16 Mart 2021

Femonasyonalizmin Politik Ekonomisi


Femonasyonalizmin politik ekonomisini eleştirebilmek için onun içinde yaşadığımız dönemin en kafa karıştırıcı ve en güçlü ideolojik formasyonlarından birine dönüşmesine katkıda bulunan ekonomik çıkarları analiz etmek gerekmektedir.

Söylemlerin ve ideolojilerin maddiliği, o söylemlerin ve ideolojilerin, üretimin maddi koşullarının günbegün yeniden üretilmesini güvence altına almak adına farklı devlet aygıtları aracılığıyla faaliyet yürütme tarzlarıyla bağlantılıdır.

Bu anlamda benim çıkarımıma göre, femonasyonalizmin maddiliği, göç karşıtı sloganların hâkim olduğu kampanyalar dâhilinde bile olsa, Batılı olmayan göçmen kadınları ve Müslüman kadınları kurtarılacak nesneler olarak ön plana çıkartma tarzlarıyla bağlantılı bir meseledir. Aynı zamanda bu maddilik, bu Batılı olmayan kadınların ve Müslüman kadınların toplumsal yeniden üretimin maddi koşullarının yeniden üretiminde oynadıkları önemli rolle ilişkilidir.

Günümüzde sosyal yardımlar üzerine kurulu rejimlerin yeniden yapılandırılmasında ve hizmet sektörünün kadınlaştırılmasında kadın göçmen emeği, “faydalı” bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla bu emek, neoliberal hükümetlerin ve milliyetçi partilerin Müslüman kadınlarla/erkeklerle ve Batılı olmayan kadınlarla/erkeklerle ilişki kurma yollarında önemli bir yere sahiptir.

Faydalı birer “yeniden üretim işçisi” olmanın yanında Müslüman kadınlar ve Batılı olmayan kadınlar, aynı zamanda “doğurgan birer bedendir”. Bu kadınlarda doğurma oranı, Avrupa ülkelerindeki kadınların doğurma oranının iki katından fazladır.[1]

Judith Butler’ın da tespit ettiği biçimiyle, son birkaç yıldır bazı Avrupa Birliği ülkelerinde belirli bir milliyetin demografik açıdan avantajlı duruma getirilmesine dönük onca çabaya rağmen, Batılı olmayan (Müslüman ya da değil) tüm kadınların asimile edilmesiyle ilgili çağrılarda, bugünün Batı Avrupa toplumlarında söz konusu kadınların belirli bir rol oynadığı üzerinde durulmuştur.[2]

Toplumsal değerlerin aktarılması sürecinde önemli bir rol oynadığı, o ülkenin kadınları yerine toplumsal yeniden üretimde gerekli görevi ifa ettiği, gelecek nesiller için doğuran birer beden olarak varolduğu sürece göçmen kadınlar, tüm o aldatıcılığıyla cömertmiş gibi görünen kampanyaların hedefi hâline gelmekte, bu kampanyalarda göçmen kadınlar, işçi oldukları için gerekli kabul edilmekte, göçmen olarak hoş görülmesi gereken unsur olarak görülmekte, aynı zamanda bu kadınlar, Batı’nın değerlerine uyum göstermeleri konusunda teşvik edilmektedirler.

Piyasa ekonomisinin mevcut döngüsü içerisinde kadının sahip olduğu özel konum üzerinde durulmalıdır. Bu, femonasyonalizm eleştirisi için gereklidir. Zira kadın, hem üretici hem de yeniden üreticidir, ama o aynı zamanda hem tüketici hem de tüketim nesnesidir.

Hester Eisenstein’in de ifade ettiği biçimiyle, “eğer küreselleşmenin hedefi, yatırım imkânları ve pazarlama fırsatları yaratmak, böylelikle Batı’nın ürettiği ürünlerin Batı’nın kurallarıyla birlikte kabul edilmesini sağlamaksa o vakit özgür Batılı kadın imajı, satış sürecinin parçası hâline gelecektir. […] Kadının patriyarkal kısıtlamalardan kurtuluşu olarak tarif edilen feminizm, piyasaya özgürleştirilmiş birey olarak iştirak etmeye indirgenecektir.”[3]

Dünyanın güneyindeki yoksul ülkelerde kapitalizmin alanının sürekli genişlemesinin yanında tüm bireylerin zengin Kuzey ülkelerindeki mantığı tümüyle benimsemesiyle birlikte, Crawford Macpherson’ın “mülk sahibi bireycilik” dediği ideolojinin alanı genişlemiş, bu ideoloji, daha fazla dil bulma imkânına kavuşmuştur.[4]

Mülk sahibi bireyler olarak göçmenler, Batı toplumlarına entegre olmuş, bilhassa kadın göçmenler, kendi özgürlüklerini, cemaate ait sınırlardan kurtulma imkânı olarak görmeye, o özgürlüğü, Batı’daki tüketim alışkanlıkları açısından sahip oldukları kapasite üzerinden değerlendirmeye başlamışlardır.

Ne var ki göçmen kadınların bizatihi kendileri de metadır.

Femonasyonalizm, aynı zamanda Müslüman kadınların ve Batılı olmayan kadınların metalaştırılması temelinde idrak edilmesi gereken bir ideolojik formasyondur, dolayısıyla bizim, on yılı aşkın bir zaman önce Alain Badiou’nün önerdiği düşünce hattını takip etmemiz gerekmektedir.

2004’te Fransa’da devlet okullarında başörtüsünü yasaklayan, aynı zamanda İslam ile kadınlara yönelik zulmü denkleştiren tüm tartışmaya damga vuran kanunun yürürlüğe girmesi ardından, Badiou, ilgili kanunu “saf anlamda kapitalist bir kanun” olarak nitelemiştir.

Kadınlığın kapitalizm koşullarında sahip olduğu işleve uygun olarak faaliyet yürütebilmesi noktasında kadın bedeninin “piyasacı paradigmayla çelişmeyecek bir tarz ile mevcut dolaşımın parçası olması, bunun için de kendisini ifşa etmesi gerekmektedir.”[5] Dolayısıyla Müslüman genç kız, “sahip olduğu ve satacağı şey”i başkalarına göstermek zorundadır. Başka bir ifadeyle, bu kız, kendi kadın bedeninin pratikte fiilî olarak metalaşması sürecine onay vermeye mecburdur.

Genelde göçmen kadınların asimile edilmesi ve Avrupa’daki kadınlığa ait kurallara uyum göstermesi ihtiyacına, özelde ise Müslüman kadınların örtülerini çıkartmasına dönük vurgu, bu anlamda, hem Batılı erkeğin düşman kadının veya sömürge kadınının “örtüsüzlüğü” ile ilgili eskiden beri gördüğü düşü, kadınların “sağlam bir para birimi”[6] gibi dolaşımda olması gerektiğini söyleyen genel kanunla gizlenmiş kadın bedenleri arasındaki uyuşmazlığın sonlandırılması talebini birleştirmektedir.

Buradan şunu söyleyebiliriz: Cinsiyet eşitliği ve feminizm temelli olarak yürütülen ve milliyetçi, ırkçı söylemlerin güçlendirilmesine katkıda bulunan çalışmalar, ideolojik birer kılıf olarak görülmeli, tüm o olumsuz ve sınırlı anlamı dâhilinde, gerçeğin çarpıtılmasına dönük bir çaba veya bir tür yalan olarak değerlendirilmelidir.

Son dönemde femonasyonalizmin yükselişe geçmiş olması, aynı zamanda üretim ve yeniden üretimin ekonomik, politik, en geniş mânâda, maddi zinciri dâhilinde Batılı ve Batılı olmayan kadınların farklı konumlarına dair bir semptom olarak okunmalıdır.

Milliyetçi ve neoliberal siyasetin feminizmin merkeze koyduğu eşitlik ve özgürlükle ilgili görüşlerini mülk edinmesi ve feministlerle femokratların göç karşıtı, ırkçı siyasete yakınlaşması, esasen hem emek piyasasında, göç sahasında ve işçi hareketlerinde oluşan yeni yapının, hem de son otuz yıldır neoliberal küreselleşmenin sahip olduğu dinamiklerin ürettiği siyasi hayattaki milliyetçileşmenin bir sonucudur.

Dolayısıyla femonasyonalizme karşı koyabilmek için sadece onu ideolojik planda çürütmeye dönük çabalara değil, aynı zamanda femonasyonalizmin politik-ekonomik temellerine dair somut bir analize de ihtiyaç vardır.

Sara R. Farris

[Kaynak: In The Name of Women’s Rights: The Rise of Femonationalism, Duke University Press, 2017, s. 180-182.]

Ayrıca bakınız:
Kadın Hakları Adına
Femonasyonalizm
İdeoloji, Ekonomi, Femonasyonalizm

Dipnotlar:
[1] Charles Westoff ve Thomas Frejka, “Religiousness and Fertility among European Muslims.” Population and Development Review, Sayı 33 (2007), s. 785-809.

[2] Judith Butler, “Feminism Should Not Resign in the Face of Such Instrumentalization.” IABLIS: Jahrbuch für europäische Prozesse (2006). Örneğin 2007’de Alman hükümeti, çiftleri çocuk sahibi olmaya teşvik edecek Elterngeld programına onay verdi (Bkz. Eltengerd) (erişim tarihi: 30 Nisan 2014). İtalya’da Yeni Doğan İçin Fon [Fondo Nuovi Nati] 2009-2011 arası dönemde anne olanlara banka kredisi imkânı sundu (Bkz. Fondo) (erişim tarihi: 30 Nisan 2014).

[3] Hester Eisenstein, Feminism Seduced: How Global Elites Use Women’s Labor and Ideas to Exploit the World. New York: Paradigm, s. 195.

[4] Crawford Macpherson, Political Theory of Possessive Individualism: Hobbes to Locke. Oxford: Oxford University Press, 2010.

[5] Alain Badiou, “Derriere la Loi foulardiere, la peur”, Le Monde, 24 Şubat 2004: Yazıya şu adresten ulaşmak mümkün: Monde (erişim tarihi: 23 Ağustos 2016).

[6] Frantz Fanon, “Algeria Unveiled,” The New Left Reader içinde, yayına hazırlayan: Carl Oglesby, New York: Grove, s. 167.

0 Yorum: