17 Mayıs 2025

, ,

İbrahim Yaşasaydı CHP'li Olurdu


Medusa’nın Salı belgeselini de Teori ve Politika dergisinin Çin sempozyumunu[1] da AKP’ye yanaşan ve bu hâliyle ömrünü tamamlayan Doğu Perinçek’in kapısını açık bırakıp terk ettiği dükkânını yağmalama pratiği olarak okumak mümkün.

Neticede Perinçek, başka bir aşamaya geçti. O, Galatasaray kulübüne Çinli otomobil şirketinden sponsorluk ayarlıyor. Başarısızlığını, beceriksizliğini “Yapı” diyerek örtbas etmeye çalışan, bu sponsorluk karşısında sitem eden, imalı olarak, “Bakın, Galatasaray’ın arkasında AKP var. Benim arkamda CHP, beni o yüzden şampiyon yapmıyorlar” diyen Fenerbahçe yönetimine aynı Perinçek, “Siz isteseydiniz, size de sponsorluk ayarlardık” cevabını veriyor.

Bugün TKP ve TvP, Perinçek’in nallarını topluyor, artıklarıyla besleniyor. Perinçek gibilerinin işçiyle-köylüyle, vatanla-milletle bir alakası bulunmuyor. TKP ve TvP, kıymete binen o artıkların ve nalların peşine bu alakasızlık sebebiyle düşüyor. İkisi de yeni görevler dileniyor.

Teori ve Politika’nın sahibi olan kişi, Perinçek’i “serdümen ve kerteriz” olarak görüyor. Çünkü yürüttüğü bir gemisi var. O gemiye aldığı “yoldaş”ının şirketine kumpas kuruyor, kasasını boşaltıyor, kendisine dünyalık biriktiriyor. O şirket, işçilerini sömürerek, sigorta primlerini bile ödemeyerek ilerliyor. Onca boş laf, bu rahat zeminde üfürülüyor.

Bu patron, 2002’de Perinçek’in sağ kolu Hasan Yalçın’ın tabutunu omuzluyordu. O günlerde “devrimler çağı bitti” diyen bu zatın tüm siyasetini ve teorisini “PKK’siz PKK’cilik”, “PKK olma çabası ortaya koymadan onun ekmeğini yiyelimcilik” tayin ediyordu. Ama sonra silah bırakma kararı alınınca patron, güya ait olduğu Türkmen aşiretini anımsadı, “Türklüğün devrimciliğe örgütlenmesi gerek” dedi. Elli yıldır demediği, uğruna tek bir şey yapmadığı lafın bugünde bir karşılığı ve anlamı yoktu.

O, hiçbir barikatı zorlamadı, sokakta tek bir taş bile atmadı, rahat kovuğunda saklanıp durdu. Üç beş kitap okumuş diye, gençken yönetime alınan bu şahıs, “Biz aidat vermezdik, alırdık” diye böbürlenen, bu aidatları “parklarda şarap içerek tüketen” küçük burjuva şefler kervanına mensup.

Aynı patron, Metin Kayaoğlu, 23 Nisan’da Ata’sının huzuruna çıkıp mermere yüzünü sürüyor, aslanlı yolda gözyaşları döküyor. Bunu Garbis’i mülk ve tasfiye ettikten, boşa düşürdükten sonra yapıyor. Kemalizme övgüler düzüyor, onu ancak bazı şeyleri eksik bıraktığı, bizi Erdoğan’a mecbur ettiği için eleştirebiliyor. “Paşam, sosyalizmi kuracak adamdın ya, niye yapmadın, bizi bu işlerle uğraşmak zorunda bıraktın. Biz Assos illerinde felsefe yapacak adamdık!” diye sitem ediyor.

Kayaoğlu, işine geldiği yerde Kaypakkaya’nın “Kemalist” olduğu döneme, işine geldiği yerde “komünist” olduğu döneme atıfta bulunuyor. Kibirle, kendisini cümle âlemden zeki ve akıllı zannediyor. Vaktiyle “Devrimler çağı bitti” diyen bu kibir, bugün devrimi İmamoğlu’nun başkanlığı olarak tarif ediyor.

Kayaoğlu, karikatür bir Maoizmle “Başdüşman” ilan ettiği Erdoğan’ın o övdüğü Kemalizm eliyle tayin edilmiş niteliğini, kurulan bağlarını sorgulayamıyor. CHP kanalından akan paraya göz dikiyor. “Koç’la ittifak kurmak lazım” diyen, o çok eleştirdiği Muzaffer Orucoglu’nun yanına oturuyor.[2] Demek ki Kayaoğlu, en çok da yerini almak istediği kişileri eleştiriyor. Kemalist teknede Marksizm hamurunu kendince karıyor. Ortaya çıkan putun Marksizmle zerre alakası yok.

Oportünizmine kılıflar ören bu şahıs, önce örgütünü Dev-Yolculaştırmaya çalıştı. Sonra nasıl kurduğunu bilmediğimiz bağlantılar üzerinden, Dev-Yolcuların hâkim oldukları bir mühendislik odasında boş gezenin boş kalfası olarak işe girdi. Bir süre bankamatik memuru olarak çalıştı. Sonra hırsızlıkla bugünkü refah düzeyine kavuştu. Bu sürecin zerre hesabını vermeyen şahıs, tarihin bilincine de sorumluluğuna da karşı olan bir küçük burjuva. Bugün kendi konumunu, yanar dönerliğini, fırsatçılığını meşrulaştırmak için “her şey bugündür” diyor.

Neticede MİT içerisinde komünist hareketi tasfiye etmek için bir birim kurulsaydı, bu birim, ancak Teori ve Politika’nın yaptıklarını yapabilirdi! Soyutlama düzeyinde TvP’yi, Gelenek’i ve Birikim’i bu birimin alt unsurları olarak görmek gerekiyor. Komünist hareketi tasfiye etmeye yönelik çalışmalar, bu dergilerden soruluyor. Tasfiye sürecinin ihtiyaç duyduğu teorik faaliyeti, bu dergiler yürütüyor.

Bugün TvP, CHP’den bile daha CHP’li. Bunu da “başdüşmana karşı mücadelenin ana mevzii CHP” tespiti üzerinden gerekçelendiriyor. Kimse TvP’ye, “Bu başdüşman neden 2014’ten önce başdüşman değildi? Neden ondan önce Tarafçıydınız?” diye sormuyor. “Başdüşman Tayyip” lafındaki liberalizmi sorgulamıyor.

TvP, onca yılın içi boş altuzerciliğinin ardından, ergen sosyal medya diline kapaklanıyor. Tasfiyecilik için bir silah olarak kullandığı altuzerciliğini bugün CHP kuyrukçuluğuna bağlıyor. Altuzerci eleştiriden muaf tutulan bu kuyrukçuluğu eleştirenleri “beton solculuk”la, esnememekle, taşkafalılıkla, diyalektik bilmezlikle eleştiriyor. Liberalizme yol açıyor.

Ama TvP’nin de esnemeyen, taşlaşmış bir politikası var aslında: Fethullahçı liberalizm ve emperyalizm uşaklığı! Otuz yıllık uzun ve bir türlü bitmeyen “konjonktür”de nedense bu iki güçten kopamıyor. Hep onların düdüğünü öttürüyor. Onları hep ilerici sayıyor. O madde adına diyalektiği mülk edinmeye çalışıyor. Fethullahçılık nedense hiç esnemiyor, kaskatı hâliyle bugünlere geliyor.

15 Temmuz’da kendisine “nesnel” yoldaş belirlediği Fethullah, Teori ve Politika dergisinin Tarafçı olduğu dönemde de yoldaşıydı. 1999’da Fethullah’ın TV kanalına çağrıldığı zaman da ortada bir bağ vardı. MİT içindeki antikomünist birim, hiç susmadı.

Tarafçılar CHP’ye gidince, Tayyip birden “başdüşman” oluverdi. Eskiden “Laiklik Marksizmin ilkesi olamazdı, burjuvazinindi”, şimdi laiklik rüzgârıyla yelken şişirilmeliydi. Eskiden Birikim dergisiyle birlikte “Kemalist, beton kafalı” soldan istifa edilmeliydi. Bugün rüzgâr döndü, CHP’li olundu. Beton ulusalcılar, Fethullahçılar eliyle partiden temizlenince Kayaoğlu’na gün doğdu. Nedense bu “ilkesel” tutum, konjonktürel değişikliklere kapalıydı.

Fethullahçılar, AKP ile o iyi günlerinde CHP’yi ve MHP’yi merkeze çekmekle övünüyorlardı. Anlaşılan o ki TvP şahsında bir tür Marksizmi de merkeze çekmişler. Bugün merkeze çekilenler, Marksizmin sosyal liberalizmle; komünist hareketin burjuva siyasetiyle arasındaki sınırları silmeye ahdetmişler. Sırrı Süreyya’nın hatırası üzerinden o meydanda herkese, her kesime hitap etmeyi öğütlüyorlar. Sınırları sildikleri için maaş aldıklarını iyi biliyorlar. Şimdilerde devletle devrimci hareket arasındaki sınıra göz dikmiş görünüyorlar.

Yalçın Küçük eskiden “devrimciler su faturası yatırırken bile gerilirler. Gerilmesinler. O binaların hepsi onların olacak. Devletten, bürokrasiden korkmasınlar” diye diye devrimcileri devlet içi siyasete ısındırdı. “Devlette iki kanat var” deyip devlet içi koridorlara çekilen devrimciler, koyun gibi güdüldüklerinin, devletin ideolojisine ısındırıldıklarının farkında değiller. İki gün önce dağda kamp ateşi yakma hayali kuran gençler, ihale sonrası barbekü etrafında kadeh tokuşturan müteahhitlere dönüşüyorlar.

TvP, geçmişte de “devlette iki kanat var, birinin altına girmek lazım” diyordu. Ama gelen eleştiriler üzerine, tiraj kaybetmemek adına, pıstı, sindi. “Kaypakkaya, ezilenler iki kanadın altına da giremez diyor” tespitinde bulunmak zorunda kaldı. Yalanlarını hep Kaypakkaya’ya söyletti. Kaypakkaya adına konuşma imtiyazını kendisine bahşedenler için teori kusmayı sürdürdü.

TvP, bugün İmarocu isyanı fırsat bildi, yeniden Marksizm alanına hücuma geçti. Bir operasyon dâhilinde, taşları, kayaları eritmeye soyundu. Atatürk ve CHP bayrağını herkesin eline verme işini üstlendi. Maocuları İmarocu yapıp, onların yüzüne maske taktı. O yeni İmarocular, önüne gelene parti bayrağını verince büyüdükleri yanılsamasıyla mutlu oluyorlar. O bayrak, en son 1 Mayıs’ta Havana’da bir Kübalının elinde görüldü. Bu partiyi ciddiyetsiz, lakayt ve reklâmcı gösteren tutumlar, partinin kitleyle arasındaki sınırın silikleşmesini, parti iradesinin sönümlenmesini beraberinde getiriyor. Parti, birlikte fotoğraf çektirilen bir mağaza maskotuna, pikaçuya dönüşüyor. Ona ait olmanın anlamı ve değeri yok oluyor.

Bugün yeniden “Devlette iki kanat var. Bu diyalektiği görmeyen, taşkafalıdır. İbrahim yaşasaydı CHP’li olurdu” diyen TvP, sınırları silmeyi özgürlükçü ve devrimci diye yutturmaya çalışıyor. “Ezilen devlet”ten söz eden Kadro geleneğine bağlanıyor. “Ezilen CHP”ye egemenler adına sahip çıkıyor. TvP, sosyalist hareket içerisine çekilen liberal operasyon adına düşünüyor, konuşuyor. Bize zalimleri ve sömürenleri hoş göstermek için türlü taklalar atıyor.

Bu operasyon dâhilinde TvP, Kaypakkaya’yı da devlet gibi ikiye bölüyor. Solun belirli bir kesimindeki “devlet imgesi” olarak Kaypakkaya, “Kaypak” ve “Kaya” diye ayrıştırılıyor.[3] Kaya, un ufak ediliyor, kaypaklık, Marksizm ambalajına sarılıyor. Özünde TvP, Kaypakkayacı değil, Kaypakçı!

Bu kaypaklığın teorisi, MİT’in babası MAH’ın yetiştirdiği adamın oğlu olan Perinçek’i doğalında “serdümen ve kerteriz” kabul ediyor. Onun yolundan gidiyor. Babası Ankara’da işçilik yapan Kaypakkaya’nın Marksizm ve komünist hareket içerisinde nefes alıp vermesine izin vermiyor. O, bu işçi hâliyle değersiz görülüyor. Perinçek, bu küçük burjuva hassasiyetler üzerinden göklere çıkartılıyor. Küçük burjuva şefler, birbirlerini hiç eleştirmiyorlar. Sosyalizmi işçiden, ezilenden, halktan çalmak için uğraşıyorlar.

Eren Balkır
6 Mayıs 2025

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “TC-Çin İlişkilerinin Kadro’su”, 4 Ağustos 2024, İştiraki.

[2] Eren Balkır, “Günah Keçisi”, 6 Mart 2021, İştiraki.

[3] Eren Balkır, “Kaypaklar ve Kayalar”, 17 Mayıs 2017, İştiraki.

0 Yorum: