Femonasyonalizmin politik ekonomisini eleştirebilmek
için onun içinde yaşadığımız dönemin en kafa karıştırıcı ve en güçlü ideolojik
formasyonlarından birine dönüşmesine katkıda bulunan ekonomik çıkarları analiz
etmek gerekmektedir.
Söylemlerin ve ideolojilerin maddiliği, o
söylemlerin ve ideolojilerin, üretimin maddi koşullarının günbegün yeniden
üretilmesini güvence altına almak adına farklı devlet aygıtları aracılığıyla
faaliyet yürütme tarzlarıyla bağlantılıdır.
Bu anlamda benim çıkarımıma göre,
femonasyonalizmin maddiliği, göç karşıtı sloganların hâkim olduğu kampanyalar
dâhilinde bile olsa, Batılı olmayan göçmen kadınları ve Müslüman kadınları
kurtarılacak nesneler olarak ön plana çıkartma tarzlarıyla bağlantılı bir
meseledir. Aynı zamanda bu maddilik, bu Batılı olmayan kadınların ve Müslüman
kadınların toplumsal yeniden üretimin maddi koşullarının yeniden üretiminde
oynadıkları önemli rolle ilişkilidir.
Günümüzde sosyal yardımlar üzerine kurulu
rejimlerin yeniden yapılandırılmasında ve hizmet sektörünün kadınlaştırılmasında
kadın göçmen emeği, “faydalı” bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla bu emek,
neoliberal hükümetlerin ve milliyetçi partilerin Müslüman kadınlarla/erkeklerle
ve Batılı olmayan kadınlarla/erkeklerle ilişki kurma yollarında önemli bir yere
sahiptir.
Faydalı birer “yeniden üretim işçisi” olmanın
yanında Müslüman kadınlar ve Batılı olmayan kadınlar, aynı zamanda “doğurgan
birer bedendir”. Bu kadınlarda doğurma oranı, Avrupa ülkelerindeki kadınların
doğurma oranının iki katından fazladır.[1]
Judith Butler’ın da tespit ettiği biçimiyle, son
birkaç yıldır bazı Avrupa Birliği ülkelerinde belirli bir milliyetin demografik
açıdan avantajlı duruma getirilmesine dönük onca çabaya rağmen, Batılı olmayan
(Müslüman ya da değil) tüm kadınların asimile edilmesiyle ilgili çağrılarda,
bugünün Batı Avrupa toplumlarında söz konusu kadınların belirli bir rol oynadığı
üzerinde durulmuştur.[2]
Toplumsal değerlerin aktarılması sürecinde önemli
bir rol oynadığı, o ülkenin kadınları yerine toplumsal yeniden üretimde gerekli
görevi ifa ettiği, gelecek nesiller için doğuran birer beden olarak varolduğu
sürece göçmen kadınlar, tüm o aldatıcılığıyla cömertmiş gibi görünen
kampanyaların hedefi hâline gelmekte, bu kampanyalarda göçmen kadınlar, işçi
oldukları için gerekli kabul edilmekte, göçmen olarak hoş görülmesi gereken
unsur olarak görülmekte, aynı zamanda bu kadınlar, Batı’nın değerlerine uyum
göstermeleri konusunda teşvik edilmektedirler.
Piyasa ekonomisinin mevcut döngüsü içerisinde
kadının sahip olduğu özel konum üzerinde durulmalıdır. Bu, femonasyonalizm
eleştirisi için gereklidir. Zira kadın, hem üretici hem de yeniden üreticidir,
ama o aynı zamanda hem tüketici hem de tüketim nesnesidir.
Hester Eisenstein’in de ifade ettiği biçimiyle, “eğer
küreselleşmenin hedefi, yatırım imkânları ve pazarlama fırsatları yaratmak,
böylelikle Batı’nın ürettiği ürünlerin Batı’nın kurallarıyla birlikte kabul
edilmesini sağlamaksa o vakit özgür Batılı kadın imajı, satış sürecinin parçası
hâline gelecektir. […] Kadının patriyarkal kısıtlamalardan kurtuluşu olarak
tarif edilen feminizm, piyasaya özgürleştirilmiş birey olarak iştirak etmeye
indirgenecektir.”[3]
Dünyanın güneyindeki yoksul ülkelerde kapitalizmin
alanının sürekli genişlemesinin yanında tüm bireylerin zengin Kuzey
ülkelerindeki mantığı tümüyle benimsemesiyle birlikte, Crawford Macpherson’ın “mülk
sahibi bireycilik” dediği ideolojinin alanı genişlemiş, bu ideoloji, daha fazla
dil bulma imkânına kavuşmuştur.[4]
Mülk sahibi bireyler olarak göçmenler, Batı
toplumlarına entegre olmuş, bilhassa kadın göçmenler, kendi özgürlüklerini,
cemaate ait sınırlardan kurtulma imkânı olarak görmeye, o özgürlüğü, Batı’daki
tüketim alışkanlıkları açısından sahip oldukları kapasite üzerinden
değerlendirmeye başlamışlardır.
Ne var ki göçmen kadınların bizatihi kendileri de
metadır.
Femonasyonalizm, aynı zamanda Müslüman kadınların
ve Batılı olmayan kadınların metalaştırılması temelinde idrak edilmesi gereken
bir ideolojik formasyondur, dolayısıyla bizim, on yılı aşkın bir zaman önce
Alain Badiou’nün önerdiği düşünce hattını takip etmemiz gerekmektedir.
2004’te Fransa’da devlet okullarında başörtüsünü
yasaklayan, aynı zamanda İslam ile kadınlara yönelik zulmü denkleştiren tüm
tartışmaya damga vuran kanunun yürürlüğe girmesi ardından, Badiou, ilgili kanunu
“saf anlamda kapitalist bir kanun” olarak nitelemiştir.
Kadınlığın kapitalizm koşullarında sahip olduğu
işleve uygun olarak faaliyet yürütebilmesi noktasında kadın bedeninin “piyasacı
paradigmayla çelişmeyecek bir tarz ile mevcut dolaşımın parçası olması, bunun
için de kendisini ifşa etmesi gerekmektedir.”[5] Dolayısıyla Müslüman genç kız,
“sahip olduğu ve satacağı şey”i başkalarına göstermek zorundadır. Başka bir
ifadeyle, bu kız, kendi kadın bedeninin pratikte fiilî olarak metalaşması
sürecine onay vermeye mecburdur.
Genelde göçmen kadınların asimile edilmesi ve Avrupa’daki
kadınlığa ait kurallara uyum göstermesi ihtiyacına, özelde ise Müslüman
kadınların örtülerini çıkartmasına dönük vurgu, bu anlamda, hem Batılı erkeğin
düşman kadının veya sömürge kadınının “örtüsüzlüğü” ile ilgili eskiden beri
gördüğü düşü, kadınların “sağlam bir para birimi”[6] gibi dolaşımda olması
gerektiğini söyleyen genel kanunla gizlenmiş kadın bedenleri arasındaki
uyuşmazlığın sonlandırılması talebini birleştirmektedir.
Buradan şunu söyleyebiliriz: Cinsiyet eşitliği ve
feminizm temelli olarak yürütülen ve milliyetçi, ırkçı söylemlerin
güçlendirilmesine katkıda bulunan çalışmalar, ideolojik birer kılıf olarak
görülmeli, tüm o olumsuz ve sınırlı anlamı dâhilinde, gerçeğin çarpıtılmasına
dönük bir çaba veya bir tür yalan olarak değerlendirilmelidir.
Son dönemde femonasyonalizmin yükselişe geçmiş
olması, aynı zamanda üretim ve yeniden üretimin ekonomik, politik, en geniş
mânâda, maddi zinciri dâhilinde Batılı ve Batılı olmayan kadınların farklı
konumlarına dair bir semptom olarak okunmalıdır.
Milliyetçi ve neoliberal siyasetin feminizmin
merkeze koyduğu eşitlik ve özgürlükle ilgili görüşlerini mülk edinmesi ve
feministlerle femokratların göç karşıtı, ırkçı siyasete yakınlaşması, esasen
hem emek piyasasında, göç sahasında ve işçi hareketlerinde oluşan yeni yapının,
hem de son otuz yıldır neoliberal küreselleşmenin sahip olduğu dinamiklerin
ürettiği siyasi hayattaki milliyetçileşmenin bir sonucudur.
Dolayısıyla femonasyonalizme karşı koyabilmek için
sadece onu ideolojik planda çürütmeye dönük çabalara değil, aynı zamanda
femonasyonalizmin politik-ekonomik temellerine dair somut bir analize de
ihtiyaç vardır.
Sara R. Farris
[Kaynak:
In The Name of Women’s Rights: The Rise of Femonationalism, Duke
University Press, 2017, s. 180-182.]
Ayrıca
bakınız:
Kadın
Hakları Adına
Femonasyonalizm
İdeoloji,
Ekonomi, Femonasyonalizm
Dipnotlar
[1] Charles Westoff ve Thomas Frejka, “Religiousness and Fertility among
European Muslims.” Population and Development Review, Sayı 33 (2007), s.
785-809.
[2]
Judith Butler, “Feminism Should Not Resign in the Face of Such
Instrumentalization.” IABLIS: Jahrbuch für europäische Prozesse (2006). Örneğin
2007’de Alman hükümeti, çiftleri çocuk sahibi olmaya teşvik edecek Elterngeld
programına onay verdi (Bkz. Eltengerd)
(erişim tarihi: 30 Nisan 2014). İtalya’da Yeni Doğan İçin Fon [Fondo Nuovi
Nati] 2009-2011 arası dönemde anne olanlara banka kredisi imkânı sundu
(Bkz. Fondo) (erişim tarihi: 30 Nisan 2014).
[3]
Hester Eisenstein, Feminism Seduced: How Global Elites Use Women’s Labor and
Ideas to Exploit the World. New York: Paradigm, s. 195.
[4]
Crawford Macpherson, Political Theory of Possessive Individualism: Hobbes to
Locke. Oxford: Oxford University Press, 2010.
[5]
Alain Badiou, “Derriere la Loi foulardiere, la peur”, Le Monde, 24 Şubat
2004: Yazıya şu adresten ulaşmak mümkün: Monde (erişim tarihi: 23 Ağustos 2016).
[6]
Frantz Fanon, “Algeria Unveiled,” The New Left Reader içinde, yayına
hazırlayan: Carl Oglesby, New York: Grove, s. 167.
0 Yorum:
Yorum Gönder