Küçük
burjuva solcular için sosyalizm, ılık bir sudur. Bu su, bazen “Demokrasi”
bazen de “Cumhuriyet” kabının şeklini alır. Kendisini bu şekilde var
edebileceğine inanır. Ortak kapta birleştiklerinde, bu iki suyun teorik ve pratik
derinliklerinin aynı olduğu görülür.
“Sosyalizm”,
aslında demokrasi ve cumhuriyetin halk kitlelerine benimsetilmesi için
kullanılan basit bir kılıf, imaj ve ambalajdan ibarettir. Solcuların asıl
derdi, sosyalizm değil, ağa-paşaların demokrasi veya cumhuriyet ihtiyaçlarına
kitlesel zemin bulmaktır.
Tepeden
inşa edilen devrim, aşağıdaki kitleyle buluşturulmalıdır. Bu ülkede sosyalizm
mücadelesi, bundan gayrı bir anlama ve değere sahip değildir, olamaz. Demokrasiden veya cumhuriyetten bahsedenlerin sosyalizm ve işçi iktidarı gibi bir dertleri ya da davaları yoktur.
Sosyalizmi
Demokrasi ve Cumhuriyet ile tanımlayan, böylelikle, onları
sınıfsal politik ve devrimci politik analize karşı muhafazalı bir yere kaldıran
solcular, demokrasinin ve cumhuriyetin ezilen-sömürülen halk kitlelerinin
iradeleriyle varolma imkânlarını ortadan kaldırırlar.
Sorgulanmamış,
hesaplaşılmamış demokrasi ve cumhuriyet, burjuvazinindir. Burjuva devrimlerini
başlangıç noktası, varoluş gerekçesi ve asli ruh olarak gören solcular,
demokrasi ve cumhuriyeti mücadele sahasından kaçırmaya çalışmaktadırlar. Bu
solcularla dövüşmüyorsa, komünist hareket diye bir şey yoktur.
Solda
“Demokrasi” diyen, sermayenin; “Cumhuriyet” diyen, devletin adına konuşuyordur.
Devletsiz sermaye ile sermayesiz devlet, küçük burjuvazinin hayal dünyasına
ait kurgulardır.
Küçük
burjuvazi, ekonomi ve fizik âleminde olduğu gibi siyaset alanında da varlığını
güvence altına almanın, ona yer açmanın derdindedir.
Bugün
Dev-Yolcu mahfillerde ve sol örgütlerin STK’larında verilen yoga dersleri, bu
yerin açılmasıyla ilgilidir. O derslerde, “Sizin varlık alanınız aha da şu mat
kadar. Onun içinde oynayın. Kendinizi değerli ve özel hissedin” denilmektedir.
Küçük burjuva, kitleye karıştıkça korkmakta, ondan kaçmanın yollarını
aramaktadır. O mata kitle sığmaz, neticede mat, kitleden kopmak için vardır.
Namazın
laik versiyonu olarak reklâm edilip piyasaya sürülen yoga dersleri, küçük
burjuvazi üzerindeki basıncın hafifletilmesi için başvurulan bir dolandırıcılık
yöntemidir. Yoga kurslarını basan bir irade yoksa, o ülkede devrimcilik de
yoktur!
Şu
görülmelidir: “Demokrasi” şampiyonluğu yapan HDP ile “Cumhuriyet” şampiyonluğu
yapan TKP arasındaki kavganın ezilene, sömürülene bir hayrı olamaz. İkisi
arasındaki ağız dalaşının sosyalizm mücadelesine zerre katkısı olmayacaktır.
Asıl, bu ikisini birleştiren ortak kaba ve onun ideolojisine saldırmak gerekir.
Demokrasi
kavgası verenler, AKP’yi Ortadoğu’yla; cumhuriyet kavgası verenler, AKP’yi Ortaçağ’la tanımlamanın derdindedirler. Özellikle CHP’yi besleyen
mahfillerden kaynaklanan, “AKP’nin Ortadoğu’ya ve Ortaçağ’a ait, yabancı ve
geri bir olgu” olduğuna dair tezvirat, küçük burjuvaziyi esir almıştır. Bugün
konuşan, bu esarettir.
Kendisine
varlık alanı ve varlık gerekçesi arayan küçük burjuvazi, iş ve görev dilenme
süreci dâhilinde, Ortaçağ’a karşı devletin bekçiliğini; Ortadoğu’ya
karşı sermayenin kâhyalığını yapmayı iş edinmiştir. AKP, sosyalist
hareketi küçük burjuvaziye mahkûm etmiş, onu Ortaçağ’a karşı bekçi; Ortadoğu’ya
karşı kâhya olmak isteyenlerin elinde oyuncağa çevirmiştir.
Oysa
AKP’nin Ortaçağ ve Ortadoğu ile alakası yoktur. O, bugüne ve buraya aittir. AKP,
devletin ve sermayenin müşterek aparatıdır. Devleti aklamak adına AKP’yi
Ortaçağ’a ait bir olgu olarak sunanlar, Yeniçağ öncesi tüm halk dinamiklerini
çöpe atmaktadırlar. Sermayeyi aklamak adına AKP’yi Ortadoğu’ya ait bir olgu
olarak sunanlarsa, Avrupamerkezci ve Batımerkezci bir ideolojik salgıyla,
Ortadoğu ve Doğu’daki halk kurtuluş mücadelelerine küfretmektedirler. Hepsi de
Doğu’nun mücadele ettiği İngiliz emperyalizmine uşaklığı solculuk sanmaktadır.
Demek
ki Ortadoğu’ya açılan sermaye ve Ortaçağ’a açılan devlet, kendi
dişine uygun bir sol inşa etmektedir. Solun bir kısmı sermayeyi; bir kısmı da
devleti aklamanın derdindedir.
Bugün
özellikle reformist örgütler, devletin ve sermayenin çağrısıyla içtimaya
alınmış, kendilerine gerekli emirler ve görev alanları tevdi edilmiştir.
Perinçek,
uzun zaman “İşçi Partisi” ismini almak için çabaladı. Sonrasında “Vatan” ismini
almışsa, bu emri illaki devlet vermiştir. Devlet, “Ben, yeni bir işçi partisi
kuracağım, sen isminden feragat et” demiş olmalıdır. Belki de aynı gelişme, TKP
özelinde yaşanmaktadır. Belki de ileri de kendisine TKP ismini tescilleyenler, ona
“Ben, dişime uygun, işime gelen, yeni bir komünist partisi kuracağım, sen Cumhuriyetçi Parti ol”
diyeceklerdir.
TKP’nin Kalkandelen gibi Hitler’in hareketinin ilk vegan döneminden çıkma
sağcılarla, Kürt ve Müslüman düşmanlarıyla yol yürümesinin sebebi, belki de
budur. Ona kara gömleklileri örgütlemesi söylenmiştir. Doksanların askeri ve
stratejik bölgesi Bolu’nun belediye başkanının partiye sunduğu destek, devletin
emridir.
Aydemir
Güler, “yirmilerden beri devletin Edirne’den Ardahan’a, tüm topraklara hâkim
olma becerisini sahipleniyoruz” derken, onun bir sosyalist olarak
konuşmadığını, kendisinin vantrolog, TKP başkanının kukla olduğunu devlet de
biliyor olmalıdır.
Özünde
demokrasi adına konuşan, sermayeye; cumhuriyet adına konuşan, devlete
örgütlüdür. Dolayısıyla, solun demokrasici kesimi, kitleleri sermayenin özgürlükçülüğüne;
solun cumhuriyetçi kesimi, kitleleri devletin eşitlikçiliğine ikna
etmeye mecburdur.
Eşitliği ve özgürlüğü yoksul, ezilen ve sömürülen halk kitlelerinin iradesiyle değil de devletle ve sermayeyle tanımlayanlar, halk kitlelerinin iradesine küfretmek, onu etkisiz kılmak zorundadırlar. Ortak kap, burada aranmalıdır. Demokrasicileri ve cumhuriyetçileri sermaye düzeninde ortaklaştıran yönlere bakılmalıdır. Biri diğerinin eksiğini kapatmakta, biri diğerinin yapamadığını yapmaktadır.
“Demokrasi mi öncel ve öncelikli yoksa cumhuriyet mi?” sorusu, boş
bir sorudur. Bunların kime ait olduklarını sorgulamayanlar, içteki hainler,
ajanlar ve aparatlardır.
Sola
göre halk, bireylere bölünmeli, bireylere seslenilmeli, sermayenin
özgürlükçülüğüne veya devletin eşitlikçiliğine ikna olanlar, bir bir
toplanmalıdır. Neticede devlet ve sermayeden başka bir güç tanınmamalı,
aranmamalı, oluşturulmamalıdır. Bir, biricik, özel ve değerli olanın sermaye mi
yoksa devlet mi olduğu tartışması, komünist için hükümsüz ve boştur.
Demokrasi
de cumhuriyet de özel ve değerli bireylerle tanımlıdır. Sosyalist örgütlenme
pratiği, bu bireyleri toplama çabasından başka bir şey değildir. Her ikisinin
de birleştiği ortak kabın ana çerçevesine göre bir CHP inşa edilmektedir.
CHP’deki tedrisat, sosyalist hareketin içeriğini tayin etmektedir.
Kendi varlığını egemenlerin demokrasisini savunmaya bağlayanla, kendi varlığını gene aynı egemenlerin cumhuriyetini savunmaya bağlayan arasında bir fark yoktur.
Tarih, demokrasiyle cumhuriyetin kavgası değildir. Sınıf mücadelesinden
kaçanlar, onun zararlı yönlerini arındırmak isteyenler, sınıf mücadelesini
toplumu bölen tehlikeli bir unsur olarak görenler, bir kavşakta buluşmuşlardır.
Egemenlerin
demokrasisi için Ortadoğu’yla; egemenlerin cumhuriyeti için Ortaçağ’la mücadele
edenler, beyhude bir çaba içerisindedirler. Hepsi de egemenler içerisinde
müttefik bulacaklarını, çatlaklara yerleşeceklerini, tarihsel planda yürüyen
burjuva devriminin dümenini sosyalist devrime kıracaklarını sanmaktadırlar. O dümeni
kırmayan irade, devrimci olamaz.
Burjuva
devrimleriyle kurulan ideolojik, teorik ve politik bağlar, ezilenle ve
sömürülenle bağ kurulmasın diye kurulmaktadır. Burjuva devrimleriyle kurulan
bağsa, o devrimlerde varolan ezilen-sömürülen iradesine edilmiş küfürle
tanımlıdır.
Nâzım
Hikmet, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde ders görürken Filistinli bir
gençle tanışır. Necati Sıdkı isimli bu genç, okulda “Mustafa Kâmil” ismini
kullandığını söyleyince Nâzım, karşısındaki kişinin “Mustafa Kemal” dediğini
zannedip sinirlenir ve gence ismini İranlı bir şairin ismiyle değiştirmesini önerir. Bugünün sosyalist
hareketinde ne Nâzım, ne o Filistinli komünist, ne KUTV ne de İranlı şair vardır. Herkes,
devlet ve sermaye adına Ortadoğu ve Ortaçağ’la mücadele etmekte, bu mücadelenin
sosyalizmi getireceği vehmiyle yaşamaktadır.
Ortadoğu
ve Ortaçağ’dan süzülüp gelen komünist/iştirakçi mücadeleye küfredilmektedir.
AKP ile devlet, bir taşla birkaç kuş vurmakta ustalaşmış, kendisini ve
sermayeyi savaş alanında koruma altına almayı öğrenmiştir. Sol, bu koruma
faaliyetinin kâhyası ve bekçisidir.
Bu
kâhyalık ve bekçilik, 27 Mayıs’ı “Devrim” sanmaya mecburdur. 27 Mayıs darbesinin
birinci yıldönümünde yazılan CIA raporunda denildiği gibi[2] darbenin ardındaki
isimler, hem NATO’cu hem ABD’ci hem IMF’çi hem de antikomünisttir. Komünizmle Mücadele
Derneği’nin fahri başkanı olan bir generalin liderliğinde gerçekleşen darbenin
yenisini bekleyene sosyalist de komünist de denilemez.
Eren Balkır
15 Mayıs 2025
Dipnotlar:
[1] Rossen Cagalov, “Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi (KUTV)”, 28 Ağustos
2020, İştiraki.
[2]
“Outlook in Turkey”, 26 Mayıs 1961, CIA. Türkçesi: İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder