19 Mart 2021

Gıdanın ve Çiftçiliğin Yeniden Yabanîleştirilmesi


 

George Monbiot’nun kaleme aldığı “Laboratuvarda yetiştirilmiş gıda ürünleri kısa bir süre sonra çiftçiliği ortadan kaldırıp gezegeni kurtaracak”[1] başlıklı son makalesini geleceğe dair distopik bir vizyon olarak okudum. Yazı, tarlalarda insanların çalışmadığı, herkesin devasa endüstriyel fabrikalarda mikroplardan üretilen “sahte” gıda ürünlerini yediği bir dünyadan söz ediyor.

Monbiot yazında şunları söylüyor:

“Çiftlik dışı ortamlarda üretilmiş gıda ürünleri sayesinde geniş arazileri ve denizi doğanın eline teslim edeceğiz, bu ise bizim karbon seviyesinin muazzam ölçülerde düşmesini ve dünyanın yeniden yabanîleşmesini sağlayacak. Çiftlik dışı gıda ürünleri, ümitsiz olduğumuz koşullarda bize ümit veriyor. Kısa bir süre sonra dünyayı harap etmeden onu besleme imkânına kavuşacağız.”

Einstein’ın o ünlü sözü, bu noktada akla gelmeli ve gerekli uyarıyı yapmalı: “Sorunları, onları yaratan düşünme tarzımızı kullanarak çözemeyiz.”

Ekolojik Varlık

Çiftlik yüzü görmeden, laboratuvar ortamında ileri teknoloji ile üretilmiş gıda ürünlerinin gezegeni kurtaracağını söyleyen anlayış, bizi bugünkü duruma sürüklemiş olan, insanı doğadan ayrı ve doğanın dışında gören aynı mekanist zihniyetin bir uzantısıdır.

Bu paradigma, fosil yakıtlar üzerine kurulu endüstriyel üretim döneminin ürünüdür. Gezegeni, köylülerin geçim yollarını ve sağlımızı yok eden endüstriyel tarım, işte bu anlayışı temel alıyor.

Maalesef söz konusu anlayış, Monbiot’nun gıda ve çiftçiliğin geleceği ile ilgili vizyonuna da temel teşkil ediyor. Bu anlayışa göre ileride gıda ürünleri ve hayatlarımız, tümüyle endüstriyelleşecek. Hepimiz, tam da “insan yediği şeydir” sözüne uygun olarak, endüstrinin parçası olacağız, böylelikle dünya merkezdeki konumunu yitirecek, ekolojik varlık nihayete erecek.

“Suyu yiyeceğe dönüştürmek”, İkinci Dünya Savaşı döneminden kalma bir fikir. O dönemde fosil yakıtı temel alan kimyasal gübreler sayesinde ‘ekmek’ sahibi olacağımız söylenmiştir. Oysa bu anlayış üzerinden okyanuslarda ölü bölgeler oluştu, ayrıca çevreye karbondioksitten üç yüz kat daha fazla zarar veren, azotlu asit içeren sera gazı salınımlarına maruz kaldık, dahası, zamanla toprak çölleşti.

Biz, doğadan ayrı ve doğanın dışında değiliz, onun parçasıyız. Gıda, bizi dünyaya, ormanlar gibi farklı varlıklara bağlayan şeydir. Bu bağsa bağırsaklarımızda bulunan ve bedenimizi hem içeriye hem de dışarıya dönük olarak sağlıklı kılan trilyonlarca mikroorganizma aracılığıyla kurulmaktadır.

Kültürel Miras

Yemek yemek, endüstriyel ya da mekanik bir eylem değil, ekolojik bir eylemdir.

Hayat denilen ağ, gıda ürünleri ile örülüdür. Hayat, yiyecekten ayrıştırılamaz. Aynı şekilde, biz de dünyadan kopartılamayız.

Mesele çiftçilik değil, endüstriyel tarımdır. Bu emtia temelli fosil yakıtların ve kimyasalların yoğun olarak kullanıldığı endüstriyel gıda sistemi, sera gazı salınımlarına yüzde elli oranında katkıda bulunmakta, bu salınımlar iklimsel yıkıma yol açmakta, tarımsal faaliyeti tehdit etmektedir.

Aynı sistem, toprakların yüzde 75’inin yok olmasının, su kaynaklarının yüzde 75’inin ortadan kalkmasının, göllerdeki, nehirlerdeki ve okyanuslardaki kirliliğin sebebidir. Endüstriyel tarım yüzünden ürün çeşitliliği, yüzde 93 oranında kayba uğramıştır.

Bizi öldüren kronik hastalıkların yüzde 75’inin kökeni, endüstriyel gıda ürünleridir.

Son elli yıl içerisinde dünyaya dayatılmış olan bu özel, çarpık ve yıkıcı çiftçilik yöntemi, insanların çiftçilik sahasında kullanabildiği tek yol hâline gelmiştir. Bu sebeple insanlar, kültürel çeşitliliğe ve çiftçilik pratiklerindeki çeşitliliğe karşı körleşmişlerdir. Dolayısıyla her ülkede asıl tehdit altında olan, kültürel mirasın ta kendisidir.

Bugün laboratuvarda üretilmiş sahte gıda ürünleri, büyük bir tutkuyla reklâm ediliyorlar. Oysa bu reklâm faaliyeti, bizim dünyayla kurduğumuz bağı ve büyük bir ilgiyle ve zekâyla üretilmiş gıda ürünlerini yemenin verdiği hazzı ve doyumu tehdit ediyor.

Ayrıca esenliğimiz, sağlığımız ve dünyanın sağlığı da tehdit altında. Çünkü toprağına bakan, yeryüzünü canlandıran küçük çiftçiler yok oluyor. Laboratuvarda üretilmiş gıda ürünlerini tükettiğimizde giderek robotlaşacağız, katılımdan ve yaratıcılıktan uzaklaşacağız, akıl dolu hayattaki yaratıcılığı inkâr eden ileri teknoloji temelli bir varoluşa kul olacağız.

Zirai Ekoloji

İngilizcede “tarım” ve “ziraat” anlamına gelen “agriculture” kelimesi, köken olarak Latince iki kelimenin bileşiminden oluşuyor. İlk kelime, “ager”, tarla, çiftlik, arazi, arsa gibi anlamlara gelirken, ikinci kelime, “cultura”, bakımı, yetiştirmeyi, işlemeyi ifade ediyor. Bu anlamda “agricultura” kelimesi, etimolojik açıdan çiftçilik ve toprağın bakımı gibi anlamları içeriyor.

Demek ki gerçek çiftçilik, doğayla birlikte, doğanın sunduğu, ekolojinin yasalarını ifade eden yollarla yapılan çiftçiliktir. Gerçek gıda, toprağın bakımını esas alan ekonominin yan ürünüdür. Yeryüzündeki tüm varlıkların hayatını koruyan da sağlığımızı güçlendirip, esenliğimizi muhafaza eden de odur.

Dünya genelinde “hassas çiftlik politikaları” uygulamadadır. Organik çiftçilik, permakültür, biyodinamik çiftçilik, doğal çiftçiliği canlandıran tarım gibi müşterek ekoloji ilkelerini içeren zirai ekoloji, iklim krizine tanık olunan dünyayı besleme noktasında yaşanan güçlükleri ele alan, en etkili, sürdürülebilir ve insaflı çiftçilik yöntemidir.

Zirai işletmelerin çıkarları ve tekellerin faaliyetleri yanında devletlerin meseleye yönelik ilgisizliği üzerinden zirai ekolojik çiftçilik, gıda üretimi noktasında geçerli olan hâkim sistem hâline gelememektedir.

Biyolojik çeşitliliğin korunması, organik tarımın desteklenmesi gibi amaçlara hizmet eden Navdanya, Hindistan’da bol miktarda tozlayıcılar kullanarak biyolojik çeşitliliği koruyup karbon ve nitrojen miktarını aşağı çeken organik maddeyi artırarak sağlıklı ürünler yetiştirmektedir. Bu süreçte yeryüzüyle ilgilenmek, ona bakmak suretiyle iklim değişikliğine sebep olan, nitrojen ve karbon döngülerindeki kopuklukları gideriyoruz.

Dizginler Şirketlerin Elinde

Gezegenin ve sağlığımızın olağanüstü hâl koşullarının eşiğinde olduğunu görmemiz gerekiyor. Köylülerin geçim yolları, tehlike altında.

Sahte gıda ürünleri, gıda ve hayat konusunda endüstri temelli modelin güçlenmesini sağlayıp doğadaki ekolojik süreçlerin dışında yaşadığımız yanılsamasını beslemek suretiyle, yaşanan çöküşü hızlandıracak. Bu model, ileride gıda demokrasisini ortadan kaldıracak, gıda ürünleri ve sağlığımız konusunda tüm dizginleri şirketlerin eline teslim edecek.

Gerçek gıda ürünleri ise bize, yeryüzüyle ve insanlarla ilgili olan, onlara saygı duyan gerçek çiftçilik aracılığıyla, yeryüzünü diriltme, sağlığımızı kazanma, gıda ekonomilerini besleme, gıda kültürlerini çeşitlendirme konusunda bize bir imkân sunuyor.

Yiyecekle ilgili kültürümüzü ve bilincimizi sömürgecinin elinden ancak gerçek gıda ürünleri ile kurtarabiliriz. İşte o noktada gıdanın canlı olduğu ve bize can verdiği gerçeğini anımsarız. Hayatı cari kılan, ona değer katan şeydir gıda.

Umudumuz, laboratuvarda üretilmiş sahte ürünler yemeyi esas alan çarpık ve hayatsız, endüstriyelleştirilmiş, ileri teknoloji temelli sistemi uygulamakta değil, dünya vatandaşlığı anlayışına, dünyaya ait olduğumuzu söyleyen görüşe geri dönüp, dünyadaki hayat döngülerinin parçası hâline gelmekte, yani toprağı, gıda ürünlerimizi ve bedenlerimizi yeniden yabanîleştirmektedir.

Vandana Şiva
24 Ocak 2020
Kaynak

Dipnot:
[1] George Monbiot, “Lab-Grown Food”, 8 Ocak 2020, Guardian.

0 Yorum: