12 Ağustos 2024

,

Marksist Olmak Marx’ın Başlattığı Çalışmayı Sürdürmektir


Marx, felsefeci, tarihçi, iktisatçı, siyaset bilimcisi veya sosyolog değildi. O, bu disiplinlerde çalışma yürüten akademisyenler listesine bile girmezdi. Marx, ayrıca bu malzemelerin tamamını kullanarak, birden fazla disiplini içeren bir yemek yapmış, ehil bir profesör de değildi. Marx, tüm bu alanların dışında duran biriydi.

Marx, gerçek dünyanın eleştirisiyle yola koyulmuş olan biri olarak, modern zamanların radikal eleştirisinin başladığı yerdir. Kapitalizme yönelik geliştirdiği radikal eleştiri, piyasadaki yabancılaşmanın ve ondan ayrı ele alınamayacak bir olgu olarak, emeğin sömürüsünün temellerini keşfetme imkânı sunar.

Kuruculuk statüsüne sahip bir kavram olarak değer, bu radikal eleştiriden türer. Bu kavram, tek başına gerçekliğin doğrudan gözlemlenmesi yoluyla algılanabilen yüzeydeki hareketlerin temelinde olan sistemin yeniden üretildiği sürece hükmeden nesnel yasaları kavramamızı sağlar.

Marx, gerçek dünyanın eleştirisine o gerçeklikle ilgili olan, felsefe, ekonomi, sosyoloji, tarih ve siyaset biliminin geliştirdiği söylemlerin eleştirisini iliştirir. Bu radikal eleştiri, sermayenin her şeye hükmeden gücünün ortay koyduğu pratikleri meşrulaştıran, son tahlilde her daim o pratikleri savunan ilgili söylemlerin gerçek niteliğini açığa çıkartır.

Marksist olmak, Marx’ın başlattığı çalışmayı sürdürmektir. Üstelik bu çalışma, eşitsiz güç ilişkileri dâhilinde başlatılmıştır. Çalışma Marx’ta duramaz, onunla başlar. Marx, hem gerçekliğin eleştirisi hem de gerçekliğin nasıl okunacağı üzerinden doğru veya nihai olarak görülmesi gereken kimi çıkarımlara ulaşan bir peygamber değildir. Onun asarı, kapalı bir teoriye işaret etmez. Marx, sınırsızdır, zira onun başlattığı radikal eleştiri sınırsızdır, her daim eksiktir, kendisi tarafından eleştirilmelidir. (“Belirli bir momentte formüle edilmiş olan Marksizm de Marksist eleştiriye tabi tutulmalıdır.”) Marksizm, kendisini radikal eleştiriyle zenginleştirir, gerçekte varolan sistemin ürettiği her türden yenilik, yeni açılmış bilgi alanları olarak ele alınmalıdır.

Kapital’in alt başlığı “Politik Ekonominin Eleştirisi”dir. Bu ifadeden, Marx’ın “kötü” (Rikardocu) politik ekonomiyi eleştirip yerine “iyi” (Marksçı) politik ekonomiyi geçirdiği anlamı çıkartılamaz. Bu çalışma, aslında ekonomi bilimi denilen teorik faaliyetin eleştirisidir. Kitap, bu bilimin (ve burjuvazinin kendi pratiğiyle ilgili sözlerinin) gerçek niteliğini ifşa eder, yani epistemolojik konumunu ortaya koyar, sınırlarını belirler, buradan da tarihsel materyalizmden bağımsız olduğu iddiasında olan bu sözde bilimin böylesi bir bağımsızlığa asla kavuşamayacağını anlamaya davet eder.

Politik ekonomi, kapitalizm koşullarında tarihsel materyalizmin (sınıf mücadelesinin) dışa yönelik aldığı biçimdir. Mantık düzleminde tarihsel materyalizm ekonomiyi önceler, fakat kapitalizm koşullarında sınıf mücadelesi bir boşlukta cereyan etmez: sınıf mücadelesi, ekonomi temeli üzerinden işler ve nitelik olarak ekonomiye aitmiş gibi görünen kanunları biçimlendirir.

Burada ilkin ben, ortaya konulan tezi, Kapital’de sunulduğu biçimiyle, kapitalist üretim tarzı teorisi, ardından da günümüzde hâkim olan kapitalist sistemin gerçekliği, yani emperyalizm bağlamında inceleyeceğim. Benim tezim şu:

a. Tarihsel materyalizm Marksizmin özünü teşkil eder, dolayısıyla;

b. Kapitalizmin ekonomik yasaları epistemolojik açıdan tarihsel materyalizmin yasalarına tabidir;

c. Kapitalist üretim tarzında ekonominin yasaları, teoride, kapitalizm öncesi üretim tarzlarında sahip olduklarından farklı bir konuma sahiptirler;

d. Aslında ekonominin yasaları ancak kapitalist tarzda aranmalıdır;

e. Kapitalizmin ekonomik yasaları nesnel olarak vardır ve son olarak;

f. Bu yasalara hâkim olan unsur, son tahlilde değer yasasıdır.

Dolayısıyla, benim kanaatime göre, genelde kapitalizm koşullarında işleyen sınıf mücadelesi, özelde emperyalist dünya sistemindeki sınıf mücadelesi, belirli bir ekonomik temel üzerinden sürer ve o temeli değiştirir.

Marx okumalarımın nihayetinde beni teorik açıdan, makul ölçülerde doyurduğunu, Marx’ın fikriyatının sahip olduğu güç karşısında ikna olduğumu söyleyebilirim. Fakat hâlâ tatmin olmayan bir yanım var. Çünkü zihnimde hâlen daha önemli bir soru dolaşıp duruyor: Ben, günümüzde Asya ve Afrika toplumlarındaki “azgelişmişlik” meselesine gerekli cevabı Marx’ta bulamıyorum.

Hâşâ, ne ona “sırtımı dönüyorum”, ne de onu “demode” sayıyorum. Ben, sadece ulaştığım sonuç dâhilinde Marx’ın asarının eksik olduğunu söylüyorum. Tamamlamak için yola koyulsa da Marx, o asarı bitiremedi. Kapitalizmin “küresel boyut”unu analizine dâhil edemedi.

Burada ben bu işe soyundum. Çıkarımlarımın ana eksenini, bir yandan Marx’ın keşfettiği, kapitalizme has değer yasasının temelleriyle, diğer yandan dünya ölçeğinde eşitsiz seyreden küresel gelişmenin gerçekleriyle uyumlu bir “küreselleşmiş değer yasası”na dair formülüm oluşturuyor.

Yaptığım önemli bir katkı olarak değer yasasından küreselleşmiş değer yasasına geçiş, işgücünün değerini merkez alan fiyatların kendisi de küreselleşmiş olan hiyerarşik yapılandırma sürecine dair fikri temel alıyor. Değerin küreselleşmesi süreci, doğal kaynaklara erişim meselesine yön veren yönetim pratikleriyle bağlantılı bir husus ve emperyalist rantın temelini bu değer teşkil ediyor.

Benim iddiam şu yönde: değerin küreselleşmesi süreci, kapitalizmin ve emperyalizmin mevcut çelişkilerinin de onlarla bağlantılı çelişkilerin de açığa çıkmasına neden oluyor, böylelikle, bu çelişkilerin özel ve somut ilişkisi dâhilinde sınıflar ve milletler, o mücadeleleri ve aralarındaki çatışmalar dâhilinde üst üste biniyor.

Kanaatimce yirminci ve yirmi birinci yüzyıl, küreselleşmiş kapitalist/emperyalist sistemin kıyısındaki halkların ve milletlerin “yeniden uyanış”ı veya ortaya çıkışı olarak okunabilir.

Yorumlarımı ve açıklamalarımı sunmak adına, Değer Yasası ve Tarihsel Materyalizm isimli kitabımı yeni, revize edilmiş ve genişletilmiş baskısı dâhilinde, tekrar ele aldım. Bu 1978 tarihli eski kitabımdan çok şey aldım. Genel olarak kitabın temel argümanını muhafaza ettim. Yeni eklenen paragraflar, okurun dikkatini o günden birikmiş yorumlarımın ortaya attığı zor sorulara çekmek için. Onların yerinde olsam, derin okumalara mani olmayacak, kendi içinde yeterli olan, içerikle uyumlu açıklamalar getirmeye çalışırdım.

Benim gerçekte varolan, küreselleşmiş kapitalist sisteme dair teorik analizim, Marx’ın Kapital’in birinci cildinde formüle ettiği değer yasasından başlıyor. Başka bir çıkış noktasına da ihtiyaç yok zaten, zira değere dair bir anlayışımız yoksa sermayenin birikimini de anlayamayız. Dolayısıyla, gözlemlenen fiyatlar konusunda dile getirdikleri argümanlarda da görüldüğü üzere, pozitivist/emprisist metodolojinin gerçekliği doğrudan kavradığı iddiasına kanıp, bu bahsini ettiğimiz yolu atlayarak ilerlememiz mümkün değil.

Burada sunduğum analiz, bu anlamda, bir sonraki aşamada, değerin,

1. “üretim fiyatları”na;

2. “piyasa fiyatları”na (günümüz kapitalizminde oligopolün belirlediği fiyatlara);

3. küreselleşmiş emperyalist sistemde “küreselleşmiş fiyatlar”a dönüşümüne bakıyor.

Kapital’in üçüncü cildinin ilk bölümlerinde aktarılan ilk dönüşüm, kapitalizm koşullarında ekonomik ve toplumsal hayata hükmeden piyasa yabancılaşmasının anlamını kavramayı ve sistemin yeniden üretimine yön veren yasaları doğru yerlerine oturtmayı gerekli kılıyor.

İkinci dönüşüm olarak üretim fiyatlarının “piyasa fiyatları”na dönüşümü, Marx’ın Kapital’in üçüncü cildinde kısmen ele aldığı, tarımda toprak mülkiyeti ile ilgili olarak artık-değerin dağıtımı meselesini ele alırken incelediği bir konu. Bizim devamında, oligopollerin/monopollerin ortaya çıkışıyla birlikte fiyat sisteminde yaşanan tahrifatı ele almamız, her şeyin ötesinde, artık artı-değerin emilmesinden, yani üçüncü bölümün hızla büyümesinin sonucu olarak, Birinci, ama en çok da İkinci Dünya Savaşı sonrası dengeli sistemin devasa dönüşümünü eksiksiz dikkate almamız gerekiyor.

Önerdikleri “artık” kavramıyla Baran ve Sweezy, mevcut güçlüğe cevap sundu ve Marksçı teorinin kapsamını tereddüt etmeden genişletti, teoriyi kendilerince zenginleştirdi. Ben, bu noktada bugün Baran ve Sweezy’nin katkılarının sahip olduğu önemi hâlâ görmeyen Marksistlerin günümüz kapitalizminin etkili bir eleştirisini yapacak araçlardan yoksun olduklarını iddia ediyorum. Bunların “Marksizm”i, Marx’ın metinlerinin tefsirlerinden ibaret.

Ben, daha çok üçüncü dönüşüme odaklanıyorum. Bu odaklanma çabası bize, kapitalist üretim tarzı bağlamında en yüksek soyutlama düzeyine ulaşmış olan değer yasasından benim “küreselleşmiş değer yasası” dediğim, kapitalist ve emperyalist sistemin mevcuttaki kutuplaşan hâlinin ulaştığı ölçeği anlama konusunda işlevli olan kavrama geçmemize imkân sağlıyor. Kapitalizmin küresel düzeyde gelişmesiyle yeni üretilen ve derinleşen kutuplaşma sürecinin kökeninde duran emperyalist rant konusunda hükümde bulunmamızı sağlayacak yegâne şey, bu dönüşümdür.

Reel kapitalizmi değer dönüşümlerinin incelenmesi için belirlenmiş teorik çerçevenin dışına çıkarak analiz edenler, “dünyayı anlayamazlar.” Aynı şekilde, “dünyayı değiştirme”yi amaçlayan bir strateji de ancak bu temellere dayanabilir.

Buna karşılık, kaba iktisadın pozitivist ve emprisist yöntemi, bize ne “dünyayı anlama” ve işçilerle halkların yüzleştikleri güçlüklerin niteliğini kavrama ne de sonrasında dünyayı “değiştirme imkânı sunar. Üstelik, kaba iktisadın derdi, zaten kapitalizmi aşmak değildir, çünkü o, kapitalizmi “tarihin sonu” olarak görür. Kaba iktisat, sadece kapitalizmin temel ilkelerini meşrulaştırmaya ve onun nasıl yönetileceğini göstermeye çalışır.

Ben, Değer Yasası ve Tarihsel Materyalizm’den kapsamlı bir biçimde beslenmiş olan bu yeni baskının tam zamanında çıktığı kanaatindeyim. Zira bugün mevcut kriz, hep birlikte, günümüz kapitalizminin kıyısında kalmış toplumlarla merkezindeki toplumlarda süren halk mücadelelerinin ve benim “genele teşmil edilmiş, finansallaşmış ve küreselleşmiş oligopollerin kapitalizmi” adını verdiğim üretim tarzının devam eden hâkimiyetini sorgulayan, hâkim emperyalist toplumlarla çevre ülkeler arasındaki mücadelelerin birlikte yol açtıkları etkilere tanık olunduğu koşullarda, değer yasasının biçimine hâkim olan toplumsal ve beynelmilel ilişkilerin olası farklı gelişimlerini merkeze alarak ilerlemektedir.

Samir Amin

[Kaynak: Modern Imperialism, Monopoly Finance Capital, and Marx’s Law of Value, New York: Monthly Review Press, 2018, s. 9-13.]

0 Yorum: