11 Ağustos 2024

, ,

Mücadelenin Taraflılığı

 

Biz ise istiyorduk ki mustazaflara (ezilenlere) lütfedelim
onları öne geçirerek arza mirasçı (önderlikler) kılalım.

[Kasas Suresi 5. Ayet]

İnsan tarihin öznesidir.
[Karl Marx]

 

İnsanın tarih sahnesine çıkışıyla birlikte tarih yeni bir şekil alır, artık insan faktörü vardır. İnsanın olduğu yerde ise mücadele/savaşım gerçekliğini göz ardı etmemek gerekir. Tarihsel süreç, bu gerçekliği her yönüyle göz önüne sermektedir ister istemez. Önemli olan ise bu mücadelede hangi safta duracağımızdır. Şerrin mi, hayrın mı? Haksızlığın mı, adaletin mi? Zalimin, ezenin mi, yoksa ezilenin mi? Tabii ki insanca olan, insan onuruna ve haysiyetine yakışan, adaletin, özgürlüğün, Mustazafın (ezilenin) safında olmaktır, olabilmektir. Yaşamın kutsallığıdır aslolan, onurlu mücadelenin sırrı da burada gizlidir.

Bu mücadelenin başlangıcı ve prototipi olarak Habil ile Kabil’in mücadelesini ele alabiliriz. Habil ile Kabil’in savaşı tarihteki iki karşıt cephenin savaşıdır. Ali Şeriati’nin yorumuyla;

“Kabil, çiftçilik düzeninin, tekelci ya da bireysel mülkiyetin temsilcisidir. Habil ise avcılık çağının ve mülkiyetten önceki ilkel ortaklık döneminin temsilcisidir ve Kabil’in Habil’i öldürmesiyle tarihin sürekli savaşı başlar.”

Yani Kabil zalim, Habil mustazaf, Kabil haksızlığı Habil adaleti, Kabil bireyselliği, tekelliği, Habil ise ortaklığı, toplumu temsil eder ve bu noktada Kabil’in mülk edinmesi de özel mülkiyetin temsilciliğinin ilk örneğidir diyebiliriz. İşte tam da burada mücadelenin safları belirginleşir. Bir tarafta Kabil’in temsilcileri bir tarafta Habil’in temsilcileri ve tarih bu savaşımlara şahitlik eder. Tarihsel süreç boyunca bu iki tarafın mücadelesi/savaşımı sürekli bir şekilde devam edegelmiştir.

İnsan, mücadelenin içine atılmıştır artık, bir taraf seçilmelidir, ya zulmün, haksızlığın, adaletsizliğin tarafı ya da adaletin, özgürlüğün hor görülmüşlerin, ezilenlerin tarafını, bu noktada tarafsızlığın kendisi bile zulümdür. Zaten mücadelenin onuruna ve ruhuna yakışır olan da adaletin ve özgürlüğün yanında ezilenlere yoldaş olmaktır, onların sesini ve kıyamını yükseltebilmektir. Mücadele, onların yanında “ol”makla, mücadele sahasını teneffüs etmekle anlam kazanır. Bu noktada mücadele sahasında dökülen kan, ter ve gözyaşı, zulme karşı örülen duvarda harcın suyu, mayası olur.

Birileri “ne gerek var mücadeleye” diyecek, mücadeleyi pasifize edip hiçe sayacaklar, onlara karşı cevabımız; “Zulme rıza zulümdür” demek olacak. Cevabımızı her yönüyle vereceğiz, yeri geldiğinde kalem, yeri geldiğinde söz/söylem yeri geldiğinde kılıç ile zulmü bertaraf etmeyi bileceğiz. Mücadele sahasını terk etmeyeceğiz, mücadeleyi yalnızlaştırıp tek taraflı bırakmayacağız, mücadeleden kaçmayacağız ki mustazafların (ezilenlerin) sesi ayyuka çıkmasın.

“Hak verilmez, alınır” sözüne binaen, bize adaletin, özgürlüğün, hakkımızın verilmesini söylemek yalnızca ironiden ibarettir. Ancak mücadele sahasında zulme karşı çıkarak, ezilenlere yoldaşlık yaparak hakkımızı alabiliriz, gerçek olan da budur.

Tarih sahnesindeki bu mücadelelerden; Spartaküs’ün özgürlükçü ve eşitlikçi söylemleriyle Roma’ya karşı mücadelesini, yine İsa Peygamber’in Roma’ya karşı verdiği eşsiz mücadeleyi, Muhammed Peygamber’in Mekke oligarşisine karşı amansız mücadelesini, İmam Hüseyin’in Yezid’e karşı duruşunu, Şeyh Bedrettin’in Osmanlı Devleti’ne karşı isyanını ve daha nicelerini... Hepsinin zulme karşı verdiği onurlu mücadelelere selam olsun.

Tabii mücadele denince akla onurlu Filistin mücadelesi gelir. Bu anlamlı ve şerefli mücadeleye de Rachel Corrie özelinde tüm mücadele sahasındaki direnişçilere selam olsun.

Marx’ın söylemiyle: “İnsan tarihin öznesidir. Değişir, değiştirir.” Tam bu noktada mücadelenin yönünü adaletten, özgürlükten, ezilenlerden yana değiştirmek umuduyla...

Serhat Altın
11 Ağustos 2024

0 Yorum: