30
Ekim 1918 günü Osmanlı’nın tam yetkili temsilcileri, Mondros Ateşkes
Anlaşması’nı imzaladılar. Büyük bir felâketle yüzleşen[1], 1908’den beri
Osmanlı’nın uyguladığı politikalardan sorumlu olan İttihat ve Terakki Komitesi
liderleri, beceriksizliklerinin hesabını verme korkusuyla yurtdışına kaçmaya
karar verdiler.
1
Kasım’ı 2 Kasım’a bağlayan gece Başvezir Talat Paşa[2], Bahriye Nazırı Cemal
Paşa[3] ve Harbiye Nazırı Enver Paşa[4], yanlarındaki askerlerle birlikte[5]
bir Alman gemisine binip Odessa’ya gitti. Oradan Berlin’e geçen İttihatçı
liderler, kışı yarı gizli bir hâlde Berlin’de geçirdiler.[6] Orada İstanbul
hükümetinin suçluları iade talebi konusunda Almanya’nın alacağı kararı
beklediler.[7]
5
Temmuz 1919 günü gıyaplarında ölüme mahkûm edilen bu isimler, Türkiye
topraklarına bir daha ayak basmadılar. Ne var ki bu durum, onların o birkaç yıl
boyunca politika sahasında faaliyet yürütmelerine mani olmadı.[8] Sürgünde
Türkiye’nin boğazına yapışmış olan emperyalist elleri biraz olsun gevşetmek
adına bazı adımlar attılar. Berlin’de Talat Paşa, Batılıların taleplerini
kısmen gözden geçirmelerini sağlama umuduyla, İngiliz ajanlarıyla temas kurdu.
Cemal Paşa, Doğu’da İngilizlerin elinde olan topraklarda halk ayaklanmalarını
esas alan programını hazırladı ve Afganistan kralı Emir Emanullah’la bağ kurdu.
Enver ise yüzünü Bolşeviklere dönerek, Sovyet makamlarının himayesinde, İslam
İhtilal Cemiyetleri İttihadı ile Halk Şuralar Partisi üzerinden çalışmalar
yürüttü.
İngiltere
ile uzlaşma siyasetinin destekçisi olarak Talat, Berlin’de kaldığı süre
zarfında İngilizlerin ortağı konumuna kaydı. Enver ise 1920 ile birlikte
sürgünde İttihatçıların gerçek lideri olarak görüldü. Enver’in teşviki ve
itkisiyle İttihatçılar, Batı emperyalizmine karşı kapsamlı mücadeleden yana
olduklarını beyan ettiler. Dönemin genel bağlamı dâhilinde bu tür bir mücadele,
doğalında Bolşeviklerle ittifak kurmak zorundaydı. Fakat aynı yola girmek
zorunda kalan Kemalistler[9], Moskova’yla anlaşma konusuna belirli bir
ihtiyatlılıkla yaklaşırken Enver, kendisini komünistlerin kollarına bıraktı.
Bu
tavrın sahibinin bir Osmanlı paşası olması kimilerine şaşırtıcı gelebilir.
İlgili tavrın ardındaki bir dizi etmene bakmak gerek.
1.
Enver Paşa’nın Bolşevizmin yükselişi karşısında “büyülenmiş” olması muhtemel.
Kendilerini ilerici olarak adlandırmayı seven Jöntürklerin en azından bir
kısmı, yirmilerde Sovyetler’e sempati duymuş olabilir. Tabii bir yandan da bu
insanlarda gördüğümüz ideolojik hamlık ve yavanlık da dikkate alınmalı.
Komintern’in
kullandığı jargondan beslenen lafların ardına bakıldığında, Enver’in gerçekte,
Halk Şuralar Partisi programında da görüleceği üzere, korporatizm gibi muhtelif
düşünce akımlarından ödünç aldığı farklı görüşleri bir araya getirdiğini
söyleyebiliriz.
2.
Bu düzlemde Enver’in zihninde “sosyalist devrim”le “İslamî devrim”i birbirine
karıştırma eğilimi baş göstermiş olabilir. Doğulu devrimciler arasında[10] bu
iki devrimi örtüştürmek, İslam ve sosyalizmin öğretileri arasındaki kısmi
uyumun üzerinde durulduğu dönemde epey yaygın bir fikirdi. Birçok Doğulu
devrimci gibi Enver de sosyalizmin Müslüman dünyaya bu açmazdan kurtulması
konusunda yardım edeceğini düşünüyordu (elimizdeki metinler bu hipotezi
doğruluyor).
3.
Ayrıca, her şeyin ötesinde Osmanlı ordusunun eski genelkurmay başkanının
kişisel hesapları üzerinde durulmalı. Komünistlerin safına geçen Enver,
Sovyetler’in kendisini Türkiye’ye muzaffer bir komutan olarak dönmesine katkıda
bulunacağına inanıyordu. 1921’de Mustafa Kemal’den iktidarı yeniden alması için
gerekli mali ve askeri desteğin karşılığında kendisinin Anadolu’da Bolşevik
paşa olarak çalışma sözü vermiş gibiydi. İtilaf devletinin elçileri de bu
meseleyi epey ciddiye aldılar. 1919-1921 arası dönemde Fransız ve İngiliz dış
işleri bakanlıkları[18], Anadolu’nun sovyetleşmesini acilen ele alınması
gereken bir tehlike olarak görüyorlardı.
Enver
Paşa ile ilgili çok sayıda çalışma kaleme alınmışsa da onun Mondros sonrası
yaptıkları pek fazla ele alınmış bir konu değil. Uzun süredir Türkiye ve
Sovyetler Birliği’nde Enver Paşa meselesini ele alması gereken birçok isim,
olayları basit kimi yaklaşımlar üzerinden değerlendirdi. Burada politik
düzlemde ihtiyatlı bir tavrın devrede olduğuna hiç şüphe yok. İki ülkede de
kişiler, konuyla belirli bir tarafgirlikle yaklaştılar. Ama son dönemde bazı
değişimlere tanık olundu. Türkiye’de açığa çıkan arşiv ve hatırat, İttihatçı
liderin hayatının son yılları konusunda doğru ve detaylı bir görüşe kavuşmamıza
imkân sunuyor.
En
önemli hatırat, Nisan 1919-Ekim 1922 arası dönemde Doğu Cephesi komutanı olarak
çalışan General Kâzım Karabekir’in[11] hatıratı. Konumu gereği Karabekir, o
dönemde İttihatçıların Rusya’daki faaliyetlerini izleme işinden sorumlu.
Kendisi, Trabzon, Batum ve Bakû’deki ajanları aracılığıyla yürüttüğü bu izleme
işini büyük bir şevkle yapıyor. Sakladığı mektupları, raporları ve muhtelif
belge yanında kaleme aldığı hatıratında tanıklıklarını ayrıntılı bir şekilde
aktarmaktan çekinmiyor.
1921-1922’de
Kemalistlerin Moskova büyükelçisi olarak görev yapan Ali Fuad Cebesoy[12] da
Enver Paşa ve destekçilerinin manevraları konusunda epey bilgi sunuyor. Moskova
Hatıraları[13] isimli çalışmasında, sürgündeki İttihatçılara ait çok sayıda
mektuba yer veriyor. Ama ne yazık ki kitabın yazarı, alıntıladığı malzemeyi
gelişigüzel ve özensiz bir biçimde aktarıyor. Bazı metinleri kesip biçtiği,
bazılarını güncellediği, bazılarını da değiştirdiği görülüyor. Bunlar, çok
önemli değişiklikler değil ama gene de bütün çalışmanın doğruluğuna bir biçimde
gölge düşürüyor.
Neyse
ki 1944-1945 yıllarında gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, günlük Tanin gazetesinde
Cebesoy’un aktardığı belgelerin önemli bir bölümünü yayınladı.[14] Böylelikle
iki metni kıyaslama, nerelerin silindiğini, nerelerin değiştirildiğini anlama
imkânı doğdu.[15]
Bu
önemli değerlendirmelere ek olarak, elimizde bir de Halk Şuralar Partisi’nin
liderlerinden olan, Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa’nın[16] hatıratı var.
Duygusal bir yükle kaleme alınmış olan bu çalışmada bol miktarda kişisel
değerlendirmeye yer veriliyor. Olayların gerçekleştiği tarihler nedense hiç
paylaşılmıyor. Ama gene de doğruluğuna güvenebileceğimiz kimi olaylardan
bahsedilen kitap, Karabekir ve Cebesoy’un iddialarını teyit eden ifadelere yer
veriyor.
Son
önemli belge, Şevket Süreyya Aydemir’in Enver Paşa biyografisi ve Mete
Tunçay’ın Halk Şuralar Partisi programı ile ilgili çalışması.[17] Bu iki
çalışma sayesinde Enver Paşa hakkında çok sayıda yeni gerçeğe vakıf olduk. Türk
Tarih Kurumu’nda bulunan Cemal Paşa arşivini inceleyen Aydemir, bunun yanında
başka özel arşivlere de ulaştı ve bu üç ciltlik kitabında Enver Paşa’yla ilgili
önemli belgeleri paylaştı. Mete Tunçay ise “Bolşevizme yönelen” İttihatçıların
politik hedefleri konusunda bilgiler içeren, çok az insanın haberdar olduğu
metinleri ve yayımlanmamış belgeleri aktardı.
Burada
Enver’in 1919-1922 arası dönemde ortaya koyduğu faaliyetleri tespit ederken, bu
materyallerin yanında, İngiliz ve Fransız dışişleri bakanlıklarının
arşivlerinden de yararlandık. Bu inceleme dâhilinde ilgili dönemi beş ana
aşamaya ayırdık.
1.
Aşama: Bu dönemde sürgündeki İttihatçılar, Bolşeviklerle temas kurdu ve birer
birer Moskova’ya geçti: Enver’in amcası Halil Paşa, Sovyet başkentine Mayıs
1920’de geldi. Kısa bir süre sonra ona Cemal Paşa eşlik etti. Moskova’ya geliş
tarihini ertelemek zorunda kalan Enver, şehre ancak 14 Ağustos’ta gelebildi.
2.
Aşama: Ağustos-Eylül 1920 arası dönemi kapsayan bu aşamada Enver, Bolşevik
liderlerle müzakere yürüttü. Eylül başlarında Bakû’de düzenlenen Doğu Halkları
Kurultayı, bu dönemin zirvesini teşkil ediyordu.
3.
Aşama: Ekim 1920-Şubat 1921 arası dönemi kapsayan bu aşamada Enver, İslam
İhtilâl Cemiyetleri İttihadı’nı kurmak için İtalya ve Almanya’ya gitti. Aynı
dönemde bir yandan da Bolşeviklerden Anadolu’daki direniş hareketini kurtarmak
için asker istedi. Takip eden aylar içerisinde, Mart-Eylül 1921 arası dönemde
Enver, Anadolu’yu yeniden fethetme sürecini organize etti.
4.
Aşama: Kemal’e bağlı askerlerin Sakarya ötesine çekildiği, Yunan ordusunun
güçlendiği Temmuz ayı sonunda Enver, Batum’a gitti. Niyeti, buradan Türkiye’ye
geçmekti. Ama Anadolu’daki güçler, Eylül ayının ilk yarısında zafer kazanınca
tüm planları suya düştü.
5.
Aşama: Ekim 1921’den Enver’in öldüğü Ağustos 1922’ye dek uzanan dönemde
Enver’in Bolşeviklerle ilgili görüşü tümüyle değişti.
Mustafa
Kemal’in bu talihsiz rakibiyle uzlaşmaktan uzak duran Sovyet liderlerinin
sırtını döndüğü Enver, oynadığı oyunun seyrini kökten değiştirdi. Ekim 1921
sonrası komünistlerle kurduğu ittifaka ihanet etti ve tepki olarak, gidip
Buhara’da Sovyet iktidarına karşı mücadele yürüten Basmacı hareketine katıldı.
İttihatçılar,
Bolşeviklerle ilk temasları muhtemelen 1919’da kurdular.[19] Fakat ne yazık ki
bu yakınlaşma yönünde atılan ilk adımlar konusunda yeterince bilgiye sahip
değiliz. Ayrıca Ağustos 1919-Ocak 1920 arası dönemde gerçekleşen müzakerelerle
ilgili bilgimiz de sınırlı. Bu dönemde Enver Paşa, Berlin’de hapiste olan Karl
Radek’le bir araya geldi.[20] İstanbul’da faal olan Karakol Cemiyeti de
Bolşevik sefir Şalva Elieva’yla buluştu.[21] Bakû’deki İttihatçı militanlar,
Türkiye Komünist Partisi’ni kurdular ve Sovyet Rusya’nın yereldeki
temsilcileriyle ilişkiye geçtiler.
Müzakere
süreci, Enver-Radek arasında gerçekleşen görüşmelerle birlikte başladı. Talat
Paşa’nın bir mektubundan[22] öğrendiğimiz kadarıyla, görüşmeler esnasında
Radek, Anadolu’daki direnişe Sovyetler’in somut destek sunmasını önerdi, bunun
karşılığında İttihatçı liderlerin Müslüman dünyada Bolşevik propagandası
yürütmelerini istedi. Zaten Müslümanlara öncülük etmek gibi bir hayali olan
Enver, bu teklifin cazibesine kapıldı. 1919 sonunda komünistlerle işbirliği
kurulması fikrine tümüyle örgütlendi. Aralık 1919’da Cemal Paşa’ya gönderdiği
mektubunda konumunu gayet iyi özetlemekteydi:
“Bolşevik dostumuz
hapisten çıkartıldı. Birlikte Moskova’ya gitmek zorundayız. Polonya üzerinden
gitmek için izin alabildik. Dostumuz da nihayet bu güzergâhı tercih etti. Bir
doktorla birlikte gideceğim.[23] Bolşevik dostlarımız, görüşmelerimiz esnasında
tartıştığımız fikirlerin çerçevesinde bize yardım etmeyi kabul ediyorlar. Şu an
için benim konumum genel hatlarıyla şu şekildedir:
1. Müslüman milletleri
kurtarmak;
2. Emperyalist
kapitalizmin ortak düşmanımız olması sebebiyle sosyalistlerle işbirliği kurmak;
3. Müslüman ülkelerin
içişlerini yönetecek olan dini öğretilere uyum sağlaması şartıyla sosyalizmi
benimsemek;
4. İslam’ı kurtarmak için
devrim dâhil mümkün olan tüm baskı araçlarını kullanmak;
5. Bu konuyla ilgili
olarak Müslüman olmayan esir milletlerle de işbirliği kurmak;
6. İslam toplumu
içerisinde tüm toplumsal katmanların gelişimine imkân sağlamak.
Şimdilik bu kadar. Bundan
sonrasında mevcut hâlin yaşayacağı değişim uyarınca hareket etmek zorunda
kalacağız.”[24]
Bu
cümleler yorumu hak ediyor. Öncelikle Enver’deki İslamcılık çekiyor
dikkatimizi. Onun Avrupa emperyalizmine karşı mücadeleye İslam adına öncülük
etmek istediği görülüyor. Ama bir yandan da üçüncü maddenin sahip olduğu önem
üzerinde durmak gerekiyor. Zira bu maddede Enver Paşa, “Müslüman ülkelerin
içişlerini yönetecek olan dini öğretilere uyum sağlaması şartıyla sosyalizmi
benimsemek” gerektiği üzerinde duruyor. Buradan Enver’in aklında komünistlerle
taktiksel ittifaktan daha fazlası olduğu sonucuna ulaşabiliyoruz. Enver, daha
da ileri giderek, kendisinin öncülük edeceği bir tür “İslami sosyalizm”e vurgu
yapıyor. Bunu Bolşeviklere doğru atılmış ilk adım olarak yorumlamak mümkün.
İkinci adımsa Ekim veya Kasım 1919’da Şalva Elieva ile Karakol ismini taşıyan
İttihatçı teşkilâtın üyeleri arasındaki müzakerelerde atıldı. Bu görüşmeler
konusunda çok az şey biliyoruz. Ama Şalva Elieva’nın Karakol liderlerini
Sovyetler’le karşılıklı yardım anlaşması imzalamaya ikna ettiğine dair elimizde
kimi işaretler var.[25] Sonrasında, 1919 yılının sonunda bu anlaşma metnine son
hâlini vermek amacıyla Baha Sait Bakû’ye gidiyor.[26] Karakolcuların Rusların
sundukları fırsattan istifade etme konusunda bu kadar hevesli olmasına
şaşırmamak gerekiyor. Esasında sosyalistlerle ve beynelmilel işçi sınıfıyla
anlaşmayı öngören proje, 1918 yılının sonundan beri yürürlükte olan
programlarının ana maddelerinden biri.[27]
Bakû’de
hazırlanan ve 11 Ocak 1920[28] günü Baha Sait tarafından imzalanan belge,
sadece Avrupa emperyalizmine karşı verilen mücadeleyi güçlendirmeyi değil, aynı
zamanda, anlaşmaya taraf olan ülkelerin devrimci çabalarına destek vermeyi amaç
edinmiş, savunma ve saldırı esası üzerine kurulacak ittifakın ana zeminini
teşkil etti.[29]
Bu
süreçte İttihatçılar, Müslüman dünyayı Batılı güçlere karşı kışkırtma ve nüfuz
alanlarında komünizmi yayma işini üstlendiler. Bunun karşılığında Ruslar,
silâh, cephane ve para verdiler. Ayrıca, antiemperyalist mücadeleye katılan
İslam milletlerinin politik ve ideolojik bağımsızlıklarının güvence altına
alınacağını duyurdular. Bunun yanında, Türkistan ve Dağıstan’da kurulan
sovyetlerin tanınmasını talep ettiler. Bakû’ye gelen İttihatçılar da Gürcistan,
Azerbaycan ve Ermenistan’da sovyet iktidarının kurulmasına katkı sunma sözü
verdiler.
Enver’in
yukarıda aktardığımız mektubuyla kıyaslandığında Bakû’de imza edilmiş olan
anlaşma, İttihatçıların konumunun radikalleştiğini net bir şekilde ortaya
koyuyor. Artık mesele, İslam’ı sosyalistleştirmek değildi. Bolşevizme
bağlanmaktı. İttihatçılar, bu süreçte Sovyet rejimini Müslüman ülkelerde
savunmakla ve fikirlerini yaymakla suçlandılar. Komünistlerin Türkistan’ı ve
tüm Kafkasya’yı ve Transkafkasya’yı almasına rıza göstermek durumunda kaldılar.
Hatta program metninde kimi maddeler, bilhassa ilk iki madde, Anadolu’nun da
sovyetleştirilmesini öngörüyordu. Bu anlamda, Cemal Paşa’ya gönderilen
mektuptaki tam ne dediği belli olmayan ifadelerden çok farklı bir içeriğe
sahipti. Karakol liderlerinin Enver’in düşünce dünyasının ötesine geçmeleri
mümkün değildi. Berlin’de sunulan önerilerin Bakû’deki anlaşmada gündeme gelen
uç görüşleri bir biçimde içerdiğine hükmedebiliriz.
Bolşeviklere
doğru atılmış üçüncü adımsa 1920’nin başında Bakû’de kurulan Türkiye Komünist
Partisi’ydi.[30] Bu partinin liderleri, Azerbaycan’a sığınmış olan, herkesin
bildiği İttihatçılardı: Enver’in amcası Halil Paşa ve Talat Paşa’dan ayırmak
için İttihatçıların “Küçük Talat” dediği kişi[31], Baha Sait, Fuad Sabit[32] bu
isimler arasında bulunuyordu. Ayrıca, çoğunluğu Osmanlı subayı olan kişiler de
lider kadrosunda yer almaktaydı. Bu adamların amacı, Baha Sait’in 11 Ocak’ta
imzaladığı anlaşmadaki hükümleri uygulamaya koymaktı. Kısa vadede Azerbaycan’da
komünistlerin zaferinin güvence altına alınması amaçlandı.[33] Uzun vadede ise
bu adamlar, Kızıl Ordu ile Anadolu’daki askerler arasındaki temasların rahatça
kurulmasını sağlamak amacıyla Gürcistan ve Ermenistan’ın sovyetleştirilmesini
istediler.[34] Bu amaç doğrultusunda Halil Paşa ve arkadaşları, aynı yılın ilk
birkaç ayında yereldeki Bolşevik komiteleriyle görüşmeler gerçekleştirdiler.
Kemalist güçler için yürüttükleri faaliyetler dâhilinde Moskova’yla doğrudan
yürütülecek müzakereler için gerekli zemini teşkil ettiler.
İdeolojik
düzlemde Bakû’de kurulan parti, komünizme epey olumlu yaklaşıyordu. Bizim
kanaatimize göre bu parti, Rusları kandırmak için kurulmuş, göstermelik bir
kurum değildi. Bilâkis, o öğreti düzeyinde sahip oldukları saflık ve hamlık
sebebiyle Bakû’deki İttihatçılar, Bolşevizmin Türkiye’ye taşınması ihtimaline
samimiyetle ikna olmuşlardı.[35] Ayrıca, Mayıs 1920 sonunda Bakû’ye gelen
Mustafa Suphi’nin[36] partiyi tasfiye etmek yerine basit bir tasfiye işlemiyle
yetinmesinin de sürecin seyri konusunda çok şey söylediğini görmek
gerekmektedir.[37] Eğer Ruslar, Halil Paşa’nın TKP’sinin düzmece ve sahte bir
parti olduğunu düşünselerdi, eski teşkilât hemen yok edilir, yerine tümüyle
yeni temeller üzerinde yeni bir parti kurulurdu. Bunun yerine, sadece yoldan çıkmış
isimler atıldı, Fuad Sabit ve eski vali Salih Zeki Zor, yeni liderlik kadrosu
içerisinde sahip olduğu önemli konumu bir biçimde muhafaza etti. Ayrıca, sıkı
bir İttihatçı olan Küçük Talat bile yayın sorumluluğu görevine devam etti. Oysa
“Küçük Talat, Mustafa Suphi’nin toplumsal devrime dair görüşlerini paylaşmayan
bir isimdi.”[38]
Mustafa
Suphi’nin İttihatçılara yönelik hoşgörülü tutumu, 1920 yılı itibarıyla
İttihatçıların solda olduklarını ortaya koyuyor. Bu anlamda, İttihatçıların
kurduğu TKP, Enver’in birkaç ay sonra kuracağı Halk Şuralar Partisi’nin bir tür
taslağı olarak görülebilir.
Hatta
bizim kanaatimize göre TKP ile Halk Şuralar Partisi arasında doğrudan bir bağ
var. Azerbaycan’da bulunan İttihatçılardan oluşan bir ekibin Enver’in taslağını
hazırladığı metni geliştirip Mesai adı altında
yayımladıklarını, bunun Halk Şuralar Partisi’nin programının ana çerçevesini
içerdiğini söylemek mümkün. Bu anlamda, Mustafa Suphi öncesi TKP içerisinde
birikmiş olan deneyimin yeni partinin kuruluşunda önemli bir oynadığını
rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yukarıda
bahsi edilen temasların ardından İttihatçılar, Mayıs 1920’de Bolşeviklerle bir
dizi görüşmeyi içeren süreci başlattı. Bu sefer Moskova’da düzenlenen zirveye
bizzat katıldılar. Halil Paşa, Cemal Paşa ve son olarak Enver Paşa, Moskova’ya
gitti. Berlin’de İngilizlerle son kez görüşen Enver[39], Almanların Ruslarla
iyi ilişkileri sayesinde Moskova’ya gitme imkânı buldu. Ağustos ortalarında
Rusya’ya ulaşan Enver, 1-8 Eylül tarihleri arasında Bakû’de düzenlenen Doğu
Halkları Kurultayı’na vakitlice katıldı. Kemalistlerin öncülük ettiği direniş
adına hareket eden Halil, Sovyetler’den silah, cephane ve altın para aldı.[40]
Cemal Paşa, Afgan ordusunun modernizasyonu görevi dâhilinde Sovyetler’in
ilgisini ve desteğini gördü.[41] Ayrıca, sadece Anadolu’nun yabancı işgalcilere
karşı elde edeceği zaferi değil, ayrıca Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu “iç
devrim”i güvence altına alacak askeri ve mali katkıyı talep etti.
Elimizde,
Enver’in 1920 yılının Ağustos ayının ikinci yarısında geliştirdiği planları
açıklığa kavuşturan iki önemli mektup var: 20 Ağustos tarihli olan ilk mektup
Cemal Paşa’ya; 26 Ağustos tarihli olan ikinci mektupsa Mustafa Kemal’e
yazılmış. Enver’in Cemal Paşa’ya yazdığı mektubun özeti şu şekilde:
“İslam İhtilâl Cemiyetleri
Teşkilâtı’nı kuracağım. Şu an Berlin’de olan teşkilât temsilcilerini sürece
dâhil edeceğim. Niyetim, teşkilâta askeri bir boyut kazandırmak. Yani ben,
esasında bugün bahar aylarında Anadolu’daki cephelerin yardımına koşacak Müslüman
müfrezelerini kurmak istiyorum.”[42]
Aynı
husus, Mustafa Kemal’e gönderilen mektupta da dile getiriliyor ama bu sefer
Anadolu’nun kurtarılması için görevlendirilecek Müslüman müfrezelerinden
bahsetmiyor. Bir rakibine hitap ettiğini bilen Enver, onun İttihatçıların
gidişata el koyma ihtimali konusunda endişeye kapılmasını istemiyor:
“Moskova’ya ülkemize
yardım edecek Müslüman teşkilâtını kurmakla ilgili görüşle geldim. Tanıştığım
Sovyet liderleri planlarıma onay verdiler. İlkesel düzeyde Ruslar, İngiltere’ye
karşı mücadele eden devrimci hareketleri, bu hareketler komünizm görüşü dışında
olsalar bile, desteklemeyi kabul ediyorlar. [...] Berlin’deyken Müslümanlar
arasında İtilaf Kuvvetleri’ne düşman kimi hareketlerin açığa çıktığını gördük.
Bu hareketler örgütsüz ve mali destekten yoksun, bu sebeple biz, meseleyi
dostlarımız arasında tartıştıktan sonra bu hareketleri bir araya getirmeye
karar verdik. Muhtelif Müslüman ülkelerin temsilcileriyle, bilhassa Hindistan
temsilcisi Mehmet Ali’yle temas kurduk. Bu tartışmaların ardından, hareketin
tek bir merkezden yönetilmesine ve tüm ülkelerden gelecek delegelerden oluşan
bir birliğin oluşturulmasına karar verdik. Sonrasında ben, bu işlerin Rusya’dan
yürütülmesi durumunda daha verimli olacağını düşündüm. Bu sebeple, Moskova’ya
varır varmaz teklifimi kabul eden Dışişleri Bakanlığı ile görüştüm. Sonuç
olarak birliğin üyelerine mektup gönderip buraya gelmelerini istedim.”[43]
Bu
mektup, Berlin teşkilâtına dair birçok detayı sunuyor. Ama gene de insan,
Enver’in Mustafa Kemal’e caka satmak adına olan biteni abartıp abartmadığını,
yaptıklarını süslemeye çalışıp çalışmadığını merak ediyor. Gerçekten de döneme
dair tanıklıklar[44], bu teşkilât konusunda farklı bir resim sunuyor.
Görebildiğimiz kadarıyla ortada boş laflar edip kahve içen ve Doğululardan
oluşan bir çevreden başka bir şey yok. Gerçek bir devrimci birliğin olmadığı
görülüyor. Enver’in “delege” lafıyla allayıp pulladığı aktif üyelerin sayısı
ise altıdan fazla değil.[45]
Bir
de “Rusların İngiltere’ye karşı mücadele eden devrimci hareketleri, bu
hareketler komünizm görüşü dışında olsalar da desteklediği”yle ilgili ifadesine
bakmak gerekiyor. İlgili bağlama yerleştirildiğinde bu cümleyle Enver,
kendisini “komünizm görüşü dışında” gören yaklaşımları destekliyor. Böylece
1919 yılının ortalarından beri, bilhassa Bakû’deki TKP aracılığıyla,
Bolşeviklere yönelik geliştirilmiş yaklaşımları redde tabi tutan bir tavır
içine giriyor. Ama aslında burada Enver, bir numaraya başvuruyor. Mustafa
Kemal’i ve İttihatçıları kendisinin tümüyle sola kaymadığı konusunda ikna
etmeye, en azından, onların güvenini kazanmaya çalışıyor.
Oysa
gerçekte süreç çok farklı işliyor. Enver, Bolşeviklerden uzaklaşmak şöyle
dursun, onlarla arasındaki bağları daha da güçlendiriyor. Bu noktada Doğu
Halkları Kurultayı’nın dördüncü oturumunda yaptığı açıklama özel bir öneme
sahip.[46] Üçüncü Enternasyonal’e emperyalizme ve dünya kapitalizmine karşı
mücadelede öncü rolü Üçüncü Enternasyonal’e verdikten sonra Enver, öğretiyle
alakalı meseleleri ele alıyor:
“Bizi Üçüncü Enternasyonal
yönüne döndüren neden, yalnız başladığımız mücadelede destek bulma isteği
değildir. Herhalde, nedeni ilkelerin yakınlığıdır. Devrimci gücümüzü her zaman
halktan, halkın ezilen bölümünden, köylüden aldık. Fabrika işçilerimiz güçlü
olsalardı, önce onların sözünü ederdim. Fakat onlar bizimle birlikti. Ruhen ve
bedenen bizimle çalıştılar. Bu, bugün de böyledir. Böylece, halkın ezilenler
grubuna dayandık. Ve onun acısını duyarız, onunla yaşar ve onunla birlikte
ölürüz. [...] Fabrika işçilerimiz güçlü olsalardı, önce onların sözünü ederdim.
Fakat onlar bizimle birlikti. Ruhen ve bedenen bizimle çalıştılar. Bu, bugün de
böyledir. Böylece, halkın ezilenler grubuna dayandık. Ve onun acısını duyarız,
onunla yaşar ve onunla birlikte ölürüz. Yoldaşlar, savaşa [...] karşıyız. Ve bu
yüzden sürekli barış elde edebilmek için, Üçüncü Enternasyonal’le birlikte
yürüyoruz. [...] Yoldaşlar, emekçilerin mutluluğunu istiyoruz, yani, yabancı ya
da yerli, başkalarının kazancından hileyle faydalanan fırsatçıların
karşısındayız. Onlarla ilişkilerde acımasız davranmak gereklidir. Tarım ve
endüstrinin büyük ölçüde gelişerek, ülkemizin bu genel mesainin meyvelerinden
faydalanmasını istiyoruz. Ekonomik sorunla ilgili düşüncemiz de budur.
Yoldaşlar, yalnız yaratıcı halkın mutluluk ve özgürlüğe erişebileceğine
inanıyoruz. Temel bilginin çalışma ile birleşerek gerçek özgürlüğü teminat altına
almasını, ülkemizin böyle aydınlanmasını diliyoruz.”[47]
“Halkın ezilen bölümü”ne verilen öncelik, baskı altındaki milletlerin kendi politik kaderlerini tayin etme hakkına yapılan vurgu[48], barış yanlılığı, Ekonomik zenginliğin eşit dağıtılması, eğitimin her yere yayılması gibi başlıklar üzerinden görülüyor ki Enver, Bolşevik propagandanın dilini kendince taklit ediyor. Ama tabii açıklamasında her şey net ve açık değil. Görüşleri genel manada muğlâk. Özellikle “ezilen halklar” ifadesiyle neyi kastettiği açık değil. Aynı belirsizlik ekonomi meselesine dair önerilerinde de söz konusu. Demek ki karşımızda, sosyalizme ulaşmak için daha yürümesi gereken çok yolu olan ama Türk milliyetçilerinin sevdiği popülizme epey yakın duran biri var.
Ama
gene de Enver’de sola kayış aşikâr. Daha önce de dile getirdiğimiz biçimiyle,
Bakû’deki fırtınalı ortama dalarken zerre tereddüt yaşamadı. Eskiden gösterdiği
ihtiyatlı tavrı terk etti ve esasen İttihatçıların kurduğu, sonradan Mustafa
Suphi’nin yönetimine giren TKP’nin ve belki de Doğu Halkları Kurultayı’nda
tanıştığı[49] Sultan Galiyev’in etkisi altına girerek, komünist öğretilerden
ilham alan bir programa sahip yeni partinin kuruluş süreci içine girdi.[50]
Sonradan
Mete Tunçay’ın yayımladığı[51] Mesai isimli metnin Enver’in Bakû’de
hazırladığı program olup olmadığı konusunda maalesef net bir bilgimiz yok. Tek
bildiğimiz, Mesai’nin 1920 yılının son ayları içerisinde hazırlandığı ve
büyük ölçüde İttihatçılara dağıtıldığı.[52] Eksik bilgilere rağmen bugün metnin
Enver’e ait olduğunu söyleyebiliyoruz. Zaten Bakû’deki İttihatçılar da metni
yazarına itibar ederek okuyorlar.
Ayrıca,
Mesai ile 1921’de Enver’in hazırladığı Halk Şuralar Partisi programı
arasında birçok benzerlik söz konusu. Burada bir de İttihatçıların Eylül
1921’de Batum’da düzenledikleri kongrenin tutanaklarında da iki program
arasında bağ kurduğundan söz etmek gerekiyor.[53] Demek ki Mesai’nin
arkasındaki isim Enver Paşa.[54]
Mete
Tunçay’ın yayımladığı metinde Enverci programın iki ana bölümden oluştuğu
görülüyor: “Meslek ve Gaye” başlıklı bölüm öğretiyle alakalı meseleleri ele
alıyor. İkinci bölümse Türkiye için hazırlanmış anayasa taslağına ve hükümet
programına yer veriyor. Burada ülkenin idari örgütlenmesi, kamu düzeni,
ekonomi, maliye, toplum politikası, eğitim, adalet, sağlık, ordu, vakıf sistemi
ve göçle ilişkili tedbirler gibi başlıklara rastlanıyor.
Bu
epey uzun olan metinde esas olarak olası yanlış anlama çabalarını içeren ilk
bölüme odaklanmak gerekiyor. İkinci sayfadan itibaren Bolşevizmden bahseden
yazarlar[55], takip eden sayfalarda sosyalizmi yücelten ifadelere yer
veriyorlar. Kabul etmek gerekir ki sosyalist teori açısından bakıldığında, kimi
değerlendirmelerin tartışmalı olduğu tespit edilmeli.
Örneğin
Osmanlı toplumunu halk ve bürokrasi diye iki sınıfa bölen yaklaşımın[56]
Marksizme aykırı olduğunu söylemek gerekiyor. Aynı şekilde, meslekler üzerine
kurulu proleter toplum anlayışı da sorunlu: Mesai isimli çalışmada
karşımıza çıkan korporatizm, toplumsal devrim modelinden çok eski çağın
örgütlenme yapısına benziyor.[57] Ama gene de öğreti düzeyinde sahip olduğu
hamlıklar ve yavanlıklara rağmen metnin komünistlere sıcak baktığı ve onlara
seslendiği gerçeği üzerinde durmak gerekiyor.
“Metnin
komünist tezleri küresel düzeyde karşılığı olan gerçekler olarak görüp
tartışmaya bile gerek duymadan benimsiyor” diyemeyiz. Bilâkis, Mesai’nin
yazarları, Türkiye’ye özel ve özgü bir yol tarif etmek istiyormuş gibi
görünüyorlar. Bu anlamda, hem milli hem de dini gerçekliği dikkate alıyorlar.
Milli
bağımsızlık enternasyonalizme uzanan yolda atılacak en önemli adım olarak
sunuluyor.[58] İslam öğretisi sosyalizmle eşitleniyor.[59] Neticede hilafeti
muhafaza etmeyi öngören metin Sultan’ın egemenliğini tanıyor.[60] Tüm bu
tuhaflıklarına karşın Mesai, komünist modele ciddi bir itiraz
yöneltmiyor. Bu bağlamda, Sovyetler’deki kurumlara verilen önem üzerinde
duruluyor. Ekim Devrimi’nden beri “Sovyet” sözcüğünün karşılığı olarak
kullanılan “Şura” sözcüğü, metinde sıklıkla karşımıza çıkıyor.[61]
Bizce
Mesai ile birlikte Enver ve destekçileri iki özel amaç doğrultusunda
hareket ediyorlar:
1.
Enver ve destekçileri, kimi şerhler ve ideolojik yaklaşımlar dile getiriyor
olsalar da Bolşevizm davasına örgütlendikleri gerçeğinin altını çizmek
istiyorlar. Bu anlamda tekrarlamakta fayda var: Enverciler, komünizmi tüm anlam
ve sonuçlarıyla birlikte benimsedikleri iddiasında değiller, bilâkis, onlar,
Türk ve Müslüman gerçekliğiyle uyumlu bir öğreti geliştirmenin gerekli olduğunu
ısrarla dile getiriyorlar. Özetle, Enverciler, her iki tarafı birleştirmeyi
umut ediyorlar. Bu noktada hem Bolşeviklerin güvenini kazanmak hem de
milliyetçi akımların güvenini bir biçimde muhafaza etmek istiyorlar.
2.
Envercilerin ikinci amacı, Mustafa Kemal’e yönelik muhalefetin dil bulacağı bir
kürsü oluşturmak. Mesai’de Ankara’daki mecliste faal olan Halk Zümresi
isimli muhalefet grubunun üzerinde durduğu konu başlıklarına rastlamamız
kesinlikle tesadüfi değil. Zira bahsi edilen muhalefet grubu, esas olarak
İttihat ve Terakki Komitesi’nin eski üyelerinden oluşuyor ve bu üyeler,
yurtdışında olan İttihatçılarla güçlü ilişkilere sahipler.[62] Bizim
hipotezimize göre, Eylül 1920’de Mesai’nin yazıldığı günlerde
Ankara’daki meclis yoğun bir faaliyet içerisinde. Bu dönemde önemli anayasal
reformlar kabul ediliyor.[63] Buradan Mesai’nin yazılmasındaki niyetin
ilgili reformların gündeme gelmesiyle birlikte tetiklenen tartışmaların
yaşandığı bağlam dâhilinde Halk Zümresi’nin savunduğu tezlere öğreti düzeyinde
destek sunmak olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu kısa vadeli hedefin yanında,
metni yazan Enver’in ve destekçilerinin uzun vadeli bir başka hedefi daha var:
Solda duran ve Kemalist iktidara alternatif olan bir yapı inşa etmek.
Bolşevizmden
yana olduğunu birçok kez beyan etmiş olmasına rağmen Enver, Bakû’de Rusların
kendisine yönelik güvensizliğini ortadan kaldırma konusunda pek başarılı
olamadı. Hatta bu kurultay sürecinde, 4 Eylül tarihli oturumda Zinovyev,
İttihatçı liderler aleyhine, oldukça sert bir karar aldırdı:
“Kurultay, geçmişte Türk
işçi ve köylülerini emperyalist gruplardan birinin çıkarları adına kıyımlara
sürükleyen ve bunun yanı sıra Türk emekçi kitlelerini bir avuç zengin insanın
ve yüksek rütbeli subayların çıkarları adına çift taraflı yıkıma maruz bırakan
bu hareketin liderleri ile ilişkide özel bir dikkat gösterilmesini gerekli
görür. Kurultay, faaliyetleriyle emekçi halka hizmet etmeye hazır olduklarını
ispatlayan bu liderlere, geçmişte attıkları yanlış adımları düzeltmeyi
önermektedir.”[64]
Ne
var ki Enver, cesaretinin kırılmasına izin vermedi. Doğu Halkları Kurultayı’nı
takip eden aylar içerisinde Bolşeviklerle Halil Paşa[65] üzerinden görüşmeye
devam etti. Bu dönemde kendisini Bolşeviklerin onayı ve mali desteğiyle[66],
İslam İhtilâli Cemiyetleri İttihadı ve onun Türkiye şubesi olarak Halk Şuralar
Partisi’nin kurulmasına yönelik çalışmalara vakfetti.
Ekim
1920-Şubat 1921 arası dönemde Almanya’da kalan Enver, İtalya ve İsviçre’ye kısa
seyahatler gerçekleştirdi. Bu Avrupa seyahatini fırsat bilen Enver, İtalya ve
Almanya’da[67] silâh tedarikçileriyle temas kurdu. Bu temaslarda yanında İslam
İhtilâli Cemiyetleri İttihadı’nın ilk “kongre”sine katılmış, kendisine sadık az
sayıda insan da vardı.
Bu
kongrede yeni yüzleşilen sorunlar ele alındı. “Kongre”nin[68] nihai
protokolünde emperyalizme karşı mücadelenin sürdürülmesi ihtiyacına vurgu
yapılıyor, bu bakış açısı üzerinden, hangi siyasete ve hangi dine bağlı olursa
olsun, aynı hedefe doğru ilerleyen diğer teşkilâtlarla ittifak kurma fikri
savunuluyordu.
Ana
hedefse Anadolu direnişine destek sunulmasıydı. Fakat “Kongre”, aynı zamanda
diğer Müslüman ülkelerdeki devrimci hareketlere destek verme kararlılığındaydı.
Kurulan bağlantılar üzerinden İslam İhtilâli Cemiyetleri İttihadı, Sovyet
hükümetinin ve Üçüncü Enternasyonal’in liderliğini tanıdı, bu ilişki
neticesinde birliğin merkezini Moskova’ya taşımaya karar verdi.
Bu
noktada “Kongre”nin her şeyden önce İslam birliği ile ilgili argümanları
üzerinden çekincelere sebep olduğunu hatırda tutmak gerekiyor. Kongre’nin
amacı, Müslüman dünyası genelinde yaşanacak ayaklanmaları teşvik etmekti, fakat
bu ayaklanmalar, sadece anti-emperyalist bakış açısıyla ele alınıyordu. Özel
olarak İslamî arzu ve niyetler nisyana gömülüyordu. Bu türden nisyanın,
sessizliğin sebebi ise açıktı. İttihad, Komintern’in[69] ikinci kongresinden
beri panislamizme düşman olduğunu beyan etmesi sebebiyle Bolşeviklerin
şüphelerini üzerine çekmek istemiyordu.[70]
Dahası,
belki de Enver, 1921 yılının ilk aylarında Panislamizm meselesine yönelik
ilgisini yitirmişti. O dönemde Enver, daha çok Türkiye’ye bakıyordu. İslam
İhtilâli Cemiyetleri İttihadı, onun için sadece Mustafa Kemal’in “gasp ettiği”
iktidarı geri almasına katkıda bulunabilecek bir araçtan başka bir şey değildi.
1920 sonlarından 1921 başlarına dek kaleme aldığı mektupların ana fikri,
Türkiye’ye dönmekti. Bu amaç doğrultusunda Sovyetler’i para, silâh ve asker
gibi talepleriyle sürekli rahatsız edip durdu. Ayrıca Enver, sırtını politik
açıdan sağlama almak adına ülkedeki İttihatçı teşkilâtı konsolide etmek için de
uğraştı.
Askeri
projeleri konusunda Halil Paşa’ya 4 Kasım 1920’de yazdığı şu mektup çok şey
söylüyor:
“[…] Osmanlı
İmparatorluğu, gelecekte varlığını federasyon olarak sürdürmelidir. [...] Bu
isteğimizin gerçekleşebilmesi için bahar aylarında askerlerle Anadolu’ya
geçmemiz gerekiyor. Ruslar, bahar aylarında benim emrime birkaç süvari birliği
verecekler mi? O askerleri bizim eğitmemize izin verecekler mi? Bu bölükler
Müslümanlardan oluşmalı. Bu askerlerle Anadolu’ya geçmeme izin verilirse
Moskova’ya bizzat gidip oradan Anadolu’ya gideceğim. Eğer geçmişte olduğu gibi
bunun imkânsız olduğu görülürse veya Ruslar güçlerini kendi komutanlarıyla
göndermeye karar verirlerse Berlin’den Anadolu’ya geçip orada benim emrim
altında çalışmak isteyen yoldaşlarla buluşacağım.”[71]
Burada
şu hususu belirtmek gerek: Anadolu’da işleyen sürece müdahaleyi esas alan
projesini meşrulaştırmak adına Enver, Osmanlı İmparatorluğu’nun eski
sınırlarını (tabii ki ayrılıkçı hareketlere verilecek ciddi tavizler
karşılığında) savunma ihtiyacını gündeme getiriyordu. Burada Enver, esasında
Mustafa Kemal’in Anadolu’da bir Türk devleti kurma politikasını açıktan
eleştirmekteydi. Gelgelelim, ilgili dönemde Enver’in metinde dile getirilen,
belirli topraklar üzerinde iddia ettiği hakkın gerçekte bir karşılığı yoktu.
Sonrasında hak iddialarıyla ilgili gerekçelerini “içeride dile getirilen
sayısız çağrı” üzerinden temellendirme ihtiyacı duydu.[72] Neticede Osmanlı
Konfederasyonu fikri unutulup gitti.
Rus
tarafı da askeri güçleri Enver’e teslim etme fikrine pek sıcak bakmıyordu.
Sovyet liderleri, o dönemde İngiltere’yle yürütülmekte olan müzakerelerin
zeminini ortadan kaldıracak her türden girişime korkuyla yaklaşmaktaydı. Dahası
bu liderler, aynı zamanda Mustafa Kemal’le ilişkilerini de riske atmak
istemiyorlardı. Buna karşın Halil Paşa, Enver Paşa’ya yazdığı mektubunda,
Ruslarla ilişkinin ısrarla devam ettirilmesinden yana olduğunu ortaya koyan
cümlelere yer vermekteydi:
“Dışişleri Bakanı
Yardımcısı Karahan’a Sovyetler’in sana olan güvenini ortaya koyması
gerektiğini, senin onlara sadakatle bağlı oluşunun gelecek için çok önemli
olduğunu söyledim. Ayrıca kendisine senin itibarın zedelenmediği sürece sen
Türkiye’ye askerlerle dönmesen bile Sovyet iktidarının sana asker yollamasının
iyi olacağına dair fikrimi de ilettim. Neticede ben, Mustafa Kemal’in kavgadan
yana durmayacağını, sana itaat etmeye alışkın olduğunu düşünüyorum.”[73]
Ne
var ki Enver’le Sovyetler arasında sürmekte olan müzakereler, Eylül 1921’e dek
sürdü. Birçok çözüm önerisi üzerinde duruldu ama ardından bu çözümlerden
vazgeçildi. Bir süre o dönemde İstanbul’da sürgünde olan, Bolşeviklerin davaya
kazanmayı umdukları Wrangel’in ordusunun Enver’e teslim edilmesi meselesi
tartışıldı.[74] Fakat bu askerler, 1921 yılının ilk aylarında Müttefik
Kuvvetler’ce silahsızlandırılınca bu proje suya düştü. Kemalistlerin Sakarya’da
Eylül 1921’in ilk yarısında kazandığı zaferin ardından Ruslar, Anadolu’ya
orduyla girme fikrinden kesin olarak vazgeçtiler.
Eylül
1920 gibi erken bir tarihte Enver, mecburen “politik” çözüm arayışına girmek
durumunda kaldı. Bu noktada solcu bir programa sahip olan, Mustafa Kemal’e
muhalif bir partinin kurulması fikri üzerinde duruldu. Bakû sonrası bu fikir,
kendi mecrasında yol buldu. Ülke içerisindeki destekçileriyle kalıcı bağlar
kuran Enver, her yana gönderdiği talimatlarla yeni partinin kurulmasını istedi.
28 Ocak 1921 tarihli mektubu dönemin dilini gayet iyi yansıtıyor:
“Şükrü’ye[75] yazdığım
mektupta ülke içerisinde bize doğrudan bağlı olan kişileri bir araya getirecek
bir partinin örgütlenmesi gerektiğini ve bu teşkilâtın gerektiği yerde mevcut
duruma hâkim olacak şekilde tasarlanmasının şart olduğunu söyledim. Bugün Talat
Paşa’yla çalışmaya devam ediyor olsam bile ben, onun etrafındaki kişilerden
emir alanlardan biri değilim. Kanaatimce, en nihayetinde önderliği ele
geçireceğimiz güne hazırlık yapmalıyız. İslam İhtilâli Cemiyetleri İttihadı’nın
kontrolünü şahsen elimde tutmamın sebebi budur. İstanbul’da da bir teşkilât
kurduk. Ne olursa olsun, tazının tasmasını salan Talat Paşa’yla uğraşmak
zorunda kalmak yerine Mustafa Kemal’le çalışmayı yeğlerim. Fakat şuan hazırlık
aşamasında olduğumuzu bilelim. Bugün niyetim, iki taraftan birine savaş açmak
değil.”[76]
Enver’in
bu çevirdiği dolapları hafife almamak gerek. Bunların Kemalist rejimin ciddi
bir tehdit aldığında olduğu özel bir dönemde gündeme geldiğini görelim. O
dönemde İttihatçı kadroların[77] ve birçok subayın[78] Enver’e sadık olduğunu
söylemek lazım. Savaşın yol açtığı onca felâkete rağmen Enver, halk nezdinde
inkâr edilemez bir itibara sahipti. Onunla kıyaslandığında, onca askeri ve
politik başarısına rağmen Mustafa Kemal, ikincil konumda ve daha az önemli bir
isimdi. Dahası, Ankara’da bir araya gelmiş olan milletvekilleri de Kemal’in
diktatörlere has yöntemlerini sineye çekmekte güçlük çekiyorlardı. Dolayısıyla
Mustafa Kemal, zayıf ve hassas bir konumda bulunuyordu.
Mayıs
1920 gibi erken bir tarihte Kâzım Karabekir, TBMM başkanı Mustafa Kemal’e
yazdığı uzun raporda önemli bir tehlikeden bahsediyordu.[79] İlgili dönemde
aynı yılın güz aylarından itibaren İttihatçılığa karşı alerji, Kemal’in ülke
içine yönelik politikalarını belirleyen faktörlerden biri hâline geldi.
İttihatçıların kalesi olan Trabzon gibi şehirler ile muhalif politik gruplar
üzerinde hâkimiyetini tesis eden Kemal, sürgündeki liderlerin ülkeye girişine
yasak getirdi.[80] Ayrıca ülke dışındaki İttihatçı liderler hakkında yığınla
rapor hazırlayıp bunları Ankara’ya gönderen Türk diplomatlar, aynı liderleri
yakından izliyorlardı.[81]
Bu
türden sıkı tedbirlere rağmen Enver, planını uygulamaya başladı. 1921 yılının
Şubat ayının sonlarında Halil Paşa, cebinde oradaki güç ilişkilerini tahrip
edecek evraklarla birlikte, Trabzon’a gitti. Oraya varır varmaz işe
koyuldu.[82] Halil Paşa, Küçük Talat[83] ile Trabzonlu kayıkçıların başı
Yahya’nın kurduğu milis güçlerini yeniden örgütledi, ayrıca bölgenin ileri
gelenleriyle temas kurdu ve Enver’in destekçilerini gizli bir politik teşkilât
içerisinde örgütledi. Fakat Ankara, yapılanlara cevabını kısa sürede verdi.
Nisan ayının ortalarında bazı İttihatçılar ülkeden kovuldu.[84] Zaman kazanmaya
çalışsa da Halil Paşa da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Mayıs ayında
Trabzon’dan ayrılan paşa, Batum’a gitti. Tehlike, kısa süreliğine savuşturuldu.
Enver,
Moskova’ya Şubat 1921’de döndü. Uygun anı bekleyen Enver, Sovyet liderlerine
bir dizi sunum yaptı, Kemalist hükümetin SSCB’deki temsilcisi Ali Fuad
Cebesoy’la görüşmeler gerçekleştirdi[85], Türkiye’ye ajanlar gönderdi ama bu
isimler, Mustafa Kemal’e bağlı polisin eline geçti, özetle, Anadolu’da iktidarı
yeniden ele geçirmek için elinden gelen her şeyi yaptı.
Bu
dönemde ağırlıklı olarak Halk Şuralar Partisi’nin örgütlenmesiyle ilgili
işlerle ilgilendi. Sovyetler’in sıcak bakmaması sebebiyle Anadolu’ya yönelik
askeri sefer ihtimali ortadan kalkmıştı. Bu koşullarda Enver, politik
eylemlerini daha çok Kemal’e karşı doğrultulmuş bir tür silâh olarak kullandı.
Nisan başında hatta belki de daha önce[86] partinin programına son hâli
verildi. Mesai isimli çalışmada dile getirilen argümanları temel alan
seksen beş maddelik bir metin kaleme alınmıştı. Yalnız yeni metinde Bolşevizme
yapılan atıfların özenle ve dikkatle silindiği görülüyordu. Enver’e göre bu
değişikliklerde amaç, “Bakû’de hazırlanan ve irticalen gelişen komünist fikri
esas alan programa mevcut koşullara uygun düşecek popülist bir görünüm
kazandırmak”tı.[87] Oysa gerçekte yeni programın dile getirdiği tavizler kâğıt
üstünde kalacak tavizlerdi. Öngörülen tedbirlerin detayına baktığımızda yeni
program Mesai’den daha radikal bir metindi.[88]
Metinde
kapitalizmi yargılayan Enver, “sosyal asalaklar” olarak gördüğü tefecileri,
tekelcileri, zengin ve tembel insanları mahkûm ediyor, onları medeni hayatın
dışında tutuyordu. İdare ve politika sahasında ise Enver sovyet sistemini
methediyor, şura denilen kuruma seçimler ve devlet memurlarının kontrolü
üzerinden, bürokrasiyi reforme etme görevi veriyordu. Ekonomi konusunda ise
Enver, meslek birliklerine özel önem veriyor, ama bir yandan da üretim
araçlarının kolektifleştirilmesi üzerinde duruyordu. Dış ilişkiler başlığında
ise Sovyet rejimini benimsemiş ülkelerin kendi aralarında özel ilişkiler
kurması, koşullar el verdiği ölçüde bu ülkelerin birbirine destek olması
gerektiğini söylüyordu.
Programın
en radikal maddelerinden biri, tarım kolektifleştirilmesiyle ilgiliydi. Mesai’de
önerilen bu konu, köy şuralarının yönettiği “sovyet bölgeleri” biçimi dâhilinde
kurumsallaştırılıyordu.
Hâsılı,
Enver, Bolşeviklere sırtını dönmek şöyle dursun, devrimci odağa daha fazla
teslim oldu. Bunun sebebi, Enver’in hâlen daha Sovyet desteğine bel bağlıyor
olmasıydı. Ayrıca Mustafa Kemal’in görüşleriyle kendi görüşleri arasındaki
farkı vurgulamak istiyordu. Bu şekilde sadece İttihatçı destekçilerini değil,
Türkiye’deki “solcu fikirlere sahip” herkesi örgütlemeyi umut ediyordu. Zaten
ilgili dönemde Anadolu’daki birçok komünist örgüte eski İttihatçılar
sızmıştı.[89] Enverci hareketin elindeki en önemli maddi varlık buydu.
Temmuz
ayı civarı Enver’in uzun zamandır beklediği doğru an nihayet gelip çattı.
Kemalist hareket, o günlerde askeri düzlemde ciddi güçlüklerle boğuşuyordu.
Yunan ordusu 10 Temmuz’da saldırıya geçti. Kütahya-Eskişehir bölgesinde
şiddetli çatışmalar yaşandı. 25 Temmuz’da Türk askerleri yenildi ve Sakarya’nın
ötesine geri çekilmek zorunda kaldı. Yunanlıların zafere ulaşacağı
kaçınılmazmış gibi görünüyordu. O güne dek sızma girişimleri hep başarısızlıkla
sonuçlanmış olan Enver, Anadolu hükümetinin yüzleştiği bu yenilgiden istifade
ederek, kendisini halka kurtarıcı olarak sunabileceğini düşündü.
Neticede
16 Temmuz günü Türklerin yüzleştiği yenilgiden de önce Mustafa Kemal’e
gerekçelerini, sitemlerini ve aleni tehditlerini içeren bir mektup gönderdi.
Mektupta Enver, yakın gelecekte İttihatçı kongresi tertipleme niyetinden
bahsediyor, sonunda da en kısa sürede Türkiye’ye dönme kararını
bildiriyordu.[90] 28 Temmuz günü, Kemalist güçlerin geri çekilmesinden üç gün
sonra, Enver, Sovyet dışişleri bakanı Çiçerin’le buluşma isteğini ilgili
makamlara iletti. 30’unda Moskova’dan ayrılıp Batum’a gitti.[91]
Enver,
Ağustos ayı boyunca krizin seyrini izledi, sınırı geçmeden önce Kemalistlerin
tam anlamıyla yenilmesini bekledi. Etrafına topladığı Halil Paşa, Dr. Nazım,
Küçük Talat ve Hacı Sami[92] gibi isimlerle Batum’da bir araya geldi. Ortalıkta
kendi konumlarını yeniden gözden geçiren Rusların Kafkasya’ya on ilâ on beş bin
askerden oluşan bir Müslüman gücünü gönderdiğine, bu gücün komutasının ise
Enver’e verileceğine dair söylentiler dolaşıyordu. Batum’u heyecan sardı.
Planlar hazırlandı, Trabzon’la kurulan temaslar artırıldı, Anadolu’ya geçiş
tarihi belirlendi.
Fakat
süreç istenildiği gibi işlemedi. Ağustos ayı süresince Anadolu’daki askeri
güçler toparlandı. 5 Ağustos’ta TBMM’nin genelkurmay başkanı olarak atayıp
kendisine diktatörlük yetkileri bahşettiği Mustafa Kemal, bir iki hafta
içerisinde orduyu yeniden organize etti, askeri teçhizatı yenilemek için
gerekli tedbirleri aldı, askerlerin moralini artırdı ve stratejiyi tepeden
tırnağa değiştirdi.[93] Çatışmalar 23 Ağustos günü daha güçlü bir şekilde
başladı. Yunanlılar ve Türkler arasındaki savaş daha da şiddetlendi. Ama bu
sefer iki taraf eşit şansa sahipti. Kemalistler, hâlen daha yenilecek tarafmış
gibi görünse de artık kimse, bu yenilgiyi kesin bir sonuç olarak
değerlendirmiyordu. Dolayısıyla Batum’da Anadolu’ya yönelik planlar kuranlar,
sabırlı olup mevcut durumun netleşmesini beklemek zorunda kaldılar. Batum’daki
isimlerin politik kaderi, Sakarya Savaşı’nın sonucuna bağlıydı (ya da en
azından onlar böyle olduğuna inanıyorlardı). Kemal yenilirse iktidarı onlar
alacak, Kemal kazanır da düşmanı savuşturursa göçmen olma hâllerine alışmakla
yetineceklerdi.
Halk
Şuralar Partisi kongresi, Batum’da 5-8 Eylül tarihleri arasında, tam da bu
belirsizlik ortamında toplandı.[94] Fırsattan istifade, Enver Paşa, İttihat ve
Terakki ismini yeniden gün ışığına çıkarttı. Batum’da bulunan İttihatçıları da
yakındaki Türk şehirlerinden gelen ve kendisine sadık olan isimleri de bu
herkesin bildiği isim sayesinde toplayabilmişti.
Kongre
belgeleri[95], Enverciliğin o dönemde uç konumlar aldığını ortaya koyuyor. Bu
belgelerde savaş öncesinde İttihatçıların uyguladığı politika eleştiriliyor,
bunun yanında, Üçüncü Enternasyonal’in öğretilerinden yana duran açıklamalara
yer veriliyordu.
Halk
Şuralar Partisi programı, hiçbir değişiklik yapılmadan kabul edildi.
Milliyetçilik ve İslam ile güçlendirilmiş bir sosyalist devrimden bahseden
program, ülkenin ızdırabına son verecek yegâne önerinin “Sovyet Türkiyesi”
olduğunu söylüyor, bu bağlamda, “Yaşasın Sovyet Türkiyesi” sloganını dile
getiriyordu. Öte yandan, Kemalist hükümete kimi suçlamalarla saldıran kongre
katılımcıları, bu hükümeti yurttaşlar arasındaki bağları kopartmakla, keyfi ve
zalimane bir kindarlıkla hareket eden liderlerinin peşinden gitmekle ve
muhalefete karşı yasa dışı tedbirler almakla suçluyorlardı. Bu türden
suçlamaların ardından kongre katılımcıları, Kemal’e seslenip ondan Türkiye
sınırlarını sürgündeki İttihatçılara açmasını ve millet nezdinde belirli bir
görüş birliği oluşsun diye onlara politik haklarını vermesini istediler.
Bu
türden azarlamaların ve iddiaların hiçbir işe yaramadığı kısa sürede görüldü.
13 Eylül günü Sakarya Savaşı, 22 gün süren çatışmaların ardından, Türk
ordusunun zaferiyle sona erdi. Kemal’in elde ettiği bu başarı ardından
Yunanlılar Anadolu’dan çekilmeye başladılar. Bu koşullarda Enver’in hazırladığı
müdahale planının artık hiçbir başarı şansı kalmamıştı. Ayrıca TBMM’nin Mustafa
Kemal’e verdiği diktatörlük yetkileri[96] Türkiye’de Halk Şuralar Partisi’nin
kurulması ihtimalini ortadan kaldırdı. Muhtemelen bu dönemde Sovyetler, Sakarya
zaferinden itibaren hesaba katılması gereken bir güç olduğunu ispatlamış olan
Kemalist hükümetle ilişkilerini tehlikeye atmaktan korktu ve İttihatçılara
sunduğu desteği geri çekti. Bu gelişme dâhilinde Envercilik isimli gemi her
yandan su almaya başladı. Eylül ayının ortalarında Batum’da herkes dermanı
olmayan bir dertle karşı karşıya olduklarının farkındaydı.
Sonrasında
yaşananları hepimiz biliyoruz.[97] Avrupa’da göçmen olarak huzurlu bir hayat
yaşamayı tercih etmek yerine Enver Paşa, Hacı Sami ile birlikte Batum’u gizlice
terk etti. Ekim ayının ortalarında Buhara’ya gelen Enver, burada Başkurtların
liderlerinden Zeki Velidi Togan’la[98] bir araya geldi. Togan, Enver Paşa’yı
Afganistan’a geçmeye ikna etmek için uğraşsa da Enver kararını çoktan vermişti.
Ava çıkma bahanesiyle dağlara doğru yola çıkan Enver, 8 Kasım 1921 günü
Türkistan’da faal olan Basmacı hareketine katıldı.[99] O dönemde Sovyetler’e
karşı isyanda olan hareketin başına geçen Enver, Ruslara askerlerini bölgeden
çekme çağrısı yaptı.
Halk
Şuralar Partisi’nin eski lideri artık Panturanistti. Bolşeviklere karşı verdiği
mücadele, gaye ve menzil açısından, Basmacıların sınırlarını aşan bir niteliği
haizdi. Kendisini o büyük Asyalı ve Müslüman imparatorluğun başı olarak gören
Enver, emirlerini “Büyük Turan’ın devrimci ordularının genelkurmay başkanı”
unvanıyla imzalıyordu. Takipçileri de sultanlara bahşedilen sıfatlardan daha
görkemli sıfatlarla anıyorlardı kendisini.
Ne
var ki bu Turancı serabın ömrü çok uzun olmadı. Birkaç baskında başarılı sonuç
alan Enver, eski Buhara Emiri’ne sadık kimi kabilelerin ihanetine uğrayınca
yenilgiler yaşamaya başladı. Kızıl Ordu, halkı Basmacılara karşı örgütlemeyi
bildi ve Haziran 1922’de kuşatma harekâtını başlattı. Bu harekât kısa sürede
sonuç verdi. Bir avuç adamıyla Belcivan bölgesinde kuşatılan Enver, 4 Ağustos
günü süvarilerin elde kılıç Sovyet makineli tüfek birliğine karşı saldırıya
geçtiği sırada öldürüldü.
Enver’in
hayatının bu son deminde yaşanan olayı yorumlamak gerçekten güç bir iş. Genelde
bu noktada psikolojik faktörler üzerinde duruluyor. Batum’daki yenilgi sonrası
hayal kırıklığına uğrayan Enver’in intikam alma hırsıyla hareket ettiği,
megalomaninin tuzağına düştüğü söyleniyor. Ama öte yandan Enver’in bir ajan
provokatörün tuzağına düşmüş olması da bir ihtimal. Bu noktada Türkistan seferi
konusunda Enver’i tahrik eden isim olarak Hacı Sami’nin rolünün ne olduğunu
anlamak gerekiyor.[100] Ayrıca, Enver’in Sovyetler’le başarısızlıkla
neticelenmiş iki yıllık ilişkinin ardından gerçekleri gördüğü hipotezini de
dışlamamak gerek. Bazı açıklamalarında Sovyetler konusunda muğlak ifadelere yer
veriliyor. Belki de bu muğlaklık, onun Sovyetler’in gerçek yüzünü önceden
görmüş olmasıyla ilgili.
Bazı
isimlerse Enver’in Ekim 1921 sonrası kopuş yaşadığını varsayıyorlar. Bugün için
Enver’in Halk Şuraları denilen girişimle Basmacıların çalışmasının uyumsuz
olduğunu gördüğünü söyleyebiliriz. Ama dışarıdan bakıldığında ikisi arasında
bir tür süreklilik varmış gibi görünüyor. Bu da her iki girişimin Türk ve
Müslüman olana özel bir yer vermesiyle ilgili bir mesele.
Aynı
devrimci aktivizm ile aynı ırki ve dini aidiyet anlayışı, 1920-1921’deki
“sosyalist” tecrübeye de Türkistan seferine de nüfuz ediyor. Tek fark,
“duygusal” bağlamla alakalı. Batum komplosuna kadar köleleştirilmiş milletlerin
doğal müttefiki olarak görülen Bolşevizm umut kaynağı olarak
değerlendirilirken, Bolşeviklerin Eylül 1921’deki “ihanet”i sonrası Bolşevizm
eski Rus emperyalizmiyle ilişkilendiriliyor ve neticede Türklerin bir numaralı
düşmanı hâline geliyor.
Batum
kopuşu sonrası Türk-İslam vurgusunun sürekliliği bizi Enverci girişimdeki
tutarsızlıkları hafife almamıza sebep olmamalı. Bu makalede de dile
getirdiğimiz biçimiyle, Enver ve çizgisine mensup olanlar, Mondros’tan itibaren
oportünist adımlar atıyorlar.
Artık
sadede gelebiliriz: Mesele, Enver’i yüceltmek, onu ferasetli ve vicdanının
sesinin peşinden giden bir lidermiş gibi takdim etmek değil. Neticede Enver,
Bolşeviklerle bir kedi-fare oyununa tutuşuyor, ama bu oyunda fare olan,
kendisi, zira Enver, kendi boyunu aşan bir oyuna dâhil oluyor.
Peki
o zaman Batum’a kadar geçen sürede geliştirilmiş olan fikirler hinlik ve
kurnazlığın ürünü mü? Bu konuda duyulacak her türden şüphe meşru. Jön-Türk
hareketinin geliştirdiği ilerici fikirlere vakıf insanlar olarak Envercilerin
yetersiz bir biçimde formüle ettikleri anlayışları dâhilinde, değişim konusunda
gerçek bir iradeye sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ama gene de Batum komplosu
başarıya ulaşmış olsaydı ve Enverci güçler Anadolu’ya geçip iktidarı alsalardı,
İttihatçılar o fikirleri uygulamaya çalışacaklar mıydı çalışmayacaklar mıydı,
bu sorunun cevabını bilmek zor. Enver’in müdahalesi ve beraberinde Bolşevik
askerlerin Anadolu’ya gerçekleştireceği hücum, muhtemelen Müttefiklerin
saldırısını tetikleyecek, neticede Enver’in imparatorluk rejimi varlığını
ispatlama fırsatı bile bulamayacaktı.
Paul Dumont
Meudon, 1975
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Mondros Ateşkes Anlaşması, Türk ordusunun hızla seferber edilmesini, tüm
savaş gemilerine el konulmasını, Suriye, Trablus ve Mezopotamya’daki Osmanlı
garnizonlarının teslim olmasını şart koşuyordu. Ayrıca bu ateşkes sayesinde
Müttefik Kuvvetler demiryollarının kontrolünü ele geçirdiler, Çanakkale ve
İstanbul boğazlarını, bunun yanında, Batum ve Bakû gibi bir dizi stratejik
noktayı işgal ettiler.
[2]
İttihat ve Terakki Komitesi’nin liderlerinden olan Talat Paşa, 1908 devrimi
sonrası içişleri bakanlığı yaptı. 1917’de başvezir oldu. 14 Ekim 1918’de
ateşkes görüşmelerinin rahatça yürümesini sağlamak adına İttihatçı kabinesiyle
birlikte istifa etti. İslam Ansiklopedisi’nde hayat hikâyesi aktarılmaktadır.
Ayrıca bkz.: M. K. İnal, Son Sadnazamlar, Istanbul, 4. Baskı, s. 1933.
[3]
Cemal Paşa (1872-1922) 1913’ten itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten üç
isimden biridir. İttihat ve Terakki Komitesi icra kurulunun üyesi olan Cemal
Paşa 1911’e Bağdat valisi olarak atandı, ardından, 1913 yılında İstanbul’un
valisi oldu. Kabineye bayındırlık bakanı olarak dâhil oldu. Ardından, Şubat
1914’te donanma bakanı (bahriye nazırı) oldu. Bu görevlerine bir de Şam’daki
Dördüncü Ordu komutanlığını da ekleyen Cemal Paşa, 1915 ve 1916’da Mısır’ı
İngilizlere karşı ayaklandırmak için uğraştı. Ama Arap coğrafyasında yürüttüğü
bu politikanın gerçek dışı olduğu görüldü. Hayat hikâyesi için D. A. Rustow’un
İslam Ansiklopedisi için yazdığı makaleye bakılabilir.
[4]
1908 devriminin kahramanı olarak Enver Paşa (1881-1922) tuğgeneral oldu, Ocak
1914’te Said Halim Paşa kabinesine harbiye nazırı (savaş bakanı) olarak girdi.
Aynı yılın Mart ayında padişahın yeğeni Naciye Sultan’la evlenen Enver Paşa,
kısa sürede yükseldi. Almanya-Osmanlı ittifakının gerçek mimarı olan Enver
Paşa, Osmanlı’yı Almanya lehine savaşa sokan kişiydi. Sonuçta, Mondros Ateşkesi
sonrası Osmanlı’nın yüzleştiği yıkım sürecinin ana sorumlusu olarak görüldü.
Enver Paşa’nın detaylı hayat hikâyesi için D. A. Rustow’un İslam
Ansiklopedisi’ndeki makalesine bakılabilir. Ayrıca 1914 öncesi dönemin kısa bir
tahlili için bkz.: Feroz Ahmad, The Young Turks. The Committee of Union and
Progress in Turkish politics, 1908-1914, Londra, 1969. D. A. Rustow,
1960’tan önce Türkçede yayımlanan çalışmaları aktarıyor. Bu tarihten önceki
çalışmalar içerisinde şu kitap öne çıkıyor: Şevket Süreyya Aydemir, Enver
Paşa, İstanbul, 1970-1972, 3 Cilt.
[5]
Şevket Süreyya Aydemir, bu üç paşanın yanındaki isimlerin arasında Dr.
Nazım’ın, Dr. Bahaeddin Şakir’in, eski Konya valisi Mehmed Cemal Azmi’nin ve
İstanbul emniyet müdürü Bedri’nin bulunduğunu söylüyor (A.g.e., III.
Cilt, s. 497). Diğer İttihatçılar, ülkeyi kısa süre sonra terk ediyorlar.
İtalya, İsviçre, Almanya, ayrıca Azerbaycan’da göçmenlerden oluşan ekipler
kuruyorlar.
[6]
Enver Paşa, bir süre Kırım’da kaldı. Kafkasya’ya geçmek için yol aradı. Ama
Karadeniz’deki fırtına onun geri dönmesine neden oldu. Buna karşın, 1918
sonunda Kafkasya’da Enver Paşa’nın bölgede olduğuna dair dedikoduların her yana
yayıldığını görüyoruz.
[7]
Almanya, “suçluların iadesi talebi”ne yönelik olumsuz cevabını ilgili makamlara
30 Nisan 1919’da iletti. Konuyla ilgili olarak bkz.: Y. H. Bayur, Türk
İnkılâbı Tarihi, Ankara, 1967, III (4), s. 781-783.
[8]
Talât Paşa, 15 Mart 1921’de Berlin’de suikast sonucu öldürüldü. Cemal Paşa,
aynı kaderle Temmuz 1922’de Tiflis’te yüzleşti. Enver Paşa ise 4 Ağustos 1922
günü Sovyetler’e ait bir makineli tüfekten çıkan kurşunla öldürüldü.
[9]
Kemalistlerin Sovyetler’e gönderdiği ilk resmi heyet Mayıs 1920’de Moskova’ya
vardı, ancak Türkiye’ye bağımsızlık konusunda istediği tüm güvenceleri veren
Türkiye-Sovyetler dostluk anlaşması ancak 16 Mart 1921 günü imzalanabildi. Bu
uzun süren müzakere süreci, Müttefik Kuvvetler nezdinde ciddi endişelere yol
açtı. Bu konuyla ilgili olarak bkz.: the Archives of the French Ministry of
Foreign Affairs (AMAEF), series E, Levant 1918-1929, Turkey, Dosya 278.
[10]
İslam’la sosyalizmi örtüştürme girişimi konusunda öne çıkan isimlerden biri de
Sultangaliyev’di. Ateist olmasına rağmen İslam’ın “demokratik ve ileri
yönleri”ne işaret eden Sultangaliyev, sosyalistlerle Müslümanlar arasında tesis
edilecek kalıcı işbirliğine dair bir tahayyüle sahipti. Konuyla ilgili olarak
bkz.: A. Bennigsen ve Ch. Quelquejay, Les mouvements nationaux chez les
Musulmans de Russie, Paris-La Haye, Mouton, 1960.
[11]
K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, İstanbul, Türkiye Yay., 2. Baskı, 1962
ve ayrıca bkz.: İstiklâl Harbimizde Enver Paşa ve İttihat Terakki Erkânı,
İstanbul, Menteş, 1967.
[12]
Bir muvazzaf subay olarak Ali Fuad (Cebesoy) Batı Cephesi’ndeki Anadolu
güçlerinin komutanı olarak bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynadı. Ali
Fuad, Mart 1920’de Eskişehir’i alan kişiydi. İstanbul hükümetinin ricası
üzerine, Kasım 1920’de cephedeki görevinden alınıp Bolşeviklerle yürütülen
müzakerelerde görevlendirildi. Türkiye-Sovyetler Dostluk Anlaşması 16 Mart
1921’de, onun Moskova elçisi olduğu dönemde (Şubat 1921-Mayıs 1922) imzalandı.
[13]
A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, İstanbul, Vatan Neşriyat, 1955.
[14]
“Tarihi Mektuplar”, Tanin, 15 Ekim 1944-1 Nisan 1945.
[15]
Bu anlamda, Tanin gazetesinde yayınlanan “Tarihi Mektuplar”a ihtiyatla
yaklaşılmalı. H. С. Yalçın, 1944 yılında hâlen daha hayatta olan bazı kişilerin
hassasiyetlerini gözeterek bazı yerlerin kesildiğini kabul ediyor. Son olarak
Sami Sabit Karaman’ın hatıratına da bakılabilir: İstiklâl Mücadelesi ve
Enver Paşa, İzmit, 1949. Bu çalışmada da mektuplara atıfta bulunuluyor.
[16]
Bitmeyen Savaş. Kutûlamare Kahramanı Halil Paşa’nın Anıları, Yayına Hz.:
M. T. Sorgun, İstanbul, Yedi Gün Yay., 1972. Halil Paşa (1881-1957) iyi bir
subaydı. 1916’da elde ettiği zafer sırasında 13.000 adamıyla birlikte Irak’ın
Kutûlamare şehrinde General Townshend’i ele geçirdi. Sonrasında Doğu Ordusu’na
komuta etti. Ordu Eylül 1918’de Bakû’yi işgal etti. Batum’da gözaltına alınıp
İstanbul’a getirilen Halil Paşa, Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imza edildiği
günün ertesi kaçmayı başardı (Ağustos 1919). Anadolu’ya geçip Mustafa Kemal’in
emrine girdi. İttihatçılığından taviz vermediğini gören ve bu hâlini kaygıyla
karşılayan Mustafa Kemal onu Kafkasya’ya gönderdi. Burada Bolşeviklerle
birlikte çalıştı. Sürgün yılları boyunca Halil Paşa’nın Mustafa Kemal’in
siyasetinden çok Enver Paşa’nın siyaseti için çalıştığını görüyoruz. Bunun
sonucunda, 1923’te ülkeye dönen Halil Paşa ordudan ve siyasetten dışlandı ve
erkenden emekli edildi.
[17]
S. S. Aydemir, A.g.e.; M. Tunçay, Mesaî. Halk Şuralar Fırkası
Programı. 1920, Ankara, 1972, Publication de la Faculté des Sciences
politiques.
[18]
Fransız dışişleri bakanlığının yaklaşımı konusunda E serisi içerisinde yer alan
dosyalardan faydalandık: Levant 1918-1929, Turkey. İngiliz arşivleri
konusunda ise İngiliz Dışişleri Bakanlığı Arşivi’ni kullandık (FO): Seri 371,
Dosya 4141. Ele aldığımız dönemde İtilaf Kuvvetleri’ne mensup ülkelerin
başkentleriyle Moskova ve Ankara arasında doğrudan diplomatik ilişki
kurulamadığı için bu arşivlerde kimi doğal boşluklara rastlanıyor. Ama bir
yandan arşivler faydalı kimi verileri de içeriyor. Bunların fazla meraklı
muhbirlerin dedikodularından ayrıştırılması gerekiyor.
[19]
25 Mart 1919 gibi erken bir tarihte Fransız bir diplomat dışişleri bakanlığına
şu mesajı gönderiyor: “Önemli bir kaynaktan gelen bilgiye göre, Enver Paşa ve
partisinin elinde şuan 36 milyon sterlin var ve bu parayı Bolşevik propagandası
için kullanmayı düşünüyorlar.” (AMAEF, ser. E, Levant 1918-1929, Turkey,
Dosya 278, f. 35). Nisan 1919’da Enver’in uçakla Moskova’ya gitmeye çalıştığını
biliyoruz. Bkz.: S. S. Aydemir, A.g.e., Cilt III, s. 521.
[20]
Karl Radek’in otobiyografisi için bkz.: G. Haupt ve J. J. Marie, Les
Bolcheviks par eux-mêmes, Paris, Maspero, 1969, s. 338; ayrıca bkz.: O. E.
Schüddekopf, “Karl Radek in Berlin”, Archiv für Sozialgeschichte, II,
1962, s. 87-166. Ayrıca Radek’in ismi bu dönemde İttihatçılar arasındaki
yazışmalarda da sıklıkla karşımıza çıkıyor: Bkz.: “Tarihi Mektuplar”, Tanin.
[21]
Karakol isimli gizli teşkilât, Mondros Ateşkesi’nden kısa bir süre sonra
kuruldu. Düşmana karşı verilen milli direnişin ilk tezahürlerinden biriydi.
Eski İttihatçılar olarak Karakol üyeleri sürgündeki paşalarla, özellikle Enver
Paşa’yla temaslarını hiç kopartmadılar. Bu teşkilâtla ilgili olarak bkz.: T. Z.
Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler. 1859-1952, İstanbul, 1952, s.
520-523. Dışişleri bakanlığına ait bir belge, ta Eylül 1919’da İstanbul’da
Bolşeviklerin faaliyet yürüttüğünü teyit ediyor (konuyla ilgili olarak bkz.:
Dr. S. R. Sonyel, “Orgeneral Kâzım Özalp’ın Anıları ile İlgili Bir Açıklama”, Belleten,
XXXVII, 146, Nisan 1973, s. 231-234). Bu heyetin başındaki isim olan Şalva
Elieva (1885-1937), Bolşevik Parti’ye uzun süredir hizmet eden bir militandı.
Pravda’da yazıları çıkan Elieva, St. Petersburg’daki öğrenci grupları
içerisinde ajitasyon çalışmaları yürütüyordu. Çarlık döneminde yürüttüğü bu
faaliyetlerine bağlı olarak birkaç kez hapse girdi, sürgüne gönderildi. Ekim
Devrimi sonrası Vologda Sovyeti’ne başkanlık eden Elieva, İkinci Tüm Rusya
Sovyetleri Kongresi heyetine seçildi. 1919-1921 arası dönemde Doğu Cephesi’nde
ve Türkistan’da faal olan Kızıl Ordu Devrimci Konseyleri üyeliği yaptı.
Sonrasında partinin üst kademelerine yükseldi. Stalin’in yürüttüğü tasfiye
sürecinin kurbanı olarak 1937’de hapiste öldürüldü. Karakol Cemiyeti’yle
ilişkisi konusunda bkz.: A. F. Cebesoy, A.g.e., s. 60.
[22]
A. F. Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, Vatan neş., 1953, s.
42.
[23]
Burada bahsi edilen “Doktor”, Dr. Nazım’dı (1870-1926). Dr. Nazım, İttihat
Terakki Partisi merkez komitesi üyeliği yapmış, 1918’de Kamusal Eğitim
Bakanlığı görevini üstlenmiş bir isimdi. Mondros sonrası ülkeden kaçan paşalara
eşlik etti. Mustafa Kemal’e karşı “komplo” kurduğu gerekçesiyle 1926’da idam
edildi.
[24]
Tanin, 16 Ekim 1944; Aynı metin kimi ihmal edilebilir değişikliklerle
şurada yeniden yayımlandı: S. S. Aydemir, A.g.e., III, s. 520.
[25]
Bkz.: K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 581-582, Karabekir’in 13 ve 14
Nisan 1920’de Mustafa Kemal’e gönderdiği mektuplar. Ancak burada şu hususu
ifade etmek gerekiyor: Türkiye-Sovyetler arasında kurulan ilk temasların
üzerindeki örtü hâlen daha kaldırılabilmiş değil. Bu konuyla ilgili olarak
bkz.: M. Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar. 1918-1925, Ankara, Bilgi, 2.
Baskı, 1967, s. 68, dipnot. 6.
[26]
Subaylıktan emekli olmuş bir isim olarak Baha Sait (ö. 1936) Karakol
Cemiyeti’ne can veren en önemli isimlerden birisidir. Bakû’de kaldığı dönemde
TKP’nin örgütlenmesi sürecine iştirak etmiş olan Baha Sait, Ankara ile Moskova
arasında doğrudan gerçekleştirilecek görüşmelerin zeminini hazırlayan kişidir.
Bkz.: K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 579-581.
[27]
Bkz.: T. Z. Tunaya, A.g.e., s. 522-523.
[28]
K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 591-592. Burada ilgili anlaşmanın
tam metni veriliyor.
[29]
Tarafları Moskova adına hareket eden Kafkasya Komünist Partisi Merkez Komitesi
ile Karakol Cemiyeti’ni temsilen Uşak Kongresi Heyet-i İcraiyesi adına Baha
Sait temsil ediyordu. Anadolu hükümeti, bu tür bir anlaşmanın altına imza
atmayı reddetti, Karakol Cemiyeti başkanı Kara Vasıf’a onay vermediğini
açıkladı. Bu konuyla ilgili olarak Mustafa Kemal’in Rauf Orbay ve Kara Vasıf’a
yazdığı mektuplara bakılabilir: K. Karabekir, A.g.e., s. 593-594.
[30]
A.g.e., s. 573-578. Ayrıca bkz.: G. Jâschke, “Le rôle du communisme dans
les relations russo-turques de 1919 à 1922”, Orient, 26, 1963, s. 31-44.
[31]
İttihat ve Terakki Komitesi icra kurulunun eski üyesi Küçük Talat da Halil
Paşa’yla aynı zamanlarda İstanbul’dan kaçtı. Bakû’de faal olan TKP içerisinde
önemli bir rol oynadı. Bilhassa bu teşkilâtın propaganda faaliyetlerini yürüttü
(bu faaliyetler dâhilinde Bolşevik bildirilerini tercüme etti, Yeni Yol gazetesini
yayınladı). 1920-1921 yılları boyunca Küçük Talat, Enver Paşa’nın en faal yol
arkadaşlarından biri olarak Bakû, Trabzon ve Batum’da çalışma yürüttü,
Türkiye’de o “kanlı devrim” gerçekleşsin diye uğraştı (Bkz.: 16 Mayıs 1921
tarihinde Halil Paşa’ya yazdığı mektup, aktaran: Ş. S. Aydemir, A.g.e.,
III, s. 603).
[32]
Dr. Fuad Sabit, eskiden Türk Ocakları mensubu bir pantürkistti. Temmuz
1919’daki Erzurum Kongresi’nden bir gün sonra Mustafa Kemal’in emriyle
Kafkasya’ya gönderilen Fuad Sabit Bolşeviklerle temas kurdu ve Bakû’de TKP’nin
kuruluş sürecinde yer aldı. Mayıs 1920’de ise bu sefer karşımıza Halil Paşa ile
birlikte çıkıyor (K. Karabekir, İstiklal Harbimiz, s. 739). Bolşevizmin
halesine kapılan Fuad Sabit o günden sonra Türk milliyetçilerinden uzaklaştı ve
Bolşevik lider Mustafa Suphi’ye örgütlendi.
[33]
İngilizlerin Bakû’deki milliyetçi hükümeti boğmaya yönelik hamleleri esasında
Kemalist Anadolu’yu da tehdit ediyordu. Bir yandan da General Denikin’in
askerleri karşısında zafere ulaşmış olan Kızıl Ordu Kafkasya’ya doğru
ilerliyordu. Bakû’yü ele geçirmeleri an meselesiydi. Bu durumu İttihatçılar
Türkiye’nin hayrına olacak şekilde istismar etmeye çalıştılar. Onlara göre
Azerbaycan’ın sovyetleştirilmesi İngiliz siyasetine indirilmiş bir darbeyi
ifade ediyordu. Ayrıca, Bolşeviklerle Mustafa Kemal arasındaki yakınlaşmanın
ilk aşaması bu sayede aşılabilirdi. Azerbaycan’da epey itibarlı bir konuma
sahip olan İttihatçı liderler Azeri asilleri Sovyet davasına kazanma görevini
üstlendiler ki bu, esasen beyhude bir çabaydı. Bir görevlerinin de Bakû’nün
işgaliyle ilgili şartları müzakere etmek olduğunu düşünüyorlardı. Bu türden
hizmetleriyle Türkiye’ye kazandıracaklarını, ülkenin ileride Moskova ile
yürütecekleri görüşmelerde avantajlı bir konuma sahip olacağını ümit
ediyorlardı. Kâzım Karabekir’in ve Halil Paşa’nın hatıratı (A.g.e., s.
318 ve devamı) bu dönemle ilgili ilginç veriler sunuyor. Ayrıca bkz.: S. A.
Zenkovsky, Pan-Turkism and Islam in Russia (Cambridge, Mass.: Harvard
University Press, 1967), s. 264-267 ve Transkafkasya’daki durumla ilgili 15
Temmuz 1920 tarihli rapor: FO 3716/4944, f. 137.
[34]
Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ın sovyetleştirilmesi Anadolu’nun lehine
olan bir gelişmeydi. Böylece Transkafkasya’da İngilizlerin çevirdikleri
dolaplar boşa düşmüş oluyordu. Buna ek olarak, Bakû-Batum demiryolunun
Bolşeviklerin kontrolüne geçmesiyle birlikte Kafkasya boyunca askeri
yardımların geçiş yolları da açılmış olacaktı. Bu noktada şu hususu belirtmek
gerek: Bakû’deki İttihatçılar, Anadolu hükümetinin talimatlarını
uyguluyorlardı: Bölgede Türkiye ile Bolşevikler arasında ortak bir sınır hattının
çekilmesi, Kemalist stratejinin geliştirdiği ana görüşlerden birisiydi. Bu
bağlamda şu gelişme üzerinde durulmalı: Karabekir, askerlerini Ekim 1920’de
Kars karşısına konuşlandırdığında amacı, sadece “üç sancak” olarak Kars,
Ardahan ve Artvin’i yeniden ele geçirmek değil, ayrıca Bolşeviklerin Gürcistan
ve Ermenistan’da iktidara gelmelerini sağlamaktı. Bkz.: K. Karabekir, İstiklâl
Harbimiz, s. 762 ve devamı; Fakat Sovyet tarihçileri olgularla ilgili bu
yorumu paylaşmıyorlar: bkz.: S. I. Kuznecova, “Krah tureckoj intervencii v
Zakavkaz’e v 1920-1921 godah” (“1920-1921’de Türklerin Transkafkasya’daki
Müdahalesinin Başarısızlığı”), Voprosy istorii, 9, 1951, s. 143-156.
[35]
Bolşevizmin Türkiye’ye taşınması ihtimali sadece onların aklında yoktu. 1920
yılında Mustafa Kemal ile Kâzım Karabekir’in de gerektiğinde Bolşevik olmaya
hazır oldukları görülüyor. Bu konuyla ilgili olarak bkz.: Rasih Nuri İleri, Atatürk
ve Komünizm, İstanbul, May Yay., 1970. Fakat Kemalistler için asıl mesele,
Müttefik Kuvvetler’i ürkütmekti ki neticede de umdukları oldu (Bkz.: AMAEF,
ser. E, Levant 1918-1929, Turkey, Dosya. 162 ve 278, Fransa Cumhuriyeti’nin
İstanbul’daki yüksek komiseri, Paris’i Anadolu’nun sovyetleşme sürecine girdiği
konusunda ikaz ediyor.).
[36]
Mustafa Suphi’nin (1883-1921) yolu da birçok Doğulu ideolog gibi Paris’ten
geçti. Burada üniversite okuyan, çeşitli temaslar kuran Mustafa Suphi,
sonrasında ülkesine dönüp siyasi hayata atıldı. 1913’te İttihatçılara yönelik
muhalefeti sebebiyle Sinop Cezaevi’ne konuldu. Buradan kaçan Suphi Rusya’ya
gitti. Savaşın ilânı sonrası Osmanlı tebaasından olması sebebiyle yeniden hapse
atıldı. Esir kampında Bolşeviklerle temas kurdu. Ekim Devrimi sonrası
Moskova’da çıkan, Rusya’daki Türk komünistlerinin gazetesi Yeni Dünya’nın
yayın yönetmenliğine getirildi, ayrıca Stalin’in başında olduğu Milliyetler
Bakanlığı’na bağlı Doğu Halkları Merkez Bürosu Türkiye seksiyonu başkanı oldu.
Mart 1919’da Üçüncü Enternasyonal’in Birinci Kongre’sinde Türkiye’yi temsil
etti. 1919 ve 1920 yıllarında Moskova’nın partinin Müslüman seksiyonlarında
kontrolü sağlaması amacına hizmet etmek adına Kırım ve Türkistan’da çalışmalar
yürüttü. 27 Mayıs 1920’de Bakû’ye gelen Suphi, burada İttihatçıların kurduğu
partiyi ele geçirdi ve kimi tanıkların aktardığı kadarıyla, askeri seksiyonu da
dâhil etmek suretiyle partiyi yeniden organize etti. 1921 yılının başında
Türkiye’ye gitti. Ankara’ya gidip Mustafa Kemal’le Anadolu’da TKP’yi kurma
meselesini müzakere etmeyi planlıyordu. Ama Karabekir gibi doğu vilayetlerinde
faal olan milliyetçiler, bu adımı hoş karşılamadılar. Antikomünist halk
gösterileri tertiplediler. Ocak ayının sonunda 14 yoldaşıyla birlikte
katledildi. Komünizmin “şehidi” olarak Mustafa Suphi, birçok araştırmacının
dikkatini çekti: örneğin bkz.: G. S. Harris, The Origins of Communism in
Turkey, Stanford, Hoover Institute, 1967. Ayrıca bkz.: H. Bayur, “Mustafa
Suphi ve Milli Mücadeleye El Koymaya Çalışan Bazı Dışarıda Akımlar”, Belleten,
140, Ekim 1971, s. 587-654.
[37]
G. S. Harris, A.g.e., s. 58-59. Mustafa Suphi, Bakû’de yapılanı partinin
çözünmesi olarak değerlendiriyor (H. Bayur, A.g.e., s. 610), fakat Küçük
Talat, Cemal Paşa’ya yazdığı 8 Eylül 1920 tarihli mektupta (Tanin, 22
Şubat 1945), bu süreci en iyi ifade edecek kelimenin “tasfiye” olduğunu
söylüyor.
[38]
“Cemal Paşa’ya Mektup”, a.g.e.
[39]
İngilizler, İstanbul’u Türklere teslim etme sözü verdi. Kafkasya
Cumhuriyetleri’ne özgürlüklerini vermeye hazır olduklarını da söylediler. Ama
bu sözü yazılı olarak vermeyi reddettiler. Konuyla ilgili olarak bkz.: S. S.
Aydemir, A.g.e., III, s. 527-529. Bu çalışma, Enver’in 25 Ocak 1920’de
Cemal Paşa’ya yazdığı, konuyla ilgili mektubunu aktarıyor (aynı metin şurada da
yer alıyor: Tanin, 16 Ekim 1944).
[40]
A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 136-137; K. Karabekir, İstiklâl
Harbimiz, s. 749-750. Görevini başarıyla ifa etmesine karşın şüpheli bir
isim olarak görülen Halil Paşa’ya “teşekkür” eden Mustafa Kemal, Ankara
hükümetiyle Bolşevik liderler arasındaki görüşmelere Halil Paşa yerine Bekir
Sami ve Yusuf Kemal’i gönderdi.
[41]
A.g.e., s. 798-799 ; A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 49.
[42]
Tanin, 18 Ekim 1944.
[43]
A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 50-52.
[44]
Özellikle bkz.: Arif Cemil Bey, “Ittihad ve Terakki Ruesasının Diyar-i Gurbet
Maceraları”, Tevhid-i Efkâr, 22 Mayıs 1922.
[45]
Bu aktif üyelerin önemli bir kısmı da Enver’in 1914’te kurduğu Teşkilât-ı
Mahsusa isimli gizli servisin eski üyeleri.
[46]
Üçüncü Enternasyonal’in himayesinde organize edilmiş olan bu kurultayla ilgili
olarak meseleyi ele alan bir dizi çalışmadan bahsedebiliriz. Önyargılı kimi
görüşlere sahip olsa da bkz.: I. Spector, The Soviet Union and the Muslim
World. 1917-1958, Seattle, University of Washington Press, 2. Baskı, 1967,
III. Bölüm. Bakû Kurultayı’na katılan A. Rosmer, tanıklıklarını hatıratında
kısa da olsa aktarıyor: Moscow under Lenin, Paris, Maspero, 1970, I, 16.
Bölüm).
[47]
Le premier congrès des peuples de l'Orient, stenografi raporu,
Petrograd, l'Internationale communiste baskısı 1921 (tıpkı basım, Paris,
Maspero, 1971), s. 108.
[48]
“Baskı altındaki milletlerin kendi politik kaderlerini tayin etme hakkı”na
yönelik vurgu esasen Ermenilerle ilgiliydi. Zira o dönemde Ruslar, Ermeniler
için Anadolu’dan toprak talep ediyorlardı. Bu noktada şu hususu da ifade etmek
gerekiyor: Bolşevikler kendi yürüttükleri propaganda faaliyetlerine hizmet
ettiği ölçüde milli duygulardan bahsetseler de, kendi iç işlerinde milli
duyguların muhafazası siyasetine pek sıcak bakmıyor olsalar da Bakû
Kurultayı’nda bir şekilde halkların kendi kaderlerini tayin hakkından dem
vurdular.
[49]
“Enver’in Mektubu”, Tanin, 19 Ekim 1944.
[50]
Cavid Bey’e yazılmış 27 Mayıs 1921 tarihli mektubunda (Tanin, 1 Kasım
1944), Enver kendi programını tereddütsüz, “komünist bir program” olarak tarif
ediyor. Dr. Nazım, “Bolşevik programının ılımlı bir kopyası”nı hazırlıyor
(Cavid Bey’e Mektup, 26 Nisan 1921; Tanin, 15 Kasım 1944).
[51]
Mesaî, s. 41-82.
[52]
Bu bağı Mete Tunçay kuruyor: A.g.e., s. 2.
[53]
Batum kongresi konusunda bir önceki dipnotta atıfta bulunulan çalışmanın 156 ve
157. sayfalarına bakınız.
[54]
Kâzım Karabekir’in yayımladığı İstiklâl Harbimizde Enver Paşa isimli
çalışmada şunlar söyleniyor: “Kongre katılımcıları 1920’deki toplantıda
hazırlanmış olan ve geçici olarak ‘Mesai’ ismiyle anılan, “Öğreti ve Amaçlar”
başlığını taşıyan bir giriş bölümüyle açılan programı incelediler, onu
sonrasında hazırlanan ve kabul edilen Halk Şuraları Partisi programıyla
kıyasladılar ve iki metnin az çok aynı fikirleri içerdiğini gördüler. […]” Bu
pasaj, Mesai çalışmasının kökeniyle ilgili her türden şüpheyi ortadan
kaldırıyor.
[55]
Mesai, Bakû’de yazıldığına göre, muhtemelen bu şehirde olan Küçük Talat
gibi İttihatçılar sonradan Trabzon’da basılacak olan programın hazırlanması
sürecinde yer aldılar (Bkz.: “Dr. Nazım’ın Cavid Bey’e Mektubu”, sayı 50) ve bu
program Mesai’ye benziyordu.
[56]
M. Tunçay, Mesaî, s. 43. Bu bağlamda şu söylenebilir: Son on yıldır Türk
üniversitelerinde “Asya Tipi Üretim Tarzı” üzerinde duran teorisyenlerin
Osmanlı toplumu tarifi, Mesai’deki tarife çok benziyor. Örneğin bkz.: S.
Divitçioğlu, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, İstanbul, 1967.
[57]
M. Tunçay, Mesaî, s. 68 ve devamı.
[58]
A.g.e., s. 46.
[59]
A.g.e., s. 47-48.
[60]
A.g.e., s. 47 ve 55.
[61]
Ülkedeki toplumsal ve politik örgütlenmenin tüm düzeyleriyle ilgili ifadelerde
hep “Şura” sözcüğüne rastlanıyor. Memurları o atıyor, bankaları o yönetiyor,
halk milislerini o organize ediyor, bakanların seçimi sürecine katılıyor vs. A.g.e.,
s. 57 ve sonrası.
[62]
Bkz.: S. Selek, Anadolu İhtilâli, İstanbul, Burçak Yay., 4. Baskı, 1968,
s. 575-579. Halk Zümresi 28 maddelik bir politik programa sahipti. Mesai’de
geliştirilmiş olan görüşlerin önemli bir kısmının 8 Eylül 1920 günü halka
duyurulan Halk Zümresi programında da yer aldığı görülüyor (M. Tunçay, A.g.e.,
s. 107-110).
[63]
Anayasanın ilk taslağı TBMM’ye 18 Eylül 1920 günü teslim edildi. Kemalizmin ana
başarılarını resmiyete kavuşturan nihai metin, İnönü zaferinin Ankara
hükümetinin konumunu güçlendirmesi ardından, 20 Ocak 1921 günü kabul ediliyor.
[64]
Le premier congrès des peuples de l'Orient, a.g.e., s. 112.
[65]
Bkz.: les mémoires de Halil pacha, s. 350. Enver Paşa-Halil Paşa
arasındaki yazışmalar konusunda bkz.: A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları,
s. 163-172, ve S. S. Karaman, A.g.e., s. 100.
[66]
Ruslar, muhtelif harcamaları karşılaması için Enver’e kâğıt para olarak 500.000
mark gönderdi. Bkz.: Halil Paşa’nın 16 Ocak 1921 tarihli mektubu, A. F.
Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 169; ve H. Bayur, a.g.e. s.
636-637.
[67]
Bkz.: Kâzım Karabekir’in 28 Eylül 1920 tarihli mektubu, a.g.e. s. 48.
Ayrıca bkz.: A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 164.
[68]
A.g.e., s. 224-225. Bu kongreyle ilgili olarak elimizde bulunan bilgiler
çelişkili. Toplantının gerçekten de Roma’da yapılıp yapılmadığı bilinmiyor. Tek
bilinen, Türk Milliyetçileri Kongresi’nin Ocak 1921’de yapıldığı (AMAEF, ser.
E, Levant 1918-1929, Turkey, back. 162, s. 51-123) ve Fransa yanlısı bir isim
olan Ahmed Rıza’nın kongreye başkanlık ettiği. Rıza, elindeki yetkileri
kullanarak, kongrede tartışmalara sebep olan İttihatçıları toplantıdan atıyor.
Tabii Enver’in Roma’ya tebdili kıyafet gelmiş olma ihtimali de mevcut. Belki de
Ahmed Rıza’nın toplantısı öncesi ya da sonrası Avrupa’daki sürgün isimlerle ve
Ankara hükümetinden delegelerle aynı şehirde bir başka kongre düzenledi.
[69]
Bkz.: “Komünist Enternasyonal İkinci Kongresi, Millet ve Sömürge Meseleleri
Üzerine Tezler ve Eklemeler” Les quatre premiers congrès mondiaux de
l'Internationale communiste. 1919-1923 içinde, Bibliothèque communiste,
1934 (kopyası, Paris, Maspero, 1971), s. 58.
[70]
Buradan şunu söylemek gerekiyor: Mustafa Kemal 4 Ekim 1920 tarihli mektubunda
(A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 55-57) Enver’i Panislamizm
konusunda uyarıyor ve Rusların bu akıma şüpheyle yaklaştığını söylüyor. Bu
uyarı hasmından gelmiş olsa da muhtemelen Enver’in İttihatçıların kongrelerinde
konuyla ilgili olarak benimsedikleri stratejiyi şekillendirmesine katkıda
bulunuyor.
[71]
S. S. Karaman, a.g.e., s. 100-101; A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları,
s. 163.
[72]
Halil Paşa’nın 8 Şubat 1921 tarihli mektubu, S. S. Karaman, a.g.e. s.
106.
[73]
4 Ocak 1921 tarihli mektup, A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 165.
[74].
A.g.e., s. 185-187. Müttefikler de bu ordunun askerlerini yakından
izliyordu. Onlara göre söz konusu ordunun mensupları, “Bolşevik propaganda için
çalışacak gizli ajanlar hâline gelebilirlerdi”. (AMAEF, ser. E, Levant
1918-1929, Turkey, back. 279, s. 75). 2 Haziran 1922 tarihli bir raporda ise
şunlar söyleniyordu: “Yaşanan köklü değişiklikler yüzünden demoralize olan,
vatanlarını ve ailelerini bir daha göremeyecekleri konusunda ümitsizliğe
kapılan askerler, Moskova’dan gelen ajanların önerdiği güzel hayat karşılığında
vicdanlarını keyifle feda edebilecek durumdalar.” Oysa Bolşevizm safına
geçenlerin sayısı çok azdı. Genelde Balkanlar’a yerleşen Wrangel’in askerleri
yeni geldikleri ülkelerde hayatla kolayca bütünleştiler.
[75]
Enver Paşa’nın eski yaveri.
[76]
S. S. Karaman, a.g.e., s. 26 ; A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları,
s. 171-172; Ş. S. Aydemir, a.g.e., cilt III, s. 556-557.
[77]
Türkiye’nin dört bir yanına dağılan İttihatçılar ülkede kurulmuş birçok
yurtsever örgütü kontrol ediyorlardı. Buna ek olarak Ankara’daki mecliste büyük
bir grup meydana getirdiler. Bu grup yaklaşık kırk kişiden oluşuyordu.
Hükümetin yoluna taş koyma siyaseti güden bu grup Kemalist hükümeti epey
rahatsız ediyordu. Konuyla ilgili olarak bkz.: R. N. İleri, a.g.e., s.
193 ve diğer sayfalar; S. Selek, a.g.e.; S. S. Karaman, a.g.e.,
s. 38.
[78]
Bkz.:. K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz; ve S. S. Karaman, a.g.e. s.
26.
[79]
K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 659-661.
[80]
Kemalistlerin Trabzon’u ele geçirme konusunda yüzleştikleri güçler konusunda
şehirde bulunan Fransız elçisinin raporlarına bakılabilir: AMAEF, ser. E,
Levant 1918-1929, Turkey, back. 23. Muhalif gruplara karşı atılan adımlar
konusunda bkz.: “Yeşil Ordu Cemiyeti”, Yakın Tarihimiz, 3.10.1962. Bu
Yeşil Ordu denilen gizli örgüt muhaliflerin toplandığı ana merkezlerden
biriydi. 1920 yılının son aylarında dağıtıldı. Tutuklanan İttihatçılar
mahkemeye çıkartıldı ve uzun hapis cezalarına çarptırıldı.
[81]
Ankara’nın muhbirleri arasında İttihatçılar da vardı. Bu isimlerden biri de
Talat Paşa’nın yeğeni Hayretî Bey’di.
[82]
Halil Paşa’nın Trabzon’da kalışı konusunda bkz.: S. Karaman, a.g.e.,
ayrıca A. F. Cebesoy ve K. Karabekir’in hatıratları. Başka bir görüş için Halil
Paşa’nın hatıratına bakılabilir (a.g.e., s. 351 ve devamı.) Halil Paşa
burada Kemalist makamların kendisinin şehirde nekahet dönemi boyunca kalıyor
oluşunu yanlış yorumladığını söylüyor.
[83]
Yahya Trabzon’un ileri gelenleri içerisinde önemli bir isim. Kayıkçılar loncası
başkanı olması sebebiyle önemli bir güce sahip. Ayrıca istediği geminin
şehirdeki limana yanaşmasına mani olabiliyor (Fransız elçisinin raporları,
AMAEF, ser. E, Levant 1 918-1929, Turkey, back. 23, s. 116). Ocak 1921’de
adamları Mustafa Suphi’nin başkanlık ettiği komünist parti heyetini katletmiş
olmakla övünüyorlardı. İttihatçılığın sadık bir adamı olan Yahya ayrıca milis
güçler de örgütledi. Bu güçlerin amacı, sadece Müttefiklerin Karadeniz
sahillerine çıkmasına mani olmak değil, ayrıca Enver’in Anadolu’ya geri dönüş
sürecine destek olmaktı. Bu plan suya düşünce Kemalistler 1922 yılının başında
kendisini tutukladılar ve yargıladılar. Ama neticede dava düştü. “Konuşmaya kararlı”
olduğunu söyleyen Yahya serbest kaldıktan kısa bir süre sonra öldürüldü. Suç,
Trabzon’daki kışlalardan gelen askerlerin üzerine atıldı. Oysa büyük olasılıkla
Yahya’yı 1921’de İttihatçıların kurduğu komplodan rahatsız olanların
azmettirdikleri kişiler öldürdüler.
[84]
K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 893; A. F. Cebesoy Moskova
Hatıraları, s. 187. Bu iki çalışma İttihatçıların Mayıs ortalarında
kovulduğunu söylüyor.
[85]
Bkz.: a.g.e., s. 173-185 ve devamı.
[86]
Enver Paşa, Halk Şuralar Partisi programından ilk kez Halil Paşa’ya yazdığı 12
Nisan 1921 tarihli mektubunda bahsediyor (S. S. Karaman, a.g.e., s.
139-141). Fakat bu belge muhtemelen Enver’in Berlin’de olduğu sırada, 1921
kışında kaleme alındı. Tarih ne olursa olsun, belgenin Anadolu’da Mayıs ayına
dek dağıtılmadığını biliyoruz (K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 894).
[87]
Enver’in Cavid Bey’e gönderdiği 27 Mayıs 1921 tarihli mektubu (Tanin,
1.11.1944; Ş. S. Aydemir, a.g.e., Cilt III, s. 592).
[88]
Bu programın tam metni için bkz.: Mete Tunçay, Mesaî, s. 85-104.
[89]
Yeşil Ordu ve Halk Şuralar Partisi’nin 1921’de tutuklanan üyelerinin sorgusu
konusunda bkz.: Yakın Tarihimiz, 3.10.1962.
[90]
A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 231-235.
[91]
Batum’daki Türk elçisi olan F. Kesim, Enver’in Zinovyev’e ait olan bir evde
kaldığını iddia ediyor (Yakın Tarihimiz, 18, 28.6.1962, s. 117).
Buradan, o dönemde Enver’in Bolşeviklerden tam destek gördüğü sonucuna
ulaşabiliriz. Fakat eski elçi muhtemelen yanlış bilgi veriyor, zira Enver
Ermeni komitacılarının terk ettiği, kullanılmayan bir vagona götürülmesini
istiyor (Ş. S. Aydemir, a.g.e., Cilt III, s. 604-606).
[92]
Şüpheli bir isim olarak Hacı Sami, Teşkilat-ı Mahsusa üyesi. Savaş esnasında
Orta Asya ve Uzak Doğu’ya gönderilen Hacı Sami her türden maceraya atılıyor.
Çatışmalar sona erene dek dönmüyor. Moskova’daki İttihatçılara katılıyor.
Batum’da yaşanan fiyaskonun ardından Enver’i Türkistan’a gitmeye ikna ediyor.
Fakat her şey kötüye gitmeye başlayınca Enver’den ayrılıyor.
[93]
Ekim 1927’deki o büyük konuşması için bkz.: Nutuk, İstanbul, MEB, 12.
Baskı, 1972, s. 609-618.
[94]
Bu kongreyle ilgili olarak bkz.: K. Karabekir, İstiklâl Harbimizde Enver
Paşa, s. 151 ve devamı. Ayrıca bkz.: A. F. Cebesoy, a.g.e., s
237-238; Öte yandan Halil Paşa, hatıratında bu tür bir kongrenin yapılmadığını
söylüyor.
[95]
K. Karabekir, kitabında belgenin A ve C kısımlarını paylaşıyor; B kısmı A. F.
Cebesoy’un kitabında yer alıyor.
[96]
4 Ağustos 1921’de çıkartılan kanunla TBMM başkanına üç ay süreyle özel yetkiler
verildi ve bu süre birkaç kez uzatıldı (31.10.1921, 4.2.1922, 6.5.1922). En
sonunda, 20. Temmuz 1922 günü süresi net bir tarih verilmeden uzatıldı.
[97]
Burada yirmilerde basılan, J. Castagne’nın çalışmasına ve H. Carrèe d'Encausse
tarafından yazılmış olan, Réorme et réolution chez les musulmans de l'Empire
russe [“Rus İmparatorluğu Müslümanlarında Reform ve Devrim”] isimli kitaba
(Paris, A. Colin, 1966, s. 263-266) atıfta bulunuyoruz; ayrıca, bu konuyla
ilgili olarak Sovyet dergisi Novyj Vostok’ta çıkan makalelere, bilhassa D.
Solovejcik’in yazdığı “Revoljucionnaja Buhara” başlıklı (Novyj Vostok, 2, 1922,
s. 272-289) makaleye bakılabilir.
[98]
Zeki Velidi Togan, Enver’le karşılaşmasını Bugünkü Türkili (Türkistan) ve
Yakın Tarihi isimli (1942-1947, s. 434 ve devamı) kitabında anlatıyor.
[99]
Basmacı hareketinin tarihi konusunda şu eserlere bakılabilir: J. Castagne, Les
Basmatchis. Le mouvement national des indigèes d'Asie Centrale, Paris, 1925
ve H. Carrèe d'Encausse, a.g.e., s. 261 ve devamı.
[100]
Bu konuda Enver’le eşi arasındaki yazışmalar, özellikle 1921 Ekim tarihli
mektuplara bakılabilir (S. S. Karaman, a.g.e., s. 97-98).
0 Yorum:
Yorum Gönder