05 Mart 2021

Pop-feminizm


Feminizm yeniden moda oldu. Feminizmin popüler hâle gelmesiyle kamuya mal olmuş simalar, şirketler ve anaakım medya, halkın zihnine bolca feminizm pompalıyor. Ama bu feminizm ağzına kadınların kurtuluşu meselesini hiç almıyor, sadece “tercih” meselesini göklere çıkartmakla yetiniyor.

İnternette okuduğumuz, feminizmle ilgili makalelerin ve yorumların neredeyse tamamında tartışma, bir süre sonra tercih meselesine evriliyor. Konunun kendisi önemsenmiyor, insanlar, alelacele meseleyi kadınların seçme hakkına ve yetkisine sahip olmasına doğru daraltıyorlar. Bu da dünya genelinde birçok farklı yoldan kadınları kısıtlayan, iktidara ait yapılardan ve toplumsal normlardan uzak durulmasına neden oluyor.

Son bir aydır “tercihçi feminizm”den gayrı bir şey konuşulmadı. Geçen Mart ayında en önemli moda dergilerinden biri olan Vogue, kadınların yetki ve güç kazanması meselesini bir dizi tercihe indirgeyen Vogue Yetkilendirme kampanyasının parçası olarak, Hindistan’da “Benim Tercihim” başlıklı videosunu paylaşıma açtı.

Hindistanlı muhabir Gunjeet Sra’nın da aktardığı biçimiyle, internette viral olan video, güya feminizme destek olan, aslında kadınlarla ilgili cinsiyetçi güzellik ölçütlerini fetişleştirme, herkese dayatma ve kadını nesneleştirme üzerine kurulu endüstrinin ikiyüzlülüğünü gizliyordu.

Bu “tercihçi feminizm”, kendi mantığı dâhilinde saçma bir sonuca ulaşıyor: örneğin Birleşik Krallık’ta yapılacak seçimde bir liberal demokrat aday, bir striptiz kulübünde yaptığı kucak dansına ait görüntüleri kendince açıklamaya çalışıyor ve meseleyi savuşturmaya çalışıyor. Bu noktada milletvekili adayı, yaptığı şeyin, kadınların meşru tercihlerini yargılamak yerine o tercihlerde bulunacak güç ve yetkiye kavuşmaları konusunda onlara yardım etmek olduğunu, bu anlamda kendisinin feminist bir misyon dâhilinde hareket ettiğini söylüyor.

Playboy dergisi de kısa süre önce feminist teorinin derinlikli yönüne ağırlık vermeyi kararlaştırdığını açıkladı ve kadının pornografinin konusu olmasının onun bir hakkı olduğunu söyledi. Elbette bu açıklama, iş planlarıyla da uyuşan bir açıklama idi.

Bu tür olayların yanı sıra Beyoncé feminist mi değil mi veya erkek siyasetçiler üzerinde “İşte Bir Feminist Böyle Bir Şey” yazan tişörtler giymeli mi giymemeli mi türü sorulara da tanık olunuyor. Bilindiği üzere bu tişört meselesi, kısa süre önce Freedom Fallacy: The Limits of Liberal Feminism [“Özgürlük Safsatası: Liberal Feminizmin Sınırları”] isimli feminist makale derlemesinin hazırlanmasına neden olmuştu.

Yayına hazırlayan isimler arasında benim de bulunduğum bu çalışmada yirmi yazar, bu “tercihçi feminizm” meselesi dâhilinde ele alınan farklı konu başlıklarını inceledi. Kitapta pornografiden fahişeliğe, kadın cinsel organının kesilmesinden kadın dergilerine, evlilikten kadına yönelik şiddete kadar birçok mesele ele alındı. Farklı bakış açılarının yansıdığı çalışmada hepimiz, kadının özgürlüğü konusunda son sözü tercihlerin söylemesi gerektiğine ilişkin anlayışı eleştirdik.

Birçoğumuza göre pop-feminizmin son dönemde yaşadığı yükseliş, aslında “tercih bana ait” diyen kesimin en aptal kısmını alaya alarak geçiştirilecek bir tehlike değil.

1. Tercih meselesini temel alan argümanlar ve önermeler yanlış, çünkü bunlar, kadınların tam özgürlük düzeyine ulaştıklarını varsayıyorlar, oysa böyle bir kadın yok, bu düzeye ulaşmış bir kadın yok. Evet biz kadınlar, tercihlerde bulunuyor, seçim yapıyoruz, ama bu tercihler, bizim içinde yaşadığımız eşitsiz koşullarca biçimlendiriliyor ve kısıtlanıyorlar. Tercihler, ancak patriarkanın sona erdiği bir dünyada, zerre eleştirilmeden yüceltilebilirler.

2. “Daha fazla tercihte bulunmak, doğalında daha fazla özgürlük demektir” tespiti tümüyle yanlıştır. Bu tür sözler sarf edenler, esasen neoliberalizmi feminizm ambalajında satan kişilerdir. Evet çocukları olan kadınlar çalışabiliyor da evde kalabiliyorlar da ama bu, alabildiğine anlamsız bir tercih, zira çocuk yetiştirme meselesi, hâlen daha bir “kadın işi” olarak kurgulanıyor, devlet, çocuk bakımı konusunda yeterince destek sunmuyor, ayrıca çocuksuz kadınlar bencil kişiler olarak görülüp yeriliyorlar.

3. Kadınların tercihlerine odaklanan, tercihleri varoluş meselesi hâline getiren ve amaç olarak gören feminizm, yoldan saparak mağduru suçlayan bir eğilim içine giriyor, dahası, kadınları yüzleştikleri gerçek sorunlardan uzaklaştırıyor. Eğer gidişattan memnun iseniz, o vakit kadın düşmanlığını ve cinsiyetçiliği, ücret farklarını, kökleşmiş cinsiyet rollerini, kadınların mecliste ve başka kurullarda temsil edilmemesini, kadına yönelik şiddetin bir salgın gibi her yana yayılmasını da eleştirmezsiniz. Sadece kendinizi eleştirir, sadece kendinizi suçlarsınız. Çünkü siz, yanlış bir tercihte bulunmuşsunuzdur.

Bahsini ettiğim kitapta sosyolog Natalie Jovanovski’nin de ifade ettiği biçimiyle bu tür bir liberal feminizm, son dönemde iyice görünür hâle geldi. Bireyin tercihlerini her şeyin üzerine koyan bu yaklaşım, statükoya karşı çıkma gereği de duymuyor.

Ayrıca toplumsal değişim talebinde de bulunmuyor, pratikte kolektif eylem çağrılarını geçersiz kılıyor. Temelde söz konusu yaklaşım, sizden hiçbir şey istemiyor, karşılığında da size hiçbir şey katmıyor.

Direniş, yerini başka faaliyetlere bırakıyor ve bu faaliyetlerde bir vakitler kadını esir eden, başkalarına tabi kılan hususlar, özgürleştirici kişisel tercihler olarak takdim ediliyorlar. Örneğin cinsel taciz, kadınların keyfini çıkartabilecekleri zararsız bir şaka olarak ambalajlanıyor. Evlilik, kişilerin birbirlerini pohpohladığı, feminizm yanlısı bir oyun olarak makyajlanıyor.

Vajinanın iç dudaklarına dönük labioplasti ameliyatları, kadına faydalı, estetik açısından önemli bir müdahale olarak gösteriliyor. Porno, cinsel özgürleşme olarak övülüyor. Nesneleşme, güç ve yetki kazanmanın yeni yolu olarak sunuluyor.

Eşitliğin hüküm sürdüğü bir gelecek yerine kadınlara içe dönmek ve hangi kadının “kötü feminist” olduğuyla ilgili boş tartışmalar yürütmek kalıyor. Gazeteci Sarah Ditum’un da ifade ettiği gibi, kadınlara sadece “feminist olabilir misin?” oyununu oynamak düşüyor. Kadınların ilerleyişinde yüzleştikleri asıl sorunun uydurma bir feminist ideale ulaşmak olduğundan bahsediliyor.

Kadınlar, belirli işkollarını, sektörleri, kurumları ve toplumsal yapıları eleştirdiğinde tercihçi feminizmdeki bireycilik, o kadınları hemen sektörlerin, kurumların ve yapıların parçası olmakla suçluyor. Dolayısıyla feminizmin halka dair anlayışlarında yapı temelli analiz silinip gidiyor.

Aynı saçma yaklaşım dâhilinde, misal, bir Marksist, kapitalizmi eleştirdiği için onun ücretli işçilere düşman olduğundan söz ediliyor. Aynı tuhaf mantık üzerinden, büyük ilâç tekellerini eleştirenlerin, ilâç fabrikalarında çalışan insanlardan nefret ettikleri söyleniyor.

Nihayetinde “tercihler” yüceltiliyor, eşitliğin zaten elde edilmiş olduğunu söyleyen efsane, ısıtılıp ısıtılıp satılıyor. Bu yaklaşım, özünde kadınları geri bırakan kurumlara meydan okuma becerimizi elimizden alıyor. Ama kavganın coşkun nehri, kendisine akacak bir yatak illaki buluyor.

Birçok kadın, feminizmin tüm kadınların eşitliği ve özgürlüğü için zaruri bir toplumsal hareket olduğunu görüyor, ama bu gelişmenin tercihle ilgili palavralarla bir alakasının bulunmadığını görmek gerekiyor.

Meagan Tyler
29 Nisan 2015
Kaynak

0 Yorum: