28 Mayıs 2025

,

Bileşik Kaplar Teorisi

Küçük burjuva solcular için sosyalizm, ılık bir sudur. Bu su, bazen “Demokrasi” bazen de “Cumhuriyet” kabının şeklini alır. Kendisini bu şekilde var edebileceğine inanır. Ortak kapta birleştiklerinde, bu iki suyun teorik ve pratik derinliklerinin aynı olduğu görülür.

“Sosyalizm”, aslında demokrasi ve cumhuriyetin halk kitlelerine benimsetilmesi için kullanılan basit bir kılıf, imaj ve ambalajdan ibarettir. Solcuların asıl derdi, sosyalizm değil, ağa-paşaların demokrasi veya cumhuriyet ihtiyaçlarına kitlesel zemin bulmaktır.

Tepeden inşa edilen devrim, aşağıdaki kitleyle buluşturulmalıdır. Bu ülkede sosyalizm mücadelesi, bundan gayrı bir anlama ve değere sahip değildir, olamaz. Demokrasiden veya cumhuriyetten bahsedenlerin sosyalizm ve işçi iktidarı gibi bir dertleri ya da davaları yoktur.

Sosyalizmi Demokrasi ve Cumhuriyet ile tanımlayan, böylelikle, onları sınıfsal politik ve devrimci politik analize karşı muhafazalı bir yere kaldıran solcular, demokrasinin ve cumhuriyetin ezilen-sömürülen halk kitlelerinin iradeleriyle varolma imkânlarını ortadan kaldırırlar.

Sorgulanmamış, hesaplaşılmamış demokrasi ve cumhuriyet, burjuvazinindir. Burjuva devrimlerini başlangıç noktası, varoluş gerekçesi ve asli ruh olarak gören solcular, demokrasi ve cumhuriyeti mücadele sahasından kaçırmaya çalışmaktadırlar. Bu solcularla dövüşmüyorsa, komünist hareket diye bir şey yoktur.

Solda “Demokrasi” diyen, sermayenin; “Cumhuriyet” diyen, devletin adına konuşuyordur. Devletsiz sermaye ile sermayesiz devlet, küçük burjuvazinin hayal dünyasına ait kurgulardır.

Küçük burjuvazi, ekonomi ve fizik âleminde olduğu gibi siyaset alanında da varlığını güvence altına almanın, ona yer açmanın derdindedir.

Bugün Dev-Yolcu mahfillerde ve sol örgütlerin STK’larında verilen yoga dersleri, bu yerin açılmasıyla ilgilidir. O derslerde, “Sizin varlık alanınız aha da şu mat kadar. Onun içinde oynayın. Kendinizi değerli ve özel hissedin” denilmektedir. Küçük burjuva, kitleye karıştıkça korkmakta, ondan kaçmanın yollarını aramaktadır. O mata kitle sığmaz, neticede mat, kitleden kopmak için vardır.

Namazın laik versiyonu olarak reklâm edilip piyasaya sürülen yoga dersleri, küçük burjuvazi üzerindeki basıncın hafifletilmesi için başvurulan bir dolandırıcılık yöntemidir. Yoga kurslarını basan bir irade yoksa, o ülkede devrimcilik de yoktur!

Şu görülmelidir: “Demokrasi” şampiyonluğu yapan HDP ile “Cumhuriyet” şampiyonluğu yapan TKP arasındaki kavganın ezilene, sömürülene bir hayrı olamaz. İkisi arasındaki ağız dalaşının sosyalizm mücadelesine zerre katkısı olmayacaktır. Asıl, bu ikisini birleştiren ortak kaba ve onun ideolojisine saldırmak gerekir.

Demokrasi kavgası verenler, AKP’yi Ortadoğu’yla; cumhuriyet kavgası verenler, AKP’yi Ortaçağ’la tanımlamanın derdindedirler. Özellikle CHP’yi besleyen mahfillerden kaynaklanan, “AKP’nin Ortadoğu’ya ve Ortaçağ’a ait, yabancı ve geri bir olgu” olduğuna dair tezvirat, küçük burjuvaziyi esir almıştır. Bugün konuşan, bu esarettir.

Kendisine varlık alanı ve varlık gerekçesi arayan küçük burjuvazi, iş ve görev dilenme süreci dâhilinde, Ortaçağ’a karşı devletin bekçiliğini; Ortadoğu’ya karşı sermayenin kâhyalığını yapmayı iş edinmiştir. AKP, sosyalist hareketi küçük burjuvaziye mahkûm etmiş, onu Ortaçağ’a karşı bekçi; Ortadoğu’ya karşı kâhya olmak isteyenlerin elinde oyuncağa çevirmiştir.

Oysa AKP’nin Ortaçağ ve Ortadoğu ile alakası yoktur. O, bugüne ve buraya aittir. AKP, devletin ve sermayenin müşterek aparatıdır. Devleti aklamak adına AKP’yi Ortaçağ’a ait bir olgu olarak sunanlar, Yeniçağ öncesi tüm halk dinamiklerini çöpe atmaktadırlar. Sermayeyi aklamak adına AKP’yi Ortadoğu’ya ait bir olgu olarak sunanlarsa, Avrupamerkezci ve Batımerkezci bir ideolojik salgıyla, Ortadoğu ve Doğu’daki halk kurtuluş mücadelelerine küfretmektedirler. Hepsi de Doğu’nun mücadele ettiği İngiliz emperyalizmine uşaklığı solculuk sanmaktadır.

Demek ki Ortadoğu’ya açılan sermaye ve Ortaçağ’a açılan devlet, kendi dişine uygun bir sol inşa etmektedir. Solun bir kısmı sermayeyi; bir kısmı da devleti aklamanın derdindedir.

Bugün özellikle reformist örgütler, devletin ve sermayenin çağrısıyla içtimaya alınmış, kendilerine gerekli emirler ve görev alanları tevdi edilmiştir.

Perinçek, uzun zaman “İşçi Partisi” ismini almak için çabaladı. Sonrasında “Vatan” ismini almışsa, bu emri illaki devlet vermiştir. Devlet, “Ben, yeni bir işçi partisi kuracağım, sen isminden feragat et” demiş olmalıdır. Belki de aynı gelişme, TKP özelinde yaşanmaktadır. Belki de ileri de kendisine TKP ismini tescilleyenler, ona “Ben, dişime uygun, işime gelen, yeni bir komünist partisi kuracağım, sen Cumhuriyetçi Parti ol” diyeceklerdir.


TKP’nin Kalkandelen gibi Hitler’in hareketinin ilk vegan döneminden çıkma sağcılarla, Kürt ve Müslüman düşmanlarıyla yol yürümesinin sebebi, belki de budur. Ona kara gömleklileri örgütlemesi söylenmiştir. Doksanların askeri ve stratejik bölgesi Bolu’nun belediye başkanının partiye sunduğu destek, devletin emridir.

Aydemir Güler, “yirmilerden beri devletin Edirne’den Ardahan’a, tüm topraklara hâkim olma becerisini sahipleniyoruz” derken, onun bir sosyalist olarak konuşmadığını, kendisinin vantrolog, TKP başkanının kukla olduğunu devlet de biliyor olmalıdır.

Özünde demokrasi adına konuşan, sermayeye; cumhuriyet adına konuşan, devlete örgütlüdür. Dolayısıyla, solun demokrasici kesimi, kitleleri sermayenin özgürlükçülüğüne; solun cumhuriyetçi kesimi, kitleleri devletin eşitlikçiliğine ikna etmeye mecburdur.

Eşitliği ve özgürlüğü yoksul, ezilen ve sömürülen halk kitlelerinin iradesiyle değil de devletle ve sermayeyle tanımlayanlar, halk kitlelerinin iradesine küfretmek, onu etkisiz kılmak zorundadırlar. Ortak kap, burada aranmalıdır. Demokrasicileri ve cumhuriyetçileri sermaye düzeninde ortaklaştıran yönlere bakılmalıdır. Biri diğerinin eksiğini kapatmakta, biri diğerinin yapamadığını yapmaktadır. 

“Demokrasi mi öncel ve öncelikli yoksa cumhuriyet mi?” sorusu, boş bir sorudur. Bunların kime ait olduklarını sorgulamayanlar, içteki hainler, ajanlar ve aparatlardır.

Sola göre halk, bireylere bölünmeli, bireylere seslenilmeli, sermayenin özgürlükçülüğüne veya devletin eşitlikçiliğine ikna olanlar, bir bir toplanmalıdır. Neticede devlet ve sermayeden başka bir güç tanınmamalı, aranmamalı, oluşturulmamalıdır. Bir, biricik, özel ve değerli olanın sermaye mi yoksa devlet mi olduğu tartışması, komünist için hükümsüz ve boştur.

Demokrasi de cumhuriyet de özel ve değerli bireylerle tanımlıdır. Sosyalist örgütlenme pratiği, bu bireyleri toplama çabasından başka bir şey değildir. Her ikisinin de birleştiği ortak kabın ana çerçevesine göre bir CHP inşa edilmektedir. CHP’deki tedrisat, sosyalist hareketin içeriğini tayin etmektedir.

Kendi varlığını egemenlerin demokrasisini savunmaya bağlayanla, kendi varlığını gene aynı egemenlerin cumhuriyetini savunmaya bağlayan arasında bir fark yoktur. 

Tarih, demokrasiyle cumhuriyetin kavgası değildir. Sınıf mücadelesinden kaçanlar, onun zararlı yönlerini arındırmak isteyenler, sınıf mücadelesini toplumu bölen tehlikeli bir unsur olarak görenler, bir kavşakta buluşmuşlardır.

Egemenlerin demokrasisi için Ortadoğu’yla; egemenlerin cumhuriyeti için Ortaçağ’la mücadele edenler, beyhude bir çaba içerisindedirler. Hepsi de egemenler içerisinde müttefik bulacaklarını, çatlaklara yerleşeceklerini, tarihsel planda yürüyen burjuva devriminin dümenini sosyalist devrime kıracaklarını sanmaktadırlar. O dümeni kırmayan irade, devrimci olamaz.

Burjuva devrimleriyle kurulan ideolojik, teorik ve politik bağlar, ezilenle ve sömürülenle bağ kurulmasın diye kurulmaktadır. Burjuva devrimleriyle kurulan bağsa, o devrimlerde varolan ezilen-sömürülen iradesine edilmiş küfürle tanımlıdır.

Nâzım Hikmet, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde ders görürken Filistinli bir gençle tanışır. Necati Sıdkı isimli bu genç, okulda “Mustafa Kâmil” ismini kullandığını söyleyince Nâzım, karşısındaki kişinin “Mustafa Kemal” dediğini zannedip sinirlenir ve gence ismini İranlı bir şairin ismiyle değiştirmesini önerir. Bugünün sosyalist hareketinde ne Nâzım, ne o Filistinli komünist, ne KUTV ne de İranlı şair vardır. Herkes, devlet ve sermaye adına Ortadoğu ve Ortaçağ’la mücadele etmekte, bu mücadelenin sosyalizmi getireceği vehmiyle yaşamaktadır.

Ortadoğu ve Ortaçağ’dan süzülüp gelen komünist/iştirakçi mücadeleye küfredilmektedir. AKP ile devlet, bir taşla birkaç kuş vurmakta ustalaşmış, kendisini ve sermayeyi savaş alanında koruma altına almayı öğrenmiştir. Sol, bu koruma faaliyetinin kâhyası ve bekçisidir.

Bu kâhyalık ve bekçilik, 27 Mayıs’ı “Devrim” sanmaya mecburdur. 27 Mayıs darbesinin birinci yıldönümünde yazılan CIA raporunda denildiği gibi[2] darbenin ardındaki isimler, hem NATO’cu hem ABD’ci hem IMF’çi hem de antikomünisttir. Komünizmle Mücadele Derneği’nin fahri başkanı olan bir generalin liderliğinde gerçekleşen darbenin yenisini bekleyene sosyalist de komünist de denilemez.

Eren Balkır
15 Mayıs 2025

Dipnotlar:
[1] Rossen Cagalov, “Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi (KUTV)”, 28 Ağustos 2020, İştiraki.

[2] “Outlook in Turkey”, 26 Mayıs 1961, CIA. Türkçesi: İştiraki.

0 Yorum: