05 Ağustos 2024

,

Bolşevizmin Cazibesi: Enver Paşa ve Halk Şuralar Partisi

30 Ekim 1918 günü Osmanlı’nın tam yetkili temsilcileri, Mondros Ateşkes Anlaşması’nı imzaladılar. Büyük bir felâketle yüzleşen[1], 1908’den beri Osmanlı’nın uyguladığı politikalardan sorumlu olan İttihat ve Terakki Komitesi liderleri, beceriksizliklerinin hesabını verme korkusuyla yurtdışına kaçmaya karar verdiler. 

1 Kasım’ı 2 Kasım’a bağlayan gece Başvezir Talat Paşa[2], Bahriye Nazırı Cemal Paşa[3] ve Harbiye Nazırı Enver Paşa[4], yanlarındaki askerlerle birlikte[5] bir Alman gemisine binip Odessa’ya gitti. Oradan Berlin’e geçen İttihatçı liderler, kışı yarı gizli bir hâlde Berlin’de geçirdiler.[6] Orada İstanbul hükümetinin suçluları iade talebi konusunda Almanya’nın alacağı kararı beklediler.[7]

5 Temmuz 1919 günü gıyaplarında ölüme mahkûm edilen bu isimler, Türkiye topraklarına bir daha ayak basmadılar. Ne var ki bu durum, onların o birkaç yıl boyunca politika sahasında faaliyet yürütmelerine mani olmadı.[8] Sürgünde Türkiye’nin boğazına yapışmış olan emperyalist elleri biraz olsun gevşetmek adına bazı adımlar attılar. Berlin’de Talat Paşa, Batılıların taleplerini kısmen gözden geçirmelerini sağlama umuduyla, İngiliz ajanlarıyla temas kurdu. Cemal Paşa, Doğu’da İngilizlerin elinde olan topraklarda halk ayaklanmalarını esas alan programını hazırladı ve Afganistan kralı Emir Emanullah’la bağ kurdu. Enver ise yüzünü Bolşeviklere dönerek, Sovyet makamlarının himayesinde, İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı ile Halk Şuralar Partisi üzerinden çalışmalar yürüttü.

İngiltere ile uzlaşma siyasetinin destekçisi olarak Talat, Berlin’de kaldığı süre zarfında İngilizlerin ortağı konumuna kaydı. Enver ise 1920 ile birlikte sürgünde İttihatçıların gerçek lideri olarak görüldü. Enver’in teşviki ve itkisiyle İttihatçılar, Batı emperyalizmine karşı kapsamlı mücadeleden yana olduklarını beyan ettiler. Dönemin genel bağlamı dâhilinde bu tür bir mücadele, doğalında Bolşeviklerle ittifak kurmak zorundaydı. Fakat aynı yola girmek zorunda kalan Kemalistler[9], Moskova’yla anlaşma konusuna belirli bir ihtiyatlılıkla yaklaşırken Enver, kendisini komünistlerin kollarına bıraktı.

Bu tavrın sahibinin bir Osmanlı paşası olması kimilerine şaşırtıcı gelebilir. İlgili tavrın ardındaki bir dizi etmene bakmak gerek.

1. Enver Paşa’nın Bolşevizmin yükselişi karşısında “büyülenmiş” olması muhtemel. Kendilerini ilerici olarak adlandırmayı seven Jöntürklerin en azından bir kısmı, yirmilerde Sovyetler’e sempati duymuş olabilir. Tabii bir yandan da bu insanlarda gördüğümüz ideolojik hamlık ve yavanlık da dikkate alınmalı.

Komintern’in kullandığı jargondan beslenen lafların ardına bakıldığında, Enver’in gerçekte, Halk Şuralar Partisi programında da görüleceği üzere, korporatizm gibi muhtelif düşünce akımlarından ödünç aldığı farklı görüşleri bir araya getirdiğini söyleyebiliriz.

2. Bu düzlemde Enver’in zihninde “sosyalist devrim”le “İslamî devrim”i birbirine karıştırma eğilimi baş göstermiş olabilir. Doğulu devrimciler arasında[10] bu iki devrimi örtüştürmek, İslam ve sosyalizmin öğretileri arasındaki kısmi uyumun üzerinde durulduğu dönemde epey yaygın bir fikirdi. Birçok Doğulu devrimci gibi Enver de sosyalizmin Müslüman dünyaya bu açmazdan kurtulması konusunda yardım edeceğini düşünüyordu (elimizdeki metinler bu hipotezi doğruluyor).

3. Ayrıca, her şeyin ötesinde Osmanlı ordusunun eski genelkurmay başkanının kişisel hesapları üzerinde durulmalı. Komünistlerin safına geçen Enver, Sovyetler’in kendisini Türkiye’ye muzaffer bir komutan olarak dönmesine katkıda bulunacağına inanıyordu. 1921’de Mustafa Kemal’den iktidarı yeniden alması için gerekli mali ve askeri desteğin karşılığında kendisinin Anadolu’da Bolşevik paşa olarak çalışma sözü vermiş gibiydi. İtilaf devletinin elçileri de bu meseleyi epey ciddiye aldılar. 1919-1921 arası dönemde Fransız ve İngiliz dış işleri bakanlıkları[18], Anadolu’nun sovyetleşmesini acilen ele alınması gereken bir tehlike olarak görüyorlardı.

Enver Paşa ile ilgili çok sayıda çalışma kaleme alınmışsa da onun Mondros sonrası yaptıkları pek fazla ele alınmış bir konu değil. Uzun süredir Türkiye ve Sovyetler Birliği’nde Enver Paşa meselesini ele alması gereken birçok isim, olayları basit kimi yaklaşımlar üzerinden değerlendirdi. Burada politik düzlemde ihtiyatlı bir tavrın devrede olduğuna hiç şüphe yok. İki ülkede de kişiler, konuyla belirli bir tarafgirlikle yaklaştılar. Ama son dönemde bazı değişimlere tanık olundu. Türkiye’de açığa çıkan arşiv ve hatırat, İttihatçı liderin hayatının son yılları konusunda doğru ve detaylı bir görüşe kavuşmamıza imkân sunuyor.

En önemli hatırat, Nisan 1919-Ekim 1922 arası dönemde Doğu Cephesi komutanı olarak çalışan General Kâzım Karabekir’in[11] hatıratı. Konumu gereği Karabekir, o dönemde İttihatçıların Rusya’daki faaliyetlerini izleme işinden sorumlu. Kendisi, Trabzon, Batum ve Bakû’deki ajanları aracılığıyla yürüttüğü bu izleme işini büyük bir şevkle yapıyor. Sakladığı mektupları, raporları ve muhtelif belge yanında kaleme aldığı hatıratında tanıklıklarını ayrıntılı bir şekilde aktarmaktan çekinmiyor.

1921-1922’de Kemalistlerin Moskova büyükelçisi olarak görev yapan Ali Fuad Cebesoy[12] da Enver Paşa ve destekçilerinin manevraları konusunda epey bilgi sunuyor. Moskova Hatıraları[13] isimli çalışmasında, sürgündeki İttihatçılara ait çok sayıda mektuba yer veriyor. Ama ne yazık ki kitabın yazarı, alıntıladığı malzemeyi gelişigüzel ve özensiz bir biçimde aktarıyor. Bazı metinleri kesip biçtiği, bazılarını güncellediği, bazılarını da değiştirdiği görülüyor. Bunlar, çok önemli değişiklikler değil ama gene de bütün çalışmanın doğruluğuna bir biçimde gölge düşürüyor.

Neyse ki 1944-1945 yıllarında gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, günlük Tanin gazetesinde Cebesoy’un aktardığı belgelerin önemli bir bölümünü yayınladı.[14] Böylelikle iki metni kıyaslama, nerelerin silindiğini, nerelerin değiştirildiğini anlama imkânı doğdu.[15]

Bu önemli değerlendirmelere ek olarak, elimizde bir de Halk Şuralar Partisi’nin liderlerinden olan, Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa’nın[16] hatıratı var. Duygusal bir yükle kaleme alınmış olan bu çalışmada bol miktarda kişisel değerlendirmeye yer veriliyor. Olayların gerçekleştiği tarihler nedense hiç paylaşılmıyor. Ama gene de doğruluğuna güvenebileceğimiz kimi olaylardan bahsedilen kitap, Karabekir ve Cebesoy’un iddialarını teyit eden ifadelere yer veriyor.

Son önemli belge, Şevket Süreyya Aydemir’in Enver Paşa biyografisi ve Mete Tunçay’ın Halk Şuralar Partisi programı ile ilgili çalışması.[17] Bu iki çalışma sayesinde Enver Paşa hakkında çok sayıda yeni gerçeğe vakıf olduk. Türk Tarih Kurumu’nda bulunan Cemal Paşa arşivini inceleyen Aydemir, bunun yanında başka özel arşivlere de ulaştı ve bu üç ciltlik kitabında Enver Paşa’yla ilgili önemli belgeleri paylaştı. Mete Tunçay ise “Bolşevizme yönelen” İttihatçıların politik hedefleri konusunda bilgiler içeren, çok az insanın haberdar olduğu metinleri ve yayımlanmamış belgeleri aktardı.

Burada Enver’in 1919-1922 arası dönemde ortaya koyduğu faaliyetleri tespit ederken, bu materyallerin yanında, İngiliz ve Fransız dışişleri bakanlıklarının arşivlerinden de yararlandık. Bu inceleme dâhilinde ilgili dönemi beş ana aşamaya ayırdık.

1. Aşama: Bu dönemde sürgündeki İttihatçılar, Bolşeviklerle temas kurdu ve birer birer Moskova’ya geçti: Enver’in amcası Halil Paşa, Sovyet başkentine Mayıs 1920’de geldi. Kısa bir süre sonra ona Cemal Paşa eşlik etti. Moskova’ya geliş tarihini ertelemek zorunda kalan Enver, şehre ancak 14 Ağustos’ta gelebildi.

2. Aşama: Ağustos-Eylül 1920 arası dönemi kapsayan bu aşamada Enver, Bolşevik liderlerle müzakere yürüttü. Eylül başlarında Bakû’de düzenlenen Doğu Halkları Kurultayı, bu dönemin zirvesini teşkil ediyordu.

3. Aşama: Ekim 1920-Şubat 1921 arası dönemi kapsayan bu aşamada Enver, İslam İhtilâl Cemiyetleri İttihadı’nı kurmak için İtalya ve Almanya’ya gitti. Aynı dönemde bir yandan da Bolşeviklerden Anadolu’daki direniş hareketini kurtarmak için asker istedi. Takip eden aylar içerisinde, Mart-Eylül 1921 arası dönemde Enver, Anadolu’yu yeniden fethetme sürecini organize etti.

4. Aşama: Kemal’e bağlı askerlerin Sakarya ötesine çekildiği, Yunan ordusunun güçlendiği Temmuz ayı sonunda Enver, Batum’a gitti. Niyeti, buradan Türkiye’ye geçmekti. Ama Anadolu’daki güçler, Eylül ayının ilk yarısında zafer kazanınca tüm planları suya düştü.

5. Aşama: Ekim 1921’den Enver’in öldüğü Ağustos 1922’ye dek uzanan dönemde Enver’in Bolşeviklerle ilgili görüşü tümüyle değişti.

Mustafa Kemal’in bu talihsiz rakibiyle uzlaşmaktan uzak duran Sovyet liderlerinin sırtını döndüğü Enver, oynadığı oyunun seyrini kökten değiştirdi. Ekim 1921 sonrası komünistlerle kurduğu ittifaka ihanet etti ve tepki olarak, gidip Buhara’da Sovyet iktidarına karşı mücadele yürüten Basmacı hareketine katıldı.

İttihatçılar, Bolşeviklerle ilk temasları muhtemelen 1919’da kurdular.[19] Fakat ne yazık ki bu yakınlaşma yönünde atılan ilk adımlar konusunda yeterince bilgiye sahip değiliz. Ayrıca Ağustos 1919-Ocak 1920 arası dönemde gerçekleşen müzakerelerle ilgili bilgimiz de sınırlı. Bu dönemde Enver Paşa, Berlin’de hapiste olan Karl Radek’le bir araya geldi.[20] İstanbul’da faal olan Karakol Cemiyeti de Bolşevik sefir Şalva Elieva’yla buluştu.[21] Bakû’deki İttihatçı militanlar, Türkiye Komünist Partisi’ni kurdular ve Sovyet Rusya’nın yereldeki temsilcileriyle ilişkiye geçtiler.

Müzakere süreci, Enver-Radek arasında gerçekleşen görüşmelerle birlikte başladı. Talat Paşa’nın bir mektubundan[22] öğrendiğimiz kadarıyla, görüşmeler esnasında Radek, Anadolu’daki direnişe Sovyetler’in somut destek sunmasını önerdi, bunun karşılığında İttihatçı liderlerin Müslüman dünyada Bolşevik propagandası yürütmelerini istedi. Zaten Müslümanlara öncülük etmek gibi bir hayali olan Enver, bu teklifin cazibesine kapıldı. 1919 sonunda komünistlerle işbirliği kurulması fikrine tümüyle örgütlendi. Aralık 1919’da Cemal Paşa’ya gönderdiği mektubunda konumunu gayet iyi özetlemekteydi:

“Bolşevik dostumuz hapisten çıkartıldı. Birlikte Moskova’ya gitmek zorundayız. Polonya üzerinden gitmek için izin alabildik. Dostumuz da nihayet bu güzergâhı tercih etti. Bir doktorla birlikte gideceğim.[23] Bolşevik dostlarımız, görüşmelerimiz esnasında tartıştığımız fikirlerin çerçevesinde bize yardım etmeyi kabul ediyorlar. Şu an için benim konumum genel hatlarıyla şu şekildedir:

1. Müslüman milletleri kurtarmak;

2. Emperyalist kapitalizmin ortak düşmanımız olması sebebiyle sosyalistlerle işbirliği kurmak;

3. Müslüman ülkelerin içişlerini yönetecek olan dini öğretilere uyum sağlaması şartıyla sosyalizmi benimsemek;

4. İslam’ı kurtarmak için devrim dâhil mümkün olan tüm baskı araçlarını kullanmak;

5. Bu konuyla ilgili olarak Müslüman olmayan esir milletlerle de işbirliği kurmak;

6. İslam toplumu içerisinde tüm toplumsal katmanların gelişimine imkân sağlamak.

Şimdilik bu kadar. Bundan sonrasında mevcut hâlin yaşayacağı değişim uyarınca hareket etmek zorunda kalacağız.”[24]

Bu cümleler yorumu hak ediyor. Öncelikle Enver’deki İslamcılık çekiyor dikkatimizi. Onun Avrupa emperyalizmine karşı mücadeleye İslam adına öncülük etmek istediği görülüyor. Ama bir yandan da üçüncü maddenin sahip olduğu önem üzerinde durmak gerekiyor. Zira bu maddede Enver Paşa, “Müslüman ülkelerin içişlerini yönetecek olan dini öğretilere uyum sağlaması şartıyla sosyalizmi benimsemek” gerektiği üzerinde duruyor. Buradan Enver’in aklında komünistlerle taktiksel ittifaktan daha fazlası olduğu sonucuna ulaşabiliyoruz. Enver, daha da ileri giderek, kendisinin öncülük edeceği bir tür “İslami sosyalizm”e vurgu yapıyor. Bunu Bolşeviklere doğru atılmış ilk adım olarak yorumlamak mümkün. İkinci adımsa Ekim veya Kasım 1919’da Şalva Elieva ile Karakol ismini taşıyan İttihatçı teşkilâtın üyeleri arasındaki müzakerelerde atıldı. Bu görüşmeler konusunda çok az şey biliyoruz. Ama Şalva Elieva’nın Karakol liderlerini Sovyetler’le karşılıklı yardım anlaşması imzalamaya ikna ettiğine dair elimizde kimi işaretler var.[25] Sonrasında, 1919 yılının sonunda bu anlaşma metnine son hâlini vermek amacıyla Baha Sait Bakû’ye gidiyor.[26] Karakolcuların Rusların sundukları fırsattan istifade etme konusunda bu kadar hevesli olmasına şaşırmamak gerekiyor. Esasında sosyalistlerle ve beynelmilel işçi sınıfıyla anlaşmayı öngören proje, 1918 yılının sonundan beri yürürlükte olan programlarının ana maddelerinden biri.[27]

Bakû’de hazırlanan ve 11 Ocak 1920[28] günü Baha Sait tarafından imzalanan belge, sadece Avrupa emperyalizmine karşı verilen mücadeleyi güçlendirmeyi değil, aynı zamanda, anlaşmaya taraf olan ülkelerin devrimci çabalarına destek vermeyi amaç edinmiş, savunma ve saldırı esası üzerine kurulacak ittifakın ana zeminini teşkil etti.[29]

Bu süreçte İttihatçılar, Müslüman dünyayı Batılı güçlere karşı kışkırtma ve nüfuz alanlarında komünizmi yayma işini üstlendiler. Bunun karşılığında Ruslar, silâh, cephane ve para verdiler. Ayrıca, antiemperyalist mücadeleye katılan İslam milletlerinin politik ve ideolojik bağımsızlıklarının güvence altına alınacağını duyurdular. Bunun yanında, Türkistan ve Dağıstan’da kurulan sovyetlerin tanınmasını talep ettiler. Bakû’ye gelen İttihatçılar da Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’da sovyet iktidarının kurulmasına katkı sunma sözü verdiler.

Enver’in yukarıda aktardığımız mektubuyla kıyaslandığında Bakû’de imza edilmiş olan anlaşma, İttihatçıların konumunun radikalleştiğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Artık mesele, İslam’ı sosyalistleştirmek değildi. Bolşevizme bağlanmaktı. İttihatçılar, bu süreçte Sovyet rejimini Müslüman ülkelerde savunmakla ve fikirlerini yaymakla suçlandılar. Komünistlerin Türkistan’ı ve tüm Kafkasya’yı ve Transkafkasya’yı almasına rıza göstermek durumunda kaldılar. Hatta program metninde kimi maddeler, bilhassa ilk iki madde, Anadolu’nun da sovyetleştirilmesini öngörüyordu. Bu anlamda, Cemal Paşa’ya gönderilen mektuptaki tam ne dediği belli olmayan ifadelerden çok farklı bir içeriğe sahipti. Karakol liderlerinin Enver’in düşünce dünyasının ötesine geçmeleri mümkün değildi. Berlin’de sunulan önerilerin Bakû’deki anlaşmada gündeme gelen uç görüşleri bir biçimde içerdiğine hükmedebiliriz.

Bolşeviklere doğru atılmış üçüncü adımsa 1920’nin başında Bakû’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’ydi.[30] Bu partinin liderleri, Azerbaycan’a sığınmış olan, herkesin bildiği İttihatçılardı: Enver’in amcası Halil Paşa ve Talat Paşa’dan ayırmak için İttihatçıların “Küçük Talat” dediği kişi[31], Baha Sait, Fuad Sabit[32] bu isimler arasında bulunuyordu. Ayrıca, çoğunluğu Osmanlı subayı olan kişiler de lider kadrosunda yer almaktaydı. Bu adamların amacı, Baha Sait’in 11 Ocak’ta imzaladığı anlaşmadaki hükümleri uygulamaya koymaktı. Kısa vadede Azerbaycan’da komünistlerin zaferinin güvence altına alınması amaçlandı.[33] Uzun vadede ise bu adamlar, Kızıl Ordu ile Anadolu’daki askerler arasındaki temasların rahatça kurulmasını sağlamak amacıyla Gürcistan ve Ermenistan’ın sovyetleştirilmesini istediler.[34] Bu amaç doğrultusunda Halil Paşa ve arkadaşları, aynı yılın ilk birkaç ayında yereldeki Bolşevik komiteleriyle görüşmeler gerçekleştirdiler. Kemalist güçler için yürüttükleri faaliyetler dâhilinde Moskova’yla doğrudan yürütülecek müzakereler için gerekli zemini teşkil ettiler.

İdeolojik düzlemde Bakû’de kurulan parti, komünizme epey olumlu yaklaşıyordu. Bizim kanaatimize göre bu parti, Rusları kandırmak için kurulmuş, göstermelik bir kurum değildi. Bilâkis, o öğreti düzeyinde sahip oldukları saflık ve hamlık sebebiyle Bakû’deki İttihatçılar, Bolşevizmin Türkiye’ye taşınması ihtimaline samimiyetle ikna olmuşlardı.[35] Ayrıca, Mayıs 1920 sonunda Bakû’ye gelen Mustafa Suphi’nin[36] partiyi tasfiye etmek yerine basit bir tasfiye işlemiyle yetinmesinin de sürecin seyri konusunda çok şey söylediğini görmek gerekmektedir.[37] Eğer Ruslar, Halil Paşa’nın TKP’sinin düzmece ve sahte bir parti olduğunu düşünselerdi, eski teşkilât hemen yok edilir, yerine tümüyle yeni temeller üzerinde yeni bir parti kurulurdu. Bunun yerine, sadece yoldan çıkmış isimler atıldı, Fuad Sabit ve eski vali Salih Zeki Zor, yeni liderlik kadrosu içerisinde sahip olduğu önemli konumu bir biçimde muhafaza etti. Ayrıca, sıkı bir İttihatçı olan Küçük Talat bile yayın sorumluluğu görevine devam etti. Oysa “Küçük Talat, Mustafa Suphi’nin toplumsal devrime dair görüşlerini paylaşmayan bir isimdi.”[38]

Mustafa Suphi’nin İttihatçılara yönelik hoşgörülü tutumu, 1920 yılı itibarıyla İttihatçıların solda olduklarını ortaya koyuyor. Bu anlamda, İttihatçıların kurduğu TKP, Enver’in birkaç ay sonra kuracağı Halk Şuralar Partisi’nin bir tür taslağı olarak görülebilir.

Hatta bizim kanaatimize göre TKP ile Halk Şuralar Partisi arasında doğrudan bir bağ var. Azerbaycan’da bulunan İttihatçılardan oluşan bir ekibin Enver’in taslağını hazırladığı metni geliştirip Mesai adı altında yayımladıklarını, bunun Halk Şuralar Partisi’nin programının ana çerçevesini içerdiğini söylemek mümkün. Bu anlamda, Mustafa Suphi öncesi TKP içerisinde birikmiş olan deneyimin yeni partinin kuruluşunda önemli bir oynadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yukarıda bahsi edilen temasların ardından İttihatçılar, Mayıs 1920’de Bolşeviklerle bir dizi görüşmeyi içeren süreci başlattı. Bu sefer Moskova’da düzenlenen zirveye bizzat katıldılar. Halil Paşa, Cemal Paşa ve son olarak Enver Paşa, Moskova’ya gitti. Berlin’de İngilizlerle son kez görüşen Enver[39], Almanların Ruslarla iyi ilişkileri sayesinde Moskova’ya gitme imkânı buldu. Ağustos ortalarında Rusya’ya ulaşan Enver, 1-8 Eylül tarihleri arasında Bakû’de düzenlenen Doğu Halkları Kurultayı’na vakitlice katıldı. Kemalistlerin öncülük ettiği direniş adına hareket eden Halil, Sovyetler’den silah, cephane ve altın para aldı.[40] Cemal Paşa, Afgan ordusunun modernizasyonu görevi dâhilinde Sovyetler’in ilgisini ve desteğini gördü.[41] Ayrıca, sadece Anadolu’nun yabancı işgalcilere karşı elde edeceği zaferi değil, ayrıca Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu “iç devrim”i güvence altına alacak askeri ve mali katkıyı talep etti.

Elimizde, Enver’in 1920 yılının Ağustos ayının ikinci yarısında geliştirdiği planları açıklığa kavuşturan iki önemli mektup var: 20 Ağustos tarihli olan ilk mektup Cemal Paşa’ya; 26 Ağustos tarihli olan ikinci mektupsa Mustafa Kemal’e yazılmış. Enver’in Cemal Paşa’ya yazdığı mektubun özeti şu şekilde:

“İslam İhtilâl Cemiyetleri Teşkilâtı’nı kuracağım. Şu an Berlin’de olan teşkilât temsilcilerini sürece dâhil edeceğim. Niyetim, teşkilâta askeri bir boyut kazandırmak. Yani ben, esasında bugün bahar aylarında Anadolu’daki cephelerin yardımına koşacak Müslüman müfrezelerini kurmak istiyorum.”[42]

Aynı husus, Mustafa Kemal’e gönderilen mektupta da dile getiriliyor ama bu sefer Anadolu’nun kurtarılması için görevlendirilecek Müslüman müfrezelerinden bahsetmiyor. Bir rakibine hitap ettiğini bilen Enver, onun İttihatçıların gidişata el koyma ihtimali konusunda endişeye kapılmasını istemiyor:

“Moskova’ya ülkemize yardım edecek Müslüman teşkilâtını kurmakla ilgili görüşle geldim. Tanıştığım Sovyet liderleri planlarıma onay verdiler. İlkesel düzeyde Ruslar, İngiltere’ye karşı mücadele eden devrimci hareketleri, bu hareketler komünizm görüşü dışında olsalar bile, desteklemeyi kabul ediyorlar. [...] Berlin’deyken Müslümanlar arasında İtilaf Kuvvetleri’ne düşman kimi hareketlerin açığa çıktığını gördük. Bu hareketler örgütsüz ve mali destekten yoksun, bu sebeple biz, meseleyi dostlarımız arasında tartıştıktan sonra bu hareketleri bir araya getirmeye karar verdik. Muhtelif Müslüman ülkelerin temsilcileriyle, bilhassa Hindistan temsilcisi Mehmet Ali’yle temas kurduk. Bu tartışmaların ardından, hareketin tek bir merkezden yönetilmesine ve tüm ülkelerden gelecek delegelerden oluşan bir birliğin oluşturulmasına karar verdik. Sonrasında ben, bu işlerin Rusya’dan yürütülmesi durumunda daha verimli olacağını düşündüm. Bu sebeple, Moskova’ya varır varmaz teklifimi kabul eden Dışişleri Bakanlığı ile görüştüm. Sonuç olarak birliğin üyelerine mektup gönderip buraya gelmelerini istedim.”[43]

Bu mektup, Berlin teşkilâtına dair birçok detayı sunuyor. Ama gene de insan, Enver’in Mustafa Kemal’e caka satmak adına olan biteni abartıp abartmadığını, yaptıklarını süslemeye çalışıp çalışmadığını merak ediyor. Gerçekten de döneme dair tanıklıklar[44], bu teşkilât konusunda farklı bir resim sunuyor. Görebildiğimiz kadarıyla ortada boş laflar edip kahve içen ve Doğululardan oluşan bir çevreden başka bir şey yok. Gerçek bir devrimci birliğin olmadığı görülüyor. Enver’in “delege” lafıyla allayıp pulladığı aktif üyelerin sayısı ise altıdan fazla değil.[45]

Bir de “Rusların İngiltere’ye karşı mücadele eden devrimci hareketleri, bu hareketler komünizm görüşü dışında olsalar da desteklediği”yle ilgili ifadesine bakmak gerekiyor. İlgili bağlama yerleştirildiğinde bu cümleyle Enver, kendisini “komünizm görüşü dışında” gören yaklaşımları destekliyor. Böylece 1919 yılının ortalarından beri, bilhassa Bakû’deki TKP aracılığıyla, Bolşeviklere yönelik geliştirilmiş yaklaşımları redde tabi tutan bir tavır içine giriyor. Ama aslında burada Enver, bir numaraya başvuruyor. Mustafa Kemal’i ve İttihatçıları kendisinin tümüyle sola kaymadığı konusunda ikna etmeye, en azından, onların güvenini kazanmaya çalışıyor.

Oysa gerçekte süreç çok farklı işliyor. Enver, Bolşeviklerden uzaklaşmak şöyle dursun, onlarla arasındaki bağları daha da güçlendiriyor. Bu noktada Doğu Halkları Kurultayı’nın dördüncü oturumunda yaptığı açıklama özel bir öneme sahip.[46] Üçüncü Enternasyonal’e emperyalizme ve dünya kapitalizmine karşı mücadelede öncü rolü Üçüncü Enternasyonal’e verdikten sonra Enver, öğretiyle alakalı meseleleri ele alıyor:

“Bizi Üçüncü Enternasyonal yönüne döndüren neden, yalnız başladığımız mücadelede destek bulma isteği değildir. Herhalde, nedeni ilkelerin yakınlığıdır. Devrimci gücümüzü her zaman halktan, halkın ezilen bölümünden, köylüden aldık. Fabrika işçilerimiz güçlü olsalardı, önce onların sözünü ederdim. Fakat onlar bizimle birlikti. Ruhen ve bedenen bizimle çalıştılar. Bu, bugün de böyledir. Böylece, halkın ezilenler grubuna dayandık. Ve onun acısını duyarız, onunla yaşar ve onunla birlikte ölürüz. [...] Fabrika işçilerimiz güçlü olsalardı, önce onların sözünü ederdim. Fakat onlar bizimle birlikti. Ruhen ve bedenen bizimle çalıştılar. Bu, bugün de böyledir. Böylece, halkın ezilenler grubuna dayandık. Ve onun acısını duyarız, onunla yaşar ve onunla birlikte ölürüz. Yoldaşlar, savaşa [...] karşıyız. Ve bu yüzden sürekli barış elde edebilmek için, Üçüncü Enternasyonal’le birlikte yürüyoruz. [...] Yoldaşlar, emekçilerin mutluluğunu istiyoruz, yani, yabancı ya da yerli, başkalarının kazancından hileyle faydalanan fırsatçıların karşısındayız. Onlarla ilişkilerde acımasız davranmak gereklidir. Tarım ve endüstrinin büyük ölçüde gelişerek, ülkemizin bu genel mesainin meyvelerinden faydalanmasını istiyoruz. Ekonomik sorunla ilgili düşüncemiz de budur. Yoldaşlar, yalnız yaratıcı halkın mutluluk ve özgürlüğe erişebileceğine inanıyoruz. Temel bilginin çalışma ile birleşerek gerçek özgürlüğü teminat altına almasını, ülkemizin böyle aydınlanmasını diliyoruz.”[47]

“Halkın ezilen bölümü”ne verilen öncelik, baskı altındaki milletlerin kendi politik kaderlerini tayin etme hakkına yapılan vurgu[48], barış yanlılığı, Ekonomik zenginliğin eşit dağıtılması, eğitimin her yere yayılması gibi başlıklar üzerinden görülüyor ki Enver, Bolşevik propagandanın dilini kendince taklit ediyor. Ama tabii açıklamasında her şey net ve açık değil. Görüşleri genel manada muğlâk. Özellikle “ezilen halklar” ifadesiyle neyi kastettiği açık değil. Aynı belirsizlik ekonomi meselesine dair önerilerinde de söz konusu. Demek ki karşımızda, sosyalizme ulaşmak için daha yürümesi gereken çok yolu olan ama Türk milliyetçilerinin sevdiği popülizme epey yakın duran biri var.

Ama gene de Enver’de sola kayış aşikâr. Daha önce de dile getirdiğimiz biçimiyle, Bakû’deki fırtınalı ortama dalarken zerre tereddüt yaşamadı. Eskiden gösterdiği ihtiyatlı tavrı terk etti ve esasen İttihatçıların kurduğu, sonradan Mustafa Suphi’nin yönetimine giren TKP’nin ve belki de Doğu Halkları Kurultayı’nda tanıştığı[49] Sultan Galiyev’in etkisi altına girerek, komünist öğretilerden ilham alan bir programa sahip yeni partinin kuruluş süreci içine girdi.[50]

Sonradan Mete Tunçay’ın yayımladığı[51] Mesai isimli metnin Enver’in Bakû’de hazırladığı program olup olmadığı konusunda maalesef net bir bilgimiz yok. Tek bildiğimiz, Mesai’nin 1920 yılının son ayları içerisinde hazırlandığı ve büyük ölçüde İttihatçılara dağıtıldığı.[52] Eksik bilgilere rağmen bugün metnin Enver’e ait olduğunu söyleyebiliyoruz. Zaten Bakû’deki İttihatçılar da metni yazarına itibar ederek okuyorlar.

Ayrıca, Mesai ile 1921’de Enver’in hazırladığı Halk Şuralar Partisi programı arasında birçok benzerlik söz konusu. Burada bir de İttihatçıların Eylül 1921’de Batum’da düzenledikleri kongrenin tutanaklarında da iki program arasında bağ kurduğundan söz etmek gerekiyor.[53] Demek ki Mesai’nin arkasındaki isim Enver Paşa.[54]

Mete Tunçay’ın yayımladığı metinde Enverci programın iki ana bölümden oluştuğu görülüyor: “Meslek ve Gaye” başlıklı bölüm öğretiyle alakalı meseleleri ele alıyor. İkinci bölümse Türkiye için hazırlanmış anayasa taslağına ve hükümet programına yer veriyor. Burada ülkenin idari örgütlenmesi, kamu düzeni, ekonomi, maliye, toplum politikası, eğitim, adalet, sağlık, ordu, vakıf sistemi ve göçle ilişkili tedbirler gibi başlıklara rastlanıyor.

Bu epey uzun olan metinde esas olarak olası yanlış anlama çabalarını içeren ilk bölüme odaklanmak gerekiyor. İkinci sayfadan itibaren Bolşevizmden bahseden yazarlar[55], takip eden sayfalarda sosyalizmi yücelten ifadelere yer veriyorlar. Kabul etmek gerekir ki sosyalist teori açısından bakıldığında, kimi değerlendirmelerin tartışmalı olduğu tespit edilmeli.

Örneğin Osmanlı toplumunu halk ve bürokrasi diye iki sınıfa bölen yaklaşımın[56] Marksizme aykırı olduğunu söylemek gerekiyor. Aynı şekilde, meslekler üzerine kurulu proleter toplum anlayışı da sorunlu: Mesai isimli çalışmada karşımıza çıkan korporatizm, toplumsal devrim modelinden çok eski çağın örgütlenme yapısına benziyor.[57] Ama gene de öğreti düzeyinde sahip olduğu hamlıklar ve yavanlıklara rağmen metnin komünistlere sıcak baktığı ve onlara seslendiği gerçeği üzerinde durmak gerekiyor.

“Metnin komünist tezleri küresel düzeyde karşılığı olan gerçekler olarak görüp tartışmaya bile gerek duymadan benimsiyor” diyemeyiz. Bilâkis, Mesai’nin yazarları, Türkiye’ye özel ve özgü bir yol tarif etmek istiyormuş gibi görünüyorlar. Bu anlamda, hem milli hem de dini gerçekliği dikkate alıyorlar.

Milli bağımsızlık enternasyonalizme uzanan yolda atılacak en önemli adım olarak sunuluyor.[58] İslam öğretisi sosyalizmle eşitleniyor.[59] Neticede hilafeti muhafaza etmeyi öngören metin Sultan’ın egemenliğini tanıyor.[60] Tüm bu tuhaflıklarına karşın Mesai, komünist modele ciddi bir itiraz yöneltmiyor. Bu bağlamda, Sovyetler’deki kurumlara verilen önem üzerinde duruluyor. Ekim Devrimi’nden beri “Sovyet” sözcüğünün karşılığı olarak kullanılan “Şura” sözcüğü, metinde sıklıkla karşımıza çıkıyor.[61]

Bizce Mesai ile birlikte Enver ve destekçileri iki özel amaç doğrultusunda hareket ediyorlar:

1. Enver ve destekçileri, kimi şerhler ve ideolojik yaklaşımlar dile getiriyor olsalar da Bolşevizm davasına örgütlendikleri gerçeğinin altını çizmek istiyorlar. Bu anlamda tekrarlamakta fayda var: Enverciler, komünizmi tüm anlam ve sonuçlarıyla birlikte benimsedikleri iddiasında değiller, bilâkis, onlar, Türk ve Müslüman gerçekliğiyle uyumlu bir öğreti geliştirmenin gerekli olduğunu ısrarla dile getiriyorlar. Özetle, Enverciler, her iki tarafı birleştirmeyi umut ediyorlar. Bu noktada hem Bolşeviklerin güvenini kazanmak hem de milliyetçi akımların güvenini bir biçimde muhafaza etmek istiyorlar.

2. Envercilerin ikinci amacı, Mustafa Kemal’e yönelik muhalefetin dil bulacağı bir kürsü oluşturmak. Mesai’de Ankara’daki mecliste faal olan Halk Zümresi isimli muhalefet grubunun üzerinde durduğu konu başlıklarına rastlamamız kesinlikle tesadüfi değil. Zira bahsi edilen muhalefet grubu, esas olarak İttihat ve Terakki Komitesi’nin eski üyelerinden oluşuyor ve bu üyeler, yurtdışında olan İttihatçılarla güçlü ilişkilere sahipler.[62] Bizim hipotezimize göre, Eylül 1920’de Mesai’nin yazıldığı günlerde Ankara’daki meclis yoğun bir faaliyet içerisinde. Bu dönemde önemli anayasal reformlar kabul ediliyor.[63] Buradan Mesai’nin yazılmasındaki niyetin ilgili reformların gündeme gelmesiyle birlikte tetiklenen tartışmaların yaşandığı bağlam dâhilinde Halk Zümresi’nin savunduğu tezlere öğreti düzeyinde destek sunmak olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu kısa vadeli hedefin yanında, metni yazan Enver’in ve destekçilerinin uzun vadeli bir başka hedefi daha var: Solda duran ve Kemalist iktidara alternatif olan bir yapı inşa etmek.

Bolşevizmden yana olduğunu birçok kez beyan etmiş olmasına rağmen Enver, Bakû’de Rusların kendisine yönelik güvensizliğini ortadan kaldırma konusunda pek başarılı olamadı. Hatta bu kurultay sürecinde, 4 Eylül tarihli oturumda Zinovyev, İttihatçı liderler aleyhine, oldukça sert bir karar aldırdı:

“Kurultay, geçmişte Türk işçi ve köylülerini emperyalist gruplardan birinin çıkarları adına kıyımlara sürükleyen ve bunun yanı sıra Türk emekçi kitlelerini bir avuç zengin insanın ve yüksek rütbeli subayların çıkarları adına çift taraflı yıkıma maruz bırakan bu hareketin liderleri ile ilişkide özel bir dikkat gösterilmesini gerekli görür. Kurultay, faaliyetleriyle emekçi halka hizmet etmeye hazır olduklarını ispatlayan bu liderlere, geçmişte attıkları yanlış adımları düzeltmeyi önermektedir.”[64]

Ne var ki Enver, cesaretinin kırılmasına izin vermedi. Doğu Halkları Kurultayı’nı takip eden aylar içerisinde Bolşeviklerle Halil Paşa[65] üzerinden görüşmeye devam etti. Bu dönemde kendisini Bolşeviklerin onayı ve mali desteğiyle[66], İslam İhtilâli Cemiyetleri İttihadı ve onun Türkiye şubesi olarak Halk Şuralar Partisi’nin kurulmasına yönelik çalışmalara vakfetti.

Ekim 1920-Şubat 1921 arası dönemde Almanya’da kalan Enver, İtalya ve İsviçre’ye kısa seyahatler gerçekleştirdi. Bu Avrupa seyahatini fırsat bilen Enver, İtalya ve Almanya’da[67] silâh tedarikçileriyle temas kurdu. Bu temaslarda yanında İslam İhtilâli Cemiyetleri İttihadı’nın ilk “kongre”sine katılmış, kendisine sadık az sayıda insan da vardı.

Bu kongrede yeni yüzleşilen sorunlar ele alındı. “Kongre”nin[68] nihai protokolünde emperyalizme karşı mücadelenin sürdürülmesi ihtiyacına vurgu yapılıyor, bu bakış açısı üzerinden, hangi siyasete ve hangi dine bağlı olursa olsun, aynı hedefe doğru ilerleyen diğer teşkilâtlarla ittifak kurma fikri savunuluyordu.

Ana hedefse Anadolu direnişine destek sunulmasıydı. Fakat “Kongre”, aynı zamanda diğer Müslüman ülkelerdeki devrimci hareketlere destek verme kararlılığındaydı. Kurulan bağlantılar üzerinden İslam İhtilâli Cemiyetleri İttihadı, Sovyet hükümetinin ve Üçüncü Enternasyonal’in liderliğini tanıdı, bu ilişki neticesinde birliğin merkezini Moskova’ya taşımaya karar verdi.

Bu noktada “Kongre”nin her şeyden önce İslam birliği ile ilgili argümanları üzerinden çekincelere sebep olduğunu hatırda tutmak gerekiyor. Kongre’nin amacı, Müslüman dünyası genelinde yaşanacak ayaklanmaları teşvik etmekti, fakat bu ayaklanmalar, sadece anti-emperyalist bakış açısıyla ele alınıyordu. Özel olarak İslamî arzu ve niyetler nisyana gömülüyordu. Bu türden nisyanın, sessizliğin sebebi ise açıktı. İttihad, Komintern’in[69] ikinci kongresinden beri panislamizme düşman olduğunu beyan etmesi sebebiyle Bolşeviklerin şüphelerini üzerine çekmek istemiyordu.[70]

Dahası, belki de Enver, 1921 yılının ilk aylarında Panislamizm meselesine yönelik ilgisini yitirmişti. O dönemde Enver, daha çok Türkiye’ye bakıyordu. İslam İhtilâli Cemiyetleri İttihadı, onun için sadece Mustafa Kemal’in “gasp ettiği” iktidarı geri almasına katkıda bulunabilecek bir araçtan başka bir şey değildi. 1920 sonlarından 1921 başlarına dek kaleme aldığı mektupların ana fikri, Türkiye’ye dönmekti. Bu amaç doğrultusunda Sovyetler’i para, silâh ve asker gibi talepleriyle sürekli rahatsız edip durdu. Ayrıca Enver, sırtını politik açıdan sağlama almak adına ülkedeki İttihatçı teşkilâtı konsolide etmek için de uğraştı.

Askeri projeleri konusunda Halil Paşa’ya 4 Kasım 1920’de yazdığı şu mektup çok şey söylüyor:

“[…] Osmanlı İmparatorluğu, gelecekte varlığını federasyon olarak sürdürmelidir. [...] Bu isteğimizin gerçekleşebilmesi için bahar aylarında askerlerle Anadolu’ya geçmemiz gerekiyor. Ruslar, bahar aylarında benim emrime birkaç süvari birliği verecekler mi? O askerleri bizim eğitmemize izin verecekler mi? Bu bölükler Müslümanlardan oluşmalı. Bu askerlerle Anadolu’ya geçmeme izin verilirse Moskova’ya bizzat gidip oradan Anadolu’ya gideceğim. Eğer geçmişte olduğu gibi bunun imkânsız olduğu görülürse veya Ruslar güçlerini kendi komutanlarıyla göndermeye karar verirlerse Berlin’den Anadolu’ya geçip orada benim emrim altında çalışmak isteyen yoldaşlarla buluşacağım.”[71]

Burada şu hususu belirtmek gerek: Anadolu’da işleyen sürece müdahaleyi esas alan projesini meşrulaştırmak adına Enver, Osmanlı İmparatorluğu’nun eski sınırlarını (tabii ki ayrılıkçı hareketlere verilecek ciddi tavizler karşılığında) savunma ihtiyacını gündeme getiriyordu. Burada Enver, esasında Mustafa Kemal’in Anadolu’da bir Türk devleti kurma politikasını açıktan eleştirmekteydi. Gelgelelim, ilgili dönemde Enver’in metinde dile getirilen, belirli topraklar üzerinde iddia ettiği hakkın gerçekte bir karşılığı yoktu. Sonrasında hak iddialarıyla ilgili gerekçelerini “içeride dile getirilen sayısız çağrı” üzerinden temellendirme ihtiyacı duydu.[72] Neticede Osmanlı Konfederasyonu fikri unutulup gitti.

Rus tarafı da askeri güçleri Enver’e teslim etme fikrine pek sıcak bakmıyordu. Sovyet liderleri, o dönemde İngiltere’yle yürütülmekte olan müzakerelerin zeminini ortadan kaldıracak her türden girişime korkuyla yaklaşmaktaydı. Dahası bu liderler, aynı zamanda Mustafa Kemal’le ilişkilerini de riske atmak istemiyorlardı. Buna karşın Halil Paşa, Enver Paşa’ya yazdığı mektubunda, Ruslarla ilişkinin ısrarla devam ettirilmesinden yana olduğunu ortaya koyan cümlelere yer vermekteydi:

“Dışişleri Bakanı Yardımcısı Karahan’a Sovyetler’in sana olan güvenini ortaya koyması gerektiğini, senin onlara sadakatle bağlı oluşunun gelecek için çok önemli olduğunu söyledim. Ayrıca kendisine senin itibarın zedelenmediği sürece sen Türkiye’ye askerlerle dönmesen bile Sovyet iktidarının sana asker yollamasının iyi olacağına dair fikrimi de ilettim. Neticede ben, Mustafa Kemal’in kavgadan yana durmayacağını, sana itaat etmeye alışkın olduğunu düşünüyorum.”[73]

Ne var ki Enver’le Sovyetler arasında sürmekte olan müzakereler, Eylül 1921’e dek sürdü. Birçok çözüm önerisi üzerinde duruldu ama ardından bu çözümlerden vazgeçildi. Bir süre o dönemde İstanbul’da sürgünde olan, Bolşeviklerin davaya kazanmayı umdukları Wrangel’in ordusunun Enver’e teslim edilmesi meselesi tartışıldı.[74] Fakat bu askerler, 1921 yılının ilk aylarında Müttefik Kuvvetler’ce silahsızlandırılınca bu proje suya düştü. Kemalistlerin Sakarya’da Eylül 1921’in ilk yarısında kazandığı zaferin ardından Ruslar, Anadolu’ya orduyla girme fikrinden kesin olarak vazgeçtiler.

Eylül 1920 gibi erken bir tarihte Enver, mecburen “politik” çözüm arayışına girmek durumunda kaldı. Bu noktada solcu bir programa sahip olan, Mustafa Kemal’e muhalif bir partinin kurulması fikri üzerinde duruldu. Bakû sonrası bu fikir, kendi mecrasında yol buldu. Ülke içerisindeki destekçileriyle kalıcı bağlar kuran Enver, her yana gönderdiği talimatlarla yeni partinin kurulmasını istedi. 28 Ocak 1921 tarihli mektubu dönemin dilini gayet iyi yansıtıyor:

“Şükrü’ye[75] yazdığım mektupta ülke içerisinde bize doğrudan bağlı olan kişileri bir araya getirecek bir partinin örgütlenmesi gerektiğini ve bu teşkilâtın gerektiği yerde mevcut duruma hâkim olacak şekilde tasarlanmasının şart olduğunu söyledim. Bugün Talat Paşa’yla çalışmaya devam ediyor olsam bile ben, onun etrafındaki kişilerden emir alanlardan biri değilim. Kanaatimce, en nihayetinde önderliği ele geçireceğimiz güne hazırlık yapmalıyız. İslam İhtilâli Cemiyetleri İttihadı’nın kontrolünü şahsen elimde tutmamın sebebi budur. İstanbul’da da bir teşkilât kurduk. Ne olursa olsun, tazının tasmasını salan Talat Paşa’yla uğraşmak zorunda kalmak yerine Mustafa Kemal’le çalışmayı yeğlerim. Fakat şuan hazırlık aşamasında olduğumuzu bilelim. Bugün niyetim, iki taraftan birine savaş açmak değil.”[76]

Enver’in bu çevirdiği dolapları hafife almamak gerek. Bunların Kemalist rejimin ciddi bir tehdit aldığında olduğu özel bir dönemde gündeme geldiğini görelim. O dönemde İttihatçı kadroların[77] ve birçok subayın[78] Enver’e sadık olduğunu söylemek lazım. Savaşın yol açtığı onca felâkete rağmen Enver, halk nezdinde inkâr edilemez bir itibara sahipti. Onunla kıyaslandığında, onca askeri ve politik başarısına rağmen Mustafa Kemal, ikincil konumda ve daha az önemli bir isimdi. Dahası, Ankara’da bir araya gelmiş olan milletvekilleri de Kemal’in diktatörlere has yöntemlerini sineye çekmekte güçlük çekiyorlardı. Dolayısıyla Mustafa Kemal, zayıf ve hassas bir konumda bulunuyordu.

Mayıs 1920 gibi erken bir tarihte Kâzım Karabekir, TBMM başkanı Mustafa Kemal’e yazdığı uzun raporda önemli bir tehlikeden bahsediyordu.[79] İlgili dönemde aynı yılın güz aylarından itibaren İttihatçılığa karşı alerji, Kemal’in ülke içine yönelik politikalarını belirleyen faktörlerden biri hâline geldi. İttihatçıların kalesi olan Trabzon gibi şehirler ile muhalif politik gruplar üzerinde hâkimiyetini tesis eden Kemal, sürgündeki liderlerin ülkeye girişine yasak getirdi.[80] Ayrıca ülke dışındaki İttihatçı liderler hakkında yığınla rapor hazırlayıp bunları Ankara’ya gönderen Türk diplomatlar, aynı liderleri yakından izliyorlardı.[81]

Bu türden sıkı tedbirlere rağmen Enver, planını uygulamaya başladı. 1921 yılının Şubat ayının sonlarında Halil Paşa, cebinde oradaki güç ilişkilerini tahrip edecek evraklarla birlikte, Trabzon’a gitti. Oraya varır varmaz işe koyuldu.[82] Halil Paşa, Küçük Talat[83] ile Trabzonlu kayıkçıların başı Yahya’nın kurduğu milis güçlerini yeniden örgütledi, ayrıca bölgenin ileri gelenleriyle temas kurdu ve Enver’in destekçilerini gizli bir politik teşkilât içerisinde örgütledi. Fakat Ankara, yapılanlara cevabını kısa sürede verdi. Nisan ayının ortalarında bazı İttihatçılar ülkeden kovuldu.[84] Zaman kazanmaya çalışsa da Halil Paşa da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Mayıs ayında Trabzon’dan ayrılan paşa, Batum’a gitti. Tehlike, kısa süreliğine savuşturuldu.

Enver, Moskova’ya Şubat 1921’de döndü. Uygun anı bekleyen Enver, Sovyet liderlerine bir dizi sunum yaptı, Kemalist hükümetin SSCB’deki temsilcisi Ali Fuad Cebesoy’la görüşmeler gerçekleştirdi[85], Türkiye’ye ajanlar gönderdi ama bu isimler, Mustafa Kemal’e bağlı polisin eline geçti, özetle, Anadolu’da iktidarı yeniden ele geçirmek için elinden gelen her şeyi yaptı.

Bu dönemde ağırlıklı olarak Halk Şuralar Partisi’nin örgütlenmesiyle ilgili işlerle ilgilendi. Sovyetler’in sıcak bakmaması sebebiyle Anadolu’ya yönelik askeri sefer ihtimali ortadan kalkmıştı. Bu koşullarda Enver, politik eylemlerini daha çok Kemal’e karşı doğrultulmuş bir tür silâh olarak kullandı. Nisan başında hatta belki de daha önce[86] partinin programına son hâli verildi. Mesai isimli çalışmada dile getirilen argümanları temel alan seksen beş maddelik bir metin kaleme alınmıştı. Yalnız yeni metinde Bolşevizme yapılan atıfların özenle ve dikkatle silindiği görülüyordu. Enver’e göre bu değişikliklerde amaç, “Bakû’de hazırlanan ve irticalen gelişen komünist fikri esas alan programa mevcut koşullara uygun düşecek popülist bir görünüm kazandırmak”tı.[87] Oysa gerçekte yeni programın dile getirdiği tavizler kâğıt üstünde kalacak tavizlerdi. Öngörülen tedbirlerin detayına baktığımızda yeni program Mesai’den daha radikal bir metindi.[88]

Metinde kapitalizmi yargılayan Enver, “sosyal asalaklar” olarak gördüğü tefecileri, tekelcileri, zengin ve tembel insanları mahkûm ediyor, onları medeni hayatın dışında tutuyordu. İdare ve politika sahasında ise Enver sovyet sistemini methediyor, şura denilen kuruma seçimler ve devlet memurlarının kontrolü üzerinden, bürokrasiyi reforme etme görevi veriyordu. Ekonomi konusunda ise Enver, meslek birliklerine özel önem veriyor, ama bir yandan da üretim araçlarının kolektifleştirilmesi üzerinde duruyordu. Dış ilişkiler başlığında ise Sovyet rejimini benimsemiş ülkelerin kendi aralarında özel ilişkiler kurması, koşullar el verdiği ölçüde bu ülkelerin birbirine destek olması gerektiğini söylüyordu.

Programın en radikal maddelerinden biri, tarım kolektifleştirilmesiyle ilgiliydi. Mesai’de önerilen bu konu, köy şuralarının yönettiği “sovyet bölgeleri” biçimi dâhilinde kurumsallaştırılıyordu.

Hâsılı, Enver, Bolşeviklere sırtını dönmek şöyle dursun, devrimci odağa daha fazla teslim oldu. Bunun sebebi, Enver’in hâlen daha Sovyet desteğine bel bağlıyor olmasıydı. Ayrıca Mustafa Kemal’in görüşleriyle kendi görüşleri arasındaki farkı vurgulamak istiyordu. Bu şekilde sadece İttihatçı destekçilerini değil, Türkiye’deki “solcu fikirlere sahip” herkesi örgütlemeyi umut ediyordu. Zaten ilgili dönemde Anadolu’daki birçok komünist örgüte eski İttihatçılar sızmıştı.[89] Enverci hareketin elindeki en önemli maddi varlık buydu.

Temmuz ayı civarı Enver’in uzun zamandır beklediği doğru an nihayet gelip çattı. Kemalist hareket, o günlerde askeri düzlemde ciddi güçlüklerle boğuşuyordu. Yunan ordusu 10 Temmuz’da saldırıya geçti. Kütahya-Eskişehir bölgesinde şiddetli çatışmalar yaşandı. 25 Temmuz’da Türk askerleri yenildi ve Sakarya’nın ötesine geri çekilmek zorunda kaldı. Yunanlıların zafere ulaşacağı kaçınılmazmış gibi görünüyordu. O güne dek sızma girişimleri hep başarısızlıkla sonuçlanmış olan Enver, Anadolu hükümetinin yüzleştiği bu yenilgiden istifade ederek, kendisini halka kurtarıcı olarak sunabileceğini düşündü.

Neticede 16 Temmuz günü Türklerin yüzleştiği yenilgiden de önce Mustafa Kemal’e gerekçelerini, sitemlerini ve aleni tehditlerini içeren bir mektup gönderdi. Mektupta Enver, yakın gelecekte İttihatçı kongresi tertipleme niyetinden bahsediyor, sonunda da en kısa sürede Türkiye’ye dönme kararını bildiriyordu.[90] 28 Temmuz günü, Kemalist güçlerin geri çekilmesinden üç gün sonra, Enver, Sovyet dışişleri bakanı Çiçerin’le buluşma isteğini ilgili makamlara iletti. 30’unda Moskova’dan ayrılıp Batum’a gitti.[91]

Enver, Ağustos ayı boyunca krizin seyrini izledi, sınırı geçmeden önce Kemalistlerin tam anlamıyla yenilmesini bekledi. Etrafına topladığı Halil Paşa, Dr. Nazım, Küçük Talat ve Hacı Sami[92] gibi isimlerle Batum’da bir araya geldi. Ortalıkta kendi konumlarını yeniden gözden geçiren Rusların Kafkasya’ya on ilâ on beş bin askerden oluşan bir Müslüman gücünü gönderdiğine, bu gücün komutasının ise Enver’e verileceğine dair söylentiler dolaşıyordu. Batum’u heyecan sardı. Planlar hazırlandı, Trabzon’la kurulan temaslar artırıldı, Anadolu’ya geçiş tarihi belirlendi.

Fakat süreç istenildiği gibi işlemedi. Ağustos ayı süresince Anadolu’daki askeri güçler toparlandı. 5 Ağustos’ta TBMM’nin genelkurmay başkanı olarak atayıp kendisine diktatörlük yetkileri bahşettiği Mustafa Kemal, bir iki hafta içerisinde orduyu yeniden organize etti, askeri teçhizatı yenilemek için gerekli tedbirleri aldı, askerlerin moralini artırdı ve stratejiyi tepeden tırnağa değiştirdi.[93] Çatışmalar 23 Ağustos günü daha güçlü bir şekilde başladı. Yunanlılar ve Türkler arasındaki savaş daha da şiddetlendi. Ama bu sefer iki taraf eşit şansa sahipti. Kemalistler, hâlen daha yenilecek tarafmış gibi görünse de artık kimse, bu yenilgiyi kesin bir sonuç olarak değerlendirmiyordu. Dolayısıyla Batum’da Anadolu’ya yönelik planlar kuranlar, sabırlı olup mevcut durumun netleşmesini beklemek zorunda kaldılar. Batum’daki isimlerin politik kaderi, Sakarya Savaşı’nın sonucuna bağlıydı (ya da en azından onlar böyle olduğuna inanıyorlardı). Kemal yenilirse iktidarı onlar alacak, Kemal kazanır da düşmanı savuşturursa göçmen olma hâllerine alışmakla yetineceklerdi.

Halk Şuralar Partisi kongresi, Batum’da 5-8 Eylül tarihleri arasında, tam da bu belirsizlik ortamında toplandı.[94] Fırsattan istifade, Enver Paşa, İttihat ve Terakki ismini yeniden gün ışığına çıkarttı. Batum’da bulunan İttihatçıları da yakındaki Türk şehirlerinden gelen ve kendisine sadık olan isimleri de bu herkesin bildiği isim sayesinde toplayabilmişti.

Kongre belgeleri[95], Enverciliğin o dönemde uç konumlar aldığını ortaya koyuyor. Bu belgelerde savaş öncesinde İttihatçıların uyguladığı politika eleştiriliyor, bunun yanında, Üçüncü Enternasyonal’in öğretilerinden yana duran açıklamalara yer veriliyordu.

Halk Şuralar Partisi programı, hiçbir değişiklik yapılmadan kabul edildi. Milliyetçilik ve İslam ile güçlendirilmiş bir sosyalist devrimden bahseden program, ülkenin ızdırabına son verecek yegâne önerinin “Sovyet Türkiyesi” olduğunu söylüyor, bu bağlamda, “Yaşasın Sovyet Türkiyesi” sloganını dile getiriyordu. Öte yandan, Kemalist hükümete kimi suçlamalarla saldıran kongre katılımcıları, bu hükümeti yurttaşlar arasındaki bağları kopartmakla, keyfi ve zalimane bir kindarlıkla hareket eden liderlerinin peşinden gitmekle ve muhalefete karşı yasa dışı tedbirler almakla suçluyorlardı. Bu türden suçlamaların ardından kongre katılımcıları, Kemal’e seslenip ondan Türkiye sınırlarını sürgündeki İttihatçılara açmasını ve millet nezdinde belirli bir görüş birliği oluşsun diye onlara politik haklarını vermesini istediler.

Bu türden azarlamaların ve iddiaların hiçbir işe yaramadığı kısa sürede görüldü. 13 Eylül günü Sakarya Savaşı, 22 gün süren çatışmaların ardından, Türk ordusunun zaferiyle sona erdi. Kemal’in elde ettiği bu başarı ardından Yunanlılar Anadolu’dan çekilmeye başladılar. Bu koşullarda Enver’in hazırladığı müdahale planının artık hiçbir başarı şansı kalmamıştı. Ayrıca TBMM’nin Mustafa Kemal’e verdiği diktatörlük yetkileri[96] Türkiye’de Halk Şuralar Partisi’nin kurulması ihtimalini ortadan kaldırdı. Muhtemelen bu dönemde Sovyetler, Sakarya zaferinden itibaren hesaba katılması gereken bir güç olduğunu ispatlamış olan Kemalist hükümetle ilişkilerini tehlikeye atmaktan korktu ve İttihatçılara sunduğu desteği geri çekti. Bu gelişme dâhilinde Envercilik isimli gemi her yandan su almaya başladı. Eylül ayının ortalarında Batum’da herkes dermanı olmayan bir dertle karşı karşıya olduklarının farkındaydı.

Sonrasında yaşananları hepimiz biliyoruz.[97] Avrupa’da göçmen olarak huzurlu bir hayat yaşamayı tercih etmek yerine Enver Paşa, Hacı Sami ile birlikte Batum’u gizlice terk etti. Ekim ayının ortalarında Buhara’ya gelen Enver, burada Başkurtların liderlerinden Zeki Velidi Togan’la[98] bir araya geldi. Togan, Enver Paşa’yı Afganistan’a geçmeye ikna etmek için uğraşsa da Enver kararını çoktan vermişti. Ava çıkma bahanesiyle dağlara doğru yola çıkan Enver, 8 Kasım 1921 günü Türkistan’da faal olan Basmacı hareketine katıldı.[99] O dönemde Sovyetler’e karşı isyanda olan hareketin başına geçen Enver, Ruslara askerlerini bölgeden çekme çağrısı yaptı.

Halk Şuralar Partisi’nin eski lideri artık Panturanistti. Bolşeviklere karşı verdiği mücadele, gaye ve menzil açısından, Basmacıların sınırlarını aşan bir niteliği haizdi. Kendisini o büyük Asyalı ve Müslüman imparatorluğun başı olarak gören Enver, emirlerini “Büyük Turan’ın devrimci ordularının genelkurmay başkanı” unvanıyla imzalıyordu. Takipçileri de sultanlara bahşedilen sıfatlardan daha görkemli sıfatlarla anıyorlardı kendisini.

Ne var ki bu Turancı serabın ömrü çok uzun olmadı. Birkaç baskında başarılı sonuç alan Enver, eski Buhara Emiri’ne sadık kimi kabilelerin ihanetine uğrayınca yenilgiler yaşamaya başladı. Kızıl Ordu, halkı Basmacılara karşı örgütlemeyi bildi ve Haziran 1922’de kuşatma harekâtını başlattı. Bu harekât kısa sürede sonuç verdi. Bir avuç adamıyla Belcivan bölgesinde kuşatılan Enver, 4 Ağustos günü süvarilerin elde kılıç Sovyet makineli tüfek birliğine karşı saldırıya geçtiği sırada öldürüldü.

Enver’in hayatının bu son deminde yaşanan olayı yorumlamak gerçekten güç bir iş. Genelde bu noktada psikolojik faktörler üzerinde duruluyor. Batum’daki yenilgi sonrası hayal kırıklığına uğrayan Enver’in intikam alma hırsıyla hareket ettiği, megalomaninin tuzağına düştüğü söyleniyor. Ama öte yandan Enver’in bir ajan provokatörün tuzağına düşmüş olması da bir ihtimal. Bu noktada Türkistan seferi konusunda Enver’i tahrik eden isim olarak Hacı Sami’nin rolünün ne olduğunu anlamak gerekiyor.[100] Ayrıca, Enver’in Sovyetler’le başarısızlıkla neticelenmiş iki yıllık ilişkinin ardından gerçekleri gördüğü hipotezini de dışlamamak gerek. Bazı açıklamalarında Sovyetler konusunda muğlak ifadelere yer veriliyor. Belki de bu muğlaklık, onun Sovyetler’in gerçek yüzünü önceden görmüş olmasıyla ilgili.

Bazı isimlerse Enver’in Ekim 1921 sonrası kopuş yaşadığını varsayıyorlar. Bugün için Enver’in Halk Şuraları denilen girişimle Basmacıların çalışmasının uyumsuz olduğunu gördüğünü söyleyebiliriz. Ama dışarıdan bakıldığında ikisi arasında bir tür süreklilik varmış gibi görünüyor. Bu da her iki girişimin Türk ve Müslüman olana özel bir yer vermesiyle ilgili bir mesele.

Aynı devrimci aktivizm ile aynı ırki ve dini aidiyet anlayışı, 1920-1921’deki “sosyalist” tecrübeye de Türkistan seferine de nüfuz ediyor. Tek fark, “duygusal” bağlamla alakalı. Batum komplosuna kadar köleleştirilmiş milletlerin doğal müttefiki olarak görülen Bolşevizm umut kaynağı olarak değerlendirilirken, Bolşeviklerin Eylül 1921’deki “ihanet”i sonrası Bolşevizm eski Rus emperyalizmiyle ilişkilendiriliyor ve neticede Türklerin bir numaralı düşmanı hâline geliyor.

Batum kopuşu sonrası Türk-İslam vurgusunun sürekliliği bizi Enverci girişimdeki tutarsızlıkları hafife almamıza sebep olmamalı. Bu makalede de dile getirdiğimiz biçimiyle, Enver ve çizgisine mensup olanlar, Mondros’tan itibaren oportünist adımlar atıyorlar.

Artık sadede gelebiliriz: Mesele, Enver’i yüceltmek, onu ferasetli ve vicdanının sesinin peşinden giden bir lidermiş gibi takdim etmek değil. Neticede Enver, Bolşeviklerle bir kedi-fare oyununa tutuşuyor, ama bu oyunda fare olan, kendisi, zira Enver, kendi boyunu aşan bir oyuna dâhil oluyor.

Peki o zaman Batum’a kadar geçen sürede geliştirilmiş olan fikirler hinlik ve kurnazlığın ürünü mü? Bu konuda duyulacak her türden şüphe meşru. Jön-Türk hareketinin geliştirdiği ilerici fikirlere vakıf insanlar olarak Envercilerin yetersiz bir biçimde formüle ettikleri anlayışları dâhilinde, değişim konusunda gerçek bir iradeye sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ama gene de Batum komplosu başarıya ulaşmış olsaydı ve Enverci güçler Anadolu’ya geçip iktidarı alsalardı, İttihatçılar o fikirleri uygulamaya çalışacaklar mıydı çalışmayacaklar mıydı, bu sorunun cevabını bilmek zor. Enver’in müdahalesi ve beraberinde Bolşevik askerlerin Anadolu’ya gerçekleştireceği hücum, muhtemelen Müttefiklerin saldırısını tetikleyecek, neticede Enver’in imparatorluk rejimi varlığını ispatlama fırsatı bile bulamayacaktı.

Paul Dumont
Meudon, 1975
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Mondros Ateşkes Anlaşması, Türk ordusunun hızla seferber edilmesini, tüm savaş gemilerine el konulmasını, Suriye, Trablus ve Mezopotamya’daki Osmanlı garnizonlarının teslim olmasını şart koşuyordu. Ayrıca bu ateşkes sayesinde Müttefik Kuvvetler demiryollarının kontrolünü ele geçirdiler, Çanakkale ve İstanbul boğazlarını, bunun yanında, Batum ve Bakû gibi bir dizi stratejik noktayı işgal ettiler.

[2] İttihat ve Terakki Komitesi’nin liderlerinden olan Talat Paşa, 1908 devrimi sonrası içişleri bakanlığı yaptı. 1917’de başvezir oldu. 14 Ekim 1918’de ateşkes görüşmelerinin rahatça yürümesini sağlamak adına İttihatçı kabinesiyle birlikte istifa etti. İslam Ansiklopedisi’nde hayat hikâyesi aktarılmaktadır. Ayrıca bkz.: M. K. İnal, Son Sadnazamlar, Istanbul, 4. Baskı, s. 1933.

[3] Cemal Paşa (1872-1922) 1913’ten itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten üç isimden biridir. İttihat ve Terakki Komitesi icra kurulunun üyesi olan Cemal Paşa 1911’e Bağdat valisi olarak atandı, ardından, 1913 yılında İstanbul’un valisi oldu. Kabineye bayındırlık bakanı olarak dâhil oldu. Ardından, Şubat 1914’te donanma bakanı (bahriye nazırı) oldu. Bu görevlerine bir de Şam’daki Dördüncü Ordu komutanlığını da ekleyen Cemal Paşa, 1915 ve 1916’da Mısır’ı İngilizlere karşı ayaklandırmak için uğraştı. Ama Arap coğrafyasında yürüttüğü bu politikanın gerçek dışı olduğu görüldü. Hayat hikâyesi için D. A. Rustow’un İslam Ansiklopedisi için yazdığı makaleye bakılabilir.

[4] 1908 devriminin kahramanı olarak Enver Paşa (1881-1922) tuğgeneral oldu, Ocak 1914’te Said Halim Paşa kabinesine harbiye nazırı (savaş bakanı) olarak girdi. Aynı yılın Mart ayında padişahın yeğeni Naciye Sultan’la evlenen Enver Paşa, kısa sürede yükseldi. Almanya-Osmanlı ittifakının gerçek mimarı olan Enver Paşa, Osmanlı’yı Almanya lehine savaşa sokan kişiydi. Sonuçta, Mondros Ateşkesi sonrası Osmanlı’nın yüzleştiği yıkım sürecinin ana sorumlusu olarak görüldü. Enver Paşa’nın detaylı hayat hikâyesi için D. A. Rustow’un İslam Ansiklopedisi’ndeki makalesine bakılabilir. Ayrıca 1914 öncesi dönemin kısa bir tahlili için bkz.: Feroz Ahmad, The Young Turks. The Committee of Union and Progress in Turkish politics, 1908-1914, Londra, 1969. D. A. Rustow, 1960’tan önce Türkçede yayımlanan çalışmaları aktarıyor. Bu tarihten önceki çalışmalar içerisinde şu kitap öne çıkıyor: Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, İstanbul, 1970-1972, 3 Cilt.

[5] Şevket Süreyya Aydemir, bu üç paşanın yanındaki isimlerin arasında Dr. Nazım’ın, Dr. Bahaeddin Şakir’in, eski Konya valisi Mehmed Cemal Azmi’nin ve İstanbul emniyet müdürü Bedri’nin bulunduğunu söylüyor (A.g.e., III. Cilt, s. 497). Diğer İttihatçılar, ülkeyi kısa süre sonra terk ediyorlar. İtalya, İsviçre, Almanya, ayrıca Azerbaycan’da göçmenlerden oluşan ekipler kuruyorlar.

[6] Enver Paşa, bir süre Kırım’da kaldı. Kafkasya’ya geçmek için yol aradı. Ama Karadeniz’deki fırtına onun geri dönmesine neden oldu. Buna karşın, 1918 sonunda Kafkasya’da Enver Paşa’nın bölgede olduğuna dair dedikoduların her yana yayıldığını görüyoruz.

[7] Almanya, “suçluların iadesi talebi”ne yönelik olumsuz cevabını ilgili makamlara 30 Nisan 1919’da iletti. Konuyla ilgili olarak bkz.: Y. H. Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, Ankara, 1967, III (4), s. 781-783.

[8] Talât Paşa, 15 Mart 1921’de Berlin’de suikast sonucu öldürüldü. Cemal Paşa, aynı kaderle Temmuz 1922’de Tiflis’te yüzleşti. Enver Paşa ise 4 Ağustos 1922 günü Sovyetler’e ait bir makineli tüfekten çıkan kurşunla öldürüldü.

[9] Kemalistlerin Sovyetler’e gönderdiği ilk resmi heyet Mayıs 1920’de Moskova’ya vardı, ancak Türkiye’ye bağımsızlık konusunda istediği tüm güvenceleri veren Türkiye-Sovyetler dostluk anlaşması ancak 16 Mart 1921 günü imzalanabildi. Bu uzun süren müzakere süreci, Müttefik Kuvvetler nezdinde ciddi endişelere yol açtı. Bu konuyla ilgili olarak bkz.: the Archives of the French Ministry of Foreign Affairs (AMAEF), series E, Levant 1918-1929, Turkey, Dosya 278.

[10] İslam’la sosyalizmi örtüştürme girişimi konusunda öne çıkan isimlerden biri de Sultangaliyev’di. Ateist olmasına rağmen İslam’ın “demokratik ve ileri yönleri”ne işaret eden Sultangaliyev, sosyalistlerle Müslümanlar arasında tesis edilecek kalıcı işbirliğine dair bir tahayyüle sahipti. Konuyla ilgili olarak bkz.: A. Bennigsen ve Ch. Quelquejay, Les mouvements nationaux chez les Musulmans de Russie, Paris-La Haye, Mouton, 1960.

[11] K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, İstanbul, Türkiye Yay., 2. Baskı, 1962 ve ayrıca bkz.: İstiklâl Harbimizde Enver Paşa ve İttihat Terakki Erkânı, İstanbul, Menteş, 1967.

[12] Bir muvazzaf subay olarak Ali Fuad (Cebesoy) Batı Cephesi’ndeki Anadolu güçlerinin komutanı olarak bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynadı. Ali Fuad, Mart 1920’de Eskişehir’i alan kişiydi. İstanbul hükümetinin ricası üzerine, Kasım 1920’de cephedeki görevinden alınıp Bolşeviklerle yürütülen müzakerelerde görevlendirildi. Türkiye-Sovyetler Dostluk Anlaşması 16 Mart 1921’de, onun Moskova elçisi olduğu dönemde (Şubat 1921-Mayıs 1922) imzalandı.

[13] A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, İstanbul, Vatan Neşriyat, 1955.

[14] “Tarihi Mektuplar”, Tanin, 15 Ekim 1944-1 Nisan 1945.

[15] Bu anlamda, Tanin gazetesinde yayınlanan “Tarihi Mektuplar”a ihtiyatla yaklaşılmalı. H. С. Yalçın, 1944 yılında hâlen daha hayatta olan bazı kişilerin hassasiyetlerini gözeterek bazı yerlerin kesildiğini kabul ediyor. Son olarak Sami Sabit Karaman’ın hatıratına da bakılabilir: İstiklâl Mücadelesi ve Enver Paşa, İzmit, 1949. Bu çalışmada da mektuplara atıfta bulunuluyor.

[16] Bitmeyen Savaş. Kutûlamare Kahramanı Halil Paşa’nın Anıları, Yayına Hz.: M. T. Sorgun, İstanbul, Yedi Gün Yay., 1972. Halil Paşa (1881-1957) iyi bir subaydı. 1916’da elde ettiği zafer sırasında 13.000 adamıyla birlikte Irak’ın Kutûlamare şehrinde General Townshend’i ele geçirdi. Sonrasında Doğu Ordusu’na komuta etti. Ordu Eylül 1918’de Bakû’yi işgal etti. Batum’da gözaltına alınıp İstanbul’a getirilen Halil Paşa, Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imza edildiği günün ertesi kaçmayı başardı (Ağustos 1919). Anadolu’ya geçip Mustafa Kemal’in emrine girdi. İttihatçılığından taviz vermediğini gören ve bu hâlini kaygıyla karşılayan Mustafa Kemal onu Kafkasya’ya gönderdi. Burada Bolşeviklerle birlikte çalıştı. Sürgün yılları boyunca Halil Paşa’nın Mustafa Kemal’in siyasetinden çok Enver Paşa’nın siyaseti için çalıştığını görüyoruz. Bunun sonucunda, 1923’te ülkeye dönen Halil Paşa ordudan ve siyasetten dışlandı ve erkenden emekli edildi.

[17] S. S. Aydemir, A.g.e.; M. Tunçay, Mesaî. Halk Şuralar Fırkası Programı. 1920, Ankara, 1972, Publication de la Faculté des Sciences politiques.

[18] Fransız dışişleri bakanlığının yaklaşımı konusunda E serisi içerisinde yer alan dosyalardan faydalandık: Levant 1918-1929, Turkey. İngiliz arşivleri konusunda ise İngiliz Dışişleri Bakanlığı Arşivi’ni kullandık (FO): Seri 371, Dosya 4141. Ele aldığımız dönemde İtilaf Kuvvetleri’ne mensup ülkelerin başkentleriyle Moskova ve Ankara arasında doğrudan diplomatik ilişki kurulamadığı için bu arşivlerde kimi doğal boşluklara rastlanıyor. Ama bir yandan arşivler faydalı kimi verileri de içeriyor. Bunların fazla meraklı muhbirlerin dedikodularından ayrıştırılması gerekiyor.

[19] 25 Mart 1919 gibi erken bir tarihte Fransız bir diplomat dışişleri bakanlığına şu mesajı gönderiyor: “Önemli bir kaynaktan gelen bilgiye göre, Enver Paşa ve partisinin elinde şuan 36 milyon sterlin var ve bu parayı Bolşevik propagandası için kullanmayı düşünüyorlar.” (AMAEF, ser. E, Levant 1918-1929, Turkey, Dosya 278, f. 35). Nisan 1919’da Enver’in uçakla Moskova’ya gitmeye çalıştığını biliyoruz. Bkz.: S. S. Aydemir, A.g.e., Cilt III, s. 521.

[20] Karl Radek’in otobiyografisi için bkz.: G. Haupt ve J. J. Marie, Les Bolcheviks par eux-mêmes, Paris, Maspero, 1969, s. 338; ayrıca bkz.: O. E. Schüddekopf, “Karl Radek in Berlin”, Archiv für Sozialgeschichte, II, 1962, s. 87-166. Ayrıca Radek’in ismi bu dönemde İttihatçılar arasındaki yazışmalarda da sıklıkla karşımıza çıkıyor: Bkz.: “Tarihi Mektuplar”, Tanin.

[21] Karakol isimli gizli teşkilât, Mondros Ateşkesi’nden kısa bir süre sonra kuruldu. Düşmana karşı verilen milli direnişin ilk tezahürlerinden biriydi. Eski İttihatçılar olarak Karakol üyeleri sürgündeki paşalarla, özellikle Enver Paşa’yla temaslarını hiç kopartmadılar. Bu teşkilâtla ilgili olarak bkz.: T. Z. Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler. 1859-1952, İstanbul, 1952, s. 520-523. Dışişleri bakanlığına ait bir belge, ta Eylül 1919’da İstanbul’da Bolşeviklerin faaliyet yürüttüğünü teyit ediyor (konuyla ilgili olarak bkz.: Dr. S. R. Sonyel, “Orgeneral Kâzım Özalp’ın Anıları ile İlgili Bir Açıklama”, Belleten, XXXVII, 146, Nisan 1973, s. 231-234). Bu heyetin başındaki isim olan Şalva Elieva (1885-1937), Bolşevik Parti’ye uzun süredir hizmet eden bir militandı. Pravda’da yazıları çıkan Elieva, St. Petersburg’daki öğrenci grupları içerisinde ajitasyon çalışmaları yürütüyordu. Çarlık döneminde yürüttüğü bu faaliyetlerine bağlı olarak birkaç kez hapse girdi, sürgüne gönderildi. Ekim Devrimi sonrası Vologda Sovyeti’ne başkanlık eden Elieva, İkinci Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi heyetine seçildi. 1919-1921 arası dönemde Doğu Cephesi’nde ve Türkistan’da faal olan Kızıl Ordu Devrimci Konseyleri üyeliği yaptı. Sonrasında partinin üst kademelerine yükseldi. Stalin’in yürüttüğü tasfiye sürecinin kurbanı olarak 1937’de hapiste öldürüldü. Karakol Cemiyeti’yle ilişkisi konusunda bkz.: A. F. Cebesoy, A.g.e., s. 60.

[22] A. F. Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, Vatan neş., 1953, s. 42.

[23] Burada bahsi edilen “Doktor”, Dr. Nazım’dı (1870-1926). Dr. Nazım, İttihat Terakki Partisi merkez komitesi üyeliği yapmış, 1918’de Kamusal Eğitim Bakanlığı görevini üstlenmiş bir isimdi. Mondros sonrası ülkeden kaçan paşalara eşlik etti. Mustafa Kemal’e karşı “komplo” kurduğu gerekçesiyle 1926’da idam edildi.

[24] Tanin, 16 Ekim 1944; Aynı metin kimi ihmal edilebilir değişikliklerle şurada yeniden yayımlandı: S. S. Aydemir, A.g.e., III, s. 520.

[25] Bkz.: K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 581-582, Karabekir’in 13 ve 14 Nisan 1920’de Mustafa Kemal’e gönderdiği mektuplar. Ancak burada şu hususu ifade etmek gerekiyor: Türkiye-Sovyetler arasında kurulan ilk temasların üzerindeki örtü hâlen daha kaldırılabilmiş değil. Bu konuyla ilgili olarak bkz.: M. Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar. 1918-1925, Ankara, Bilgi, 2. Baskı, 1967, s. 68, dipnot. 6.

[26] Subaylıktan emekli olmuş bir isim olarak Baha Sait (ö. 1936) Karakol Cemiyeti’ne can veren en önemli isimlerden birisidir. Bakû’de kaldığı dönemde TKP’nin örgütlenmesi sürecine iştirak etmiş olan Baha Sait, Ankara ile Moskova arasında doğrudan gerçekleştirilecek görüşmelerin zeminini hazırlayan kişidir. Bkz.: K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 579-581.

[27] Bkz.: T. Z. Tunaya, A.g.e., s. 522-523.

[28] K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 591-592. Burada ilgili anlaşmanın tam metni veriliyor.

[29] Tarafları Moskova adına hareket eden Kafkasya Komünist Partisi Merkez Komitesi ile Karakol Cemiyeti’ni temsilen Uşak Kongresi Heyet-i İcraiyesi adına Baha Sait temsil ediyordu. Anadolu hükümeti, bu tür bir anlaşmanın altına imza atmayı reddetti, Karakol Cemiyeti başkanı Kara Vasıf’a onay vermediğini açıkladı. Bu konuyla ilgili olarak Mustafa Kemal’in Rauf Orbay ve Kara Vasıf’a yazdığı mektuplara bakılabilir: K. Karabekir, A.g.e., s. 593-594.

[30] A.g.e., s. 573-578. Ayrıca bkz.: G. Jâschke, “Le rôle du communisme dans les relations russo-turques de 1919 à 1922”, Orient, 26, 1963, s. 31-44.

[31] İttihat ve Terakki Komitesi icra kurulunun eski üyesi Küçük Talat da Halil Paşa’yla aynı zamanlarda İstanbul’dan kaçtı. Bakû’de faal olan TKP içerisinde önemli bir rol oynadı. Bilhassa bu teşkilâtın propaganda faaliyetlerini yürüttü (bu faaliyetler dâhilinde Bolşevik bildirilerini tercüme etti, Yeni Yol gazetesini yayınladı). 1920-1921 yılları boyunca Küçük Talat, Enver Paşa’nın en faal yol arkadaşlarından biri olarak Bakû, Trabzon ve Batum’da çalışma yürüttü, Türkiye’de o “kanlı devrim” gerçekleşsin diye uğraştı (Bkz.: 16 Mayıs 1921 tarihinde Halil Paşa’ya yazdığı mektup, aktaran: Ş. S. Aydemir, A.g.e., III, s. 603).

[32] Dr. Fuad Sabit, eskiden Türk Ocakları mensubu bir pantürkistti. Temmuz 1919’daki Erzurum Kongresi’nden bir gün sonra Mustafa Kemal’in emriyle Kafkasya’ya gönderilen Fuad Sabit Bolşeviklerle temas kurdu ve Bakû’de TKP’nin kuruluş sürecinde yer aldı. Mayıs 1920’de ise bu sefer karşımıza Halil Paşa ile birlikte çıkıyor (K. Karabekir, İstiklal Harbimiz, s. 739). Bolşevizmin halesine kapılan Fuad Sabit o günden sonra Türk milliyetçilerinden uzaklaştı ve Bolşevik lider Mustafa Suphi’ye örgütlendi.

[33] İngilizlerin Bakû’deki milliyetçi hükümeti boğmaya yönelik hamleleri esasında Kemalist Anadolu’yu da tehdit ediyordu. Bir yandan da General Denikin’in askerleri karşısında zafere ulaşmış olan Kızıl Ordu Kafkasya’ya doğru ilerliyordu. Bakû’yü ele geçirmeleri an meselesiydi. Bu durumu İttihatçılar Türkiye’nin hayrına olacak şekilde istismar etmeye çalıştılar. Onlara göre Azerbaycan’ın sovyetleştirilmesi İngiliz siyasetine indirilmiş bir darbeyi ifade ediyordu. Ayrıca, Bolşeviklerle Mustafa Kemal arasındaki yakınlaşmanın ilk aşaması bu sayede aşılabilirdi. Azerbaycan’da epey itibarlı bir konuma sahip olan İttihatçı liderler Azeri asilleri Sovyet davasına kazanma görevini üstlendiler ki bu, esasen beyhude bir çabaydı. Bir görevlerinin de Bakû’nün işgaliyle ilgili şartları müzakere etmek olduğunu düşünüyorlardı. Bu türden hizmetleriyle Türkiye’ye kazandıracaklarını, ülkenin ileride Moskova ile yürütecekleri görüşmelerde avantajlı bir konuma sahip olacağını ümit ediyorlardı. Kâzım Karabekir’in ve Halil Paşa’nın hatıratı (A.g.e., s. 318 ve devamı) bu dönemle ilgili ilginç veriler sunuyor. Ayrıca bkz.: S. A. Zenkovsky, Pan-Turkism and Islam in Russia (Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1967), s. 264-267 ve Transkafkasya’daki durumla ilgili 15 Temmuz 1920 tarihli rapor: FO 3716/4944, f. 137.

[34] Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ın sovyetleştirilmesi Anadolu’nun lehine olan bir gelişmeydi. Böylece Transkafkasya’da İngilizlerin çevirdikleri dolaplar boşa düşmüş oluyordu. Buna ek olarak, Bakû-Batum demiryolunun Bolşeviklerin kontrolüne geçmesiyle birlikte Kafkasya boyunca askeri yardımların geçiş yolları da açılmış olacaktı. Bu noktada şu hususu belirtmek gerek: Bakû’deki İttihatçılar, Anadolu hükümetinin talimatlarını uyguluyorlardı: Bölgede Türkiye ile Bolşevikler arasında ortak bir sınır hattının çekilmesi, Kemalist stratejinin geliştirdiği ana görüşlerden birisiydi. Bu bağlamda şu gelişme üzerinde durulmalı: Karabekir, askerlerini Ekim 1920’de Kars karşısına konuşlandırdığında amacı, sadece “üç sancak” olarak Kars, Ardahan ve Artvin’i yeniden ele geçirmek değil, ayrıca Bolşeviklerin Gürcistan ve Ermenistan’da iktidara gelmelerini sağlamaktı. Bkz.: K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 762 ve devamı; Fakat Sovyet tarihçileri olgularla ilgili bu yorumu paylaşmıyorlar: bkz.: S. I. Kuznecova, “Krah tureckoj intervencii v Zakavkaz’e v 1920-1921 godah” (“1920-1921’de Türklerin Transkafkasya’daki Müdahalesinin Başarısızlığı”), Voprosy istorii, 9, 1951, s. 143-156.

[35] Bolşevizmin Türkiye’ye taşınması ihtimali sadece onların aklında yoktu. 1920 yılında Mustafa Kemal ile Kâzım Karabekir’in de gerektiğinde Bolşevik olmaya hazır oldukları görülüyor. Bu konuyla ilgili olarak bkz.: Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm, İstanbul, May Yay., 1970. Fakat Kemalistler için asıl mesele, Müttefik Kuvvetler’i ürkütmekti ki neticede de umdukları oldu (Bkz.: AMAEF, ser. E, Levant 1918-1929, Turkey, Dosya. 162 ve 278, Fransa Cumhuriyeti’nin İstanbul’daki yüksek komiseri, Paris’i Anadolu’nun sovyetleşme sürecine girdiği konusunda ikaz ediyor.).

[36] Mustafa Suphi’nin (1883-1921) yolu da birçok Doğulu ideolog gibi Paris’ten geçti. Burada üniversite okuyan, çeşitli temaslar kuran Mustafa Suphi, sonrasında ülkesine dönüp siyasi hayata atıldı. 1913’te İttihatçılara yönelik muhalefeti sebebiyle Sinop Cezaevi’ne konuldu. Buradan kaçan Suphi Rusya’ya gitti. Savaşın ilânı sonrası Osmanlı tebaasından olması sebebiyle yeniden hapse atıldı. Esir kampında Bolşeviklerle temas kurdu. Ekim Devrimi sonrası Moskova’da çıkan, Rusya’daki Türk komünistlerinin gazetesi Yeni Dünya’nın yayın yönetmenliğine getirildi, ayrıca Stalin’in başında olduğu Milliyetler Bakanlığı’na bağlı Doğu Halkları Merkez Bürosu Türkiye seksiyonu başkanı oldu. Mart 1919’da Üçüncü Enternasyonal’in Birinci Kongre’sinde Türkiye’yi temsil etti. 1919 ve 1920 yıllarında Moskova’nın partinin Müslüman seksiyonlarında kontrolü sağlaması amacına hizmet etmek adına Kırım ve Türkistan’da çalışmalar yürüttü. 27 Mayıs 1920’de Bakû’ye gelen Suphi, burada İttihatçıların kurduğu partiyi ele geçirdi ve kimi tanıkların aktardığı kadarıyla, askeri seksiyonu da dâhil etmek suretiyle partiyi yeniden organize etti. 1921 yılının başında Türkiye’ye gitti. Ankara’ya gidip Mustafa Kemal’le Anadolu’da TKP’yi kurma meselesini müzakere etmeyi planlıyordu. Ama Karabekir gibi doğu vilayetlerinde faal olan milliyetçiler, bu adımı hoş karşılamadılar. Antikomünist halk gösterileri tertiplediler. Ocak ayının sonunda 14 yoldaşıyla birlikte katledildi. Komünizmin “şehidi” olarak Mustafa Suphi, birçok araştırmacının dikkatini çekti: örneğin bkz.: G. S. Harris, The Origins of Communism in Turkey, Stanford, Hoover Institute, 1967. Ayrıca bkz.: H. Bayur, “Mustafa Suphi ve Milli Mücadeleye El Koymaya Çalışan Bazı Dışarıda Akımlar”, Belleten, 140, Ekim 1971, s. 587-654.

[37] G. S. Harris, A.g.e., s. 58-59. Mustafa Suphi, Bakû’de yapılanı partinin çözünmesi olarak değerlendiriyor (H. Bayur, A.g.e., s. 610), fakat Küçük Talat, Cemal Paşa’ya yazdığı 8 Eylül 1920 tarihli mektupta (Tanin, 22 Şubat 1945), bu süreci en iyi ifade edecek kelimenin “tasfiye” olduğunu söylüyor.

[38] “Cemal Paşa’ya Mektup”, a.g.e.

[39] İngilizler, İstanbul’u Türklere teslim etme sözü verdi. Kafkasya Cumhuriyetleri’ne özgürlüklerini vermeye hazır olduklarını da söylediler. Ama bu sözü yazılı olarak vermeyi reddettiler. Konuyla ilgili olarak bkz.: S. S. Aydemir, A.g.e., III, s. 527-529. Bu çalışma, Enver’in 25 Ocak 1920’de Cemal Paşa’ya yazdığı, konuyla ilgili mektubunu aktarıyor (aynı metin şurada da yer alıyor: Tanin, 16 Ekim 1944).

[40] A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 136-137; K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 749-750. Görevini başarıyla ifa etmesine karşın şüpheli bir isim olarak görülen Halil Paşa’ya “teşekkür” eden Mustafa Kemal, Ankara hükümetiyle Bolşevik liderler arasındaki görüşmelere Halil Paşa yerine Bekir Sami ve Yusuf Kemal’i gönderdi.

[41] A.g.e., s. 798-799 ; A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 49.

[42] Tanin, 18 Ekim 1944.

[43] A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 50-52.

[44] Özellikle bkz.: Arif Cemil Bey, “Ittihad ve Terakki Ruesasının Diyar-i Gurbet Maceraları”, Tevhid-i Efkâr, 22 Mayıs 1922.

[45] Bu aktif üyelerin önemli bir kısmı da Enver’in 1914’te kurduğu Teşkilât-ı Mahsusa isimli gizli servisin eski üyeleri.

[46] Üçüncü Enternasyonal’in himayesinde organize edilmiş olan bu kurultayla ilgili olarak meseleyi ele alan bir dizi çalışmadan bahsedebiliriz. Önyargılı kimi görüşlere sahip olsa da bkz.: I. Spector, The Soviet Union and the Muslim World. 1917-1958, Seattle, University of Washington Press, 2. Baskı, 1967, III. Bölüm. Bakû Kurultayı’na katılan A. Rosmer, tanıklıklarını hatıratında kısa da olsa aktarıyor: Moscow under Lenin, Paris, Maspero, 1970, I, 16. Bölüm).

[47] Le premier congrès des peuples de l'Orient, stenografi raporu, Petrograd, l'Internationale communiste baskısı 1921 (tıpkı basım, Paris, Maspero, 1971), s. 108.

[48] “Baskı altındaki milletlerin kendi politik kaderlerini tayin etme hakkı”na yönelik vurgu esasen Ermenilerle ilgiliydi. Zira o dönemde Ruslar, Ermeniler için Anadolu’dan toprak talep ediyorlardı. Bu noktada şu hususu da ifade etmek gerekiyor: Bolşevikler kendi yürüttükleri propaganda faaliyetlerine hizmet ettiği ölçüde milli duygulardan bahsetseler de, kendi iç işlerinde milli duyguların muhafazası siyasetine pek sıcak bakmıyor olsalar da Bakû Kurultayı’nda bir şekilde halkların kendi kaderlerini tayin hakkından dem vurdular.

[49] “Enver’in Mektubu”, Tanin, 19 Ekim 1944.

[50] Cavid Bey’e yazılmış 27 Mayıs 1921 tarihli mektubunda (Tanin, 1 Kasım 1944), Enver kendi programını tereddütsüz, “komünist bir program” olarak tarif ediyor. Dr. Nazım, “Bolşevik programının ılımlı bir kopyası”nı hazırlıyor (Cavid Bey’e Mektup, 26 Nisan 1921; Tanin, 15 Kasım 1944).

[51] Mesaî, s. 41-82.

[52] Bu bağı Mete Tunçay kuruyor: A.g.e., s. 2.

[53] Batum kongresi konusunda bir önceki dipnotta atıfta bulunulan çalışmanın 156 ve 157. sayfalarına bakınız.

[54] Kâzım Karabekir’in yayımladığı İstiklâl Harbimizde Enver Paşa isimli çalışmada şunlar söyleniyor: “Kongre katılımcıları 1920’deki toplantıda hazırlanmış olan ve geçici olarak ‘Mesai’ ismiyle anılan, “Öğreti ve Amaçlar” başlığını taşıyan bir giriş bölümüyle açılan programı incelediler, onu sonrasında hazırlanan ve kabul edilen Halk Şuraları Partisi programıyla kıyasladılar ve iki metnin az çok aynı fikirleri içerdiğini gördüler. […]” Bu pasaj, Mesai çalışmasının kökeniyle ilgili her türden şüpheyi ortadan kaldırıyor.

[55] Mesai, Bakû’de yazıldığına göre, muhtemelen bu şehirde olan Küçük Talat gibi İttihatçılar sonradan Trabzon’da basılacak olan programın hazırlanması sürecinde yer aldılar (Bkz.: “Dr. Nazım’ın Cavid Bey’e Mektubu”, sayı 50) ve bu program Mesai’ye benziyordu.

[56] M. Tunçay, Mesaî, s. 43. Bu bağlamda şu söylenebilir: Son on yıldır Türk üniversitelerinde “Asya Tipi Üretim Tarzı” üzerinde duran teorisyenlerin Osmanlı toplumu tarifi, Mesai’deki tarife çok benziyor. Örneğin bkz.: S. Divitçioğlu, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, İstanbul, 1967.

[57] M. Tunçay, Mesaî, s. 68 ve devamı.

[58] A.g.e., s. 46.

[59] A.g.e., s. 47-48.

[60] A.g.e., s. 47 ve 55.

[61] Ülkedeki toplumsal ve politik örgütlenmenin tüm düzeyleriyle ilgili ifadelerde hep “Şura” sözcüğüne rastlanıyor. Memurları o atıyor, bankaları o yönetiyor, halk milislerini o organize ediyor, bakanların seçimi sürecine katılıyor vs. A.g.e., s. 57 ve sonrası.

[62] Bkz.: S. Selek, Anadolu İhtilâli, İstanbul, Burçak Yay., 4. Baskı, 1968, s. 575-579. Halk Zümresi 28 maddelik bir politik programa sahipti. Mesai’de geliştirilmiş olan görüşlerin önemli bir kısmının 8 Eylül 1920 günü halka duyurulan Halk Zümresi programında da yer aldığı görülüyor (M. Tunçay, A.g.e., s. 107-110).

[63] Anayasanın ilk taslağı TBMM’ye 18 Eylül 1920 günü teslim edildi. Kemalizmin ana başarılarını resmiyete kavuşturan nihai metin, İnönü zaferinin Ankara hükümetinin konumunu güçlendirmesi ardından, 20 Ocak 1921 günü kabul ediliyor.

[64] Le premier congrès des peuples de l'Orient, a.g.e., s. 112.

[65] Bkz.: les mémoires de Halil pacha, s. 350. Enver Paşa-Halil Paşa arasındaki yazışmalar konusunda bkz.: A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 163-172, ve S. S. Karaman, A.g.e., s. 100.

[66] Ruslar, muhtelif harcamaları karşılaması için Enver’e kâğıt para olarak 500.000 mark gönderdi. Bkz.: Halil Paşa’nın 16 Ocak 1921 tarihli mektubu, A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 169; ve H. Bayur, a.g.e. s. 636-637.

[67] Bkz.: Kâzım Karabekir’in 28 Eylül 1920 tarihli mektubu, a.g.e. s. 48. Ayrıca bkz.: A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 164.

[68] A.g.e., s. 224-225. Bu kongreyle ilgili olarak elimizde bulunan bilgiler çelişkili. Toplantının gerçekten de Roma’da yapılıp yapılmadığı bilinmiyor. Tek bilinen, Türk Milliyetçileri Kongresi’nin Ocak 1921’de yapıldığı (AMAEF, ser. E, Levant 1918-1929, Turkey, back. 162, s. 51-123) ve Fransa yanlısı bir isim olan Ahmed Rıza’nın kongreye başkanlık ettiği. Rıza, elindeki yetkileri kullanarak, kongrede tartışmalara sebep olan İttihatçıları toplantıdan atıyor. Tabii Enver’in Roma’ya tebdili kıyafet gelmiş olma ihtimali de mevcut. Belki de Ahmed Rıza’nın toplantısı öncesi ya da sonrası Avrupa’daki sürgün isimlerle ve Ankara hükümetinden delegelerle aynı şehirde bir başka kongre düzenledi.

[69] Bkz.: “Komünist Enternasyonal İkinci Kongresi, Millet ve Sömürge Meseleleri Üzerine Tezler ve Eklemeler” Les quatre premiers congrès mondiaux de l'Internationale communiste. 1919-1923 içinde, Bibliothèque communiste, 1934 (kopyası, Paris, Maspero, 1971), s. 58.

[70] Buradan şunu söylemek gerekiyor: Mustafa Kemal 4 Ekim 1920 tarihli mektubunda (A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 55-57) Enver’i Panislamizm konusunda uyarıyor ve Rusların bu akıma şüpheyle yaklaştığını söylüyor. Bu uyarı hasmından gelmiş olsa da muhtemelen Enver’in İttihatçıların kongrelerinde konuyla ilgili olarak benimsedikleri stratejiyi şekillendirmesine katkıda bulunuyor.

[71] S. S. Karaman, a.g.e., s. 100-101; A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 163.

[72] Halil Paşa’nın 8 Şubat 1921 tarihli mektubu, S. S. Karaman, a.g.e. s. 106.

[73] 4 Ocak 1921 tarihli mektup, A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 165.

[74]. A.g.e., s. 185-187. Müttefikler de bu ordunun askerlerini yakından izliyordu. Onlara göre söz konusu ordunun mensupları, “Bolşevik propaganda için çalışacak gizli ajanlar hâline gelebilirlerdi”. (AMAEF, ser. E, Levant 1918-1929, Turkey, back. 279, s. 75). 2 Haziran 1922 tarihli bir raporda ise şunlar söyleniyordu: “Yaşanan köklü değişiklikler yüzünden demoralize olan, vatanlarını ve ailelerini bir daha göremeyecekleri konusunda ümitsizliğe kapılan askerler, Moskova’dan gelen ajanların önerdiği güzel hayat karşılığında vicdanlarını keyifle feda edebilecek durumdalar.” Oysa Bolşevizm safına geçenlerin sayısı çok azdı. Genelde Balkanlar’a yerleşen Wrangel’in askerleri yeni geldikleri ülkelerde hayatla kolayca bütünleştiler.

[75] Enver Paşa’nın eski yaveri.

[76] S. S. Karaman, a.g.e., s. 26 ; A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 171-172; Ş. S. Aydemir, a.g.e., cilt III, s. 556-557.

[77] Türkiye’nin dört bir yanına dağılan İttihatçılar ülkede kurulmuş birçok yurtsever örgütü kontrol ediyorlardı. Buna ek olarak Ankara’daki mecliste büyük bir grup meydana getirdiler. Bu grup yaklaşık kırk kişiden oluşuyordu. Hükümetin yoluna taş koyma siyaseti güden bu grup Kemalist hükümeti epey rahatsız ediyordu. Konuyla ilgili olarak bkz.: R. N. İleri, a.g.e., s. 193 ve diğer sayfalar; S. Selek, a.g.e.; S. S. Karaman, a.g.e., s. 38.

[78] Bkz.:. K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz; ve S. S. Karaman, a.g.e. s. 26.

[79] K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 659-661.

[80] Kemalistlerin Trabzon’u ele geçirme konusunda yüzleştikleri güçler konusunda şehirde bulunan Fransız elçisinin raporlarına bakılabilir: AMAEF, ser. E, Levant 1918-1929, Turkey, back. 23. Muhalif gruplara karşı atılan adımlar konusunda bkz.: “Yeşil Ordu Cemiyeti”, Yakın Tarihimiz, 3.10.1962. Bu Yeşil Ordu denilen gizli örgüt muhaliflerin toplandığı ana merkezlerden biriydi. 1920 yılının son aylarında dağıtıldı. Tutuklanan İttihatçılar mahkemeye çıkartıldı ve uzun hapis cezalarına çarptırıldı.

[81] Ankara’nın muhbirleri arasında İttihatçılar da vardı. Bu isimlerden biri de Talat Paşa’nın yeğeni Hayretî Bey’di.

[82] Halil Paşa’nın Trabzon’da kalışı konusunda bkz.: S. Karaman, a.g.e., ayrıca A. F. Cebesoy ve K. Karabekir’in hatıratları. Başka bir görüş için Halil Paşa’nın hatıratına bakılabilir (a.g.e., s. 351 ve devamı.) Halil Paşa burada Kemalist makamların kendisinin şehirde nekahet dönemi boyunca kalıyor oluşunu yanlış yorumladığını söylüyor.

[83] Yahya Trabzon’un ileri gelenleri içerisinde önemli bir isim. Kayıkçılar loncası başkanı olması sebebiyle önemli bir güce sahip. Ayrıca istediği geminin şehirdeki limana yanaşmasına mani olabiliyor (Fransız elçisinin raporları, AMAEF, ser. E, Levant 1 918-1929, Turkey, back. 23, s. 116). Ocak 1921’de adamları Mustafa Suphi’nin başkanlık ettiği komünist parti heyetini katletmiş olmakla övünüyorlardı. İttihatçılığın sadık bir adamı olan Yahya ayrıca milis güçler de örgütledi. Bu güçlerin amacı, sadece Müttefiklerin Karadeniz sahillerine çıkmasına mani olmak değil, ayrıca Enver’in Anadolu’ya geri dönüş sürecine destek olmaktı. Bu plan suya düşünce Kemalistler 1922 yılının başında kendisini tutukladılar ve yargıladılar. Ama neticede dava düştü. “Konuşmaya kararlı” olduğunu söyleyen Yahya serbest kaldıktan kısa bir süre sonra öldürüldü. Suç, Trabzon’daki kışlalardan gelen askerlerin üzerine atıldı. Oysa büyük olasılıkla Yahya’yı 1921’de İttihatçıların kurduğu komplodan rahatsız olanların azmettirdikleri kişiler öldürdüler.

[84] K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 893; A. F. Cebesoy Moskova Hatıraları, s. 187. Bu iki çalışma İttihatçıların Mayıs ortalarında kovulduğunu söylüyor.

[85] Bkz.: a.g.e., s. 173-185 ve devamı.

[86] Enver Paşa, Halk Şuralar Partisi programından ilk kez Halil Paşa’ya yazdığı 12 Nisan 1921 tarihli mektubunda bahsediyor (S. S. Karaman, a.g.e., s. 139-141). Fakat bu belge muhtemelen Enver’in Berlin’de olduğu sırada, 1921 kışında kaleme alındı. Tarih ne olursa olsun, belgenin Anadolu’da Mayıs ayına dek dağıtılmadığını biliyoruz (K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 894).

[87] Enver’in Cavid Bey’e gönderdiği 27 Mayıs 1921 tarihli mektubu (Tanin, 1.11.1944; Ş. S. Aydemir, a.g.e., Cilt III, s. 592).

[88] Bu programın tam metni için bkz.: Mete Tunçay, Mesaî, s. 85-104.

[89] Yeşil Ordu ve Halk Şuralar Partisi’nin 1921’de tutuklanan üyelerinin sorgusu konusunda bkz.: Yakın Tarihimiz, 3.10.1962.

[90] A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 231-235.

[91] Batum’daki Türk elçisi olan F. Kesim, Enver’in Zinovyev’e ait olan bir evde kaldığını iddia ediyor (Yakın Tarihimiz, 18, 28.6.1962, s. 117). Buradan, o dönemde Enver’in Bolşeviklerden tam destek gördüğü sonucuna ulaşabiliriz. Fakat eski elçi muhtemelen yanlış bilgi veriyor, zira Enver Ermeni komitacılarının terk ettiği, kullanılmayan bir vagona götürülmesini istiyor (Ş. S. Aydemir, a.g.e., Cilt III, s. 604-606).

[92] Şüpheli bir isim olarak Hacı Sami, Teşkilat-ı Mahsusa üyesi. Savaş esnasında Orta Asya ve Uzak Doğu’ya gönderilen Hacı Sami her türden maceraya atılıyor. Çatışmalar sona erene dek dönmüyor. Moskova’daki İttihatçılara katılıyor. Batum’da yaşanan fiyaskonun ardından Enver’i Türkistan’a gitmeye ikna ediyor. Fakat her şey kötüye gitmeye başlayınca Enver’den ayrılıyor.

[93] Ekim 1927’deki o büyük konuşması için bkz.: Nutuk, İstanbul, MEB, 12. Baskı, 1972, s. 609-618.

[94] Bu kongreyle ilgili olarak bkz.: K. Karabekir, İstiklâl Harbimizde Enver Paşa, s. 151 ve devamı. Ayrıca bkz.: A. F. Cebesoy, a.g.e., s 237-238; Öte yandan Halil Paşa, hatıratında bu tür bir kongrenin yapılmadığını söylüyor.

[95] K. Karabekir, kitabında belgenin A ve C kısımlarını paylaşıyor; B kısmı A. F. Cebesoy’un kitabında yer alıyor.

[96] 4 Ağustos 1921’de çıkartılan kanunla TBMM başkanına üç ay süreyle özel yetkiler verildi ve bu süre birkaç kez uzatıldı (31.10.1921, 4.2.1922, 6.5.1922). En sonunda, 20. Temmuz 1922 günü süresi net bir tarih verilmeden uzatıldı.

[97] Burada yirmilerde basılan, J. Castagne’nın çalışmasına ve H. Carrèe d'Encausse tarafından yazılmış olan, Réorme et réolution chez les musulmans de l'Empire russe [“Rus İmparatorluğu Müslümanlarında Reform ve Devrim”] isimli kitaba (Paris, A. Colin, 1966, s. 263-266) atıfta bulunuyoruz; ayrıca, bu konuyla ilgili olarak Sovyet dergisi Novyj Vostok’ta çıkan makalelere, bilhassa D. Solovejcik’in yazdığı “Revoljucionnaja Buhara” başlıklı (Novyj Vostok, 2, 1922, s. 272-289) makaleye bakılabilir.

[98] Zeki Velidi Togan, Enver’le karşılaşmasını Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yakın Tarihi isimli (1942-1947, s. 434 ve devamı) kitabında anlatıyor.

[99] Basmacı hareketinin tarihi konusunda şu eserlere bakılabilir: J. Castagne, Les Basmatchis. Le mouvement national des indigèes d'Asie Centrale, Paris, 1925 ve H. Carrèe d'Encausse, a.g.e., s. 261 ve devamı.

[100] Bu konuda Enver’le eşi arasındaki yazışmalar, özellikle 1921 Ekim tarihli mektuplara bakılabilir (S. S. Karaman, a.g.e., s. 97-98).

0 Yorum: