06 Mart 2021

,

Günah Keçisi

Marksizmin büyük kurtarıcısı Metin Kayaoğlu’nun Muzaffer Oruçoğlu ile ilgili yazısındaki tespitler, doğru ve yerinde.[1] Ama bu tespitler, aynı zamanda Metin Kayaoğlu’nun kendisi için de geçerli. Çünkü o da yazıda bahsini ettiği Oruçoğlu’dan farklı biri değil. Kendisini analiz ediyor, kendisini anlatıyor aslında. Şiirden, edebiyattan anlamıyor, bu işlerden para kazanmıyor oluşu, önemli bir farklılık olarak görülmemeli.

Kayaoğlu, bu yazıyı Oruçoğlu’nun Tohum kitabının yayınlandığı 1991 yılında veya kitabın 1998 baskısını okuduktan sonra da yazmıyor. 2010’da kendisinin düzenlediği Kaypakkaya Sempozyumu’na Oruçoğlu’nu davet ettikten, orada edilen (Kaypakkaya’ya küfrettiği) onca laftan sonra da geçmiyor klavyesinin başına.

Yirmi beş yıldır çıkarttığı, kendi reklâm panosu olarak işlettiği dergide de bu kitapla ilgili tek satır laf etmiyor. Bugün yazıyor, çünkü “düşene bir tekme de ben vurayım” diyor. Çünkü Muzaffer Oruçoğlu, son dönemde liberal feministlerin linçine maruz kalmış. Cancel edilmiş!

Metin Kayaoğlu, bu linçi fırsat olarak görüyor ve Kaypakkaya konusunda tekel olabilmek, “maoist” Abdurrahman Çelebi olmak, Kaypakkayacı gördüğü kesimleri liberal tasfiyeye kurban vermek için bu yazıyı yazıyor.

Zaten Oruçoğlu’na yönelik linç de tecavüzcü para babalarıyla ilişkili kimi feministlerin günah keçisini uçurumdan aşağı atma yöntemi olarak icra edilmişti.[2] Asıl üzerinde durulması gereken başka isimlere kimse dokunmadı. Eşlerini döven adamlara laf edilmedi, örgüt üyesi kadınlara sarkıntılık edenler, eleştirilmedi. Örgüt içindeki taciz vakalarının üzeri örtüldü. CHP ve HDP içi pisliklere, bar köşelerinde yapılanlara hiç değinilmedi. Günahın kendisi, Oruçoğlu üzerinden aklandı. Üstelik gayet demokratik ve özgürlükçü isimlerin yasaklamacı pratiği ile. Bu yasaklamacılar, Hitler gibi meydanda kitap yaktılar.

Kayaoğlu, sırf dünyalık biriktirmek, rahata ermek için kendi yoldaşına ait şirketin kasasına çöken, yetmedi, kumpasla o şirketi gaspeden biri. Bu utanmazlığın Marksizmle bir alakası yok. Çünkü Marx “utanmak devrimcidir” diyen biri.

* * *

Bahsi edilen yazıda da bir aklama girişimi söz konusu. “Kaypakkaya’nın teorisi ve politikası bizatihi benim” denilerek, birileri kandırılmaya çalışılıyor. Bunu demek için Oruçoğlu, yem ve bahane olarak kullanılıyor. Siyaha işaret edip onca karalık aklanıyor. Neticede o “Kaypakkayacı teori ve politika”, geliyor Meral Akşener övgüsüne, CHP’nin adalet yürüyüşüne, ABD savunusuna ve liberal tezvirata bağlanıyor. En nihayetinde seslendiği “örgüt”üne, “ben Lenin’im, beni dinleyin, geri çekilin” emrini veriyor. Yirmi yıldır “devrimler çağı bitti, post-devrimcilik çağındayız, boşa uğraşmayın, ne devrimi, devrimciliği!” diyen büyük kurtarıcı Kayaoğlu[3], bugün birden Tayyip balonunu şişirmeye ahdediyor. Onunla oynuyor. Kendisini oradan kuruyor. Kendi küçük burjuva siyasetini Tayyip’le aklıyor. Twitter bülbülü oluyor. Ergenler gibi takipçi toplamaya çalışıyor.

Bazen işine geldiği gibi, “ezilenler, burjuvazinin iki kliğinden birinin arkasına dizilmeli” diyor, bazen imajı zedelememek için bunun yanlış olduğunu söylüyor, bazen de ezilenleri aşağılıyor, küçümsüyor. Ağalar bizimle eğleniyorlar! Kendilerini herkesten daha zeki zannediyorlar. Ağaların paşaların yanına hizalanmak üzerinden herkese üstünlük taslıyorlar.

Maalesef bugün örgütleri, Kayaoğlu ve Oruçoğlu gibi isimler yönetiyor. O nedenle sol, bugün pandemi konusunda sadece “okullar kapansın, barlar açılsın” diyebiliyor. Sadece kendini düşünmeyi politika, hem de devrimci politika olarak yutturmaya çalışıyor.

* * *

2014’teki onur yürüyüşüne Partizancılar da katılmış. “Nerdesin aşkım, burdayım kirvem” dövizleri taşınmış. Ama kimse “nerdesin?” sorusunu soranı, kimin aşkı olunduğunu sorgulamamış. Nasılsa birileri, bu tür eylemlere dönük eleştirileri soğurmak, etkisizleştirmek için bir günah keçisi belirlemiş ve hemen Partizan’ın yürüyüşteki varlığına ve yürüyüşün kendisine yönelik zehir zemberek bir yazı yazmış.[4]

Bu yazı, aslında eyleme Partizan katıldığı için yazılıyor. Katılmasa yazılmaz! Oradaki liberalizme, kimlikçiliğe vs. hiç ses etmeyen bir ekip, birden devrimci kesiliyor, Partizan’ı eleştiriyor. İyi numara! Bu tür ekipler, daha öncesinde “aslında Partizan fazla ataerkildi, orayı dönüştürmek, LGBT konusunda bilinçlendirmek için girdim Partizan’a” diyen kadrolarını gizli emelleri için kullanıyorlardı.

Yazıda birden İngiliz büyükelçiliğinin yürüyüşe sunduğu destek hatırlanıyor. Partizan’dan üstün görünebilmek için “böyle bir eyleme nasıl katılırsınız?” diyor. Katılmasa bu sefer de “niye katılmıyorsunuz?” diye soracak. Çok erkekçi göründüğü için Partizan içine eşcinsel yoldaşlarını gönderecek.

Yazı, Partizan’ı “ezilenlerin geri yönü” olarak takdim ediyor, doğalında kendileri de “ileri yön” oluveriyor. Birileri ancak bu şekilde kandırılabiliyor. Öte yandan, örgütten ayrılanlar, Netflix dizilerinden sevişmeyi öğreniyorlar, sonra barlara gidip bir gecelik macera arayışına girişiyorlar, ardından bu “bekaretini bozdurma” macerasını örgüt yayınında yazıyor, sonrasında da hep birlikte trans oryantal seyretmeye gidiyorlar. Ağalar eğleniyorlar!

* * *

Günah keçisini uçurumdan aşağı atınca kabile, günahlarından arındığını sanıyor. Ağalara paşalara özenenler, onların yanına ilişmek için uğraşanlar, onlardan öğrendiklerini uyguluyorlar. Yaptıklarının günah hâline geldiğini görünce birilerini linç ediyorlar, boynuna ip asıp sokak sokak gezdiriyorlar. Böylece arındıklarını düşünüyorlar. Arınıyorlar, çünkü “sürü”nün çektiği dertten çileden azade olup onun başına geçmek istiyorlar.

Aslında günahın kendisini arındırıyorlar, temize geçiriyorlar. Onun zekâtını veriyorlar. Kan akıtıyorlar. Günahın ekonomisi sürsün, işlesin diye biraz soluklanıyorlar. Reformist, bireyci, hazcı dünyalarının tıkandığını görünce hemen birini seçip linç ediyorlar.

* * *

Kayaoğlu’nun Oruçoğlu yazısını son birkaç yıldır süren, Kaypakkayacı hareketi tasfiye etme girişiminin bir parçası olarak okumak gerekiyor. Neticede Ömer Laçiner ve Murat Belge ne kadar Mahirci ise Kayaoğlu da o kadar Kaypakkayacı. Ama o, bu ismi sulandırıp yeni dönemin liberal eğiliminin hizmetine koşmak için var. Üstlendiği görev bu. Bazen liberalizmi eleştiriyormuş gibi görünme çabalarına aldanmamak gerek.

Oruçoğlu kadar Kayaoğlu’nun da Kaypakkaya çizgisi ile bir alakası yok. O, zaten “Kaypakkaya’yı Marksist bile saymayan bir örgüt”ün üyesi. Ama alternatiflerin yok edilmesi gerek. Garbis’e karşı çıkıp Garbisçiymiş gibi poz kesmek, onu “sıra dışı ve çılgın” göstermek gerek. Garbis’in söylediklerinin tam tersini yazıp, “Garbis’in mirası bizde demek”, suyun başını tutmak, Garbis eleştirisini bu şekilde tasfiye etmek gerek. Bu oyunlara ihtiyaç duyanlar, sosyalist hareketin bugünkü hâlinin müsebbibleri. Devlet ve sermaye, kendi dişine uygun solu bu şekilde inşa ediyor. Kıvam, bu sayede ayarlanıyor. Meseleyi buradan anlamak gerekiyor. Bu tür kişi ve örgütler, proleter ve halka ait bir komünist partinin toprak altından çıkmasına mani oluyorlar. Burada o sebeple eleştiriliyor.

* * *

Aylardır Hindistan’da köylüler eylem yapıyorlar. Ama nedense bu ülkede sosyalist basın, bu eylemlerin haberini, tekellere hizmet eden Greta ve Rihanna gibi isimlerin destek mesajlarından sonra yapabildi. Tuhaf değil mi?

Bugün LGBT dernekleri için hazırlanmış bir Fon Rehberi var. Orada, Soros’un, Rockefeller’ın, Ford’un vs. ve onların vakıflarının isimleri geçiyor. Derneklere deniliyor ki “bu vakıflardan şu şekillerde para alabilirsiniz. Bu rehberi size yol göstermek için hazırladık” Demek ki birileri o vakıfların eşiğinde dilenmeye alıştırılıyor, demek ki birileri uşaklık için eğitiliyor. Kimse, “yüz binlerce insanın ölümünden, yoksulluğundan, gördüğü zulümden sorumlu olan bu efendiler bize niye para veriyor?” diye sormuyor. Herkes, o tekellerin özel vakıflarının aklıyla düşünüyor, buna bir de “devrimcilik maskesi” takıyor. İşine geldiği yerde eleştiriler, “ama bizim örgütümüz geçmişte bedel ödedi!” denilerek savuşturuluyor. Bu yalana artık kimse kanmıyor.

Solun bir bölümü, devletin ve sermayenin, uluslararası tekellerle kurduğu bağlara örgütlenmiş durumda. İlerici Enternasyonal gibi pratikler, Lenin’in hep bahsini ettiği Struvculuk ile malul.

* * *

Lenin, Struvculuğun küçük burjuvanın ana yönelimi olduğunu söylüyor. Ona göre küçük burjuva, emperyalist yağmadan pay istiyor. Kısa vadeli çıkara ve kazanımlara bakıyor. Lenin, bu anlayışa uygun bir Marksizm inşa edildiğini söylüyor. Kayaoğlu ve dergisini anlamak için şu satırlara bakmak gerekiyor:

“Struvculuk dâhilinde burjuva teorisyenler, Marksizmi ‘nezaketle’ öldürmeye, onu benimseyenleri ezmeye, ondaki ‘ajitatif’, ‘demagojik’, ‘Blankist-ütopyacı’ yan hariç, tüm gerçek manada ‘bilimsel’ yönleri ve öğeleri yalandan kabul ediyormuş gibi yapıp, Marksizmi yok etmeye çalışıyorlar. Başka bir ifadeyle, burjuva teorisyenler, Marksizmden reformlar için mücadele, proletarya diktatörlüğünü hedeflemeyen sınıf mücadelesi, ‘sosyalist idealler’in genel kabulü ve kapitalizmin ‘yeni bir düzen’le ikame edilmesi gibi liberal burjuvazinin kabul edebileceği şeyleri alıp, buna karşılık, Marksizmin kendisine can veren ‘tek’ şeyi, o devrimci içeriği bir kenara atıyorlar.”[5]

Bu satırların devamında Lenin, “Marksizm, proleter hareketin kurtuluş teorisidir” diyor.

Struve ise anılarında Lenin’in “liberalizmin ve burjuvazinin azılı bir düşmanı” olduğunu, onlara yönelik nefretinden bir türlü kurtulamadığını söylüyor.[6] Struve, yazısı boyunca burjuva demokrasisi için mücadelenin asıl olduğunu, devrime ve sosyalizme hiç inanmadığını ifade ediyor. Bugün ortalıkta struvcuların sesi çok çıkıyor.

* * *

Kayaoğlu ve dergisi, o teoriye de, kurtuluşa da, harekete de, proletere de düşman. İkisi de, efendilerin istediği sol çizgiyi hâkim kılmak için uğraşan ekibin bir parçası. Onlara çobanlık görevi verilmiş. Bazen ezik, zavallı gördükleri hayvanın sesini taklit ederek onu tuzağa düşürme yöntemini uyguluyorlar. Dolayısıyla, söyledikleri hiçbir şeye inanmıyorlar. Sadece gelecek kâra bakıyorlar. Mücadeleyi, kolektifi ve davayı tasfiye etmek için uğraşıyorlar.

Neticede Kayaoğlu, Marx’ın lafını alıntılıyor, adalet, özgürlük gibi putlardan söz ediyor, ama kendisi, bunlara tapan bir “Marksizm” inşa etmek ve onu hâkim kılmak için uğraşıyor. İşine geldiğinde CHP’li, işine geldiğinde Tarafçı olabiliyor. İstediği zaman Kaypakkaya’nın başına Kuvvacı kalpağı geçirebiliyor, istediği zaman Sorosçu bir derneğin üyelik kartını boynuna asabiliyor.

Neticede o, “bu insanları BEN bir araya getiriyorum, sen bana saldırarak altımdaki sandalyeyi çekiyorsun. BEN şimdi o insanları nasıl bir araya getireceğim. İtibarım her şeyden önemli!” diyen birisi. Bu aklın mücadeleyle, kolektifle ve davayla bir alakası olamaz. Onlara biat edemez, teslim olamaz, onlara ait olmayı değerli göremez.

Muzaffer Oruçoğlu yazısı, bu yüzden yazılıyor. O “BEN” tıkandığı, kendisini satamadığı, kimseyi toplayamadığı yerde birine vurup, onu karalayıp kendisini aklamak zorunda. Bunların Tayyip’te kendilerini gördüklerine hiç şüphe yok. O yüzden “tek düşman o, başka düşman arayan düşmanımızdır” diyorlar. Emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadeleyi gereksizleştirmek için uğraşıyorlar. Tayyip gidince “devrim oldu işte” diyecekler! Sonra villalarına ve yazlıklarına çekilecekler…

Eren Balkır
6 Mart 2021

Dipnotlar:
[1] Metin Kayaoğlu, “Muzaffer Oruçoğlu: Aymazlığın Bilgesi”, 28 Şubat 2021, TP.

[2] Eren Balkır, “Gem”, 30 Aralık 2020, İştiraki.

[3] Eren Balkır, “Teori ve Politika’nın Hakikî Marksizmi”, 25 Nisan 2009, Mecmua.

[4] Nadir Baltalı, “Partizan’cı Kirveye Yoldaş Mektubu”, 22 Temmuz 2014, EBT.

[5] V. I. Lenin, “The Collapse of the Second International”, Haziran 1915, MIA.

[6] Peter Struve, “My Contacts and Conflicts with Lenin II”, The Slavonic and East European Review, Cilt. 13, Sayı. 37 (Temmuz 1934), s. 77.

0 Yorum: