14 Ağustos 2024

,

Emperyalistlerin Kıbrıs Planları ve Müdahaleleri



İşgal Karşıtı Mücadele

Kıbrıs’ın modem tarihi, 1878 İngiliz işgali ve 1914 yılında adanın Büyük Britanya egemenliğine bırakılmasıyla başlar. Bu durum, 1925 yılında adanın İngiliz sömürgesi olduğunun ilanıyla resmileşti. Tabii, dönemin büyük imparatoru için adaya duyulan ilgi tesadüfi değildi. Jeo-stratejik konumu önemli olmaktan çok daha fazlaydı. Emperyalist güç olarak Orta Doğu’da ve Asya’da gözü olan ya da buradaki konumunu güçlendirmek isteyen İngiltere için adaya sahip olunması gerekiyordu.

Çok geçmeden, komünistlerin önemli rol oynadıkları sömürgeci İngilizlere karşı Kıbrıslıların ilk isyanı 1931 yılında patlak verdi. Yeni işgalciler isyanı şiddetle bastırarak Kıbrıs halkını kana boğdu. Kıbrıs Komünist Partisi, yasadışı ilan edilerek, pek çok komünist gözaltına alınıp işkencelerden geçirilerek idam edildi. İngiliz işgali her ne kadar bağımsızlık sözü vermiş olsa da II. Dünya Savaşı’ndan sonra da sürdü. İngilizler, hiçbir koşulda adayı kaybetmek istemiyorlardı. Zaten, II. Dünya Savaşı’ndan sonra öncülüğü Amerikalılara kaptıran İngiliz İmparatorluğu, Orta Doğu’da ciddi sorunlarla karşı karşıyaydı. Böylece, oyunda kalmak için adayı ne pahasına olursa olsun kaybetmemeye, burayı askeri üsse çevirerek bir koz olarak ellerinde tutmaya çalışıyorlardı.

II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Kıbrıs halkı, anti-sömürgeci mücadelesine devam edecekti. Yunan hükümeti, hiçbir koşulda Kıbrıs halkının mücadelesini desteklemedi. Amerikalılara ve İngilizlere amade olanlar, sadece desteklememekle kalmayarak, Kıbrıs halkının ulusal kurtuluş mücadelesini küçümsediler. “İhtiyar demokrat” Yorgo Papandreou’nun 1950 yılında Lefkoşa Belediye Başkanı [Temistokli] Dervi’ye hitaben yaptığı konuşma bilinmektedir; “Bugün Yunanistan iki ciğerden nefes almaktadır, biri Amerikan’dır diğeri de İngiliz’dir ve bundan dolayı Kıbrıs için nefesinin kesilmesine müsaade edemez.” İfadeler, Spiro Linardatou’nun İç Savaştan Cuntaya adlı kitabından alınmıştır ve meclisin kayıtlarında da mevcuttur. (Cilt 1, s. 124) 1956 yılında K. Karamanlis tarafından ifşa edilmiş ve Papandreou tarafından da özde reddedilmemiştir. Her halükârda birkaç yıl önce (1946) Başbakan K. Çaldaris, “Kıbrıs, Yunanistan için ulusal bir talep teşkil etmemektedir” açıklamasından çekinmemiştir. Keza aynı şekilde Bakan olan N. Baltacis de Atina’da yapılan bir toplantıda, “bilindiği gibi Kıbrıs ulusal bir mesele değildir” açıklamasını yapmıştır. İki alıntı da Nikos Pisiruki’nin Çağdaş Yunanistan Tarihi adlı kitabından alınmıştır. (2. cilt, s. 238) Özde, emperyalistlerin emirleri karşısında Yunan hükümetleri, açıkça Kıbrıs halkına hiçbir koşulda İngilizlere karşı verilen mücadelede dayanışma içinde olmayacaklarını belirtmişlerdir.

1950 yılında Başpiskopos 2. Makarios başkanlığında Kıbrıs’ta halk oylaması gerçekleştirildi. Halkın %96’sı Yunanistan ile birleşme lehinde oy kullanmış ancak İngiltere bu talebi kabul etmemiştir. Buna paralel bir şekilde Yunanistan üzerinde Kıbrıs sonunun uluslararasılaştırılmaması için baskı yapılmakta, aksi halde NATO’ya dönemeyeceği şantajı dillendirilmekte, Kıbrıs’ta ise İngilizler daha da sertleşmekteydiler. 2 Ağustos 1954 tarihinde, Kıbrıs valisi Armitage, bütün ulusal ifadeleri yasakladı. Kıbrıs halkının tepkisi gecikmedi. 12 Ağustos’ta genel grev gerçekleştirildi ve Yunanistan hükümeti, sorunu 16 Ağustos’ta BM’ye taşımak zorunda kaldı. Amerika ve İngiltere tarafından kontrol edilen BM, bırakın herhangi bir tavır almayı, tartışmadı bile. Ve tabii, bütün NATO üyesi ülkeler (Yunanistan ve İzlanda hariç) tartışma gündemine alınmaması yönünde oy kullandılar. Kendi lehine tavır alan eski sosyalist ülkeleri bir tarafa bırakırsak, Kıbrıs halkı tam anlamıyla yalnız kaldı.

1 Nisan 1955 tarihinde EOKA (çoğunluğu sağcı olan örgütlerden oluşan) sömürgeciliğe karşı silahlı mücadelenin başlatılması kararı aldı. Önderliği, anti-komünist geçmişi ve Türk karşıtlığı ile bilinen Grivas’a verildi. EOKA içindeki şovenist çizgi çok güçlüydü ve bu durum, İngilizler tarafından Kıbrıs’ın bölünmesi için kullanıldı.

Ekim 1955 tarihinde 3. Makarios ile adanın yeni valisi Sir John Harding arasında başarılı olamayan müzakereler başladı. Bunun üzerine İngilizler, Makarios’u gözaltına alarak Seyşeller’e bir yıllık sürgüne gönderdiler ve Başpiskoposluk merkezi ile adadaki önemli merkezlere el koydular. Aynı zamanda yoğun baskı ve terör başlatıldı. AKEL [1926 yılında Kıbrıs Komünist Partisi ismiyle kurulan parti, 1931 yılında Birleşik Krallık kolonizasyonu döneminde yasaklandı, 1941 yılında AKEL (Emekçi Halkın İlerici Partisi) ismiyle tekrar kuruldu] yasadışı ilan edildi. Pek çok Kıbrıslı, gözaltına alınıp idam edilirken onlarca köy de ateşe verildi. 1957 baharında Makarios serbest bırakıldı. Sonraki yılda İngiltere, Kıbrıs çözüm planını sundu. McMillan Planı olarak bilinen plan, adada üçlü yönetim (Yunan-Türk-İngiliz) öngörüyordu. Bütün plan, böl-parçala-yönet mantığı üzerine kuruluydu. İki ulustan (Rum ve Türk) oluşan, iki meclis öngörülüyordu. İngilizlerin asıl planı adanın bölünmesiydi. Bunlara paralel olarak Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında pek çok şehirde şiddetli çatışmalar cereyan ediyordu. Sonradan ortaya çıktığı gibi bütün bunlar İngilizler tarafından tertiplenmiş, EOKA içindeki milliyetçi çizgiden faydalanılarak, iki halk arasındaki ilişkiler keskinleştirilmiş ve böylece mücadelenin zayıflatılması amaçlanmıştır. Böylece Amerikan-İngiliz planı olan bölünmeden yana olan Yunan ve Türk hükümetleri de sürece dâhil olarak Zürich ve Londra anlaşmaları imzalanmıştır.

Zürih ve Londra Anlaşmaları

5 Şubat 1959 tarihinde Yunanistan ile Türkiye arasındaki görüşmelerin ilk turu başladı. Görüşmelere Yunanistan tarafını Başbakan Konstandinos Karamanlis ile Dışişleri bakanı Evangelos Averoff katılırken Türkiye’den ise meslektaşları Adnan Menderes ile Fatin Rüştü Zorlu temsil ediyordu. Resmi görüşmeler tabii ki vitrindi, asıl görüşmeler, önceden New York’ta ve Paris’te Yunanistan ve Türkiye dışişleri bakanları arasında, elbette Amerikalıların ve İngilizlerin gözetiminde yapılmıştı. Bunların sonucu ise 11 Şubat 1959 tarihinde Zürich Anlaşması oldu. Müzakereler, İngiliz, Yunan, Türk, Kıbrıslı Rum ve Türklerin katılımıyla Londra’da devam etti ve 21 Şubat Londra Anlaşması’yla sonuçlandı. İngilizler tarafından Kıbrıslı Rumlar üzerinde ciddi bir baskı oluşturulduğu, anlaşmanın kabul edilmemesi hâlinde adanın bölüneceği şantajının yapıldığı sonradan Makarios’un heyetinde bulunanlar tarafından kabul edildi.

Zürich ve Londra anlaşmaları neleri öngörüyordu:

1) Üç taraf ülke, Kıbrıs’ın tehdit edilmesi durumunda ortak veya tek taraflı müdahale etme hakkına sahiptir.

2) Yönetim şekli Başkanlık olup, Başkan Kıbrıslı Rum, Başkan Yardımcısı ise Kıbrıslı Türk olacaktır. Başkan Kıbrıslı Rumlar tarafından, Başkan Yardımcısı ise Kıbrıslı Türkler tarafından seçilecektir. Her ikisi de dış meselelerde, askeri ve güvenlik vb. konularda veto hakkına sahiptir. Bakanlar Kurulu 7 Kıbrıslı Rum’dan ve 3 Kıbrıslı Türk’ten oluşacaktır. Birleşik Meclis’in %70’i Kıbrıslı Rumlardan, %30’u ise Kıbrıslı Türklerden oluşacak. Her iki topluluk da ayrı olarak seçim yapacaktır.

3) Adanın en büyük şehirleri ikiye ayrılacaktır.

4) Adadaki, ordu 2.000 askerden oluşacak, bunun % 60’ı Kıbrıslı Rumlardan, %40’ı ise Türklerden oluşacaktır. Komuta kademesi üç ülkeden (Yunanistan-Türkiye-Kıbrıs) oluşturulacaktır. (950 Yunanlı, 650 Türk.)

5) Adanın önemli noktalarında bulunan İngiliz üsleri muhafaza edilecektir.

Resmi anlaşmanın dışında Kıbrıs’ın NATO’ya girmesini ve NATO üslerinin adada kurulmasını öngören gizli anlaşmalar da vardı. Aynı zamanda Komünist Partisi’nin yasaklanmasını içeren bir anlaşma da yapılmıştı.

16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi ilanı yapıldı ve Kıbrıs artık biçimsel olarak bağımsızdı. Pratikte ise farklı bir süreç başlamıştı, ada, artık İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın vesayeti altına girmişti. İki topluluk biçimsel olarak tanınmış ve iki topluluk arasında yeni suni çatışma süreci başlamıştı. Bunun en belirgin örneği, 1963 yılında Makarios’a Amerikalı-İngilizler tarafından önerilen anayasal çözüm önerisi açıkça adanın bölünmesini içeriyordu. Ortaya çıkan diğer bir nokta ise, Amerika’nın ve İngiltere’nin sözde Kıbrıs’ın Yunanistan ile “birleşme”sini hayata geçirirken ki bunu arzulamadıkları aşikardı, asıl hedefledikleri çatışmaları körüklemekti. Kısa zamanda ada hükümeti çıkmaza düştü. Önemli kararlar alınamamaya başlandı. Bunun nedeni, sadece veto hakkının olması değildi. Eksik olan, iki yönetimin tüm Kıbrıs halkının haklarını savunan, yabancı tahkimden bağımsız bir politika ortaya koyamamalarıydı.

Böylece, 1963 sonlarında Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında şiddetli çatışmalar başladı. Her iki taraftan da şovenist çevreler silahlandırılarak kışkırtmalar yapılmaya başlandı. Kıbrıslı Türkler tarafından Rauf Denktaş TMT’yi kurarken diğer taraftan da Giorkatzis Polikarpos (IDEA ile ilişkisi olan CIA ajanı), Vasos Lissaridis ve Nikos Sampson harekete geçmekteydi. Türkiye, garantör ülke olarak müdahale etmekle tehdit ediyordu. Bu hak anlaşmalardan doğuyordu, her bir garantör ülke, tehdit olması durumunda bağımsız olarak da müdahale edebiliyordu. Zürih ve Londra anlaşmaları beklenen sonucu getirmişti. Adanın bölünmesi, İngilizlerin uzun vadeli planları doğrultusunda devam etmekteydi. Adanın bağımsızlığının koca bir yalan olduğu, resmi olarak ortaya çıktığı gibi, pratikte de kanıtlandı. Daha İngilizler tarafından oluşturulan “Yeşil Hat” zamanından itibaren.

Rezil Acheson Planı

Paralel bir şekilde Amerikalılar da Kıbrıs meselesine etkin olarak karışmaya başladılar. Yunanistan ve Türkiye’de önemli bir etkinlik oluşturan Amerikalılar, kendilerinin de söylediği gibi adayı Orta Doğu ve Asya’daki emperyalist planları için “batmayan bir gemi”ye dönüştürmeyi arzuluyorlardı. Temel amaçları, adanın bölünmesi ve iki taraflı olarak Türkiye ve Yunanistan ile birleştirilmesiydi. Bu biçimde adanın NATO’ya girmesi de garantileniyordu.

Haziran 1964 yılında Londra’da, Amerikan menşeli planlar olan Sandys-Ball planlarının (Amerikalı ve İngiliz iki bakan tarafından hazırlandığı için ikisinin adını almıştır) sunulduğu beşli görüşmeler başladı. Planların amacı, adaya NATO askeri güçlerinin yetkili olarak yerleştirilmesiydi. Özünde amaçlanan, Kıbrıs hükümetinin lağvedilmesi, adanın askerileştirilerek, Kıbrıs halkının Amerika-NATO’nun emirleri altına alınmasıydı. Planlar hemen reddedildi, ancak bu emperyalistlerin Kıbrıs ile ilgili asıl amaçlarını gösteriyordu.

1964 yılında Yunanistan Başbakanı ve ABD Başkanı Johnson arasında geçekleşen ve başarısız olan iki görüşmeden sonra, eski Amerikan Dışişleri Bakanı Acheson tarafından yapılan gizli görüşmelerde Yunanistan hükümetine iki plan önerildi.

1. Karpasia (Karpaz) Yarımadası Türkiye ile birleştirilerek askeri üs kurulacak. Adanın geri kalanı ise Yunanistan ile birleştirilecek. Türklerin çoğunluk olduğu alanlarda otonom Kantonlar oluşturulacakken, azınlık oldukları bölgelerde ise azınlık haklarına sahip olacaklardı.

2. Birincisi ile aynı olmakla beraber, sadece Türkiye işgal edeceği küçük bir toprak parçasına sahip olacaktı.

İlk planı Makarios reddederken Kıbrıs Türk topluluğu tarafından kabul edildi. İkinci plan ise her iki topluluk tarafından reddedildi. Özünde yapılan, bir yandan Yunanistan’ın Kıbrıs’la birleşmesi yoluyla toprağı Yunanistan’a verilirken diğer taraftan ise nefes alma mesafesinde bulunan Türkiye’ye gerek görüldüğü takdirde müdahale hakkı tanınmaktaydı. Planların kısa zamanda basına sızmasıyla, Yunanistan ve Kıbrıs’ta tepkilere yol açtı. Amerikalılar kabullenmiyorlardı çünkü Yunanistan’daki darbe eşikteydi.

Darbe, Kıbrıs’ta İoannidis Cuntası ve “Atilla”

14 Kasım 1967 tarihinde, Yunan cuntasının direktifiyle Grivas bir provokasyona girişti. Rum polisleri, Türklerin yönetiminde olan bir köye baskın düzenledi. Devamında Kıbrıslı Rum ve Türk askerleri arasında çatışmalar başladı. Grivas yönetimindeki provokasyon, Kofino köyünün ele geçirilmesiyle devam etti. Kriz, Türkiye’nin BM’yi Kıbrıslı Rumların geri çekilmemesi hâlinde müdahale etmekle tehdit etmesi üzerine uluslararası boyut kazandı. Rum tarafı, ele geçirdiği bölgeleri terk ederek geri adım attı fakat Türk tarafı, Rum hava ve deniz sahasını delerek krizin derinleşmesine neden oldu. Yunanistan ve Türkiye arasında ciddi savaş tehlikesi karşısında ABD, Dışişleri Bakan Yardımcısı Cyrus Vance’in Ankara ve Atina’ya ziyaretleri ile müdahale etti. Kasım sonlarında iki taraf da Vance’in önerisini kabul etti ve Yunanistan askerleri adadan çekildi. Böylelikle Türkiye’nin müdahalesi için de yol açılmış oldu. Kıbrıs Türk yönetimi “Geçici Kıbrıs Türk Yönetimini” oluşturdu. 7 Mart 1970 tarihinde Yunanistan cuntası, Başkan Makarios’a karşı başarısız bir suikast girişiminde bulundu. 1971 yılında, cunta tarafından desteklenen EOKA 2 (EOKA-B), Grivas önderliğinde eylemlere başladı. Ekim 1973 tarihinde Makarios’a karşı yeni bir suikast ve darbe girişiminde bulundu. Adanın birleşmesi için mücadele eden devrimci, solcu ve demokratlara saldırarak, bölünmenin hızlandırılmasına çalışıldı. 1974 yılında Grivas’ın ölümüyle EOKA 2’nin yönetimi Yunanistan cunta şefi olan Dimitrios İoannidis’nin sorumluluğuna geçti. Makarios, Yunanlı yetkililerin adadan çekilmesini talep etti. 15 Haziran 1974 tarihinde, Amerikalıların “okey”ini de alan İoannidis, adada Makarios’a karşı darbeye teşebbüs etti. Yönetimi ele geçiren darbeciler, Nikos Sampson’u yönetime getirdiler. Doğal olarak Türkiye buna tepki gösterdi. 20 Temmuz’da adaya çıkarma yaparak, kuzey bölümünü işgal etti. Yunan tarafı geri çekilirken, Türk tarafı olduğu gibi kaldı. Birkaç gün içinde 200.000 Kıbrıslı, evlerini terk ederek güney tarafına sığındı. Yunanistan’daki cunta, 24 Temmuz’da devrildi ve Konstandinos Karamanlis “Ulusal Birlik” hükümetini oluşturdu. Ada’nın bölünmesi planı ABD için kusursuz ilerliyordu. Amerikalılar belki Yunan cuntasını teşvik ettiler ancak Türkiye’ye de “göz yumdular.” Cuntacılar ile Amerikan heyetinin (Joseph Sisco, Henry J. Tasca, Elgorth (Ellsworth) aynı gün Atina’daki görüşmeleri oldukça karakteristiktir. Amerikalıların cuntacılardan istedikleri, adanın Güneydoğu bölümün NATO bölgesi olarak kalması, yani Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı hiçbir hamle yapmamasıdır. İoannidis’in cevabı ise “Bizi sattınız” olmuştur!

Birkaç gün sonra Cenevre’de Kıbrıs’taki durumu değerlendirmek üzere İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin katılımıyla görüşmeler başladı. 14 Ağustos’ta görüşmeler tıkandı. Hemen akabinde Türkiye “Atilla 2”ye (Çıkarmanın Yunanistan’daki adı -ç.n.) başladı. Yapılan hava saldırılarında (Lefkoşa vb.) büyük şehirler bombalandı. Amahostos (Gazimağusa), Keriniya (Girne) ve Morfou (Omorfo/Güzelyurt) işgal edildi. Böylece adanın %36’sı Türkiye’nin denetimine geçti, bunda asıl rolü Amerikalılar ve İngilizler oynadı. İkiye bölünmüş ada ve sürekli devam eden gerilim, bunları da barışsever gösterecekti. Oysa önceki yıllar boyunca Kıbrıs halkının bölünmesi için ellerinden geleni ardına koymayan gene bunlardı. Asıl amaçları, kendi emperyalist planlarına uyumlu bir Kıbrıs’tı ve Kıbrıs halkı için kötü olan tüm çalışmalarını bu doğrultuda hayata geçirdiler.

1955’ten bu yana binlerce ölü, 200.000 mülteci, 1.600’den fazla kayıp emperyalist yöntemlerin yarattığı trajik sonuçlardır. Kuzey tarafının Türkiye tarafından kolonileştirilmesi {sömürgeleştirilmesi} de bu tarihten itibaren başlar.

1975 yılında “Kıbrıs Türk Federe Devleti” ilan edildi. BM Güvenlik Konseyi, alınan kararı protesto etti. Rauf Denktaş, 1983 yılında “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”ni ilan etti. BM tekrar karşı çıktı. BM, 20 Temmuz 1974 yılındaki ilk Türkiye işgalinden itibaren, tüm yabancı askerlerin adadan çekilmesi kararını onayladı. İşgal, uluslararası hukukun çiğnenmesi olarak kabul edilse de Türkiye’ye karşı hiçbir önlem alınmadı. Amerika’nın ve NATO’nun elinde bir oyuncaktan öteye geçemeyen BM’nin olaylar karşısında tavırsız kalmaktan daha fazlasını yapamayacağı açıktı. Gerçek kararlar, Yugoslavya gibi örneklerde de görüldüğü gibi kapalı kapılar arkasında alınıp hayata geçiriliyordu. “Hukuk” noktasındaki büyük laflar, bu durumlarda ikiyüzlülük ve samimiyetsizlik olarak kendini en iyi şekilde gösteriyordu.

Emperyalistlerin uşağı olan Türk ve Yunan hâkim sınıflarının ve hükümetlerinin yakın tarihin en büyük katliamlarından birindeki on yıllardır devam eden katkı ve sorumlulukları hiç de az değildir.

YKP(ML)
Proletariaki Simaia (Proletarya Bayrağı)
17 Nisan 2004
Kaynak

Kaynakça:
Spiros Linardatos, İç Savaştan Cuntaya, Papazisi Yayınları.

Nikos Pisourikis, Çağdaş Yunanistan Tarihi, Epikerotita Yayınları.

Tasos Vumas, Çağdaş Yunanistan Tarihi-Cunta-Kıbrıs Dosyası (1967-1974), Tolidi Yayınları.

Sotiris Rizas, ABD, Albaylar Cuntası ve Kıbrıs Sorunu 1967-1974, Pataki Yayınları.

Elefterotipia Gazetesi, 29/12/2003, “Kıbrıs Üzerine Makaleler”, Makarios Drousioti.

0 Yorum: