Aydın,
sınıfsal bağlardan azade ele alınamayacak insandır. Aydını, gelenek ve çizgi
yetiştirir. Ülke, aydın krizi yaşıyor çünkü sol, çıkmazda. Bize aydın diye
sunulanlar, vekilliğin yolunu Yorum sahnesinden geçirenler.
Önce
bir solist bulunur, sonra kısa süreli tutuklanma yaşar, ardından buradan elde
ettiği kimlikle belediyelerden konser, mazbatadan aracına çakar alır.
Sonra
başka bir tip çıkar, önce kültür sanat programında sonra Yorum sahnesinde boy
gösterir, ardından vekil olur. Her iki temsilî tip de aydın diye kitlelere
gösterilir, sonra bu tip Gezi’yi kimin başlattığı üzerinden koltuğa giden yolda
kavga çıkarır. Her ikisi de özünde bire-özne sınırına kitleyi yedekler, tarihi
kendisinden başlatır.
Başka
bir tiyatrocu çıkar, iki partinin köprüsü olan ara partiden vekil olur.
Baştan
sona özne krizi yaşanıyor. Hiç şiir basmayan yayınevi, vekilimizin çocuğuna
şiir kitabı basar, emekli vekilimizin çocuğunun arabasına çakar takılmasının
yolu açılır. Biri halkımızın “teselleme” dediği meseli anlatır, diğeri, alttan
oyduğu partisinin belediyelerinden konser alır. Hiçbirini de sınıfın önünde
yürüyen, seksen yaşına yaklaşan Behice Boran’ın duruşuyla göremezsiniz.
Bir
gün bir tutanak yayınlanır, “seni bana önerdiklerinde başkasıyla karıştırdım”
denir. Onu kimin ve ne için önerdiğini kitle tartışmaz. Önerenler Perinçek’le
aynı çizgideyse o zaman “hatasıyla sevabıyla Perinçek” demek de insan ahlakının
gereğine dönüşür ki çifte standardın olduğu yerde ahlaktan söz edilemez.
Ortada
ne akıldan ne de ahlaktan bahsedilecek durum var. “Hatasıyla sevabıyla Yalçın
Küçük” de diyebiliriz. Hatasıyla sevabıyla... Bir kere bu yola girildi mi hata
ve sevabın ölçüsünü kimin belirlediği de bulanık hâle gelir.
“Elçiye
zeval olmaz” denir. Elçi, binlerce insanın ölümüne yol açan bir yola girdiyse o
zaman tartışılması gereken başka bir durum söz konusudur.
“Hatasıyla
sevabıyla Kavala” da diyebiliriz öyleyse. Nasıl olsa o da verdiği parayla Birgün
gazetesini ayakta tutmuştur. “Her şeye rağmen Birgün” mü demeliyiz?
Önemli bir tirajını TMMOB üzerinden sağlayan bir gazete bu.
Bütün
yollar tutulmuştur. Tonlarca demir, yolları kesmiştir. Bir güvenlik amiri,
fırın kamyonetini durdurup onun ara mahallede kasasındaki ekmekleri bakkallara
dağıtmasını engeller, aksatır, zorluk çıkarır. O sırada Kadıköy’de toplanan
cılız kitle, 1 Mayıs kutlar. Hatasıyla sevabıyla tertip komitesi...
“Bir
cebinde kenevir tohumu, bir cebinde Das Kapital” sözlerini sola boca
edebilirsiniz, hatasıyla sevabıyla türkücü...
Banka
reklâmlarında oynayabilirsiniz, akil insan olabilirsiniz, geçmişinizde çok
değerli tiyatrolar, sinemalar, şiirler ürettiyseniz, o zaman siz de hatasıyla
sevabıyla değerlendirilmeyi hak etmişsiniz demektir.
Sizin
üzümünüz ezilip pekmeze çevrilirken sesini çıkarmayanlar, hatalı ya da sevaplı
değil, olsa olsa karşınızda yer alandır.
Mandacılığın
gönüllü sözcülüğünü kendine görev belleyenler, emperyalizmin aydınıdır. Daha
farklı söylersek, Sülün Osman’ın cezaevindeyken “alın teriyle yaşamak” konulu
verdiği konferans onu emekperver yapmaz.
Depremde
kendi meslek odasının binası sapasağlam ayakta kalırken, o odaya mensup mühendislerin
onay verdikleri projelerin ürünü olan binalar yıkılıyorsa, “hatasıyla sevabıyla
mühendisler odası” denilemez.
Akşama
kadar değerlerimize küfreden sözde insan hakları savunucuları, Tarık Akan’ın
defnedildiği günün akşamı onu aforoz ediyorsa ve sol da “hatasıyla sevabıyla
Tarık Akan” demiyorsa o zaman durup düşünmek gerekir ama saldıranların son
dakikasından bir dakika sonra “ne hatası hep sevabıyla” denilecekse o zaman bu
oyunun içinde yer almak mandacılıkla malûldür.
Medusa’nın
solundan açık denize bırakılan, imamın kayığıdır. İmamın kayığında kaptan da
vardır, o kaptan kamarası, solu bütün izlerin birbirine karıştığı bulanık
sulara taşır.
Galiba
Debord, bu dönem açısından haklıydı. Gösterinin karşısında olan da onun bir
parçasına dönüşür. “Hatasıyla sevabıyla” diye başlayan cümleler baştan
yenilgiye mahkûmdur. Son dakikaya kadar eleştirdiğiniz "aydınlara"
son dakikasından sonra “hatasıyla sevabıyla” demek, olsa olsa düne kadar “seni
günahkâr ilan etme tiyatrosuna katıldık” demektir. Böyle bir tiyatroda rol
almak, bizi biz yapan net duruştan saptırır. Anlaşılan o ki bizim, halktan
başka gidecek yerimiz yokmuş.
Yol
açamayanlar, başkasının açtığı yollardan gittiğini göstermemek için kimse
görmesin diye gece yürür.
Odysseus’u
İthake’ye ulaştıran tek gerçek, onun kararlılığı ve aklıdır. Kararlıdır ama
aklıyla gemisini yurduna ulaştırır. Yolda karşısına çıkan Sirenlerin tatlı
ezgilerini duymasınlar diye askerlerinin kulaklarına balmumu tıkar, askerlere
Sirenlerin yaşadığı kayalıklara dümen kırma emri vermemek için kendi kollarını
bağlayıp ağzını bezle kapatır. O, gerçek bir önderdir, ezgileri kendisi dinler,
askerlerini yoldan sapma yozluğuna karşı korur.
Bugünden
sonra ömründe bir kez emekçi halk sınıflarına ve ezilenlere hizmet edip sonra
mandacılığa hizmet etmiş biri varsa “hatasıyla sevabıyla” değerlendirilmek
zorundadır.
S. Adalı
4 Mayıs 2025
0 Yorum:
Yorum Gönder