Beyaz
Ordu’yla savaşan Bolşevik Başkurt İkinci Tüfek Alayı’nın Sancağı.
Üstte “Dünyanın
tüm yoksulları birleşin”, altta “Başkurdistan İşçileri” yazıyor.
Devrimde
Kültürel Bölünme
Devrimden
sonra milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkını ete kemiğe büründürme işi, devrim
sonrası Halkın Milliyet Meseleleri Bakanı olan Stalin gibi isimlere kaldı.
İlkesel düzeyde Stalin, Lenin’in “Her ne kadar milliyetçilik önemli olsa da o,
dikkatleri sınıf mücadelesinden uzaklaştırıyor, sosyalist enternasyonalizmle
çelişiyor” düşüncesine katılıyordu. Lenin’e göre, “kendi kaderini tayin hakkı,
sosyalizmin ilkelerine tabi olmalı, sosyalizm mücadelesinde bir araç olarak
kullanılabilmeli”ydi.[1]
Stalin’in
milliyet politikası, “sosyalizmin ilkeleri”ne özel bir yorum getirdi. Milletler,
bölgesel özerklik, özel haklar hatta Sovyet devletinden ayrılma hakkı elde edebilmeliydi.
Aslında Lenin ve Stalin, ayrılma taleplerini pek uygun görmüyor, bu talepleri
karşı-devrimcilik olarak değerlendiriyordu. Ancak gene de bu konuda tavizlerde
bulunmayı doğru buluyordu. Onlar, milletin ve kültürün gelişiminin önünün
açılmasının devrimci bir kazanım olduğuna samimiyetle inanıyor, bu gelişmenin en
iyi kendilerini milliyetçi kabul eden Bolşeviklerin himayesinde gerçekleşeceğine
inanıyordu. Hatta Stalin, her milletin dilediğinde eski geleneksel düzenine
geri dönme hakkının bulunduğunu söylüyordu.[2]
Kültür
düzleminde Stalin, bu tür bir geri dönüşü kendince desteklemeye hazırdı. Rus
Komünist Partisi (Bolşevik) Doğu’daki halkları “kültürel açıdan geri” kabul
ediyordu ama devrimci bakış uyarınca, tarihsel açıdan ileri olan bu milletlerin
saygı zemininde değerlendirilmesi gerektiği düşünülüyordu. Onlardaki gelişim
süreci, Çar’ın baskıları sonucu kesintiye uğramıştı. Ezen millete mensup olan
Rus proletaryası, “ezilen milletlere mensup emekçi kitleler arasında gelişmiş
olan milliyetçi duygulara özel bir dikkatle yaklaşmalı”ydı.[3]
Azami
özerklik imkânlarının artırılmasına dönük çabalarla kültürel düzeyi yukarı
çekme çabaları, kurtuluş için gerekli tek çözüm yolu olarak görüldü. Muhtemelen
Rusya’nın iç kesimlerinde devrimi kültürü eleştirerek ileri itme yaklaşımına
etnisiteleri önemli gören yaklaşımın galebe çalması, Stalin’i “Batı’nın
proleter devrimi ile Doğu’nun antiemperyalist hareketi” arasında ayrım yapma”ya
itti.[4]
Bu
kavramsal ayrıma yakından bakmak gerekiyor. Sınıf merkezli yaklaşımla kültür
düzleminde tanımlanmış milliyet türü kolektiviteler arasında yapılan ayrım, her
türden birlikçi özgürleşme anlayışının ortadan kalkması anlamına geliyordu. Devrimin
Doğu ile uzaktan, gevşek bir tarzda, hatta aslında söylem düzeyinde kurduğu bağ,
Stalin’in ifadesiyle, altı boş eğitim çalışmalarıyla tesis edilen ilişki,
sorunluydu. Bu düzlemde Stalin, kendi tahayyülü üzerinden, bu iki farklı devrim
türüne pratikte bir şekil vermeye çalıştı.
İlgili
çalışma dâhilinde Rus kültürünün Çar rejiminin kalıntılarıyla yüklü olduğu,
dolayısıyla acilen reforma tabi tutulması gerektiği tespit edildi. Öte yandan,
Doğu konusunda Bolşevikler, patriarka ve dindarlık gibi suni yollardan beslenen,
temelde dışarı kaynaklı olgular olarak görülen kültürel özelliklerin
tartışılması gerektiği değerlendirmesinde bulundu.[5]
Bu
noktada, “devrimci ilkelerin uygulanmasının önündeki temel engelin sınır
bölgelerindeki halkların sovyetize edilmesinde geliştirilen kaba, düşüncesiz ve
aceleci bir yaklaşım” olduğuna kanaat getirildi. Bahsi edilen bölgedeki halklardaki
milliyetçi izlere ve mevcut yaşam tarzlarına rağmen, bu halkların “yüksek
ahlaki ve maddi proleter kültür”den pay almalarının sağlanması gerektiği
tespitinde bulunuldu. Örneğin Dağıstan halkı, “dini önyargıların ağır etkisi
altında olmasına rağmen, komünistlerin peşinden ‘şeriat zemini’nde ilerliyorsa,
o vakit bu ülkede dini önyargılara karşı verilen mücadele, doğrudan
yürütülmemeli, dolaylı ve daha dikkatli patikalar tercih edilmeli”ydi.[6]
“Yüksek
ve maddi bir proleter kültüre ulaşacak, daha dikkatli yürünmesi gereken bu
patikalar”la ilgili fikir, Stalin’in Kasım 1920’de düzenlenen Dağıstan Halkları
Kongresi’ndeki açıklamalarında da karşılık buldu:
“Rus hükümeti, her halka,
sahip oldukları kanunları ve gelenekleri uyarınca kendi kaderini tayin hakkını
tüm yönleriyle bahşeder. Sovyet hükümeti şeriatı meşru bir geleneksel hak kabul
eder.”[7]
İç
savaşın zaferle neticelendiği koşullarda bu ifadeler, zayıflığın kabulü ve
yansıması olarak görülemez. Stalin’in Sovyet hükümetinin şeriata savaş açma niyetinin
bulunmadığına dair güvence vermesi[8] üzerine Terek bölgesindeki mollalar ve
şer’i uygulamalar Sovyetler’in yardımlarını gördüler.
Tüm
bu adımlar boşlukta atılmıyorlardı. Aralık 1917’de Kremlin, emekçi Müslümanlara
hitaben kaleme aldığı bildiride, Müslümanların “milli ve kültürel kurumlarıyla
birlikte tüm inançlarının ve geleneklerinin dokunulmaz olduğunu” kabul eden ifadelere
yer veriyordu.[9] Ocak 1918’de Müslümanların İçişleri Bakanlığı (Muskom)
kuruldu. Ardından Kasım ayı içerisinde Müslüman Komünist Teşkilâtları Merkez
Bürosu çalışmalarına başladı. Temmuz ayı içerisinde Bolşevikler, sadece Müslümanlardan
oluşacak olan sosyalist orduya katılmaları konusunda Müslümanlara çağrı
yaptılar. Ayrı bir Müslüman komünist partisi de bu süreçte kuruldu.[10]
Budist
halklar içerisinde gelişmiş olan “milli devrimci” akımlar konusunda benzer bir
yol benimsendi. Burada Bolşeviklerin görüş ve anlayışı, Lamacı dünyaya ait
geleneklerle, ritüellerle ve mesih beklentileriyle ilişkilendirildi.[11]
Güç
kullanılarak bastırılan Basmacı isyanı türünden politik ayrılıkçı faaliyetler
yürütmedikleri sürece yaşam tarzlarına dokunulmadı, müdahale edilmedi, hatta aksine,
Müslüman halkların kendi içlerinde yürüttükleri kültürel çalışmalar
desteklendi. Bu türden Müslümanları Doğulu tarzda devrimcileştirme gayretleri, Müslüman
toplumlarını dönüştürmek yerine onların mevcut hâllerini pekiştirdi. Farklı bir
devrimci sınıf olarak görülen Doğulu halklar içerisinde İslam’a yönelik pozitif
yaklaşım, varlığını sürdürdü.
Eylül
1920’de Bakû’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı, Bolşevik yaklaşımını örnekleyen
bir çalışmaydı. Çağrı metninde kurultaya katılmak hacca gitmeye benzetiliyor,
bu noktada çağrının muhatabı olan kesimlerin geleneksel anlayışlarına uygun bir
dil kullanılıyordu.
“Eskiden kutsal mekânlara
ulaşmak için çölleri aştınız, bugün de dağları ve nehirleri aşın, ormanlardan
ve çöllerden geçin, kardeşliğe dayalı bir ittifak içinde biraraya gelerek
eşitlik, hürriyet ve kardeşlik temelinde bir hayat yaşamak amacıyla kölelik zincirlerinden
nasıl kurtulacağınızı tartışacağınız diğer insanlarla buluşun.”
Delegelerdeki
baskın muhafazakârlık, kurultayı örgütleyen Komintern genel sekreteri Grigori
Zinovyev’i hiç rahatsız etmiyordu.
“Birçoğunuzun bizden
farklı görüşlere sahip olduğunuzu biliyoruz. Bunun bir önemi yok. […] Biz
sizden sadece kapitalizmle mücadele etmenizi ve yabancı güçlerin politik
boyunduruğunu sökük atmanızı istiyoruz.”[12]
Zinovyev’den
sonra kürsüye gelen konuşmacılar, bu tavsiyeyi kendi dillerine tercüme ettiler.
Müslümanların birliği hareketinin önemli isimlerinden olan Enver Paşa,
konuşmasında hayatının Allah’ın açtığı yoldan ilerlediğini söylüyordu. İsmini
bilmediğimiz Mısırlı bir delege, Bolşeviklerin verdiği ilhamın Doğulu halkları
özgürlüğe kavuşturacağına dair değerlendirmesini sunuyordu (Carr): “Doğu,
Bolşevizmin kendisinin önemli bir bileşeni olarak gördüğü İslam’ı diriltmesini
bekliyor.”[13]
Türkistan’dan
gelen, avukat Narbutabek, Müslüman Orta Asya’nın Ruslar dâhil tüm yabancılardan
kurtarılmasını talep ediyordu. Dağıstan delegesi Celâleddin Korkmazev, konuşmasında
gazavattan ve “cihat”tan dem vuruyordu[14] Taşkent’te faaliyet yürüten Hindistan
Devrimciler Birliği başkanı Abdurrab Berk, halkının dini hayatına veya aile
anlayışına müdahale etmeksizin, ezilen Hindistan’ın mücadelesine destek
verilmesi çağrısında bulunuyordu.[15]
Zinovyev,
dinleyici kitlesinin hoşuna gidecek ifadelere başvurduğu konuşmasında gazavat anlayışının
Bolşeviklere uygun olduğunu dile getiriyordu:
“Yoldaşlar! Kardeşler,
hırsızlara ve zalimlere karşı gerçek ve kutsal halk savaşını örgütlemeye başlayacağınız
vakit gelip çattı. […] Kardeşlerim, burada sizi cihat için, ilk planda İngiliz
emperyalizmine karşı yürütülecek bir cihat için toplamış bulunuyoruz! (Alkış tufanı
kopuyor. Aralıksız bir şekilde ‘hurra!’ diye bağırılıyor. Kurultay üyeleri
ayağa kalkıp silahlarını havaya kaldırıyorlar. […] Delegeler ayağa kalkıp
alkışlıyorlar. ‘Yemin ediyoruz!’ bağırışları duyuluyor.)”[16]
Karl
Radek, konuşmasında “Sovyet hükümetinin doğu politikasının Sovyet cumhuriyeti
için belirli avantajlar elde etmek amacıyla başvurduğu diplomatik bir manevra
olmadığı”nı söylüyordu. Bu anlamda Radek, Stalin’in şeriat üzerine kurulu
kurumlara onay veren yaklaşımıyla örtüşen bir tespitte bulunuyordu.[17]
Doğu
halklarının seferber edilmesine ilişkin yaklaşım, bir dizi devrimci
kategoriyi esas alan, başka halkların iradesini devrimci anlama kavuşturma
çabasının bir sonucuydu. Burada dini ve kültürü, Sovyetler bağlamında esasen
İslam’ı ifade eden “millet” olgusu merkeze konuluyordu. Yerli halkın dinine
yönelik ilgi, geçici bir süre popüler olan, aslında marjinal kabul edilen “Müslüman
milli komünizm” denilen sol düşünce akımında karşılık bulmaktaydı.
Patrick Hesse
[Kaynak:
“To the Masses”: Communism and Religion in North India, 1920–47, Doktora
Tezi, 20 Temmuz 2015, s. 39-43.]
Dipnotlar:
[1] Edward Carr, The Bolshevik Revolution, 1917–1923, Cilt. 1 (Londra:
Macmillan 1954), s. 26, 426.
[2]
Stalin, “The Policy of the Soviet Government on the National Question in
Russia,” Selected Works, Cilt. 4: s. 310; Halbach, Das Sowjetische
Vielvölkerimperium, s. 21–2; ayrıca bkz.: Alexandre Bennigsen ve S. Enders
Wimbush, Muslim National Communism in the Soviet Union: A Revolutionary
Strategy for the Colonial World (Şikago: University of Chicago Press 1979),
s. 73–4. Stalin’in milliyet politikasıyla ilgili hazırladığı yönergesi
konusunda bkz.: Walker Connor, The National Question in Marxist Leninist
Strategy (Princeton [NJ]: Princeton University Press 1984), 42; geleneğe
geri dönüş konusunda bkz.: Stalin, “To the Soviets and the Party Organisations
of Turkestan,” in SW Cilt. 4: s. 203–4; ve Modak, Dynamics of the
National Question, s. 18–21.
[3]
Stalin, “Our Tasks in the East,” SW 4: s. 209–10. RKP(B) içerisinde Orta
Asya ilgisi konusunda bkz.: Botakoz Kassymbekova ve Christian Teichmann, “The
Red Man’s Burden: Soviet European Officials in Central Asia in the 1920s and
1930s,” Helpless Imperialists: Imperial Failure, Fear and Radicalization
içinde, yayına hz. Maurus Reinkowski ve Gregor Thum (Göttingen: Vandenhoek
& Ruprecht 2013), s. 163–4.
[4]
Stalin, “Our Tasks in the East,” s. 211.
[5]
Arne Haugen, The Establishment of National Republics in Soviet Central Asia
(Basingstoke: Macmillan 2003), s. 35–41. Jeremy Smith, “Proleter Kültür gibi sanat
hareketlerinin Moskova’da geçmişten kopmaya çalıştığını, ama Rus olmayan
bölgelerde milletlerin tarihsel köklerini destekleyen bir eğilim içerisinde
olduğunu” kabul eder: Jeremy Smith, The Bolsheviks and the National
Question, 1917–23 (Basingstoke: Macmillan 1999), s. 169.
[6]
Stalin’den yapılan tüm alıntılar şu çalışmadan: “The Policy of the Soviet,” s. 318–19.
[7]
“Congress of the Peoples of Dagestan,” SW Cilt 4: s. 348–50.
[8]
“Congress of the Peoples of the Terek Region,” SW 4: s. 354. 1922’de
Sovyet hükümeti müsadere edilmiş olan tüm dini mülkleri ve mekânları ulemaya
geri verdi. Cuma gününü Müslümanların tatili kabul etti: Georg von Stackelberg,
“The Tenacity of Islam in Soviet Central Asia,” Religion and the Search for
New Ideals in the USSR, yayına hz. William Fletcher ve Antony Strover
(Allahabad: Prager 1967), s. 93.
[9]
“Message from V. I. Lenin, Chairman of the Council of People’s Commissars and
J. V. Stalin, People’s Commissar for Nationalities Affairs, to all the Working
Moslems of Russia and of the East,” Milestones of Soviet Foreign Policy
1917–1967 içinde (Moskova: Progress Publishers 1967), s. 34–5. Ayrıca bkz.:
Lenin, “Response to the Questions of an American Journalist,” LW Cilt. 29:
s. 508.
[10]
Azade-Ayse, Rorlich, “Islam under Communist Rule: Volga-Ural Muslims,” Central
Asian Survey 1 (1982): s. 18; Carr, The Bolshevik Revolution, Cilt.
1: s. 318–20. Cedidiler konusunda bkz.: Haugen, The Establishment of
National, s. 52–67.
[11]
Emanuel Sarkisyanz, Russland und der Messianismus des Orients:
Sendungsbewusstsein und Politischer Chiliasmus des Ostens (Tübingen: Mohr
1955), s. 381–91. Bolşeviklerin Moğolistan’daki uygulamaları konusunda bkz.: Fujiko
Isono, “The Mongolian Revolution of 1921,” Modern Asian Studies 10
(1976).
[12]
Carr, The Bolshevik Revolution, Cilt. 1: s. 260–1. Son dönemde yapılan
çalışmalar delege sayısının 1.891 olduğunu söylüyor: Kiran Maitra, Marxism
in India. From Decline to Debacle (Delhi: Roli Books 2012), s. 45; ve
Schwartz, “Kommunismus und Islam im 20. Jahrhundert,” Mählert vd., Jahrbuch
für Historische Kommunismusforschung 2009, s. 130.
[13]
Tüm alıntılar için bkz.: A.g.e., s. 260–1; ayrıca bkz.: Ahmad, Myself
and the Communist Party, s. 101.
[14]
Çeviri: Brian Pearce, Congress of the Peoples of the East—Baku, September
1920 (Londra: New Park Publ. 1977), s. 67.
[15]
Carr, The Bolshevik Revolution, Cilt. 1: s. 263.
[16]
Aktaran: Carr, a.g.e., s. 261.
[17] Pearce, Congress of the Peoples, s. 41.
0 Yorum:
Yorum Gönder