Terörle
mücadele, İslam ve yabancı düşmanlığı ile birlikte ilerliyor. Bu süreç
dâhilinde, feministlerin kimi görüşleri, ceza hukukuna ve idare hukukuna
eklenen, Müslümanları hedef alan ayrımcı terörizmle mücadele tedbirlerini
desteklemek için kullanılıyor.
Öte
yandan terörle mücadele, başka tür bir feminizmin ortaya çıkmasını sağlıyor.
Bazı Avrupalı kadınlar, düşman imajı yaratıp Müslüman kadınları tecrit etmeyi
amaçlayan devlet tedbirlerine karşı koyuyorlar.
Feminist
akademisyenlerin ve araştırmacıların oluşturduğu Sonraki Nesil isimli
ağ, şu cümleleri sarf ediyor:
“Kendi kendilerini kadın
haklarının bekçisi ilân eden ama yıllardır kadın hareketini ve kadın
mücadelesini zerre desteklememiş, eylemlere hiç katılmamış bu kişilerin
kadınların kurtuluşu davasını göçmen karşıtı, asimilasyoncu, İslam düşmanı ve
etnik merkezci siyasetleri adına istismar etmelerine izin vermeyeceğiz. Onlara
kararlı bir sesle, ‘yaptıklarımızı bizim adımıza yapmıyorsunuz’ diyoruz.”[1]
Almanya’da
sağdan sola, yeşillerden Hristiyan demokratlara, farklı politik kesimlere
mensup yaklaşık 780 kadın, devletin başörtüsünü yasaklayan kararına karşı çıkan
bir dilekçeye imza attı.[2]
Fransa’da
ise Müslüman kızların başörtülerinin uygun olup olmadığı üzerinde durmayan,
okullardaki ihraçlara karşı çıkan Herkes İçin Okul isimli harekete
feministler de destek verdiler.
Bugün
Avrupa genelinde Müslüman feministlerin sesi yurttaş hakları, bilhassa
kadınların başörtüsü takıp takmama hakkı konusunda resmi söylem dâhilinde
yürütülen tartışmanın kültür ve dinle alakalı sınırlarını aşıyor.
Kendi
toplumları içinden konuşan Avrupalı Müslüman kadınlar için her gün
yüzleştikleri cinsiyetçilikle mücadele kadar İslam düşmanlığı da bıktırıcı bir
düzeye ulaşmış durumda.
Fakat
bir yandan da bazı feministler, kadını batı feminizminin çizdiği yol dışında
başka bir yolun özgürleştirmeyeceğini düşünüyorlar ve Müslüman kız
kardeşlerinin içinde bulundukları açmaza gerekli cevabı vermedikleri gibi
onları yerip şeytanlaştırıyorlar.
Bu
konuda epey saldırgan bir isim olan Alman feminist Alice Schwarzer, başörtüsü
karşıtı kampanyalarını terörle mücadeleyle ilişkilendiriyor ve başörtüsünün
“Müslüman savaşçıların bayrağı” olduğu konusunda sürekli uyarılarda
bulunuyor.[3]
Fransa’da
Saide Kada gibi isimler, feministlerin aşağılamalarına ve saldırılarına maruz
kalıyorlar. Bu feministler, “toplu tecavüze suç ortaklığı yaptığını” iddia
ettikleri, başörtüsü takan bu kadının Lyon belediye başkanının başında
bulunduğu bir insan hakları derneğinden kovulması için uğraşıyorlar.
Bazı
feministler, Müslüman dünyayı hedef alan, göç sürecini kontrol altına alacak
katı tedbirlerle zorla evlilik meselesini ilişkilendiren sağcı kampanyalara
karşı çıkıyorlar. Bu noktada, zorla evlilik meselesinin Avrupa’da kendi cesur
müdahaleleri sayesinde tartışıldığını söyleyen Hirsi Ali ve Hege Storhaug
destekçileri, esasen yalan söylüyorlar.[4]
Azınlık
gruplarına mensup kadın örgütleri, zorla evlilik meselesiyle Hirsi Ali Bakireler
Kafesi’ni yazmazdan çok önce mücadele ediyorlardı. Ama bu örgütler, zorla
evlilik meselesini ırk temelli ele almadılar, meseleyle ilgili olarak medyada
duygusal konuşmalar yapmadılar, siyasetçilere İslam düşmanı söylemi besleyecek
önerilerde bulunmadılar. Bu örgütler, sadece pazarda ve popüler algıda
karşılığı olmayan mesajlar vermekle yetindiler.
Bu
tür kampanyalara bir yandan da göç sürecini kontrol altına alan ayrımcı
politikalara ve devletin göçmenler konusunda geliştirdiği ırkçı tutuma yönelik
eleştiri eşlik etti.[5] Bahsi geçen örgütler, kadına yönelik şiddetin ırk,
sınıf ve dini dikine kesen bir mesele olduğunun farkındaydılar. Dolayısıyla
Batı’nın ahlak ve medeniyet düzleminde üstün olduğu mitini ve Aydınlanma’nın
tamamlanmış bir proje olduğuna dair miti ellerinin tersiyle kenara ittiler.
Irkçılıktan
arınmış yeni bir feminizm, terörle mücadeleye eklemlenmiş İslam ve yabancı
düşmanlığına, ataerkinin beyaz Hristiyan Avrupalıyla, yani “biz”le değil, İslam
kültürüne mensup kişilerle, yani “onlar”la alakalı bir şey olduğuna dair
iddiaya cepheden karşı çıkan bir feminizme ihtiyaç var.
Muhafazakâr
ve aşırı sağcı partilerin, beyaz erkek heteroseksüel imtiyazın ve onlarca
yıldır “kadının yeri”ne dair geleneksel değerleri yayanların kalesi olan
yapıların saçma özgürlükçü iddialarını yere çalma imkânını ancak bu tür bir
feminizm bulacaktır.
Yeni
feminist çığlık yükseliyor ve şunu söylüyor: Kadın hakları için mücadele eden
bu yeni Aydınlanmacı savaşçılar, bizi asla savunmuyorlar.
Liz Fekete
[Kaynak:
A Suitable Enemy: Racism, Migration and Islamophobia in Europe, Pluto
Press, 2009, s. 99-101.]
Dipnotlar:
[1] <www.nextgenderation.com> [son erişim tarihi: 12 Ağustos 2008].
[2]
Bu dilekçeye tepki olarak sosyolog ve feminist Halina Bendkowski imza
kampanyası başlattı ve hazırladığı dilekçede, devletten kadın haklarını
tanımayan yabancıların ikamet izinlerini iptal etmesini istedi. Bkz. Heide
Oestereich, Der Kopftuchhstreit – das Abedland und ein Quadratmeter Islam
(Frankfurt: Brands and Apsel, 2004), s. 105–11.
[3]
Schwarzer bu yorumunu Der Spiegel’deki bir makalesinde dile getiriyor.
Aktaran: New York Times, 30 Haziran 2006.
[4]
Ayrı ama süreçle bağlantılı bir hamle dâhilinde 58 bilim insanı, Profesör
Yasemin Karakaşoğlu ve Mark Terkessidis’in kaleme aldığı bir açık mektuba imza
attılar. Mektup, İslam’la alakalı epey rağbet gören kitaplar yazan Ali ve
Storhaug’u bireysel olayları ve kişisel deneyimleri bilime aykırı biçimde
genelleyen, kitleleri tahrik etmeye yönelik bildiriler yazmakla suçluyordu.
Mektupları Die Zeit’ın 2 Şubat 2006 tarihli nüshasında yayımlanan bilim
insanları, bilimsel çalışmaların pek ilgi görmemesini endişe verici
bulduklarını dile getiriyorlardı.
[5]
Bkz. Southall Black Sisters, From Homebreakers to Jailbreakers (Londra:
Zed Books, 2003).