Vaşington'da
iki Siyonist diplomatı ölümle cezalandıran Elias Rodriguez'in eylemden iki gün
önce kaleme aldığı manifestosu:
* * *
“Halilintar”,
“şimşek” ya da “gök gürültüsü” gibi bir anlama gelen bir kelimedir.
Bir
eylemin ardından insanlar, o eyleme bir anlam kazandıracak bir metin arar; işte
bu, böyle bir girişimdir. İsraillilerin Filistin’e karşı işlediği vahşetler
tanımı aşar, sayılarla ifade edilemez. Bu vahşetleri çoğunlukla okuyarak değil,
videolarla izleyerek, bazen de canlı olarak, öğreniyoruz.
Haftalar
boyunca hızla artan ölü sayısının ardından, İsrail ölüleri sayacak kapasiteyi
bile yok etti, bu da soykırımına büyük hizmet etti. Yazım sırasında Gazze
Sağlık Bakanlığı travmatik güç sonucu öldürülen 53.000 kişiyi kayda geçmiş
durumda; en az on bin kişi enkaz altında, bilinmeyen binlercesi de önlenebilir
hastalıklardan, açlıktan öldü; on binlercesi ise İsrail ablukası nedeniyle acil
kıtlık riski altında. Bütün bunlar, Batılı ve Arap hükümetlerinin işbirliğiyle
mümkün oldu.
Gazze
Enformasyon Ofisi, enkaz altındaki on bini kendi ölü sayısına dâhil ediyor.
Aylarca haberlerde “on bin kişi” enkaz altında olarak geçti, bu, yeni enkazlar
yaratılmasına ve bu enkazların tekrar tekrar bombalanmasına rağmen. Çadırlara
yönelik bombardımanlar bile oldu. Yemen’deki ölü sayısının yıllarca birkaç bin
olarak tutulmasının ardından gerçek sayının 500.000 olduğu ortaya çıkmıştı. Bu sayıların
hepsi, büyük ihtimalle suç teşkil edecek şekilde az gösteriliyor. 100.000 ya da
daha fazla kişinin öldüğü yönündeki tahminlere inanmakta zorlanmıyorum.
Bu
yılın Mart ayından bu yana, “Koruyucu Hat” ve “Dökme Kurşun” operasyonlarının
toplamından daha fazla kişi katledildi. Paramparça olmuş, yanmış, patlamış
bedenlerin ne kadarlık bir kısmının çocuk olduğunu söylemeye ne hacet. Bizler, bunun
olmasına izin verenler, Filistinlilerin affını asla hak etmeyeceğiz. Onlar da
bize bunu gayet net biçimde ilettiler zaten.
Silahlı
bir eylem, illa ki askeri bir eylem değildir. Genellikle değildir. Genellikle
bir tür tiyatrodur, gösteridir; birçok silahsız eylemle bu yönü ortaktır.
Soykırımın
ilk haftalarında yapılan şiddet içermeyen protestolar bir dönüm noktası gibi
görünüyordu. Daha önce hiç Batı’da bu kadar çok insan, on binleri bulan
kitleler halinde Filistinlilerle dayanışma içinde sokaklara dökülmemişti. Daha
önce hiç bu kadar çok Amerikalı siyasetçi, retorik de olsa, Filistinlilerin de
birer insan olduğunu kabul etmek zorunda kalmamıştı. Ama bu retoriğin şimdiye
kadar pek bir karşılığı olmadı.
İsrailliler,
Amerikalıların kendilerine bu soykırımı sürdürmeleri için sağladıkları
serbestiyeti, kendi ağızlarıyla hayretle anlatıyorlar. Kamuoyu, bu soykırımı
yapan ırk ayrımcısı devlete karşı dönmüş durumda, ama Amerikan hükümeti bunu
omuz silkip geçiyor: “O zaman kamuoyuna gerek yok,” diyorlar âdeta.
Yapabiliyorlarsa kamuoyunu suç sayarak bastırıyorlar, yapamıyorlarsa da
“İsrail’i dizginlemek için elimizden geleni yapıyoruz” gibi sıradan güvence
sözleriyle kamuoyunu boğuyorlar.
Aaron
Bushnell ve diğerleri bu katliamı durdurmak umuduyla kendilerini feda etti ve
devlet, bize onların fedakârlıklarının boşuna olduğunu hissettirmeye çalışıyor,
Gazze için ayağa kalkmanın, bu savaşı evimize taşımanın bir anlamı olmadığını
göstermek istiyorlar. Onların bu oyunu kazanmasına izin veremeyiz. O
fedakarlıklar boşuna değildi.
Hükümet
temsilcilerimizin bu katliamı desteklerken hissettikleri cezasızlık hissi,
aslında bir illüzyon olarak ifşa edilmelidir. Bu cezasızlığı en ağır haliyle
yaşayanlar, soykırımcılara en yakın olanlarımızdır.
Guatemala
devletinin Maya halkına karşı yaptığı soykırımdan kurtulanları tedavi eden bir
cerrah, bir defasında bir katliamda ağır yaralanan bir hastayı ameliyat
ederken, silahlı adamların ameliyathaneye girip, ameliyat masasındaki hastayı
kahkahalarla vurarak öldürdüğünü anlatmıştı. Cerrah, meselenin en kötü
tarafının, o katilleri kendisine gayet tanıdık olan adamları, yıllar sonra
sokakta rahatça dolaşırken görmek olduğunu söylemişti.
Başka
bir yerde, vicdan sahibi bir adam, Vietnam kasabı Robert McNamara’yı Martha's
Vineyard feribotundan denize atmaya çalışmıştı. McNamara’yı arkadaşlarıyla
birlikte feribotta gülerek otururken gördüğünde, onun cezasızlığına ve
küstahlığına dayanamadı. O adam McNamara’nın “duruşunu”, “Tarihimi kafama
takmıyorum, burada Ralph ile oturup içkimi yudumlayabiliyorum, sen de buna
katlanacaksın” tavrını sindiremedi. McNamara’yı suya atmayı başaramadı, çünkü
eski dışişleri bakanı trabzanlara tutunarak tekrar ayağa kalktı. Ama saldırgan
adam, bu girişimin değerini şu sözlerle açıkladı: “Onu dışarıya, ikimizi baş
başa bırakacak bir yere çıkardım. O anda tarihi o kadar da sağlam görünmüyordu,
değil mi?”
Silahlı
eylemlerin ahlaki yönü hakkında da bir şey söylemek gerek. Soykırıma karşı olan
bizler, faillerin ve suç ortaklarının insanlıktan çıkmış olduğunu savunarak bir
tür tatmin buluyoruz. Bu görüşü anlayabiliyorum, çünkü tanıklık ettiğimiz
vahşet, ekran aracılığıyla bile olsa, ruhu çok fazla zorluyor. Ama insanlık
dışılık dediğimiz şey aslında oldukça sıradan, sıradan bir insana özgü bir
durum.
Bir
fail, aynı zamanda sevgi dolu bir ebeveyn, saygılı bir evlat, cömert bir
arkadaş, hoş bir yabancı, bazen kendi menfaati dışında bile ahlaki güç
gösterebilen biri olabilir ve yine de bir canavar olabilir. İnsan olmak, birini
hesap vermekten muaf kılmaz. Bu eylem, 11 yıl önce, “Koruyucu Hat” sırasında
yapılmış olsaydı da ahlaki açıdan haklı olurdu. Ben şahsen o sıralarda
Filistin’de yaptığımız vahşetin farkına acı biçimde varmıştım. Ama sanırım çoğu
Amerikalı için o zamanlar bu tür bir eylem anlamsız, delice görünürdü. Bugün en
azından birçok Amerikalı için bu tür bir eylem gayet anlamlı ve belki de tek
akla yatkın seçenek gibi görünüyor.
Anne,
Baba, küçük kardeşim, O… da dâhil tüm ailem, sizleri seviyorum.
Filistin’e
özgürlük!
Elias Rodriguez
20 Mayıs 2025
Kaynak
Çeviri: Emre Orman
0 Yorum:
Yorum Gönder