29 Mart 2021

,

Kırmızî


Eskiden “yaşasın işçilerin birliği” sloganı atılırdı, bugün bu slogan, “yaşasın proletaryanın ve burjuvazinin bir kanadının birliği” hâlini aldı.

Sinan Varlık, yazısını işte bu temenni ile bitiriyor.[1] Daha doğrusu, kendi örgütünün bu birlik şiarı ile hareket ettiğini söylüyor. Tüm nahifliğiyle Varlık, “burjuvazinin bir kanadı”nın toplumsal kopuşu gerçekleştirebileceğine, devrimi yapacağına inanıyor. İnanmak istiyor. Bu inançla “umut” olabileceğini sanıyor. Çünkü halka, işçi sınıfına ve ezilenlere zerre inanmıyor. İnanmadığı için o kanada sarılıyor. Dolayısıyla, Sinan Varlık ve örgütü, “birleşik siyasal özne”yi neden etkin kılamadığını hiç anlayamayacak bir yerde duruyor. Çünkü bu tür örgütler, siyaseti kendi dar ve güdük çıkarından kuruyorlar.

Mahir Çayan ise ikili görevden söz ediyor. Asli görevin “İşçi ve köylüleri bilinçlendirmek, örgütlemek ve proletaryanın öz örgütünü kurmak”, tali görevinse “diğer millici sınıfların öz örgütü için ve de Milli Cephe’nin kurulması için çalışmak”[2] olduğu üzerinde duruyor. Bu iki görev arasındaki gerilimde duran Çayan, meseleleri Varlık’tan çok farklı ele alıyor.

Sinan Varlık, son yirmi yıl içerisinde demlenen ideolojinin kurbanı olduğundan, millet ve din dışı, steril bir solculukla yetiştirildiğinden, bu tahlilleri hiç anlamıyor. O, emperyalizmi lügatten çıkartmış bir hareketin mensubu olduğu için Mahir Çayan’ın analizini gerici belliyor.[3] Anti-emperyalizm bağlamı olmaksızın, ittifaklar konusunda bir strateji belirliyor. Muhayyilesindeki “küçük burjuva iktidar” hedefi dâhilinde sosyalist hareketi yedeğe çekmeye çalışıyor, hareketi dış Kemalizmin destekçisi konumuna mahkûm ediyor. Dış kemalizm, liberal, laik ve ilerici kılınmış sosyalist örgütler şahsında örgütleniyor.

* * *

Mao, “komünistin hem vatansever hem de enternasyonalist olabileceğini, olması gerektiğini” söylüyor.[4] Bizdeki post-maoistler, PKK bahanesi ardına saklanarak, yerli ve milli ile olmayan ilişkilerini yaldızlayıp satmak için iki hâli karşı karşıya getiriyorlar. PKK olma ihtimalini kendilerinden uzak tutuyorlar, savuşturuyorlar. En fazla, uluslararası sermayeyle iç içe geçmiş kesimlerin içeriyi dizayn etme girişimlerinin parçası olabiliyorlar. Genel STK’laşma sürecine boyun eğiyorlar. Bu girişimlere yönelik, kitlelerde oluşabilecek direnci tasfiye etmek için uğraşıyorlar. Buradan anlam ve değer kazanacaklarını düşünüyorlar. Yerli ve milli’yi, burayı ve şimdiyi ise AKP’ye ve devlete teslim ediyorlar. “Japonya’nın ve Hitler’in vatanseverliğine karşı emekçi halkın vatanseverliğini” çıkartarak enternasyonalist mücadeleye bağlanabileceklerini görmüyorlar. Yereldeki ve milletteki derdin ve öfkenin yürüyeceği yolun üzerini örtüyorlar.

Mao, aynı yazıda şunu söylüyor:

“Kitleler içerisinde çalışma yürüten her komünist, kitlelere patron değil dost, bürokratik bir siyasetçi değil, yorulmak bilmeyen bir öğretmen olmalı. Hiçbir zaman ve hiçbir koşulda bir komünist, kişisel çıkarlarını öncelikli görmemeli, o çıkarları milletin ve kitlelerin çıkarlarına tabi kılmalı.”

Son yirmi yılın solculuğu, Mao’nun sözünü inkâr eden bir pratiktir. Kişisel çıkar önceliklidir. Kitlelere patronluk taslanmalı, düşmanlık edilmeli, bürokratik siyasetçi pozu kesilmelidir. Bugün parti kavramını ve anlayışını, tam da bu siyasi pratik değiştirmiştir. Sol, çıkar grupları olarak, STK’laşmıştır.

Bu anlamıyla ESP, SDP gibi derneklerin kendilerini “parti” olarak adlandırmalarına aldanmamak gerekir. Onlara yönelik baskı, politik-teorik gözü perdelememeli, mücadeleyi çorak topraklara çekip kurutmamalıdır.

Parti anlayışı, son yirmi yıl içerisinde, eskiden hareketçilik yapan, hareketçiliğini partinin karşısına çıkartan ekiplerce tanımlanmıştır. Mahir Çayan’ın sözünü ettiği “küçük burjuva iktidarı” ile ilgili perspektif, partiye dair bilinci ve pratiği kapı dışarı etmiştir.

Tıpkı Alevcilik gibi.[5] Avrupa’ya gitmiş, aslında ateist olan solcular, oralarda Alevîliğin sırtından geçinebilmek için, satabilecekleri yeni bir “din” uydurmuşlardır. Bu “din”in teorik temelini ise Alman istihbaratı atmıştır. O Alevcilik, bugün esasen Sünni olan Şeyh Bedreddin’i filme alıp sırtından para kazanmaya çalışmaktadır. Bugün aynı mantıkla devrim, sosyalizm ve komünizm, batının liberal gevezeliklerine göre yeniden tanımlanmıştır.

Bu açıdan, ESP, SDP gibi derneklerin yazılarında bahsini ettikleri, bağsız, bağlamsız ittifak siyasetleri, başkalarının attıkları temeller üzerine kuruludur. Bunların burjuvazinin hangi kanadını tercih ettiklerinden önce, burjuvazinin kuyruğuna neden tutundukları sorusu sorulmalıdır.

Bu yapılar birer “dernek” olarak görülmelidir, çünkü her şeye rağmen parti yücede tutulmalıdır. Parti, mülk edinilip pazarda rekabet dâhilinde satılacak bir şey değildir. Ona ait olunabilmelidir.

* * *

Marx bir yazısında, küçük burjuvazinin kendi çıkarlarını proletaryanın rengine bulayıp satmaya çalıştığından söz ediyor:

“Tıpkı demokratların ‘halk’ sözcüğünü suiistimal etmeleri gibi, ‘proletarya’ sözcüğü de sırf bir laf olarak kullanılmıştır. Bu lafı etkili kılmak içinse tüm küçük burjuvaları proleter olarak tanımlamak ve bunun sonucunda da pratikte proletaryayı değil, küçük burjuvaziyi temsil etmek gerekmektedir.”[5]

Sinan Varlık’ın “proletarya-burjuvazinin bir kanadı” lafında geçen “proletarya”, tam da Marx’ın dediği şeyi ifade ediyor. O, aslında Sinan Varlık ve “Kadıköylü arkadaşlar”ını anlatıyor. Çünkü Varlık, küçük burjuvaları proleter olarak tanımlıyor, küçük burjuvaziyi temsil ediyor, küçük burjuvanın siyasi çizgisini “proleter çizgi” diye yutturmaya çalışıyor. Bu noktada herkesi Trump’la korkutup Biden’a kul etmek için uğraşıyor. Tüm siyasal aklı ve kurgusu, uluslararası planda esen ve güya solcu olan rüzgâra göre yelken şişirmekten ibaret. Çünkü proletaryanın, Biden’ın gemisine bineceğinden de, burjuvazinin bir kanadıyla hareket edeceğinden de haberi yok!

* * *

Lenin, bir toprak ağasının ölümüne üzülen, mirasını yücelten sosyalistlerin, Çar’ın Kara Yüz çetelerinden daha tehlikeli olduğunu söylüyor:

“Devletin parası sayesinde Kara Yüzler, ancak polisin tahriki ve izniyle harekete geçebilen çeteleri ve ayyaş sürülerini örgütlüyorlar. Lâkin, tüm bu olaylarda halkı zerre etkileyemiyorlar, ideolojik manada tehlike arz edebilecek bir nüfuzu halk üzerinde asla kuramıyorlar. Öte yandan, bizim legal, liberal ve ‘demokrat’ basınımızın bu türden bir nüfuza sahip olduğunu kimse inkâr edemez.”[6]

Ağaların-paşaların kitleleri kandırma, oyalama, kontrol altında tutma, sindirme siyaseti, kendi solunu da üretiyor. Faşistlerle kitleleri korkutup herkesi kendisine ram ettirmeye çalışanlara karşı uyanık olmak gerekiyor. Bu küçük burjuvalar, durmadan “birlik” ve “birleşik” kelimelerini kullanıyorlar. Anlaşılan o ki bugüne dek “birlik” derken kastettikleri, “burjuvazinin bir kanadı” ile birlikmiş. Onun için türlü taklalar atıyorlarmış. Bunlar, proleter siyaseti gasp etmek, bu siyasete el koymak ve onu burjuvazinin kuyruğuna bağlamak için varlar.

Bu dernekler, ya olmayan burjuva devrimini oldurmak ya da olan burjuva devrimini korumak için siyaset yürütüyorlar. Bu kırmızîlere kanmamak, Kızıl’la Kırmızî’yi ayırmak gerekiyor.

* * *

Kırmızîler, tarihte Roma senatosuna giren ağaları-paşaları simgeliyor. Senatoya ancak bu çok az bulunan boyayla boyanmış kumaşla girilebiliyor. Bu dernekler, o senatoya girmek için yarışıyorlar, sonra meclisin dışında, insandan sayılmayan proleter kitleleri uyutmaya çalışıyorlar. Kızıl, kırmızîleştiriliyor.

Özünde Sinan Varlık bize, Biden’ın gemisine bineceğini söylüyor. “Siz de binin” diyor. Ortadoğu’yu Amerikan çıkarlarına göre analiz ediyor. Medyaya yansıyan atışmaları fazla ciddiye alıyor. Neticede LGBT bayraklı uçaklardan dökülen bombaların insanlık için hayırlı olacağına inanıyor. Bu sebeple, çoğunluğu erkek olan işçilerin direnişlerini “erkekleri öldüreceğiz” diyen dernekler ziyaret ediyorlar.

Bu arada bir parti olmadığını Sinan Varlık da kabul ediyor. Yazısının sonunda “birleşik devrimci kurmaylık”tan ve “birleşik devrimci merkez”den dem vuruyor. Bunların oluşmasını istiyor. Aslında parti, o merkeze ve kurmaylığa denk düşüyor. Bunları inşa edeceğini söyleyen Varlık, dolayısıyla, HDP’nin de parti olmadığını söylemiş oluyor.

Varlık türü solcuların yazılarında Biden-Trump ve Ali Koç-Tayyip Erdoğan karşı karşıya getiriliyor, böylece kitleler, bu iki kanadın ilanihaye düşman olduklarına inandırılıyorlar, ardından da ilk ismin Hz. Nuh olduğunu söyleyip, herkes onun gemisine bindirilmeye çalışılıyor.

Burjuvazinin iki kanadı varsa, bu kuşun veya uçağın iki kanatla havalandığını görmek gerekiyor. Solcu dernekler, bu gerçeği gizlemek için çalışıyorlar. Hepimizi Trump ile Biden’ın, AKP ile CHP’nin birlikte aynı hedef doğrultusunda çalışmadıklarına inandırmak için uğraşıyorlar.

ABD’de bu derneklerin fikren bağlı oldukları Silikon Vadisi ideolojisi, CIA ve Pentagon uzantısı. Solcular, bu hakikati gizliyorlar. İşleri güçleri yokmuş gibi, kalkıp Trump’ın tvitinin silinmesine seviniyorlar.

Lenin’in dediği gibi, asıl tehlikeli olan, faşist çeteler değil, bu sol derneklerdir. Çünkü onlar, zaten burjuvaziyle birlikte yürüyen, yürümek için taklalar atan küçük burjuvaları kırmızî boyaya daldırıyorlar, suyun başına oturtuyorlar.

* * *

Mahir Çayan, “Kemalizmin anti-emperyalist niteliği bir tarafa bırakılırsa ortada Kemalizm diye bir şey kalmaz” diyor. İşte bugünün solcu dernekleri, o niteliğin olmadığı tarafa örgütleniyorlar ve anti-emperyalist olmayan Kemalizme bağlanıyorlar. Ancak öyle olunca bağlanabiliyorlar.

Anti-emperyalizmin gericilik olarak kodlandığı günlerde solcular, Boğaziçi’de Mahzunî’nin türküsünü değil, zengin Yahudi plak şirketlerinin ünlü ettiği, Zelda’nın ağzından dökülen “şarkı”nın sözlerini değiştirip rektöre uyarlıyorlar. Çünkü o solcular açısından Mahzunî, gericiliktir, yabaniliktir. Onlar, ancak emperyalizmin misyoner okullarına övgüler düzebilirler.[7] Ancak Mahzunî’nin berbat hâline (eril, kaba, cahil, toksik hâline) gülerler. Oysa Mülkiye’ye karşı Boğaziçi ve ODTÜ’nün çıkartılması, devlet içre bir oyundur.

* * *

Geçmişin hareketçileri, defolcuları[8], Parti’ye el koyup onu tasfiye ediyorlar. Sosyalist hareket, liberalizm ve sosyal demokrasi denilen iki halk düşmanına göre yeniden kurgulanıyor ve bu kurgu, kitlelere patronluk taslıyor, bürokratik siyasetçi pozu kesiyor. Halktan, sınıftan, ezilenden tiksinen, nefret eden küçük burjuvazi, efendileri rahatsız edecek imkânları ortadan kaldırıyor. Mao’nun dediğinin aksine, kitleleri hakir görüyor, küçümsüyor, onlarla dostça bir ilişki kurmuyor, hemhâl olmuyor, kitleleri ileri gitmek konusunda ikna ve teşvik etmiyor.

Kitle ve parti ile düşünmeyen sol dernekler, ancak kendi benzerlerini üretip kendi benzerleriyle gün geçirmeyi seviyorlar. Hayatı ve siyaseti kendi çıkarlarından başlatıp gene orada bitiriyorlar. İşçi-köylü kitlesiyle ve partisiyle düşünüp hareket eden Mahir’in partisi, o sebeple dernekler nezdinde çözünüyor, her dernek, bürosunda kendi özel portresini çiziyor, ona tapıyor, Mahir’in mirasıyla bugüne taşınmış devrimci çizgi, o derneklerde tasfiye ediliyor. Bu tasfiyeyi efendiler istiyor.

Eren Balkır
9 Ocak 2021

Dipnotlar:
[1] Sinan Varlık, “İktidar Bloğunun Krizi ve ‘Krizi Derinleştirmek’”, 9 Ocak 2021, Umut.

[2] Mahir Çayan, Bütün Yazılar, Boran Yayınevi, s. 152.

[3] Eren Balkır, “Viyan Nedir?”, 14 Eylül 2016, İştirakî.

[4] Mao Tse-tung, “The Role of the Chinese Communist Party in the National War”, Ekim 1938, MIA.

[5] Karl Marx, “Komünist Birlik Merkezî Otorite Toplantısı”, 15 Eylül 1850, İştirakî.

[6] V. I. Lenin, “Kont Heyden Anısına”, Haziran 1907, İştirakî.

[7] Funda Cantek, “Boğaziçi Husumeti”, 15 Ocak 2021, Duvar.

[8] Alain Badiou, “Mevcut Konjonktüre Dair”, 21 Aralık 2020, İştirakî.

0 Yorum: