10 Ağustos 2024

,

TC-Çin İlişkilerinin Kadro’su

2000’lerin başında Turgut Özal’ın oğlu bir TV kanalında Perinçek’e, “siz Çin’den 1 milyon dolar aldınız” diye bağırıyordu. O para alındı mı bilinmez, ama söz konusu dönemde partinin Çin’le kurduğu akçeli işlerin başındaki isim, sonradan partisinden ayrıldı. Bir yayınevi kurdu. Çin’deki teorik tartışmaları Almanya’daki yayınevi üzerinden, Google Translate yardımıyla, Çinceden İngilizceye çevirtti. Bu üçkâğıt ardından, tek kitabı beş-on parçaya bölüp, üç kuruşa çalıştırdığı çevirmenlere gönderdi. “Kolektif Çeviri” imzasıyla veya uydurma çevirmen isimleriyle basılan kitapların Çin’deki tartışmaları buraya taşımak gibi bir derdi yoktu, sadece gelen paranın uzun vadede değer kaybetmesine karşı önlem olarak başka bir alana yatırım yapılıyordu. Bu emek hırsızlığından ve kötü çevrilmiş Çin Marksizmi eserlerinden Çin hükümetinin haberi var mıdır, bilinmez.

Şimdilerde Çin Büyükelçiliği resepsiyonuna katılan Teori ve Politika’nın serveti de çeviri emeğinin gaspı üzerine kurulu. O da Çin’le sahte ve gerçek dışı bir ilişki kuruyor. İlişki, devletle ve ticaretiyle kuruluyor, Maoizmle değil. İlişkinin amacı da Maoizmi tasfiye etmek.

Bu derginin mensubu iki kişi, çeviri bürosu kurdu, çeviri emekçilerinin emeğini çalan, sigorta primlerini ödemeyen bu çeviri bürosu, çok zengin oldu. Sonra şef, “çalışmak istemiyorum, beni maaşa bağlayın” dedi. O çeviri şirketinden para aktarıldı. Şefe bu para da yetmedi. “Yoldaşlar”ına karşı kumpas kurup şirkete çöktü. Şirketin sahibi olan kişi, İspanya’ya iltica etti. Bugünlerde Amerikan ordusunun Ankara’yı işgal etmesine, Pontus ve Kürdistan cumhuriyetlerini eşzamanlı olarak kurmasına dair hayaller kurmakla meşgul.

2000’lerin başında “devrimler çağı sona erdi, bundan sonra devrim de olmaz, devrimci mücadele de” diyen derginin şefi, Çin konusunda başka şeyler söylüyor, birilerinin nabzına şerbet dağıtıyordu. Nasıl olduysa dün “İran da, Çin de, Rusya da yıkılsııın!” diyen bu dergi ve şefi, makas değiştirdi, gene hiç hesap vermedi, bu siyaset değişikliğini kimseye açıklama gereği duymadı. “İktidar namlunun ucunda” diyen Maoizmi sulandırıp akçeli işlerine bağladı. Çin sempozyumu konusunda Çin’den para aldı mı bilemeyiz ama bu değişikliğin Maoizmle ve devrimcilikle bir alakası olmadığını biliyoruz. Bu pratiğin Corç Habeş’i ve daha birçok ismi örgütleyen, devrim mücadelesine teksif edilmiş fikir ve amelle bir alakası yok. İlgili pratik, sadece Çin-Avrupa arasında açılan ticaret yollarıyla ve lojistik hatlarıyla tanımlı. O yola ve hatta uyumlu.

TP dergisi, Çin Sempozyumu’na tabii ki bu apolitik ve karşı-devrimci Çin ilgisine uygun isimleri çağırmış. Sempozyumun konuşmacıları arasında olan bir isim, kendisinin Alman vakıflarıyla iş tuttuğunu söylüyor.[1] Fikri katkıda bulunduğu Alman vakıfları, devletine bağlı, o devlet de Çin’de yatırımları ve ticari ilişkileri olan sermayeye hizmetkâr.

Teori ve Politika’nın bu liberal yazarı, yeni dönemi Asya-Avrupa bağlantısı üzerinden analiz ediyor. Bu analizlerde “üçüncü dünya”, “kitle çizgisi” ve “devrim” gibi kavramlara yer yok. Demek ki Teori ve Politika, aslında “serdümen ve kerteriz noktası” olarak gördüğü Perinçek’in peşinden dökülen nalları topluyor. Devletin Çin sermayesiyle kurduğu ilişkilere Perinçek denk düşüyorsa, sermayenin Çin devletiyle kurduğu ilişkilere Teori ve Politika denk düşüyor. Düşmek istiyor. Özünde dergi, Manisa’da yatırım yapan Çinli otomobil devi BYD adına konuşuyor.

Çağdaş Üngör gibi isimler, “despotik, tek tipçi, totaliter Çin rejimi aman burada tesir yaratmasın” diye var. TP, bu isimlere kürsü olmak zorunda. Eski Tarafçı olarak TP dergisi, eski Tarafçıların yayın organından bir isme mikrofon vermeye mecbur. Bu ilişki, politik-ideolojik yüklerinden arındırılmış, ticaretin ve sermaye yatırımlarının konusu olan Çin’le kuruluyor. TP, uyanık küçük burjuva olarak suyun başına oturmaya çalışıyor. Olan bu. Devletin ve sermayenin turizm üzerinden Küba ile kurduğu ilişkilerde suyun başına oturmak için çalışan TKP ile TP arasında hiçbir fark yok. TKP de Küba’yla politik-devrimci bir ilişki kurmanın derdinde değil.

Bu ilişkilerin tesis edildiği düzlemde kimse, “Türkiye’nin ülkenin Sovyet çizgisine ve TKP’ye haset edip onun ayna görüntüsü olmaktan öteye geçemeyen, Çinli bir sol çizgiye ihtiyacı var mı?” diye sormuyor. TP, Sovyet devletiyle ilişki kuran Türkiye’ye hizmet yemini etmiş Kadro dergisinin muadilini örgütlüyor. Kadro hareketi komünist harekete ne yaptıysa o da bugün onu yapacak.

Kadro’nun fikriyatı “ezilen devlet” düsturu üzerine kuruluydu, TP, birey, beden ve kimlik bağlamında “ezilen sermaye” üzerinden yeni postmodern Kadro olmaya çalışıyor. Kadro’nun en azından bu millete dair bir önerisi vardı, Çin’le ilişkileri istismar üzerine kurulu yeni postmodern Kadro olarak TP’nin kendi kariyerinden ve çıkarından gayrısının bir önemi yok.

TP’nin sempozyum konuşmacısı Çağdaş Üngör, dekarbonizasyonu ve dördüncü sanayi devrimini aynı liberalizm düzleminde savunuyor.[2] Türkiye’nin köprü olma vasfını yitirdiğini söylüyor. Bu anlamda, yüzyıllık jeopolitik değerin aşındığını iddia ediyor. Ahmed Davutoğlu’na göz kırpan yazar[3], “merkez ülke” olması için gerekli liberal önerilerine zemin hazırlıyor.

TP’nin Kürdistan’la alakası da bu liberallikle tanımlı. Liberallik, mülkünü bölüşmek istemeyenlerin direnci ve o direncin ideolojisi. Kürd’ün cefasını, kahrını, çilesini omuzlamak istemeyen İstanbullu liberaller, Kürd hareketini sulandırmak için bin bir uğraş verdiler, veriyorlar. HDP projesini onlar yönetiyor. TP, bu liberalleşme çabasının ürünü. Bu çabanın komünist siyaset ve Marksizm alanına sızmış hâli.

Bugün Dünya Maoizminde Afganistan, Hindistan, Filipinler ve Peru gibi ağırlık noktaları var. Yoğun bir tartışmaya tanık olunan bu düzlem, Kaypakkaya’yı yeni tanıyor. Onu tanınmaz hâle sokmak, liberal suya daldırmak, İdris Küçükömer’in öğrencisi kılmaksa TP gibi Tasfiye Programlarına düşüyor. Maoizm içi tartışmanın hiçbir başlığı Türkiye’ye uğramıyor. Türkiyeli Maoistler bu tartışmaları, en fazla, ait oldukları Avrupa başkentleri üzerinden öğreniyorlar. Bu başlıkların Türkiye ve Ortadoğu ölçeğiyle alakasını hiç sorgulamıyorlar. Avrupa filtresinden süzülen Türkiye Maoizmi, burada “tek tip önlük de ne ya!” diyen feministleri ve “LGBT milisleri”ni örgütlemekle meşgul.

Burada Maoizmi uhdesine alan, kasasına kapatan, kendisiyle tanımlı kılmak için PR çalışması yürüten TP dergisi, sempozyumuna “Maoizm 21. yüzyılda müflis, yani iflas etmiş bir Soğuk Savaş ideolojisidir”[4] diyen Çağdaş Üngör’ü çağırıyor. Üngör orada Çin düşmanı, liberal Batıcı ve tabii ki akademisyen kimliğiyle, Birikimci biri olarak konuşuyor. TP, “Maoistlerin Birikim’i” olarak Üngör’e kürsü olmaya mecbur.

Sempozyumu örgütleyenler, Üngör’den ideolojik olarak uzak biri değil. Vaktiyle Oslo Anlaşmaları’nı savunan, Ortadoğu’yla ancak liberal fikriyat üzerinden bağ kurabilen bu isimler, her daim kendi tecimi ve kariyeri üzerinden düşünüyorlar. Yönelimlerini, makas değişikliklerini bunlar tayin ediyor.

Derginin sahibi Kayaoğlu’nu bir gün “yoldaş”ları Birleşik Metal-İş’in Gönen’deki kampına panel için götürüyorlar. Yolda “yoldaş”larına sitem eden Kayaoğlu onlara, “işçi kampı da ne ya, beni bir türlü NTV’ye çıkartamadınız, yuh size” diyor. Bu kişi, “İslam” diye dosya çıkarttığında da Samanyolu’ndan telefon gelsin de televizyona çıkayım diye aylarca bekleyen biri. Bunların teoriyle ve pratikle ilişkisi çıkarcı, benmerkezci ve rantçı.

Kayaoğlu ile Garbis arasındaki bağ da Marksizm-Leninizm veya komünist siyaset değil, kişisel kimlik ve etiket merakıyla tanımlı. Kendisini ilk gördüğünde “Ermenistan’a gitmiyor musun?” diye sormasının nedeni de bu. Garbis’in fikriyle değil, Ermeni kimliğinin liberal cenahta yarattığı etkiyle ilgileniyor.

TP, Çinlilerin senkronizasyon, disiplin ve örgütlülük üzerine kurulu spor gösterisinden değil, eşcinsel ve “yaratıcı” Paris açılışından yana! Yoldaşlık ve politika anlayışını o “yaratıcılık ve özgürlükçülük” tayin ediyor.

Bu liberalizm, esas olarak İran, Türkiye ve Ermenistan ile ilgili olan Bakû Kurultayı’na, dolayısıyla Komintern’e düşmanlık ediyor. Sosyalist hareket içerisindeki liberal solcular, devletçi Kadro’nun milliyetçiliğine karşı kendi sermayeci liberalizmine yol açıyorlar. O Bakû’de Macar komünist Béla Kun konuşmasında, “Bugün Doğu’nun Batı ile ilişkisi, sömürgeci birliklerin baskı ve zulüm politikası üzerine kuruludur. Sömürgeci idarenin elindeki araçlar daima alkol, frengi ve silâh olmuştur”[5] diyor. Zinovyev de “frengi, afyon ve zevk düşkünü subaylar”dan söz ediyor. Bugün sol liberalizm, sosyalizmi o zevk düşkünlüğüne, alkole ve uyuşturucuya, hatta o Batılı subaylara göre tarif ediyor.

Solcuların derdi, suyun başına oturup oturduğu yerin rantını yemek ve birilerine bekçilik etmek. Doğu’nun kavgasına refik olanlarsa uyanık olmalı. Hikmet Kıvılcımlı gibi söylersek: uyarmak için uyanmalı, uyanmak için uyarmalı. Biz buna mecburuz.

Eren Balkır
4 Ağustos 2024

Dipnotlar:
[1] Çağdaş Üngör, “İki Cihan Arasında Türkiye: Jeopolitik Açıdan Çin’in Yükselişi ve Batı’nın Cevabı”, 28 Şubat 2024, Boell. Heinrich Böll Vakfı, Yeşiller’e; Yeşiller de CIA’ye bağlı. Peki Teori ve Politika’nın CIA aparatı Fethullahçıların 15 Temmuz darbe girişimini Fethullahçılardan daha fazla sahiplenmesi ile bu bağlarla ilişkilendirmek mümkün mü?

[2] Çağdaş Üngör, “A Bridge No More? Turkiye’s Geopolitical Significance in the Twenty-first Century”, 25 Temmuz 2024, Tand.

[3] Çağdaş Üngör, “Asya ve Avrupa’yı Türkiye’siz Bağlamak: Hint-Arap-Akdeniz Koridoru”, 14 Eylül 2023, Uik.

[4] Çağdaş Üngör, “Yurtta Maoculuk Dünyada Maoculuk: Küresel Bir İdeolojinin Türkiye’deki İzleri”, Toplumsal Tarih, Mayıs 2022, s. 53, Academia.

[5] To See the Dawn: Baku, 1920 First Congress of the Peoples of the East, Yayına Hz.: John Riddell, Pathfinder, 1993, s. 178.

0 Yorum: