23 Mayıs 2025

,

Sovyet Janus’u ve Doğu

Beyaz Ordu’yla savaşan Bolşevik Başkurt İkinci Tüfek Alayı’nın Sancağı. 
Üstte “Dünyanın tüm yoksulları birleşin”, altta “Başkurdistan İşçileri” yazıyor.

 

Devrimde Kültürel Bölünme

Devrimden sonra milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkını ete kemiğe büründürme işi, devrim sonrası Halkın Milliyet Meseleleri Bakanı olan Stalin gibi isimlere kaldı. İlkesel düzeyde Stalin, Lenin’in “Her ne kadar milliyetçilik önemli olsa da o, dikkatleri sınıf mücadelesinden uzaklaştırıyor, sosyalist enternasyonalizmle çelişiyor” düşüncesine katılıyordu. Lenin’e göre, “kendi kaderini tayin hakkı, sosyalizmin ilkelerine tabi olmalı, sosyalizm mücadelesinde bir araç olarak kullanılabilmeli”ydi.[1]

Stalin’in milliyet politikası, “sosyalizmin ilkeleri”ne özel bir yorum getirdi. Milletler, bölgesel özerklik, özel haklar hatta Sovyet devletinden ayrılma hakkı elde edebilmeliydi. Aslında Lenin ve Stalin, ayrılma taleplerini pek uygun görmüyor, bu talepleri karşı-devrimcilik olarak değerlendiriyordu. Ancak gene de bu konuda tavizlerde bulunmayı doğru buluyordu. Onlar, milletin ve kültürün gelişiminin önünün açılmasının devrimci bir kazanım olduğuna samimiyetle inanıyor, bu gelişmenin en iyi kendilerini milliyetçi kabul eden Bolşeviklerin himayesinde gerçekleşeceğine inanıyordu. Hatta Stalin, her milletin dilediğinde eski geleneksel düzenine geri dönme hakkının bulunduğunu söylüyordu.[2]

Kültür düzleminde Stalin, bu tür bir geri dönüşü kendince desteklemeye hazırdı. Rus Komünist Partisi (Bolşevik) Doğu’daki halkları “kültürel açıdan geri” kabul ediyordu ama devrimci bakış uyarınca, tarihsel açıdan ileri olan bu milletlerin saygı zemininde değerlendirilmesi gerektiği düşünülüyordu. Onlardaki gelişim süreci, Çar’ın baskıları sonucu kesintiye uğramıştı. Ezen millete mensup olan Rus proletaryası, “ezilen milletlere mensup emekçi kitleler arasında gelişmiş olan milliyetçi duygulara özel bir dikkatle yaklaşmalı”ydı.[3]

Azami özerklik imkânlarının artırılmasına dönük çabalarla kültürel düzeyi yukarı çekme çabaları, kurtuluş için gerekli tek çözüm yolu olarak görüldü. Muhtemelen Rusya’nın iç kesimlerinde devrimi kültürü eleştirerek ileri itme yaklaşımına etnisiteleri önemli gören yaklaşımın galebe çalması, Stalin’i “Batı’nın proleter devrimi ile Doğu’nun antiemperyalist hareketi” arasında ayrım yapma”ya itti.[4]

Bu kavramsal ayrıma yakından bakmak gerekiyor. Sınıf merkezli yaklaşımla kültür düzleminde tanımlanmış milliyet türü kolektiviteler arasında yapılan ayrım, her türden birlikçi özgürleşme anlayışının ortadan kalkması anlamına geliyordu. Devrimin Doğu ile uzaktan, gevşek bir tarzda, hatta aslında söylem düzeyinde kurduğu bağ, Stalin’in ifadesiyle, altı boş eğitim çalışmalarıyla tesis edilen ilişki, sorunluydu. Bu düzlemde Stalin, kendi tahayyülü üzerinden, bu iki farklı devrim türüne pratikte bir şekil vermeye çalıştı.

İlgili çalışma dâhilinde Rus kültürünün Çar rejiminin kalıntılarıyla yüklü olduğu, dolayısıyla acilen reforma tabi tutulması gerektiği tespit edildi. Öte yandan, Doğu konusunda Bolşevikler, patriarka ve dindarlık gibi suni yollardan beslenen, temelde dışarı kaynaklı olgular olarak görülen kültürel özelliklerin tartışılması gerektiği değerlendirmesinde bulundu.[5]

Bu noktada, “devrimci ilkelerin uygulanmasının önündeki temel engelin sınır bölgelerindeki halkların sovyetize edilmesinde geliştirilen kaba, düşüncesiz ve aceleci bir yaklaşım” olduğuna kanaat getirildi. Bahsi edilen bölgedeki halklardaki milliyetçi izlere ve mevcut yaşam tarzlarına rağmen, bu halkların “yüksek ahlaki ve maddi proleter kültür”den pay almalarının sağlanması gerektiği tespitinde bulunuldu. Örneğin Dağıstan halkı, “dini önyargıların ağır etkisi altında olmasına rağmen, komünistlerin peşinden ‘şeriat zemini’nde ilerliyorsa, o vakit bu ülkede dini önyargılara karşı verilen mücadele, doğrudan yürütülmemeli, dolaylı ve daha dikkatli patikalar tercih edilmeli”ydi.[6]

“Yüksek ve maddi bir proleter kültüre ulaşacak, daha dikkatli yürünmesi gereken bu patikalar”la ilgili fikir, Stalin’in Kasım 1920’de düzenlenen Dağıstan Halkları Kongresi’ndeki açıklamalarında da karşılık buldu:

“Rus hükümeti, her halka, sahip oldukları kanunları ve gelenekleri uyarınca kendi kaderini tayin hakkını tüm yönleriyle bahşeder. Sovyet hükümeti şeriatı meşru bir geleneksel hak kabul eder.”[7]

İç savaşın zaferle neticelendiği koşullarda bu ifadeler, zayıflığın kabulü ve yansıması olarak görülemez. Stalin’in Sovyet hükümetinin şeriata savaş açma niyetinin bulunmadığına dair güvence vermesi[8] üzerine Terek bölgesindeki mollalar ve şer’i uygulamalar Sovyetler’in yardımlarını gördüler.

Tüm bu adımlar boşlukta atılmıyorlardı. Aralık 1917’de Kremlin, emekçi Müslümanlara hitaben kaleme aldığı bildiride, Müslümanların “milli ve kültürel kurumlarıyla birlikte tüm inançlarının ve geleneklerinin dokunulmaz olduğunu” kabul eden ifadelere yer veriyordu.[9] Ocak 1918’de Müslümanların İçişleri Bakanlığı (Muskom) kuruldu. Ardından Kasım ayı içerisinde Müslüman Komünist Teşkilâtları Merkez Bürosu çalışmalarına başladı. Temmuz ayı içerisinde Bolşevikler, sadece Müslümanlardan oluşacak olan sosyalist orduya katılmaları konusunda Müslümanlara çağrı yaptılar. Ayrı bir Müslüman komünist partisi de bu süreçte kuruldu.[10]

Budist halklar içerisinde gelişmiş olan “milli devrimci” akımlar konusunda benzer bir yol benimsendi. Burada Bolşeviklerin görüş ve anlayışı, Lamacı dünyaya ait geleneklerle, ritüellerle ve mesih beklentileriyle ilişkilendirildi.[11]

Güç kullanılarak bastırılan Basmacı isyanı türünden politik ayrılıkçı faaliyetler yürütmedikleri sürece yaşam tarzlarına dokunulmadı, müdahale edilmedi, hatta aksine, Müslüman halkların kendi içlerinde yürüttükleri kültürel çalışmalar desteklendi. Bu türden Müslümanları Doğulu tarzda devrimcileştirme gayretleri, Müslüman toplumlarını dönüştürmek yerine onların mevcut hâllerini pekiştirdi. Farklı bir devrimci sınıf olarak görülen Doğulu halklar içerisinde İslam’a yönelik pozitif yaklaşım, varlığını sürdürdü.

Eylül 1920’de Bakû’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı, Bolşevik yaklaşımını örnekleyen bir çalışmaydı. Çağrı metninde kurultaya katılmak hacca gitmeye benzetiliyor, bu noktada çağrının muhatabı olan kesimlerin geleneksel anlayışlarına uygun bir dil kullanılıyordu.

“Eskiden kutsal mekânlara ulaşmak için çölleri aştınız, bugün de dağları ve nehirleri aşın, ormanlardan ve çöllerden geçin, kardeşliğe dayalı bir ittifak içinde biraraya gelerek eşitlik, hürriyet ve kardeşlik temelinde bir hayat yaşamak amacıyla kölelik zincirlerinden nasıl kurtulacağınızı tartışacağınız diğer insanlarla buluşun.”

Delegelerdeki baskın muhafazakârlık, kurultayı örgütleyen Komintern genel sekreteri Grigori Zinovyev’i hiç rahatsız etmiyordu.

“Birçoğunuzun bizden farklı görüşlere sahip olduğunuzu biliyoruz. Bunun bir önemi yok. […] Biz sizden sadece kapitalizmle mücadele etmenizi ve yabancı güçlerin politik boyunduruğunu sökük atmanızı istiyoruz.”[12]

Zinovyev’den sonra kürsüye gelen konuşmacılar, bu tavsiyeyi kendi dillerine tercüme ettiler. Müslümanların birliği hareketinin önemli isimlerinden olan Enver Paşa, konuşmasında hayatının Allah’ın açtığı yoldan ilerlediğini söylüyordu. İsmini bilmediğimiz Mısırlı bir delege, Bolşeviklerin verdiği ilhamın Doğulu halkları özgürlüğe kavuşturacağına dair değerlendirmesini sunuyordu (Carr): “Doğu, Bolşevizmin kendisinin önemli bir bileşeni olarak gördüğü İslam’ı diriltmesini bekliyor.”[13]

Türkistan’dan gelen, avukat Narbutabek, Müslüman Orta Asya’nın Ruslar dâhil tüm yabancılardan kurtarılmasını talep ediyordu. Dağıstan delegesi Celâleddin Korkmazev, konuşmasında gazavattan ve “cihat”tan dem vuruyordu[14] Taşkent’te faaliyet yürüten Hindistan Devrimciler Birliği başkanı Abdurrab Berk, halkının dini hayatına veya aile anlayışına müdahale etmeksizin, ezilen Hindistan’ın mücadelesine destek verilmesi çağrısında bulunuyordu.[15]

Zinovyev, dinleyici kitlesinin hoşuna gidecek ifadelere başvurduğu konuşmasında gazavat anlayışının Bolşeviklere uygun olduğunu dile getiriyordu:

“Yoldaşlar! Kardeşler, hırsızlara ve zalimlere karşı gerçek ve kutsal halk savaşını örgütlemeye başlayacağınız vakit gelip çattı. […] Kardeşlerim, burada sizi cihat için, ilk planda İngiliz emperyalizmine karşı yürütülecek bir cihat için toplamış bulunuyoruz! (Alkış tufanı kopuyor. Aralıksız bir şekilde ‘hurra!’ diye bağırılıyor. Kurultay üyeleri ayağa kalkıp silahlarını havaya kaldırıyorlar. […] Delegeler ayağa kalkıp alkışlıyorlar. ‘Yemin ediyoruz!’ bağırışları duyuluyor.)”[16]

Karl Radek, konuşmasında “Sovyet hükümetinin doğu politikasının Sovyet cumhuriyeti için belirli avantajlar elde etmek amacıyla başvurduğu diplomatik bir manevra olmadığı”nı söylüyordu. Bu anlamda Radek, Stalin’in şeriat üzerine kurulu kurumlara onay veren yaklaşımıyla örtüşen bir tespitte bulunuyordu.[17]

Doğu halklarının seferber edilmesine ilişkin yaklaşım, bir dizi devrimci kategoriyi esas alan, başka halkların iradesini devrimci anlama kavuşturma çabasının bir sonucuydu. Burada dini ve kültürü, Sovyetler bağlamında esasen İslam’ı ifade eden “millet” olgusu merkeze konuluyordu. Yerli halkın dinine yönelik ilgi, geçici bir süre popüler olan, aslında marjinal kabul edilen “Müslüman milli komünizm” denilen sol düşünce akımında karşılık bulmaktaydı.

Patrick Hesse

[Kaynak: “To the Masses”: Communism and Religion in North India, 1920–47, Doktora Tezi, 20 Temmuz 2015, s. 39-43.]

Dipnotlar:
[1] Edward Carr, The Bolshevik Revolution, 1917–1923, Cilt. 1 (Londra: Macmillan 1954), s. 26, 426.

[2] Stalin, “The Policy of the Soviet Government on the National Question in Russia,” Selected Works, Cilt. 4: s. 310; Halbach, Das Sowjetische Vielvölkerimperium, s. 21–2; ayrıca bkz.: Alexandre Bennigsen ve S. Enders Wimbush, Muslim National Communism in the Soviet Union: A Revolutionary Strategy for the Colonial World (Şikago: University of Chicago Press 1979), s. 73–4. Stalin’in milliyet politikasıyla ilgili hazırladığı yönergesi konusunda bkz.: Walker Connor, The National Question in Marxist Leninist Strategy (Princeton [NJ]: Princeton University Press 1984), 42; geleneğe geri dönüş konusunda bkz.: Stalin, “To the Soviets and the Party Organisations of Turkestan,” in SW Cilt. 4: s. 203–4; ve Modak, Dynamics of the National Question, s. 18–21.

[3] Stalin, “Our Tasks in the East,” SW 4: s. 209–10. RKP(B) içerisinde Orta Asya ilgisi konusunda bkz.: Botakoz Kassymbekova ve Christian Teichmann, “The Red Man’s Burden: Soviet European Officials in Central Asia in the 1920s and 1930s,” Helpless Imperialists: Imperial Failure, Fear and Radicalization içinde, yayına hz. Maurus Reinkowski ve Gregor Thum (Göttingen: Vandenhoek & Ruprecht 2013), s. 163–4.

[4] Stalin, “Our Tasks in the East,” s. 211.

[5] Arne Haugen, The Establishment of National Republics in Soviet Central Asia (Basingstoke: Macmillan 2003), s. 35–41. Jeremy Smith, “Proleter Kültür gibi sanat hareketlerinin Moskova’da geçmişten kopmaya çalıştığını, ama Rus olmayan bölgelerde milletlerin tarihsel köklerini destekleyen bir eğilim içerisinde olduğunu” kabul eder: Jeremy Smith, The Bolsheviks and the National Question, 1917–23 (Basingstoke: Macmillan 1999), s. 169.

[6] Stalin’den yapılan tüm alıntılar şu çalışmadan: “The Policy of the Soviet,” s. 318–19.

[7] “Congress of the Peoples of Dagestan,” SW Cilt 4: s. 348–50.

[8] “Congress of the Peoples of the Terek Region,” SW 4: s. 354. 1922’de Sovyet hükümeti müsadere edilmiş olan tüm dini mülkleri ve mekânları ulemaya geri verdi. Cuma gününü Müslümanların tatili kabul etti: Georg von Stackelberg, “The Tenacity of Islam in Soviet Central Asia,” Religion and the Search for New Ideals in the USSR, yayına hz. William Fletcher ve Antony Strover (Allahabad: Prager 1967), s. 93.

[9] “Message from V. I. Lenin, Chairman of the Council of People’s Commissars and J. V. Stalin, People’s Commissar for Nationalities Affairs, to all the Working Moslems of Russia and of the East,” Milestones of Soviet Foreign Policy 1917–1967 içinde (Moskova: Progress Publishers 1967), s. 34–5. Ayrıca bkz.: Lenin, “Response to the Questions of an American Journalist,” LW Cilt. 29: s. 508.

[10] Azade-Ayse, Rorlich, “Islam under Communist Rule: Volga-Ural Muslims,” Central Asian Survey 1 (1982): s. 18; Carr, The Bolshevik Revolution, Cilt. 1: s. 318–20. Cedidiler konusunda bkz.: Haugen, The Establishment of National, s. 52–67.

[11] Emanuel Sarkisyanz, Russland und der Messianismus des Orients: Sendungsbewusstsein und Politischer Chiliasmus des Ostens (Tübingen: Mohr 1955), s. 381–91. Bolşeviklerin Moğolistan’daki uygulamaları konusunda bkz.: Fujiko Isono, “The Mongolian Revolution of 1921,” Modern Asian Studies 10 (1976).

[12] Carr, The Bolshevik Revolution, Cilt. 1: s. 260–1. Son dönemde yapılan çalışmalar delege sayısının 1.891 olduğunu söylüyor: Kiran Maitra, Marxism in India. From Decline to Debacle (Delhi: Roli Books 2012), s. 45; ve Schwartz, “Kommunismus und Islam im 20. Jahrhundert,” Mählert vd., Jahrbuch für Historische Kommunismusforschung 2009, s. 130.

[13] Tüm alıntılar için bkz.: A.g.e., s. 260–1; ayrıca bkz.: Ahmad, Myself and the Communist Party, s. 101.

[14] Çeviri: Brian Pearce, Congress of the Peoples of the East—Baku, September 1920 (Londra: New Park Publ. 1977), s. 67.

[15] Carr, The Bolshevik Revolution, Cilt. 1: s. 263.

[16] Aktaran: Carr, a.g.e., s. 261.

[17] Pearce, Congress of the Peoples, s. 41.

0 Yorum: