24 Ağustos 2024

, ,

İki Yol

Aksa Tufanı, Filistinli 14 yapının birleşerek kurduğu operasyon odası tarafından başlatıldı. Emperyalizmin ileri karakolu Siyonist İsrail yönetimi, ezilenlerin cüreti karşısında çaresiz kalınca askerlerini eğitmesi için emperyalist generalleri çağırdı. Bu süreçte birçok iddia ortaya atıldı. “Aslında İsrail yönetimi bu saldırıdan haberdardı fakat bilerek yapılmasını istedi” iddiası, emperyalizmin yenilmez olduğu yönünde gerçekleştirilen propagandanın teslimiyetçi söylemidir. Bu söylemin sonucu da Filistin’in kurtuluş mücadelesini İsrail-Hamas Savaşı diye kitlelere ajite etmektir. Hamas, sadece 14 örgütten oluşan yapının bir bileşenidir ve diğer bileşenlerden ayrı hareket edemez. Aksa Tufanı’na giden tünellerin inşa edilme süreci kolektif bir çalışmanın ürünüdür.

Aksa Tufanı başladığından beri Filistin halkını tüm çaresizliğiyle katleden Siyonistlerin elinde 40 bini aşkın canın kanı var. Bu insanların önemli bölümü savunmasız kadınlar, okul çağındaki çocuklar, bebekler, engelliler ve yaşını almış insanlar. Öldürülenler sadece Müslüman halk değildir, Hıristiyanlara ait hastaneye de saldırı gerçekleştirildi, ameliyatlar telefon ışıklarıyla zor şartlarda yapıldı. Akademisyenler, şairler, emekçiler ve her sınıftan-kesimden insan katledildi.

Tüm bunların sonucunda Aksa Tufanı, Filistin halklarının kazandığı politik zaferi getirdi. İsrail, tüm dünya halkları tarafından egemenlere ve emperyalistlere rağmen mahkûm edilip yalnızlaştırıldı. İkinci kazanım ise Batı merkezli insan hakları söyleminin Filistin özelinde ezilen ve sömürülen halklara uygulanmadığı gerçeğinin teşhir edilmesiydi. Direnişin iktisadi kazanımı da boykotlar yoluyla sınırlı biçimde de olsa emperyalist tekellerin kârlarının ve borsa hesaplarının düşmesi oldu.

Ülkemizde ise Filistin-İsrail savaşını Hamas-İsrail savaşı gibi algılayıp harekete geçenler, İslamcı çevreler oldu. Zamanla bu çevrelerin çifte standartçı tutumunu ve İsrail’le sürdürdükleri ticareti gören Müslüman çevreler, solun düzenlediği protesto eylemlerine katılmaya başladılar fakat bu gerçeğe rağmen sol, süreci erken okuyup tüm çevreleri birleştirecek hattı çizemedi, çizmedi.

Filistin sorununa ülkemizde ilk desteği, Filistin’i canıyla bedel ödemek pahasına savunanlar olarak sosyalist çevreler verdiler. Aynı dönemde Filistin’in sol direniş çevreleriyle yan yana gelmek istemeyenler ise Müslüman halkın bu birlikteliğe dâhil olmaması için çabalayan İslamcı çevrelerdi.

Bugün ülkemizdeki bu paradigma tersine dönmüş durumda. Solun boş bıraktığı alanı geçmişin emperyalist filolarına secde edip Filistin sorununu gündemine bile almayanlar dolduruyor, süreci Hamas taraftarlığı üzerinden okudukları için.

Sol, sosyalist, demokrat çevrelerin bir kısmı, limanlarda ve ticaret merkezleri önünde açıklamalar düzenleyerek, İsrail’le yürütülen ticaretin sonlandırılması gerektiğine dikkat çekti fakat onları alanda yalnız bırakanlar, sendikalar, partiler ve meslek odaları oldu.

Filistin’de eğitim kurumları vuruldu, okul çağındaki çocuklar katledildi fakat anti-emperyalist olması gereken eğitim sendikalarından ses çıkmadı. Bir eğitim sendikasının kaldı ki anti-emperyalist olmasa dahi eğitimcilerin duyarlılığını temsil etmek adına adım atması ve sürece ses çıkarması gerekirdi.

Filistin’de kadınlar katledildi, kendi yurdunda “mülteci” kampında kalan yaşlı kadınlar uykularındayken Siyonist askerler tarafından saldırıya uğradılar, bu insanlara köpeklerle işkence yapıldı fakat hiçbir gerekçe olmaksızın ezilen kadınların yanında olduklarını iddia eden feminist hareket, Filistinli kadınlar için sokağa inmedi. 

Afganistan yönetimi Taliban’a geçtiğinde, Ukrayna Savaşı başladığında, İran’da Mehsa Emini için başlayan protestolarda kadın hareketi sürece destek için sokaklardaydı. Batı’nın makbul kadını kapsamına girmeyen Filistinli kadınlar, feminist hareket tarafından yalnız bırakıldılar.

Ezilen halkın sözcüsü olduğunu iddia eden, halkların kardeşliğini savunan radikal demokrasi hareketi ve partisi de Ortadoğu dengeleri üzerinden hesap yapıp Filistin için adım atmadığı gibi kendilerine yakın yayınlarda Aksa Tufanı'nı eleştirdi. Bir kez miting düzenleyecek oldu, sonra yerel seçim çalışmasını gerekçe göstererek bu mitingi iptal etti ve halen de yapılmış bir miting yok. Temsil ettiğini iddia ettiği halk ise din kardeşliği ve ezilmişlik temelinde Filistin halkıyla duygudaşlık kurdu fakat radikal demokrasi hareketi tarafından pasifize edildi. Bu durumdan yararlanan Hüdapar ise bölgenin hassasiyetinden ve kendisine terk edilen boş alandan kaynaklı olarak gitgide genişlemeye başladı. Bu çevre için de Filistin sorunu sadece bir gerekçe, onların hayalini kurduğu Filistin hiçbir şekilde kendi politikalarına denk düşmüyor, Hamas’ı istedikleri gibi algılasalar da kurulacak yeni bir yönetim için direnişin bileşenleri protokol imzaladılar.

İHD, insan haklarını evrensel temelde savunması gereken bir kurum olarak Filistin konusunda tek adım atmama gerekçesini “ülkemizde yaşayan Musevi yurttaşları ürkütmemek gerek” diye açıkladı. Aksine İHD özelinde sol, sürece güçlü bir şekilde katılım sağlasaydı bu kaygı hayatta karşılık bulmazdı, buna rağmen bulmadı da. Siyonist sermayesiyle işbirliği geliştiren gıda zincirleri protesto edildi fakat burada oturan insanlara saldırı gerçekleştirilmedi.

İsrail’le ticareti önce ülkemiz halkları kesti. Temizlik malzemesi üreten ilgili firmaların ürünlerini boykot etti. Boykot karşılık bulunca emperyalist tekeller zincir marketlerde sattıkları ürünlerin fiyatlarını yarıya düşürdü sonra ürünlerini yerli üretim diye pazarlamaya çalıştı. Esasında uzun zamandır yaşanan ekonomik kriz karşısında daha Aksa Tufanı yokken solun ve sendikaların böyle bir boykotu geliştirmesini savunmuştuk fakat emekçiler olarak bu talebimiz karşılık görmedi. Direnişin iktisadi kazanımlarından biri de bu olsa gerek. Sol ve sendikalar ise süreçten zincir marketlerin sorumlu olmadığını gazetelerinde yazdılar. Kahve zincirleri protesto edilip bu işletmelere gidip boykot çağrısı yapanların da motivasyonunu düşürmeye yönelik yazılar ve söylemler geliştirdiler.

Ülkenin kurucu partisi CHP, savunduğu emperyalizme karşı bağımsızlık ve mazlum halklara örnek olma tarihselliğini terk etti, bu konudaki riyası, gün yüzüne çıktı. Yetmişli yıllarda emperyalizmin çıkarı için ortanın solu olma görevini icra etti. Son altı aydır çeşitli sorunlara çözüm sunmak için mitingler düzenleyen CHP yönetimi, Batı merkezli motivasyondan vazgeçmeyerek Filistin halkı için adım atmadı.

Yakın zamanda Hamas yöneticilerinden önemli bir isim olan İsmail Heniyye İran’da katledildi. Daha önce de çocukları ve torunları göçmen kamplarında ve göç yollarında katledilmişti. Bu durum üzerine İran yönetimi misilleme yapacağını ilan etti. Artı gerçek gibi sol görünümlü medya kuruluşları aynı gün, İran'da “Jin, Jiyan, Azadi” eylemlerine katıldığı için idam edilecek olan “erkeklerin” haberlerini yaptı ( Başka bir tartışmanın konusu olsa da demek ki ortada sadece kadınların katıldığı bir eylem yokmuş.)

Nisan ayında İran’ın misilleme saldırısı sırasında da benzer kuruluşlar İran aleyhine propaganda faaliyetlerinde bulunmuştu. Aynı şekilde, Ukrayna sorununda da Rusya aleyhine propaganda yaparak Neonazileri mağdur gösterip onların yanında saf tutmuştu. Heniyye’nin katledilmesinin ardından kara ve kirli propaganda devreye konuldu. Montaj ve çeşitli benzetme teknikleri kullanılan videolarda Heniyye’nin kadınlarla lüks bir mekânda kutlama yaptığı, şampanya patlattığı ve dans ettiği yönünde sahte bir video dolaşıma sokuldu. Bu kirli yöntem, Siyonistlere yakın sosyal medya hesapları tarafından yapıldı, çünkü asıl sorun Heniyye değildi, asıl sorun, Filistin direnişinin kimlik ve medeniyet çatışması ekseninde yalnızlaştırılmasıydı. Çocuklarını, torunlarını, ailesini direnişe şehit verip kendisi de katledilen bir insanın burjuva ahlakıyla ve eğlenceyle bir bağı olmadığı ve olamayacağı bir gerçektir. Heniyye ismi, Filistin bağımsızlık mücadelesinin tarihine onurlu biçimde yazıldı.

Sonuç olarak, Filistin direnişi, ülkemizin sınıflar mücadelesinden ayrı düşünülemez. Bizim anti-emperyalist bir duruşumuz var ve Filistin halkının da yaşadığı sorunun asıl nedeni, emperyalizmdir.

Bunun somut örneği maruz kaldığımız sorunlarla açıklanabilir. Ülkemizde binin üzerinde Alman emperyalizmine ait tekel var. Bu tekellerde çalışan işçi ve emekçiler dolar ve avro bazında düşük ücretlerle sömürüldüğünden, kendi ülkesinde maaşını kiraya yetiremiyor. Bu bağlamda, barınma krizinin nedeni mülteciler değil, emperyalizmdir. Ülkemizin sahil şeridi ve doğası emperyalist tekellere satılıyor ve kiralanıyor.

Bugün işçiler ve emekçiler olarak deniz kıyısına gitmek bir yana, kıyıyı işgal eden tekellere ait yapılar yüzünden denizi bile göremiyoruz. İşçi emekçi bir ailenin günübirlik tatil yapabilmesi imkânsız. Bu yüzden nehirden denize kadar özgürleşecek Filistin’i savunuyoruz. Filistin’in kurtuluşu işçilerin-emekçilerin kurtuluşunda zincirin en zayıf halkasından kırılmasını ifade ediyor.

Tokatköy, Fetihtepe, Tozkoparan, Akbelen halkı özelinde işçi emekçilerin kondularına göz dikilip elektrikleri ve suları kesiliyor, zorla evleri boşaltılıp sermayeye peşkeş çekiliyor. Bunun sonucunda halk, şehrin en ücra bölgesine göç ettiriliyor. Filistin halkı da evlerinden göç ettiriliyor; gıdadan, elektrikten ve sudan mahrum bırakılıyor. Bu durumda iki halkın birbirinden ayrı düşen tek özelliği konuştukları dilleri ve kültürleri. Sermayenin dini ve dili olmadığı gibi ezilenlerin ve sömürülenlerin de birbirinden farkı yoktur, o yüzden emek en yüce değerdir.

28 Şubat döneminde her ne kadar tartışılsa da sol, başörtüsü eylemlerine destek vermişti. Soruna sadece inancı yaşama ve insan hakları temelinde bakmıştı. Destek veren kesimler arasında taktiksel yaklaşım sergileyenler muhafazakâr kesimden beklediği karşılığı bugün göremediğini iddia ederek Filistin sorununa da uzak duruyor. Bu, gerçeği yansıtmıyor çünkü ilke taktikten üstündür.

Soruna ilke bağlamında bakıp destek verenler, bugün emperyalizmin konsoloslukları önünde protesto, basın açıklaması ve yürüyüş düzenliyorlar. Bu eylemlere pankçı denebilecek marjinal yaşam biçimlerine sahip insanlar katıldığı gibi bu samimiyeti hissedip gören çarşaflı kadınlar da muhafazakâr erkekler de aileleriyle eylemlere ortak oluyor. Hatta bugün fabrika havzalarındaki direnişlerde boy gösteren işçi kadınların önemli bir bölümünün başörtülü olduğu gerçeği unutulmamalıdır.

Direniş, ezilenlerin ve sömürülenlerin özgürleşeceği tek gerçektir, bu gerçek hayata geçirilip eylenirken din, dil, ırk ayrımını aşar fakat doğa da politika da boşluk tanımaz ve sınıf hareketlerinin içinde olmadığı hiçbir hareket zafere ulaşmaz. Bu yüzden gerek ülkemiz emekçi sınıflarının gerek Filistin halkının kurtuluş mücadelesinin güçlenmesi kimliklerin ürettiği yapay ayrımların aşılmasıyla mümkündür ve bunu da gerçekleştirip inancı fark etmeksizin halkları anti-emperyalist hatta birleştirecek tek güç sol politikadır.

Emperyalist kapitalizm sömürürken ve işgal ederken nasıl ki halkların rengine bakmıyorsa emekçi halklar olarak bizim de birbirimizin rengine bakmamamız gerekiyor. Bölündükçe kaybedeceğiz, birleştikçe kazanacağız. Üçüncü bir yol yok, üçüncü yollar, istisnası olmaksızın emperyalizme hizmet eder. Üçüncü yol diye sunulan çarpıtma, bugün için Heniyye’nin şahsında Filistin direnişinin yalnız bırakılmasıdır.

Ülkemizdeki intiharların, uyuşturucu bağımlılığının, barınma krizinin, açlığın, yoksulluğun, işsizliğin, inancın sömürülmesinin, emeğin gaspının, sokaktaki şiddetin, kadın cinayetlerinin, insanlık dışı toplumsal düzenin tek sorumlusu emperyalizmdir. Filistin halkının katledilmesinin, sürgün edilmesinin ve yurtsuzlaştırılmasının da tek sorumlusu emperyalizmdir. Anti-emperyalist mücadeleyi birleştirmekten başka çözümümüz yok. Gerisi teferruat, gerisi yaşam.

S. Adalı
23 Ağustos 2024

0 Yorum: