeyi
yapacağı vehmiyle yaşıyor. Yirmilerin komünist hareketini küçümsediğinde
İbrahim’i de küçümsediğini bal gibi biliyor. Suphileri ve İbrahim’i küçültünce
büyüyeceğini zannedenler, ya devlete ya da sermayeye hizmet ediyorlar.
Dergi, Kaypakkaya suretinde bir kukla imal edip vantrologluğa soyunuyor. Ona kendi zırvalarını söyletiyor. TKP, Suphi’ye kendi burjuva cumhuriyetçiliğini; TvP Kaypakkaya’ya kendi küçük burjuva solculuğunu konuşturuyor. Onun kendisi gibi idealist küçük burjuva “ileri-geri” kategorisiyle düşündüğünü iddia ediyor. “Antiemperyalistti, yani ilericiydi” diyor.
TvP de TKP de esasen
kuklalaştırdıkları tarihsel değerleri tasfiye etmek için uğraşıyor. Tersten şunu
görmek gerekiyor: devlet ve sermaye, Suphilerden İbrahim’e uzanan yolun
yoldaşlarını bulmasına izin vermediği için TvP ve TKP gibi gevezelikler var.
Diyalektikten söz eden TvP, materyalizme küfrediyor. Diyalektikle materyalizmi ayrıştırıyor. Diyalektikçilikse neticede uzlaşmacılığı ve arabuluculuğu koşulluyor. TvP, komünist hareket maddi bir güç olmasın, kendisi gibi bağlı olduğu maddi güce biat etsin diye uğraşıyor. Diyalektiği hep burjuva siyasetle kuruyor. Tarihin gerçek maddesini hep burjuva devrimi olarak anlıyor. İbrahim’in kurtuluş savaşına sahip çıktığını söylerken, orada halk güçlerine baktığı gerçeğini tabii ki gizleme gereği duyuyor. O kurtuluş savaşında eline mavzer alan köylü, tepeden inme rütbe almış ağasını cephede sırtından vuruyor.
Azınlık güç olarak
burjuvazi, kapitalizmin yasaları gereği savaşa girdiğinde, yoksul halka silah
vermek zorunda kalıyor. Tüm ideoloji ve siyaset, o silahı etkisiz kılmak, barutunu
nemlendirmek, gerektiğinde onu halkın elinden almakla ilgili. İbrahim, nereye
örgütlendiğini iyi biliyor. İbrahim, Metin Kayaoğlu’nun ve efendilerinin Kars kapısından içeri sokmadığı
Kızıl Alay’dan Ordu’ya uzanan yola bakıyor.
Devletin
içindeki iki kliğin maddi zeminde görülebilmesi gerekiyor. Bunun için proleter
güçler, maddi bir zemine kavuşmuş olmalı. Ayrışmanın proleter iradenin sonucu
olan yönleri görülebilmeli. Devletin reorganizasyonunda proletaryanın figüran
ve süs kılınmasına karşı çıkılmalı. Suphilerden İbrahim’e uzanan yol, esas
alınmalı. Burjuva devrimleri, sermayenin mevzileri, devletin reorganizasyonu,
emperyalizmle ilişkiler değil. TvP ve TKP, o yola edilmiş küfür.
Proleter
olandan tiksinen, büyük burjuvaziye haset eden TvP, burjuva cumhuriyetinin
okulundan aldığı siyaset bilimi diplomasını konuşturuyor, devlete ısınmış
hâliyle, basit analizlere tevessül ediyor. Proleter güçlerin devleti bölen
iradesine örgütlenemediği için masa başında yapılan burjuva tasniflere kul
oluyor. Ortadaki diyalektiğin politik devrimci bir anlamı olabilmesi için gene
ortada devrimci maddi bir gücün bulunması gerekiyor.
Proleter
olandan ve onun maddi gücünden kaçanların yolu, illaki Perinçek’le kesişiyor.
Tepede, yukarıda olana, yüksek siyasete büyük değer ve önem atfeden küçük
burjuvazi, tüm dönüşümü oradaki güçlere bağlıyor. İşçinin-köylünün iradesine
hiçbir zaman iman etmemiş, ona her zaman düşman olmuş kişiler, bu tür kısa
vadeli çözümlere bağlanıyorlar. Çünkü bu küçük burjuvalara göre, “anda işçi
sınıfı diye bir şey zaten yok” ve “tarih bugündür”.
Devrim öncesinin görevleri ile devrim sonrasının görevleri arasında kısa devre yapılıyor. Yönetenlerin yönetememesi meselesi, basit kişisel bir zaaf üzerinden analiz ediliyor. “Onlar yönetemez, ben yönetirim” deniliyor. Burjuva siyaseti, sosyalizmin ve devrimin siyasetini kovuyor. Sınırlar siliniyor.
“Özle biçim
aynı olsaydı bilim olmazdı” gibi, “burjuva siyaseti ile komünist siyaset bir
olsaydı devrim de parti de olmazdı” denilmeli.
Küçük burjuva anlayış üzerinden TvP, Kemalizmi ancak onun eksik bıraktığı işler yüzünden eleştirebiliyor. “Bütünsel Marksizm” kurgusu, Kemalizmi ölçü alıyor.[2] Bu Kemalizm eleştirisinin sınıfsal-politik veya devrimci-politik bir yanı yok. Kemalizmle “yarış”, ona benzemeyle ve dolaylı olarak onu yüceltmeyle neticeleniyor.
Bugün TvP, Marksizmi bütünlerken kim için bütünlediğini, kim için
sınırları sildiğini, kim için çalıştığını faş etme fırsatı buluyor.
Türkiye
Komünist Partisi de Kemalist orduyu altmıştan sonra halktan koptuğu için
eleştiriyor. “Altmıştan önce halkla iç içe, halkın derdiyle dertlenen bir güç”
portresi çiziyor. Kitleleri yanıltıyor. O belgeselde eleştirdikleri balolar,
bir tür dini ritüel olarak, otuzlardan miras. Yani tam da TKP’nin program
bellediği dönemden. TKP de kafelerinde aynı baloları güncelliyor.
TKP CEO’su, Ekol TV’deki söyleşisinde devletle ilişkisini ikrar ediyor. “Biz artık her yere girebiliyoruz, kimse bize saldırmıyor” dedikten sonra “Zaten saldırı, devletin emri olmadan olmaz” buyuruyor. Devletin PR çalışması ve kitle manipülasyonu gayretleri dâhilinde TKP’ye yol verdiğini, onun önünün bizzat devlet eliyle açıldığını kabul ediyor. Devlete ısınanlar, bu gerçekten zerre rahatsız olmuyorlar.
Sosyal liberalizmle Marksizmin, burjuva siyasetiyle komünist
siyasetin, devletle devrimciliğin arasındaki sınırların silikleşmesinden memnun
olanlar, sosyalist hareketi bir yöne doğru sürüklüyorlar.
TvP
de TKP ile aynı düzlemde “ilerici, aydınlanmacı, Batıcı, cumhuriyetçi” olana
sarılıyor, sadece Kemalistlerin yeterli iradeyi göstermediklerini söylüyor.
“Şeyh Said isyanında ve Dersim isyanında çok az kişi öldürüldü” diyor. Eldeki
imkânlar dâhilinde yapılanları eksik ve yetersiz kabul ediyor. O yapılanları
sınıfsal analize tabi tutamıyor. Onları Marksist devrimci eleştiri silahına
karşı koruma altına alıyor. Kaypakkaya’nın Kemalizm eleştirisini tarihten
silmek için uğraşıyor. Bunu sırf CHP’nin kazanına kaşık sallamak adına yapıyor.
Bugündeki
salvosunu gerekçelendirmeye çalışan TvP, komünist harekete küfrediyor: “Mustafa
Kemal’in komüniste at oynatması için meydan sunma yükümlülüğü yoktur”, yani
“Suphileri katletmeseydi de ne yapsaydı, hatalı olan, Suphilerdi,
gelmeyeceklerdi” diyor. Yapılanı meşrulaştırıyor. Bir mahkeme kuruyor, yargıç
oluyor, sınır muhafızlığına soyunuyor, Suphileri yargılıyor, Kemalist ve
İttihatçı güçleri aklıyor. İşini yapıyor. Ama işine geldiği yerde
“Post-devrimcilik döneminde, devrimin zayıf olduğu koşullarda cesaret etmek,
devrimcilik yapmak, ileri atılmak önemlidir” gibi havalı laflar ediyor.
Komünist hareketin memleketin bağrında vücut bulması gerektiğini düşünen
Suphilerin adımını yanlış bulan TvP, Kemalizm kuyrukçuluğunu teorize etmek için
türlü taklalar atıyor.
Mustafa
Kemal’le özdeşleşmiş, siyasete bu özdeşlikle bakan bir kişi, Marksizm alanını
işgal eden güçlere destek sunuyor. İlericilik takıntısında burjuvazi konuşuyor.
Konjonktürel
düşünen TvP, bu düşüncesini genele teşmil etti. Yıllarca Mahir Çayan geleneğini
“Kemalist” olmakla eleştirdi. Onu “gerici” kabul etti. Şimdi “bugün Kemalist
olmak gerekir” diyor. Aslında Mahir’i bir yerden kovmak için uğraşıyor. Tek
dert, alan kavgası. Birilerine ilerici olduğunu ispatlama çabası.
Bugün
Kayaoğlu, Kemalist kanadın devlete egemen olmadığını söylüyor. “Dinbaz kanat”
diye apolitik, “bilim dışı”, CHP kahvelerine sıcak gelecek bir kavram
uyduruyor. CHP masasında imal edilen yalanlara iman ediyor. CHP, “Devlet
bizimdi, Ortadoğulu ve Ortaçağcı dış güçler gasp ettiler” diyor. TP, o devletin
sahiplerine uşaklık ediyor.
Aslında
“Kemalist” devlet, sermayeyle ve emperyalizmle ilişkileri içerisinde,
somut maddi gelişmeler neticesinde, devletin ve burjuvazinin ihtiyaçları
uyarınca Ortadoğu’ya ve Ortaçağ’a işgal ve ilhak harekâtı düzenliyor. Bu
gerçeğe CHP’li olarak küfretme gereği duyanlar, oradan gelen akara kulluk
ediyorlar. Bazı bağları gizliyorlar, kiri pası temizliyorlar. TKP de ordunun
kendi içindeki Fethullahçı örgütlenmeden habersiz, saf bir çocuk olduğunu
söylüyor. Yanılıyor, yanıltıyor.
TvP,
Tarafçı olduğu dönemde kimi “başdüşman” ilan etmişti, bunu açıklamak zorunda.
Birilerinin ayağını kaydırıp yeniden tepesine çöreklenmek istediği eski örgütü,
kadrolarını Taraf bürolarına gönderiyordu. Taraf’ın ardındaki
güç, o kadroların bazılarını devlette istihdam ediyordu. O zaman başdüşman
vaveylası, nedense kopartılmıyordu. Her şey fethullahi itirazla başladı. TvP, hocaefendisinin peşinden yürüdü.
Bu
tür kişilerin pratikleri gösteriyor ki proletarya, politik ve ideolojik olarak,
hâlen daha güçlüdür. Onun iradesini kırmak için yeni postmodern ve liberal
Perinçekler, gene sahaya sürülecektir. Mesele, bunlara aman vermemek, Suphilerden
İbrahim’e uzanan yola yoldaş olmaktır.
Eren Balkır
6 Mayıs 2025
Dipnotlar:
[1] Karl Marx, “Réforme Gazetesinin Fransa’daki Durumla İlgili Görüşleri”, 2
Kasım 1848, İştiraki.
[2] Eren Balkır, “Teori ve Politika’nın Hakikî Marksizmi”, 25 Nisan 2009, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder