Bill ve Melinda Gates Vakfı, Afrika’ya, açlık ve
yoksullukla mücadele bağlamında “Yeşil Devrim” vaadinde bulundu. Ama çalışmalar,
şirketlerin tarım alanında elde ettikleri kârı yukarı çekmekten başka bir işe
yaramadı. Afrikalı çiftçilerin elleri boş kaldı, açlık çoğaldı.
Son beş yıldır dünya genelinde açlık çeken
insanların sayısı hızla arttı. Bu arka plan üzerinden onlarca yıldır tartışılan
konu yeniden gündeme geldi ve bu tartışma dâhilinde tarımla ilgili
yaklaşımların yeterince sağlıklı gıda ürünü temin edip edemeyeceği sorusu
üzerinde duruldu.
En temel cevabı, Kuzey’deki hükümetler (ve aynı
zamanda Güney’deki kimi hükümetler) verdi. Bu hükümetlerin iddiasına göre
dünyadaki açlığa ancak tarım alanında faaliyet yürüten uluslararası şirketler
son verebilirdi. Bu işe soyundukları takdirde tarımsal üretim artacak, bunun
için de böcek öldürücü ilâçların, hibrit tohumların ve diğer dışsal girdilerin
kullanımı daha da yoğunlaşacaktı.
Ama birçok toplumsal hareket, uzman ve STK, bu
fikri kabule yanaşmadı. Bunlar, açlığın üretimle bir alakasının olmadığını,
toprak ve tohum gibi tarımsal girdilerin üzerindeki kontrolden ve güç
kaynaklarının eşitsiz dağılımından kaynaklandığını ısrarla dile getirdiler.
Buna karşın özel tarım şirketleriyle ilgili hikâye,
etkisini artırdı. Zamanla politikaları belirlemeye başladı, böylece küçük
çiftçilerin ve onları savunanların talepleri geri plana itildi. Güney’deki,
bilhassa Afrika’daki hükümetlere uluslararası tarım şirketlerinden yana olan
yeni kanunlarla veya projelerle kendi tarım sektörlerini değiştirmeleri yönünde
baskı uygulandı. Afrika’da ayrıca şirketlerin tarım ajandasını uygulamaya
koymak için başka bir adım daha atıldı. Bill Gates’in başını çektiği bu
çalışmanın adı, Afrika’da Yeşil Devrim İttifakı (AGRA) idi.
Küresel
Açlığa Karşı Şirket Tarımı
Bill ve Melinda Gates Vakfı ile Rockefeller Vakfı,
AGRA’yı 2006’da kurdu. Yüksek mahsul veren ticari tohumları, sentetik gübreleri
ve böcek öldürücü ilâçları asli silâhları olarak bölgeye konuşlandıran
programın amacının açlık ve yoksullukla mücadele amacıyla Afrika’nın kendi
Yeşil Devrim’ini yapmasına yardım etmek olduğu söylendi. En azından vaatleri bu
yöndeydi.
Kuruluşu sonrası AGRA, 2020 yılı itibarıyla yirmi
Afrika ülkesindeki otuz milyon küçük toprak sahibi hanenin ürettiği mahsul
miktarını ve elde ettiği geliri iki katına çıkartacağını söyledi. Bu amaca
ulaşmak için söz konusu “ittifak”, muhtelif projelere para aktardı, Afrika’daki
kimi hükümetler içerisinde lobi faaliyeti yürüttü, böylelikle “Yeşil Devrim”
için gerekli zemini teşkil edebilmek için ihtiyaç duyulan yapısal
değişiklikleri yaptırmaya çalıştı. Kuruluşundan beri AGRA, bölgeye 1 milyar
doların üzerinde para akıttı ve bu paranın büyük bir kısmı BMGV’den geldi.
Ayrıca ABD, Büyük Britanya, Almanya ve başka ülkeler de bağışlarda bulundu.
Gelen bu paralar üzerinden AGRA, kıta genelinde
dağıttığı bağışların tutarı 500 milyon doları aştı. Afrika’daki hükümetler,
AGRA’nın hedeflerine çiftlik girdileri teşvik programları denilen programlar
üzerinden aktardıkları devlete ait fonlarla destek oldular, bu tarz
programlarla çiftçilerin çoğunluğu hibrit olan tohumları ve AGRA’nın teşvik
ettiği sentetik gübreleri satın almalarını sağladılar. Küçük çiftliklere
verilen devlet teşvikleri, AGRA’nın kendi Yeşil Devrim’inin parçası saydığı
çiftçilik teknolojilerinin kullanması için gerekli desteği sundu. Çiftlik girdileri
teşvik programları, AGRA’nın “odak ülke” olarak belirlediği on üç ülkenin
onunda geniş ölçekte uygulamaya konuldu. Etiyopya, Kenya, Mali, Ruanda, Zambiya
ve Tanzanya bu ülkeler arasında yer almaktaydı.
Ancak AGRA’nın kuruluşu üzerinden on dört yıl geçti
ve biz bugün söz konusu girişimin hedeflerine ulaşma konusunda başarısız
olduğunu söyleyebiliyoruz. Açlık ve yoksullukla mücadele edilmediği gibi açlık
bu süreçte AGRA’nın odak ülke olarak belirlediği ülkelerde yüzde otuz arttı,
yani AGRA’nın yola çıktığı günde tespit edilen aç insan sayısı, ilgili dönemde
otuz milyon daha arttı. Odak ülkelerde 2018 yılı itibarıyla tarım ürünü
miktarındaki artış, sadece yüzde 18 düzeyinde kaldı, oysa AGRA yüzde yüz
artırma sözü vermişti. AGRA öncesi dönemde bu ülkelerdeki ürün miktarı artışı,
yüzde 17 düzeyindeydi. AGRA öncesi ve sonrası ürün artışı oranı, neredeyse
aynı.
Kazananlar ve Kaybedenler
AGRA, küçük çiftçiler için yıkıcı sonuçlara yol
açtı. AGRA projelerinin çoğu, öncelikle tarıma yönelik kimyasal ürün üreten
şirketlerin ürettikleri hibrit tohumların ve sentetik gübrelerin pahalı bir
girdi olarak satın alınmasını şart koşuyor. Söz konusu girdiler epey
maliyetliler, dolayısıyla çiftçilerin borç tuzağına düşme riskini büyük oranda
artırıyor. Tanzanya’nın sunduğu örnekler, küçük çiftçilerin tohum ve gübre
borçlarını hasattan hemen sonra ödeyemediklerini, hatta bazılarını çiftlik hayvanlarını
satmaya zorladıklarını ortaya koyuyor.
AGRA’nın “Mahsul miktarı ikiye katlandığında gelir
de ikiye katlanır” şeklinde özetlenebilecek formülü, pratikte bir işe
yaramıyor. AGRA modeli uyarınca, verimde kısa vadeli bir artışın elde edilebilmesi
için tohumun, gübrenin ve çoğunlukla da böcek öldürücü ilâçların büyük
paralarla satın alınması gerekiyor. Oysa bu, sadece tohum ve gübre
şirketlerinin gelirlerini artıran bir düzenleme.
Dahası, AGRA çiftçilerin seçim özgürlüğünü
kısıtlamıştır: Kenya’daki AGRA projelerinde, küçük ölçekli çiftçilerin hangi
mısır tohumunu ekeceklerine ve tarlalarında hangi gübre ve böcek öldürücü
ilâçlarını kullanacaklarına kendilerinin karar vermelerine izin
verilmemektedir. AGRA projelerinin başındaki yöneticiler, sürece dâhil olan
zirai ilâç şirketlerinin çiftçiler için en iyi kararları verdiğini varsaymaktadırlar.
AGRA, daha çok mısır veya soya gibi birkaç gıda ürünü üzerine odaklanmakta, bu
da besin açısından zengin geleneksel gıda ürünlerinin ihmal edilmesine ve hatta
bunların ekilmemesine sebep olmaktadır.
AGRA’nın odaklandığı on üç ülkenin istatistikleri,
girişimin başlamasından bu yana tahıl üretiminin yüzde 21 düştüğünü gösteriyor.
Kök ve yumrulu tarım ürünlerinde yüzde 7’lik bir verim düşüşü kaydedildi. Sonuç
olarak AGRA, çiftçilerin tarlalarındaki çeşitliliği ve dolayısıyla kullanılan
tohum çeşitliliğini de azalttı. Bu gelişme de tarımı iklim krizinin sonuçlarına
karşı daha da savunmasız hâle getirdi.
Şirketlerin
Çıkarları İçin Yürütülen Lobicilik Faaliyetleri
AGRA’nın mevcut stratejisine göre ittifakın asli
faaliyet alanı, “politika üretmek ve yürütülen çalışmaları savunmak”tır. Birincil
amacı, yüksek verimli tohumlara, sentetik gübrelere ve diğer Yeşil Devrim
girdilerine kapıyı açan politikaları aktif olarak teşvik etmektir. Bu ise zirai
ekoloji türünden alternatif yaklaşımların desteklenmesini mani olmaktadır.
AGRA, Afrika Gübre ve Tarım Ticareti Ortaklığı
(AFAP) olarak bilinen bir gübre ve tarım işletmeciliği lobisinin kuruluşu için
25 milyon dolar harcadı. Ortaklık, Afrika hükümetleri ve bağışçı kuruluşlar
karşısında gübre endüstrisinin çıkarlarını temsil ediyor. Örneğin Gana,
Mozambik ve Tanzanya'da AFAP gübre kullanımını yüzde yüz oranında artırmak
istiyor. AFAP’ın ortakları arasında dünyanın en büyük tahıl tüccarlarından biri
olan Louis Dreyfus Company ve önde gelen bir ABD gübre dağıtıcısı olan
International Raw Materials (IRM) bulunuyor. AGRA ve AFAP arasındaki sıkı
bağlar söz konusu: AGRA başkanı, aynı zamanda AFAP'ın yönetim kurulu üyesi.
AGRA’nın siyasi gündeminin başında hep yerel
çiftçilerin ellerindeki tohumların çöpe atılması, ulusal ve bölgesel
düzenlemelerin ticari tohum şirketlerine uyacak şekilde yeniden
yapılandırılması olagelmiştir. Afrika Bölgesel Fikri Mülkiyet Örgütü (ARIPO)
ile birlikte AGRA, Burkina Faso, Gana, Nijerya ve Tanzanya gibi birçok ülkede
tohum politikası reformlarını koordine etmiş ve desteklemiştir.
Bu tür değişiklikler üzerinden Afrika ülkeleri, “UPOV
91” olarak bilinen Yeni Bitki Türlerinin Korunmasına İlişkin 1991 tarihli Uluslararası
Birlik Sözleşmesi'ni imzalamak zorunda kalmışlardır. Anlaşma, yetiştiricilerin
yeni tohum çeşitleri üzerindeki haklarını güvence altına almakta, tohumlar
üzerinde fikri mülkiyet hakları tesis etmektedir. Böylelikle bitkilerle alakalı
genetik kaynakların özelleştirilmesi sağlanmış, kâr için gerekli çerçeve
oluşturulmuştur.
AGRA, ayrıca 2017'de Batı Afrika Devletleri
Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) ile resmi bir mutabakat zaptı imzaladı. Burada da
tohum mevzuatı UPOV 91’e uyarlanacak. Yine de UPOV’a kabul kriterleri,
genellikle küçük ölçekli üreticilerin erişemeyecekleri boyutlardadır. Tohumların
Çeşitliliği (Ç), Tekdüzeliği (U) ve İstikrarı (S) ile ilgili, “ÇUİ” olarak
anılan kriterleri karşılamayan tohum, UPOV sistemi tarafından korunamaz ve
ECOWAS’ın gerektirdiği çeşit kayıtlarına dâhil edilemez. Bu, söz konusu
tohumların resmi piyasalarda alınıp satılamayacağı anlamına gelir. Bu da çiftçilerin
kendi arazilerini ekip biçerken ellerinde toplanan tohumu saklama, takas etme
ve satma haklarını kısıtlamaktadır. Daha da kötüsü de çiftçilerin ellerinde
tohum tutmasının suç sayılmasıdır. Oysa Afrika genelinde bu insanlar, tohumun
asli kaynağıdırlar.
AGRA'yı
Unutun, Bize Zirai Ekoloji Lazım
Bu süreç tabii ki herhangi bir direnişle karşılaşmadan
ilerlemedi. Afrika Genetik Mirasını Koruma Koalisyonu (COPAGEN) gibi Afrika hareketleri,
daha sürecin başında AGRA’ya karşı çıktılar ve AGRA gibi Yeşil Devrim
girişimlerinin dünya genelinde gıda ürünlerinin büyük bir kısmını üreten küçük
üreticilerin ihtiyaçlarını ve haklarını görmezden geldiğini söyledi.
Afrika’daki tarım hareketleri, Küresel Güney'de
ortaya çıkan ve dünya çapında milyonlarca çiftçi tarafından takip edilen bir
tarımsal uygulama zirai ekolojiye daha fazla destek sağlanması adına, AGRA'nın
aşamalı olarak yürürlükten kaldırılması çağrısında bulunuyorlar.
Zirai ekoloji, hem sağlam bir bilim hem de
çiftçilerin haklarını savunan ve tarıma yönelik kapitalist yaklaşımı tümüyle reddeden
bir toplumsal harekettir. Zirai ekoloji, küçük toprak sahibi çiftçilere ihtiyaç
duydukları yenilik türünü, Yeşil Devrim teknolojileri kullanıldığında imkânsız
hâle gelen, toprağın kimyasal, biyolojik ve fiziksel özelliklerini değiştirmeyi
öngören toprak oluşturma uygulamalarını teşvik etmek için doğayı ve doğal
süreçleri bilinçli bir şekilde kullanan bir tarımı önermektedir.
Bu uygulamalar, örneğin aynı tarlada birkaç gıda ürününün
yetiştirilmesini öngörmektedir. Tarlaları gübrelemek için fosil yakıtlara
dayalı sentetik gübreler yerine bitkisel gübre, çiftlik gübresi, malç, bakliyat
ve organik gübreler kullanılıyor. Ekolojik haşere kontrolü, pestisit
kullanımını azaltıyor. Araştırmacılar, çiftlik tohumlarını her yıl yeniden
satın alınması gereken ticari hibrit tohumlarla değiştirmek yerine geliştirmek
için çiftçilerle birlikte çalışıyor ve aynı zamanda onları tarlalarındaki
bitkileri yeterli verim elde etmek için sentetik gübrelerle işlemeye zorluyor.
Ancak şirketlerin elindeki güç, AGRA’nın her türlü
alternatifine muazzam bir direnç gösteriyor. Statükodan kâr sağlayan tarım
işletmelerinin çıkarları ve etki alanları çok büyük. Zirai ekoloji ve
çiftçilerin haklarını güçlendiren, böcek ilâcı veya sentetik gübre kullanımını
azaltan veya çiftlik tohumlarını destekleyen alternatifler, sermayenin
çıkarlarıyla doğrudan çatışıyor. Küresel Kuzey'deki hükümetler, sıklıkla
kendilerini “kendi” şirketlerinin temsilcileri veya elçileri olarak görüyorlar.
AGRA’nın karşısına çıkartılabilecek alternatifler orta yerde durmaktadır, demek ki vakit, bu alternatifler için mücadele etme vaktidir.
Jan Urhahn
27 Aralık 2020
0 Yorum:
Yorum Gönder