11 Mart 2021

, ,

Salgın


Salgın

“Yağcıya! Hadi ver gitsin şunu yağcıya!”

[Alessandro Manzoni, Nişanlılar]

17. yüzyılda vebanın birileri tarafından her yere sürülen bir yağla yayıldığına inanılıyordu. Bugün de İtalya’da her türden araç kullanılarak yayılan panik, gayri insani bir dizi sonuca yol açıyor. Bu noktada koronavirüsün hayli öldürücü bir bulaşıcı hastalık olduğundan sözediliyor. Bu panik üzerinden devlet, istisnai acil durum tedbirleri alıyor.

Hipokrat tıbbının yabancı olduğu bu fikrin ilk örneklerini 1500 ilâ 1600 yılları arasında bazı İtalya şehirlerini harabeye döndüren veba salgını esnasında görüyoruz. Manzoni’nin hem Nişancılar romanında hem de Meşum Sütunun Hikâyesi isimli makalesinde ölümsüzleştirdiği yağcı figürü bugüne dair bir şeyler söylüyor. Milano’da 1576 yılında veba konusunda atılan çığlıklarda yağcılar, şu şekilde tarif ediyorlar ve yurttaşlar şu tür cümlelerle onları mahkûm etmeye çağrılıyorlar:

“Bugün vali biliyor ki birilerine şevkle yardım edebilecek kadar parası olan kimi insanlar halkı, Milanoluları dehşete sürüklemek ve korkutmak, onları ayaklandırmak için, evlerin kapılarına, kapıların menteşelerine, sokak köşelerine, ülkenin başka yerlerine hastalık yayan, bulaştıran bir yağ sürüyorlar. Bunlar derdi, vebayı hem halka hem zengine bulaştırmak. Ama bu, çok kötü sonuçlara yol açıyor. Bu tür şeylere inanan insanların hayatlarında pek bir şey değişmiyor. Niteliği, statüsü, sınıfı ve koşulu ne olursa olsun bu tür bir küstahlığa yandaş olan, yardım eden, yapanları bilen herkesin, birilerine beş yüz sikke verildiği vakit açığa çıkacağı kesin.”

Hükümetin son dönemde imzaladığı kararnamelerdeki hükümlerin kanunlar üzerinden onaylanmaması gerekiyor. Çünkü bu kararlar, bugün her bireyi potansiyel bulaştırıcı hasta olarak görüyor, tıpkı terörizmle ilgili kararların her yurttaşı potansiyel terörist olarak görmesinde olduğu gibi.

Buradaki benzerlik çok açık, öyle ki potansiyel bulaştırıcı hasta eğer mevzuata uyum göstermiyorsa ceza alıyor, hatta hapse atılabiliyor. Asıl rahatsız edici olansa kendisini koruma imkânı bulamayan çok sayıda bireye virüsü bulaştıran sağlıklı veya hastalığın erken aşamasındaki taşıyıcılara ilişkin verilen rakamlar.

Kanaatimce belirlenen hükümlerde özgürlükler konusunda örtük olarak getirilen kısıtlamalardan daha üzücü olansa insanların kendi aralarında üretme imkânı buldukları ilişkilerin yozlaşacak olması. Diğer kişi sevdiğiniz biri olsa bile ona yaklaşamayacak, ona dokunamayacak, aranıza yaklaşık bir metrelik bir mesafe koymak durumunda kalacaksınız. Hatta bazı uzmanlar, bu mesafenin dört buçuk metre olması önerisinde bulunuyorlar (o elli santim niye var, o da ilginç doğrusu!).

Bu süreçte komşuluk diye bir şey kalmayacak. Yöneticilerimizdeki ahlakın her türlü tutarsızlıkla malul olduğunu düşünürsek, alınan bu kararlar, bizatihi korktukları kesimlere korku salmak için dayatılıyorlar. Onların bizi yönetmek için yarattıkları bu durumun ne tür bir amaca ulaşmak için oluşturulduğunu görmek zor değil: Üniversiteler ve okullar kapatılacak, dersler internetten verilecek, politik veya kültürel konularla ilgili konuşma imkânları ortadan kalkacak, bir araya gelme ihtimali kalmayacak, her şey sadece dijital mesajlarla iletilecek, makineler, insanlararası temasın her türlü biçiminin, duyguların ve fikirlerin sirayet ettiği durumların yerini alacak.

11 Mart 2020

* * *

Açıklama

Bir İtalyan gazeteci, insanların artık ölülere bile saygı duymadığı bu ülkede salgın konusunda yaşanan ahlakî keşmekeşe dair düşüncelerimi tahrif edip çarpıtmak amacıyla mesleğini gayet hayırlı bir amaç doğrultusunda kullanmaya karar vermiş.

Adını vermeye de dillendirdiği çarpıtmaları düzeltmeye de değmez. Salgın başlıklı yazımı dileyen herkes Quodlibet’in sitesinden okuyabilir. Burada ben, net bir dille aktarmama rağmen illaki tahrif edilecek başka görüşlerime yer vereceğim.

Korku, kötü bir rehberdir. Ama bir yandan da korku, görmek istemediğiniz şeylerin görünmesini sağlar. Ülkeyi felç eden ilk panik dalgasının açığa çıkarttığı ilk şey, toplumumuzun artık çıplak hayattan gayrı hiçbir şeye inanmadığı gerçeğidir. Şurası gayet açık ki bugün İtalyanlar, pratikte her şeyi, olağan yaşam koşullarını, toplumsal ilişkilerini, işlerini hatta dostluklarını, duygularını, dinî ve politik görüşlerini hasta olma tehlikesi karşısında feda etmeye fena hâlde isteklidirler.

Çıplak hayat ve onu yitirme korkusu, insanları birleştiren değil, onları körleştirip ayrıştıran bir şeydir. Manzoni’nin romanında bahsini ettiği veba salgını döneminde olduğu gibi diğer tüm insanlar bugün, hastalığı yayma ihtimali bulunan yağcılar gibi görünmeye başlamışlardır. Bu insanlardan ne pahasına olursa olsun uzak durulmalı, onlarla aramızda en az bir metre mesafe olmalıdır.

Bugün ölülerimizin bir törenle gömülme hakkı bile bulunmamaktadır. Sevdiklerimizin naaşlarının başına ne geldiğini bile bilmiyoruz. Komşularımız el ayak çektiler, kiliselerin neden sessiz olduğunu merak eden yok. Bir ülkede ne kadar süreceğini kimsenin bilmediği böylesi bir hayata insanlar alışırsa ne olur? Hayatta kalmaktan başka bir değeri olmayan toplum, nasıl bir toplumdur?

Salgının açığa çıkarttığı, ilki kadar rahatsız olan diğer bir husus da hükümetlerin bugün alışkanlık hâline getirdikleri istisna hâlinin gerçekte olağanlaşmasıdır.

Geçmişte de birçok ciddi salgınla karşılaşıldı, ama hiçbir hükümet, bizim hareket etmemize bile mani olan bu türden bir olağanüstü hâl ilân etmeyi aklına getirmedi. İnsanlar kalıcı kriz ve kalıcı olağa üstü hâl koşullarında yaşamaya öyle alıştılar ki görebildiğimiz kadarıyla onlar, hayatlarının saf biyolojik oluşa indirgendiğini, artık toplumsal, politik, insanî ve duygusal tüm boyutlardan mahrum kaldıklarını anlayamayacak durumdalar.

Kalıcı bir olağanüstü hâl içerisinde yaşayan bir toplumun özgür bir toplum olabilmesi mümkün değildir. Bugün biz, fiilî gerçeklikte özgürlükleri “güvenlik gerekçeleri” denilen şeye feda etmiş, dolayısıyla kendisini kalıcı bir korku ve güvensizlik hâlinde yaşamaya mahkûm etmiş bir toplumda yaşıyoruz.

Virüsten dem vuranların bir yandan da savaştan bahsediyor olmalarına şaşmamak lazım. Olağanüstü hâl tedbirleri, pratikte bizi sokağa çıkma şartlarında yaşamaya mecbur ediyor. Oysa diğer tüm insanlarda saklı olan, gözle görünmeyen bir düşmana karşı sürdürülen savaş, herhâlde savaşların en saçmasıdır. Aslında gerçekte yaşanan şey, bir iç savaştan başka bir şey değildir. Düşman dışımızda değil, içimizdedir.

Asıl endişe verici olansa, bugün değil, sonrasıdır. Tıpkı barış dönemine dikenli tellerden nükleer santrallere dek bir dizi zararlı teknolojiyi miras bırakan gerçek savaşlarda olduğu gibi bugün ortaya konulan çabalar, bu sağlıkla alakalı olağanüstü hâlin sonrasında bile devam edecek, hükümetlerin önceden ortaya koyamadığı tecrübeler bir biçimde yaşanmaya devam edecektir: Bu anlamda liseler ve üniversiteler kapanacak, dersler sadece internetten verilecek, insanlar her şeyi dijital mesajlarla birbirlerine iletecek, mümkün olduğu noktada makineler, insanlararası temasın her türlü biçiminin, duyguların ve fikirlerin sirayet ettiği durumların yerini alacak.

Giorgio Agamben
17 Mart 2020
Kaynak

0 Yorum: