Medusa’nın
Salı
belgeselini de Teori ve Politika dergisinin Çin sempozyumunu[1] da
AKP’ye yanaşan ve bu hâliyle ömrünü tamamlayan Doğu Perinçek’in kapısını açık
bırakıp terk ettiği dükkânını yağmalama pratiği olarak okumak mümkün.
Neticede
Perinçek, başka bir aşamaya geçti. O, Galatasaray kulübüne Çinli otomobil
şirketinden sponsorluk ayarlıyor. Başarısızlığını, beceriksizliğini “Yapı”
diyerek örtbas etmeye çalışan, bu sponsorluk karşısında sitem eden, imalı
olarak, “Bakın, Galatasaray’ın arkasında AKP var. Benim arkamda CHP, beni o
yüzden şampiyon yapmıyorlar” diyen Fenerbahçe yönetimine aynı Perinçek, “Siz
isteseydiniz, size de sponsorluk ayarlardık” cevabını veriyor.
Bugün
TKP ve TvP, Perinçek’in nallarını topluyor, artıklarıyla besleniyor. Perinçek
gibilerinin işçiyle-köylüyle, vatanla-milletle bir alakası bulunmuyor. TKP ve
TvP, kıymete binen o artıkların ve nalların peşine bu alakasızlık sebebiyle
düşüyor. İkisi de yeni görevler dileniyor.
Teori
ve Politika’nın sahibi olan kişi, Perinçek’i “serdümen ve
kerteriz” olarak görüyor. Çünkü yürüttüğü bir gemisi var. O gemiye aldığı
“yoldaş”ının şirketine kumpas kuruyor, kasasını boşaltıyor, kendisine dünyalık
biriktiriyor. O şirket, işçilerini sömürerek, sigorta primlerini bile
ödemeyerek ilerliyor. Onca boş laf, bu rahat zeminde üfürülüyor.
Bu
patron, 2002’de Perinçek’in sağ kolu Hasan Yalçın’ın tabutunu omuzluyordu. O
günlerde “devrimler çağı bitti” diyen bu zatın tüm siyasetini ve teorisini
“PKK’siz PKK’cilik”, “PKK olma çabası ortaya koymadan onun ekmeğini
yiyelimcilik” tayin ediyordu. Ama sonra silah bırakma kararı alınınca patron,
güya ait olduğu Türkmen aşiretini anımsadı, “Türklüğün devrimciliğe
örgütlenmesi gerek” dedi. Elli yıldır demediği, uğruna tek bir şey yapmadığı
lafın bugünde bir karşılığı ve anlamı yoktu.
O,
hiçbir barikatı zorlamadı, sokakta tek bir taş bile atmadı, rahat kovuğunda
saklanıp durdu. Üç beş kitap okumuş diye, gençken yönetime alınan bu şahıs, “Biz
aidat vermezdik, alırdık” diye böbürlenen, bu aidatları “parklarda şarap içerek
tüketen” küçük burjuva şefler kervanına mensup.
Aynı
patron, Metin Kayaoğlu, 23 Nisan’da Ata’sının huzuruna çıkıp mermere
yüzünü sürüyor, aslanlı yolda gözyaşları döküyor. Bunu Garbis’i mülk ve tasfiye
ettikten, boşa düşürdükten sonra yapıyor. Kemalizme övgüler düzüyor, onu ancak
bazı şeyleri eksik bıraktığı, bizi Erdoğan’a mecbur ettiği için
eleştirebiliyor. “Paşam, sosyalizmi kuracak adamdın ya, niye yapmadın, bizi bu
işlerle uğraşmak zorunda bıraktın. Biz Assos illerinde felsefe yapacak adamdık!”
diye sitem ediyor.
Kayaoğlu,
işine geldiği yerde Kaypakkaya’nın “Kemalist” olduğu döneme, işine geldiği
yerde “komünist” olduğu döneme atıfta bulunuyor. Kibirle, kendisini cümle
âlemden zeki ve akıllı zannediyor. Vaktiyle “Devrimler çağı bitti” diyen bu
kibir, bugün devrimi İmamoğlu’nun başkanlığı olarak tarif ediyor.
Kayaoğlu,
karikatür bir Maoizmle “Başdüşman” ilan ettiği Erdoğan’ın o övdüğü Kemalizm
eliyle tayin edilmiş niteliğini, kurulan bağlarını sorgulayamıyor. CHP
kanalından akan paraya göz dikiyor. “Koç’la ittifak kurmak lazım” diyen, o çok
eleştirdiği Muzaffer Orucoglu’nun yanına oturuyor.[2] Demek ki Kayaoğlu, en çok
da yerini almak istediği kişileri eleştiriyor. Kemalist teknede Marksizm
hamurunu kendince karıyor. Ortaya çıkan putun Marksizmle zerre alakası yok.
Oportünizmine
kılıflar ören bu şahıs, önce örgütünü Dev-Yolculaştırmaya çalıştı. Sonra nasıl
kurduğunu bilmediğimiz bağlantılar üzerinden, Dev-Yolcuların hâkim oldukları
bir mühendislik odasında boş gezenin boş kalfası olarak işe girdi. Bir süre
bankamatik memuru olarak çalıştı. Sonra hırsızlıkla bugünkü refah düzeyine
kavuştu. Bu sürecin zerre hesabını vermeyen şahıs, tarihin bilincine de
sorumluluğuna da karşı olan bir küçük burjuva. Bugün kendi konumunu, yanar
dönerliğini, fırsatçılığını meşrulaştırmak için “her şey bugündür” diyor.
Neticede
MİT içerisinde komünist hareketi tasfiye etmek için bir birim kurulsaydı, bu
birim, ancak Teori ve Politika’nın yaptıklarını yapabilirdi! Soyutlama
düzeyinde TvP’yi, Gelenek’i ve Birikim’i bu birimin alt unsurları
olarak görmek gerekiyor. Komünist hareketi tasfiye etmeye yönelik çalışmalar,
bu dergilerden soruluyor. Tasfiye sürecinin ihtiyaç duyduğu teorik faaliyeti,
bu dergiler yürütüyor.
Bugün
TvP, CHP’den bile daha CHP’li. Bunu da “başdüşmana karşı mücadelenin ana mevzii
CHP” tespiti üzerinden gerekçelendiriyor. Kimse TvP’ye, “Bu başdüşman neden
2014’ten önce başdüşman değildi? Neden ondan önce Tarafçıydınız?” diye
sormuyor. “Başdüşman Tayyip” lafındaki liberalizmi sorgulamıyor.
TvP,
onca yılın içi boş altuzerciliğinin ardından, ergen sosyal medya diline
kapaklanıyor. Tasfiyecilik için bir silah olarak kullandığı altuzerciliğini
bugün CHP kuyrukçuluğuna bağlıyor. Altuzerci eleştiriden muaf tutulan bu
kuyrukçuluğu eleştirenleri “beton solculuk”la, esnememekle, taşkafalılıkla,
diyalektik bilmezlikle eleştiriyor. Liberalizme yol açıyor.
Ama
TvP’nin de esnemeyen, taşlaşmış bir politikası var aslında: Fethullahçı
liberalizm ve emperyalizm uşaklığı! Otuz yıllık uzun ve bir türlü bitmeyen
“konjonktür”de nedense bu iki güçten kopamıyor. Hep onların düdüğünü öttürüyor.
Onları hep ilerici sayıyor. O madde adına diyalektiği mülk edinmeye çalışıyor.
Fethullahçılık nedense hiç esnemiyor, kaskatı hâliyle bugünlere geliyor.
15
Temmuz’da kendisine “nesnel” yoldaş belirlediği Fethullah, Teori ve Politika
dergisinin Tarafçı olduğu dönemde de yoldaşıydı. 1999’da Fethullah’ın TV
kanalına çağrıldığı zaman da ortada bir bağ vardı. MİT içindeki antikomünist
birim, hiç susmadı.
Tarafçılar
CHP’ye gidince, Tayyip birden “başdüşman” oluverdi. Eskiden “Laiklik Marksizmin
ilkesi olamazdı, burjuvazinindi”, şimdi laiklik rüzgârıyla yelken
şişirilmeliydi. Eskiden Birikim dergisiyle birlikte “Kemalist, beton
kafalı” soldan istifa edilmeliydi. Bugün rüzgâr döndü, CHP’li olundu. Beton
ulusalcılar, Fethullahçılar eliyle partiden temizlenince Kayaoğlu’na gün doğdu.
Nedense bu “ilkesel” tutum, konjonktürel değişikliklere kapalıydı.
Fethullahçılar,
AKP ile o iyi günlerinde CHP’yi ve MHP’yi merkeze çekmekle övünüyorlardı.
Anlaşılan o ki TvP şahsında bir tür Marksizmi de merkeze çekmişler. Bugün merkeze
çekilenler, Marksizmin sosyal liberalizmle; komünist hareketin burjuva siyasetiyle
arasındaki sınırları silmeye ahdetmişler. Sırrı Süreyya’nın hatırası üzerinden
o meydanda herkese, her kesime hitap etmeyi öğütlüyorlar. Sınırları sildikleri
için maaş aldıklarını iyi biliyorlar. Şimdilerde devletle devrimci hareket
arasındaki sınıra göz dikmiş görünüyorlar.
Yalçın
Küçük eskiden “devrimciler su faturası yatırırken bile gerilirler. Gerilmesinler.
O binaların hepsi onların olacak. Devletten, bürokrasiden korkmasınlar” diye
diye devrimcileri devlet içi siyasete ısındırdı. “Devlette iki kanat var” deyip
devlet içi koridorlara çekilen devrimciler, koyun gibi güdüldüklerinin,
devletin ideolojisine ısındırıldıklarının farkında değiller. İki gün önce dağda
kamp ateşi yakma hayali kuran gençler, ihale sonrası barbekü etrafında kadeh
tokuşturan müteahhitlere dönüşüyorlar.
TvP,
geçmişte de “devlette iki kanat var, birinin altına girmek lazım” diyordu. Ama
gelen eleştiriler üzerine, tiraj kaybetmemek adına, pıstı, sindi. “Kaypakkaya,
ezilenler iki kanadın altına da giremez diyor” tespitinde bulunmak zorunda
kaldı. Yalanlarını hep Kaypakkaya’ya söyletti. Kaypakkaya adına konuşma
imtiyazını kendisine bahşedenler için teori kusmayı sürdürdü.
TvP,
bugün İmarocu isyanı fırsat bildi, yeniden Marksizm alanına hücuma geçti. Bir
operasyon dâhilinde, taşları, kayaları eritmeye soyundu. Atatürk ve CHP
bayrağını herkesin eline verme işini üstlendi. Maocuları İmarocu yapıp, onların
yüzüne maske taktı. O yeni İmarocular, önüne gelene parti bayrağını verince
büyüdükleri yanılsamasıyla mutlu oluyorlar. O bayrak, en son 1 Mayıs’ta Havana’da
bir Kübalının elinde görüldü. Bu partiyi ciddiyetsiz, lakayt ve reklâmcı
gösteren tutumlar, partinin kitleyle arasındaki sınırın silikleşmesini, parti
iradesinin sönümlenmesini beraberinde getiriyor. Parti, birlikte fotoğraf
çektirilen bir mağaza maskotuna, pikaçuya dönüşüyor. Ona ait olmanın anlamı ve değeri yok
oluyor.
Bugün
yeniden “Devlette iki kanat var. Bu diyalektiği görmeyen, taşkafalıdır. İbrahim
yaşasaydı CHP’li olurdu” diyen TvP, sınırları silmeyi özgürlükçü ve devrimci diye
yutturmaya çalışıyor. “Ezilen devlet”ten söz eden Kadro geleneğine
bağlanıyor. “Ezilen CHP”ye egemenler adına sahip çıkıyor. TvP, sosyalist hareket
içerisine çekilen liberal operasyon adına düşünüyor, konuşuyor. Bize zalimleri
ve sömürenleri hoş göstermek için türlü taklalar atıyor.
Bu
operasyon dâhilinde TvP, Kaypakkaya’yı da devlet gibi ikiye bölüyor. Solun
belirli bir kesimindeki “devlet imgesi” olarak Kaypakkaya, “Kaypak” ve “Kaya”
diye ayrıştırılıyor.[3] Kaya, un ufak ediliyor, kaypaklık, Marksizm ambalajına
sarılıyor. Özünde TvP, Kaypakkayacı değil, Kaypakçı!
Bu
kaypaklığın teorisi, MİT’in babası MAH’ın yetiştirdiği adamın oğlu olan
Perinçek’i doğalında “serdümen ve kerteriz” kabul ediyor. Onun yolundan
gidiyor. Babası Ankara’da işçilik yapan Kaypakkaya’nın Marksizm ve komünist
hareket içerisinde nefes alıp vermesine izin vermiyor. O, bu işçi hâliyle
değersiz görülüyor. Perinçek, bu küçük burjuva hassasiyetler üzerinden göklere
çıkartılıyor. Küçük burjuva şefler, birbirlerini hiç eleştirmiyorlar.
Sosyalizmi işçiden, ezilenden, halktan çalmak için uğraşıyorlar.
Eren Balkır
6
Mayıs 2025
0 Yorum:
Yorum Gönder