18 Ağustos 2024

,

İngiltere Ahbap-Çavuş Kapitalizminin Öncüsüdür

Bugün İngiliz “sol”u, tuhaf konumlar alıyor. Misal, Savaşı Durdurun hareketi, dünyanın nükleer silahlarla imha edilmenin eşiğine geldiği bir momentte, sıfır karbon ve iklim krizi meselelerini öncelikli görüyor.

Diğer yandan, 2015-2020 arası dönemde Corbyn projesine bağlanan yeni sol medyadan kimi isimler, dış politikanın öncelikli olmadığını, “NATO’dan ayrılalım” lafını ağzımıza dahi almamamız gerektiğini söylüyor, bir yandan da Kuzeydoğu Suriye’deki etnik temizlikten ve çocuk kaçırma olaylarından sorumlu olan CIA düzenine destek çıkıyorlar.

Bu koşullarda şu soruyu sormak gerekiyor: bugün solda neler olup bitiyor?

Soruya cevap vermeden önce bizim bugünün güvenlik devletine ait birçok kurumun kurulduğu ve bugün “sol” denilen yapıya evrilmeye başladığı, on dokuzuncu yüzyıl sonundan yirminci yüzyılın ortalarına dek uzanan, İngiliz-Amerika dünyasındaki ahbap-çavuş kapitalizminin tarihine kısaca bakmamız gerekiyor.

“Hayırsever” Ahbap-Çavuş Kapitalizminin Kökenleri

Bizdeki ahbap-çavuş kapitalizmi kültürünün kaynağını teşkil eden oligarşinin ilk örneklerinden biri, Güney Afrika’da elmas madenlerine sahip olan Cecil Rhodes’tur. Bu kişi, sömürgelerden elde ettiği zenginliği bölgede İngiliz imparatorluğunun hâkimiyet sahasını genişletme çabalarını finanse etmede ve kendi politik konumunu güçlendirmede kullandı. Ömrünün sonuna doğru Rhodes, İngiliz imparatorluğunun ömrünü uzatmak için çalıştı, hatta Alman imparatorluğunun bir kapitalist devletler federasyonuna dâhil edilmesine yönelik bir plan hazırladı. Öngörüsü, sonrasında Batı Avrupa Birliği ile birlikte gerçekleşti. Bu birlik, devamında AB’ye ve 1948-1954 arası dönemde imza edilen Brüksel Anlaşması üzerinden NATO’ya evrildi.

Rhodes’un mirasının varisleri, onun fikirlerini yirminci yüzyıla taşıdılar. Bu isimler, Profesör Caroll Quigley’nin Milner Grubu adını verdiği gayrı resmi ittifakın üyesi oldular. Bu Milner Grubu içerisinde Nazilere sempati duyan Lord Astor ve Leydi Astor da vardı. Bu iki isim, sonrasında CIA’in başına geçecek olan, aynı şekilde Nazilere sempati duyan Alan Dulles’a ev sahipliği yaptı. Rhodes’un İngilizce konuşan halkların ve Alman halkının üstünlüğüne ve özel bir gayesi olduğuna dair görüşlerini paylaşan Milner Grubu, Amerikalı “hayırsever”, öjenist ve Nazilerin yürüttüğü öjeni programına para yatıran ilk isimlerden olan J. D. Rockefeller’la birlikte 1917’de bugün herkesin Chatham House olarak bildiği Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nü kurdu.

Rockefeller, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı süresince sonrasında Alan Dulles’ın başkanlık edeceği CIA’e evrilecek olan OSS’in [“Stratejik Hizmetler Bürosu”nun] kurulması sürecine katkı sunacak olan MI6 subaylarına ev sahipliği eden, Manhattan’daki Rockefeller Merkezi’nin inşa sürecini finanse etti.

Batı’daki Ahbap-Çavuş Kapitalizminde İklim Aktivizminin Kökenleri

İkinci Dünya Savaşı sonrası ve Soğuk Savaş boyunca Rockefeller ailesi ve sahip olduğu servet, İngiliz-Amerikan müesses nizamı ve güvenlik hizmetleri içinde çalışan dostlarını beslemeye devam etti. Bu noktada aile, Kültürel Özgürlük Kongresi’nin aracı kurumu olarak iş gördü. Bilindiği üzere kongre, ortayolcu aydınların oluşturduğu, CIA destekli bir forumdu. Harm Langenkamp’a göre, “ta başından beri CIA, bu ‘operasyon amaçlı kongre’yi hayırsever kurumlar alanına, özelde Ford ve Rockefeller vakıflarının faal olduğu sahaya taşımak istiyordu.”

“Kültürel Özgürlük Kongresi Rockefeller Vakfı’ndan teşvik almayı bildi. Nelson ve David Rockefeller istihbaratla sıkı ilişkiler içerisinde olan isimlerdi ve hiç tereddüt etmeden, CIA’in gizli operasyonlarına yardım sunuyorlardı.”

David Rockefeller, sonrasında internetteki bir kaynağın derin siyaset alanında önemli olan ve önemi pek görülmeyen Üçlü Komisyon’u oluşturdu.

“Büyük Bir Yalan: İklim Aktivizmi, Petrol ve İmparatorluk” başlıklı makalemde de dile getirdiğim biçimiyle, fosil yakıtların çevreye etkisine dair endişelerin asıl kaynağı, bu Üçlü Komisyon’du. OPEC’in petrol ambargosu sonrası İngiliz-Amerikan İmparatorluğu’nun yüzleştiği baskılar ardından komisyon, bu türden bir politik hamleye başvurmuştu.

1973’te “üç ülke”nin Yom Kippur savaşı sırasında İsrail’e destek sunmasına cevap olarak, OPEC içerisindeki Arap ülkeleri, petrol fiyatını dört katına çıkartarak Batı’nın petrol tüketimini kısıtladı. Bunun üzerine Amerikan ekonomisi epey zarar gördü, hatta hükümet, benzini-mazotu karneye bağlamak zorunda kaldı, ayrıca tüketimi azaltmak için hız limitlerini düşürdü. Yaşanan krizle birlikte OPEC ülkelerinin, ABD ekonomisi üzerindeki hâkimiyetleri sayesinde, ABD dış politikasını etkileme gücüne sahip oldukları görüldü.

“Bugün hâlâ Üçlü Komisyon’un dayattığı iklim değişikliği ajandası, esasen İngiliz-Amerikan imparatorluğunu yönetenlerin petrol fiyatlarını enerji tedariki ile ilgili kaynakları çeşitlendirmek suretiyle düşürme arzusunun bir sonucu. Bu tür bir hamle üzerinden petrol fiyatlarının düşürülmesi, böylelikle OPEC ülkelerinin bir daha ABD ekonomisini eskiden olduğu gibi etkileme imkânından mahrum kalmasının sağlanması, imparatorluğun uluslararası ilişkiler sahasında elinde tuttuğu pazarlık gücünün artırılması öngörülüyor.”

Bu noktada Rockefeller ailesinin elindeki paranın iklim aktivizmiyle meşgul hareketlerin finansmanında kullanıldığını hatırlatmakta fayda var. Örneğin Petrolü Hemen Durdurun ve Yok Oluş İsyanı isimli hareketler, İklim Acil Durumu Fonu’ndan (CEF) para alıyor. CEF ise parayı Rockefeller ailesinin finanse ettiği Avrupa İklim Vakfı’ndan temin ediyor.

CEF’in diğer önemli bağışçılarından biri de kurucularından olan Hillary Clinton üzerinden müesses nizamla bağlantılı olan Hep Birlikte İleri Vakfı. Clinton, aynı zamanda Yedinci Kat Grubu denilen yapı üzerinden “derin siyaset”le bağlantılı bir isim.

Yedinci Kat Grubu, ABD dışişleri bakanlığı yetkililerinden oluşan, Amerikan derin devletine ait bir ekip. Yıllar içerisinde dışişleri bakanlığının lider isimleri için kullanılan bu tabir ile anılan grubun merkezinde Hillary Clinton var. Elde bu konuyla ilgili bir kanıt yok ama Clinton’ın bu çalışmayı yönlendirdiği düşünülüyor.

Aynı zamanda Clinton, Batı’nın felâketlere yol açan 2011 tarihli Libya müdahalesinin başındaki isim. Bu harekâtın gerekçelerinden biri, Libya’yı imha etme ve Batı’nın çok istediği petrol rezervlerini gasp etme arzusu. Bu Libya yağmasının öncüsü olan Clinton’ın CEF ile ilişkisi var. İşin tuhafı, Petrolü Hemen Durdurun hareketi Clinton’ın vakfından para alıyor.

Clinton’ın CEF’le (İklim Acil Durumu Fonu’yla) ilişkisini sağlayan diğer bir isim de kısa süre önce istifa etmiş olan, fonun kurucularından Trevor Nielson. Bu kişi, Clinton’ın yönettiği Beyaz Saray’da çalışmıştı. Buna ek olarak Nielson, aynı zamanda CIA’yle bağlantılı olan dış politika düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi’nin eski bir üyesi. Nielson, bugünlerde şirketlerin varlıklarını ve markaların itibarlarını koruma amacı güden son teknoloji ürünü istihbarat ve karşı-istihbarat stratejilerini kullanan Threat Pattern şirketini yönetiyor ve CIA’in eski memurlarıyla birlikte çalışıyor.

Rockefeller ailesinin iklim aktivisti hareketlere yönelik desteği ve istihbarat kuruluşlarıyla politik kurumlara yakın olan kişi ve örgütlerle kurduğu bağlar, bize iklim aktivizminin STK-İstihbarat Kompleksi’nin bir ürünü olarak tanımlanabileceğini söylüyor.

Ahbap-Çavuş Kapitalizmi İngiliz Solunu İklim Aktivizmi Üzerinden Ele Geçirdi

2021 tarihinde solun başarısı için hazırladığı “Bizim Blok: Nasıl Kazanacağız” isimli planında, Jeremy Corbyn’in eski sözcüsü ve Stratejik İletişim Direktörü, “iklim acil durumu”nun solun ajandasının merkezine yerleştirilmesi gerektiğini söylüyordu. Daha da özelde bu kişi, sola “kızıl-yeşil bayrak” altında toplaşmayı tavsiye ediyor, emek hareketleriyle ekoloji hareketlerinin Amerikan Kongresi üyesi Alexandria Ocasio-Cortez ile Gündoğumu Hareketi’nin savunduğu Yeşil Yeni Mutabakat etrafında birleşmesi fikrini savunuyordu.

Bu önerilen kızıl-yeşil ittifakı, CIA’yle bağlantılı STK’ların fonladığı, Yok Oluş İsyanı ve Petrolü Hemen Durdurun gibi bir dizi örgütü içeriyor. Petrolü Hemen Durdurun, Schneider’ın bizzat parçası olduğu bir örgüt.

Schneider’ın kızıl-yeşil ittifakının önemli bir başarı kazandığı görülüyor. “Bizim Blok” isimli planı onaylayan Jeremy Corbyn, onu “eylem için kullanılacak güçlü bir plan” olarak tarif etti. Corbyn’in başını çektiği Savaşı Durdurun hareketinin İngiltere ayağı, eskiden nükleer savaş riski üzerinde dururdu, ama bugün tuhaf bir biçimde insanlığın yok olma tehdidiyle yüzleştiği gerçeklikte çevreyle ilgili meselelere odaklanıyor. 2022’de Corbyn’in hazırladığı Barış ve Adalet Projesi, Petrolü Hemen Durdurun hareketiyle işbirliği kurduğunu duyurdu. Muhtemelen bu bağın kurulmasını sağlayan isim, Schneider.

Corbyn’in eski stratejik iletişim direktörünün sola yönelik dillendirdiği, STK-İstihbarat Kompleksi’ne ait şemsiye altında bir araya gelmesine ilişkin öneri, kimilerini şaşırtabilir. Oysa Schneider’ın üniversitedeki dostları da bu çalışmanın bir parçası.

Spectator’da yayınlanan “John le Carré’in Sürgünler Londrası Canlı ve İyi Durumda” başlıklı makalesinde Schneider’ın dostu ve Oxford’dan birlikte mezun olan arkadaşlarından David Patrikarakos, John le Carré’in kitaplarındaki kahramanların “casus” olduklarını söylüyor ve onları “kaliteli ama o kadar da kaliteli değil; İngiliz ama tam da İngiliz değil” olarak tarif ediyor. Devamında da Schneider, Ben Judah ve kendisini bu casuslara benzetiyor:

“Oxford’daki üçüncü yılımda şimdilerde dostum (muhtemelen uzaktan kuzenim) olan yazar Ben Judah ile tanıştım. […] Gece yarısına doğru Ben’in arkadaşı James Schneider geldi […] o da sürgün pratiğinin bir ürünüydü (babası aslen Doğu Avrupalı olan bir Yahudi’ydi), İngiltere’deki kurumlar var etmişti onu. O da bizim gibi kaliteli bir isimdi ama o kadar da kaliteli değildi, İngiliz’di ama tam da İngiliz değildi.”

“Sadece Kötü Bir Tavsiye Değil” başlıklı makaleme verdiği sert cevapta Schneider, beni kendisinin casus olabileceği imasında bulunmakla suçluyordu. Bu iddia karşısında ben suçlamayı reddettiğimi söylemeliyim: Schneider’ın casus olabileceğine dair ima bana değil, Patrikarakos’un Spectator’da çıkan makalesine ait. Ben, sadece makaleden alıntı yaptım. Patrikarakos’un makalesi, hâlen daha derginin internet sitesinde duruyor.

Şunu net olarak ifade edeyim: Schneider’ın casus olduğunu söylemeye yetecek bir delil yok ortada. Gene de Schneider’ın dostları olarak Patrikarakos ve Judah, istihbarat dünyasına yakın isimler. Hatta Wikispooks’un “İngiliz derin devletinin organı” olarak tanımladığı Bütünlük İnisiyatifi’nden sızan belgelerde her ikisinin ismi geçiyor.

İngiliz Kara Kuvvetleri İstihbarat Teşkilâtı’nda eskiden yedek subay olarak çalışmış olan, ayrıca dört NATO genel sekreterine özel danışmanlık yapan Chris Donnelly’nin başkanlık ettiği Bütünlük İnisiyatifi, kendisini Rusya kaynaklı “dezenformasyon faaliyetleri”yle mücadele eden bir yapı olarak takdim etse de onu kendi propaganda çalışmalarını yürüten bir kurum olarak görmek gerekiyor. “Üye devletlerdeki savunma ve siyaset sahası”na sunumlar yapan kurumun çalışmaları Donnelly’nin Bütünlük İnisiyatifi’nin Fransız grubu üyelerine gönderdiği 2016 tarihli notta ifşa oldu.

Bu notta Donnelly, amacının Bütünlük İnisiyatifi kaynaklı ürünlerin, çalışmaların NATO’ya bağlı Kamu Diplomasisi Bölümü içerisinde bulunan ve kuruma sempati duyan kişiler aracılığıyla dağıtılmasını sağlamak olduğunu söylüyordu. Bu “kuruma sempati duyan kişiler”den birinin adını paylaşan Donnelly, Ben Judah’ın bu süreçte bir aracı olarak iş gördüğünü söylüyordu.

Patrikarakos’un ismi ise İfşa Ağı denilen, “ana akım medyanın güvenirliğine halel getiren, belirli devletlerin desteklediği dezenformasyon faaliyetlerine karşı çalışma yürütme, bunun yanında, demokratik kurumlara ve süreçlere yönelik şüpheyi ve güvensizliği ortadan kaldırma amacı güden” STK’lar ağının finansmanı konusunda İngiliz hükümetine sunulan öneriyi içeren, sonrasında dışarı sızan belgede karşımıza çıktı.

Kendisini radikal solcu olarak takdim eden James Schneider gibi bir ismin Chris Donnelly gibi etkili bir istihbaratçıyla bağlantısının açığa çıkması talihsizlik olarak görülebilir. Ama üç arkadaşın da ilişkili olması, yüz kızartıcı bir durumdur. Asıl yüz kızartıcı olansa bu üç isimden biri olan Ben Judah’nın NATO’nun etkili düşünce kuruluşlarından, CIA’le bağlantılı Atlantik Konseyi’nde çalışıyor olmasıdır. Bilindiği üzere bu konseyin parası, CIA’in kullandığı Ford Vakfı’ndan gelmektedir. Asıl garip olanınsa Judah’nın Schneider’ın kızıl-yeşil blok oluşturma planını “muhteşem bir fikir” diyerek onaylamış olmasıdır.

Bu İlerici Enternasyonal Gerçekten de İlerici mi?

Schneider’ın iletişim direktörlüğünü yaptığı İlerici Enternasyonal, bahsi geçen kızıl-yeşil koalisyon içerisindeki en önemli örgüt. Parası Demokrat Parti’yle bağlantılı Sanders Enstitüsü isimli STK’dan gelen İlerici Enternasyonal, “emperyalizmin her biçimine karşı olduğunu, savaştan yaptırımlara, özelleştirmeden ‘yapısal ayarlamalar’a varana dek her türden müdahaleye itiraz ettiğini” söylüyor. Tabii bu ajanda, enternasyonalin deklarasyonunda çevreci dille ifade ediliyor.

“Misyonumuz, dünya genelinde ilerici güçlerin cephesini inşa etmektir. Biz ilericiliği demokrat, sömürgelikten kurtulmuş, adil, eşitlikçi, özgür, feminist, ekolojik, barışçı, postkapitalist, çoğulcu ve radikal sevgiye bağlı bir dünya arzusu olarak tarif ediyoruz.”

Gelgelelim, İlerici Enternasyonal’in “Rojava” adı verilen, PKK uzantısı YPG’nin CIA koordinasyonunda yönettiği Kuzeydoğu Suriye’deki ABD işgaline verdiği destek bu ifadeleri boşa düşürüyor. ABD işgali, bir yandan da Suriye petrolünün çalınmasına, çocuk tecavüzlerine, çocuk kaçırma olaylarına, etnik temizliğe tanıklık eden bir süreç olarak işliyor.

Erdoğan karşıtı HDP’den yana duran İlerici Enternasyonal, HDP tarafından Türkiye seçimlerini gözlemlemesi için ülkeye davet edildi.

Ayrıca enternasyonalin parçası olan Schneider, Sudan’da Ömer Beşir’e karşı gerçekleştirilen, ABD destekli, CIA’in yönettiği darbeye de destek verdi. Ayrıca Schneider, Sudan’da kurulan ve 2021’deki karşı darbe sonrası ülkeyi istikrarsızlaştıran direniş komitelerine de destek sundu.

Schneider’ın aldığı konum 2023’te İlerici Enternasyonal’in açıklamalarında da karşılık buldu. Enternasyonal, yayınlarında Hartum’da Sudan hükümetine karşı çıkan Direniş Komiteleri’nin sözcüsünün açıklamalarına yer verdi.

Eğer İlerici Enternasyonal’in genel koordinatörü David Adler’in açıklamaları enternasyonalin politik konumlarını yansıttığını varsayarsak, o vakit örgütün yaptırımlara yönelik eleştirisinin seçmeci bir pratik olduğunu, her yaptırımı kapsamadığını söyleyebiliriz. Guardian’da ve Kyiv Post’ta çıkan, Atlantik Konseyi’nden Ben Judah ile birlikte kaleme aldığı, Rhodes bursu almış bir isim olarak David Adler, Rusya’ya karşı yaptırımları içeren programı savunuyordu. Yazıda bu program “vergi cennetlerinin kapısına kilit vurma, anonim ve paravan şirketleri kapatma, kleptokratların paralarının dünya genelinde rahatça akmasını sağlayan Wall Street bankalarını düzene sokma gibi tüzel sorumlulukları hatırlatan bir program” olarak tarif ediliyordu.

Birbiriyle tutarsız antiemperyalist konumlar almasından bağımsız olarak, kızıl-yeşil blok içerisinde yer alan solcular, İlerici Enternasyonal’in kucağına koştular. Jeremy Corbyn, Cornel West, Noam Chomsky, Slavoj Žižek ve Naomi Klein gibi isimler enternasyonalin Konsey’ine girdiler.

Bugünkü solcu örgütler içerisinde İlerici Enternasyonal, Schneider’ın “Bizim Blok” isimli planda birleşik ve birbirinden kopuk sol örgütlerin “sekretarya”sı olarak tarif ettiği işi görüyor.

“Sekretaryanın görevi, birbirinden kopuk güçleri koordine etmek, kolektif kampanyalar yürütmek, çıkarlar konusunda mevziler kazanmak, ilerici güçlerin azami dikkatini yetkili ve gerekli kaynaklara sahip bir ekiple sağlamak, kampanyalarda ve günün meselelerinde halkın, platformların ve örgütlerin, tüm ilerici yapıların belirli bir noktaya odaklanması için çalışmak olmalı. Pratik düzeyde sekretarya herkesin kabul ettiği günlük faaliyetleri yürütmeli, örgütü, her bir eylemin menzilini ve tesirini büyütmelidir.”

Endişe verici ölçüde anti-demokratik olan bu model, yeşil-kızıl solu bir araya getiren şemsiye örgüt olarak İlerici Enternasyonal’in oynadığı mevcut rol üzerinden oluşturuldu. İlerici Enternasyonal, STK’lar ile istihbarat örgütlerinin oluşturduğu kompleks eliyle sol örgütleri emperyalizmin yoluna sokmak için uğraşıyor.

Sonuç: Kırmızıyla Yeşil Karışırsa Kahverengi Çıkar

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) sözünü aktaran Petrolü Hemen Durdurun hareketi, yaşanan “soykırım”a mani olmak, bu anlamda, fosil yakıt kullanımını azaltmak için sert adımlar alınması gerektiğini söylüyor.

Buradan da şu soru gündeme geliyor: iklim hareketi, dünyayı ekolojik soykırıma karşı kurtarma amacı güttüğüne göre, Nazi sempatizanlarının, öjenistlerin ve emperyalistlerin adımlarını takip ediyor olabilir mi?

Bu sorunu ele alırken aklımıza dünya tarihinde en büyük zulümlerin kendisini haklı gören kişilerce gerçekleştirildiği gerçeği gelmeli.

Ayrıca şu gerçek görülmeli: Petrolü Hemen Durdurun hareketi, iklim değişikliğinin sonuçları ve Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) yorumu konusunda fena hâlde yanılıyor. IPCC bile iklim değişikliğinin nihayetinde milyonlarca insanın ölümüne yol açacağını söylemiyorken, “iklim acil durumu” ajandası farklı laflar ediyor. “Sıfır Karbon Hedefinin Tehlikeleri” isimli yazımda ben IPCC’nin bulgularından farklı sonuçlar çıkartıyorum:

“Sıfır Karbon hedefinin emrettiği şekliyle, fosil yakıtları hızla azalttığımızda ve buna denk düşecek şekilde, fosil yakıtların tarımdaki kullanım miktarını aşağıya çektiğimizde, dünyayı besleyecek yeterli gübre miktarını üretemeyeceğiz. Dünya nüfusunun arttığı, gıda üretiminin Ukrayna’daki savaş sebebiyle azaldığı bir dönemde petrol şirketlerine yeni lisanslar vermeyerek petrole mani olduğumuzda, gübre fiyatları da hızla artacaktır. Bu da sonuçta kıtlığa hatta Petrolü Hemen Durdurun hareketinin yanlış bir öngörü dâhilinde iklim değişikliğinin sonucu olarak oluşacağını söylediği kitlesel açlığa yol açacaktır.”

İklim aktivistlerinin önerdikleri çözümler soykırıma denk sonuçlara yol açacak. Bu gerçeği ifşa eden cümlelerin kimi insanları şoke ettiğinin farkındayım. Bu ifşaata şaşıran insanlar, gidip iklim aktivisti hareketinin kökenlerine ve ahbap-çavuş kapitalizminin tarihiyle ilişkisine bakmalıdırlar.

Tarih, insanın var ettiği ölü bir eser değil, canlı bir süreçtir. Geçmiş, bugünde yaşamaktadır. STK-İstihbarat Kompleksi’nin ürettiği ve var ettiği örgütlerin gerçekleri yorumlama süreçlerini sonlandırmasına, bu noktada imparatorluğu meşrulaştıran ve muhtemel “soykırım”lara uzanan yolu açan önyargılara göre gerçeği yorumlamalarına kimse şaşırmasın. Emperyalizmin örgütleri, doğaları gereği, emperyalist kurumlara, pratiklere ve fikirlere meyillidir.

Bu noktada şunu da söylemek lazım: STK-İstihbarat Kompleksi’ne ait kurumlar üzerinden sosyalizme yürümeye çalışan ilericiler, solcuları emperyalist politikalara ve pratiklere uyumlu hâle getirme işi haricinde, hiçbir işte başarılı olamazlar. Kanaatimce bu tespit, İlerici Enternasyonal ve genel manada iklim aktivisti hareketi için de geçerli.

STK-İstihbarat Kompleksi’yle kurduğu ittifak dâhilinde iklim aktivisti sol, karşı çıktığını söylediği şeye dönüştü. O, artık Rhodes ve Rockefeller’ın yirmi birinci yüzyıldaki varisleridir ve Batı emperyalizminin, oradaki ahbap-çavuş kapitalizminin öncüsü hâline gelmiştir.

Phil Bevin
14 Eylül 2023
Kaynak

0 Yorum: