25 Ağustos 2024

,

Çark

Ülkemizde bu yıl KPSS’ye giren aday sayısı 1 milyon 470 bin, bu adaylardan 526 bini eğitim bilimleri sınavına, 171 kişi de alan bilgisi sınavına girdi, sınav başvuruları istatistiklerine yansıyan durum bu.

Sayıların gösterdiği gibi öğretmen olarak kamu kurumlarına atanmak için 526 bin öğretmen sınava giriyor. Üç oturum şeklinde düzenlenen sınavın ilk oturumuna katılan aday sayısı bir buçuk milyon sınırına dayanmış durumda.

Alım yapılacak öğretmen sayısı şimdiye kadar bir yılda 40 bini geçmiş değil. Öğretmenlere yönelik kara propaganda ise “Herkes memur mu olacak, sokaktaki yetmiş kişiden biri kamu kurumlarında öğretmen ve öğretmenleri kamu fonluyor” ifadelerine dayanıyor. 

Süreç buraya nasıl geldi, sorunun asıl kaynağı nedir? Bu netleştirilmeden sunulacak çözüm havada kalacaktır.

KPSS’den önce DMS yapılıyordu, 2000 yılından itibaren KPSS’ye giren öğretmen sayısı yüz bin değil. 2007-2008 sürecinde bölge üniversitelerine bağlı illerin fakülte sayısı artırılarak her ile üniversite açıldı. Bu durumun sonucunda her yıl fen-edebiyat ve eğitim fakültesi mezunu sayısı artarak devam etti. 2013 sürecinde Anadolu öğretmen liseleri kapatıldı. Birçoğu parasız yatılı olan bu liselerde hazırlık sınıfından sonra her yıl eğitim bilimleri dersleri veriliyordu. Bu dersleri veren meslek öğretmenleri de norm fazlası olunca alan değişikliği yaptırıldı. Öğretmenlik mesleği, bu aşamada nitelik yönünden bir yara aldı çünkü temelden öğretmen yetiştirme programı tozlu raflara kaldırıldı. Her yıl öğretmen sayısı arttıkça geleceğin öğretmenlerini yetiştiren liselere de “gerek” kalmıyordu. Hem nitel hem nicel dönüşüm başlamıştı.

Fen-edebiyat mezunlarının alması gereken formasyon, “sürpriz” olarak farklı yıllarda sınırlı da olsa verildi. Sonraki süreçte birçok üniversitede verildi, sonra tekrar kaldırıldı, sonra yüksek harç ücreti ödenmesi karşılığında tekrar gündeme getirildi. Bir yandan da açık öğretim fakültelerinde öğretmenlik branşları bölümleri açıldı. Mezun sayısı daha da artıyordu. KPSS “yetersiz” kalıyordu çünkü çok yüksek puanlar alan öğretmenler sıralamada geriye düşüp atanmıyordu. Bazı yıllar fizik öğretmeninin alan birincisi olduğu sınavdan sonra fizik öğretmeni kontenjanı açılmıyordu.

KPSS yetmeyince üçüncü bir sınav olan alan bilgisi sınavı getirildi, o da yetmeyince mülakat getirildi, o da yetmeyince güvenlik soruşturması getirildi. Tüm bu süreç OHAL döneminde daha da perçinlendi. 2009-2014 yıllarında ataması yapılmayan öğretmenlerin demokratik eylemlilikleri OHAL ile hem iyice baskılandı hem de hak arama bilinci baskılanan yeni bir üniversite kuşağı yetiştirildi. Öğretmenler, bu eylemlere aileleriyle katılıp kamuoyu oluşturabiliyordu, öğretmen-halk bütünleşmesinde önemli bir adımdı.

OHAL sürecinde yeni bir siyasi kadrolaşmanın yolu açılmak için kamudan ihraçlar gerçekleştirildi. Asıl engellenmek istenen de gerek kadrolu gerek ücretli gerekse atama bekleyen öğretmenin sesini kısmak için en dinamik kesimlerin kamuda yer almamasıydı. O yüzden ihracın adı “idari tedbir”di. Bir yandan da her seçim döneminde seçim vaadine dönüştürülen sözleşmeden kadroya geçirme sonra tekrar sözleşmeli öğretmenliği getirme uygulamaları rutine döndü.

Şimdi de başka bir sorun var. Lisans mezunu, pedagojik formasyona sahip, gereken stajları tamamlamış, üç ayrı yazılı sınavı geçmiş, güvenlik soruşturmasından geçirilmiş, mülakatı geçmiş öğretmenin bir yıllık Öğretmen Akademileri’ne alınması. Orada kim ders verecek? Akademisyenler ve öğretmenler. Peki bu akademisyenler, zaten lisans döneminde aynı dersleri vermiyor mu, öğretmenler de kendilerine staj için gelen lisans öğrencisini yetiştirmiyor mu! Bu, bilinen gerçek fakat gerçeğin başka bir yüzü var.

Bugün kamuda yüz bin öğretmen ihtiyacı olduğu söyleniyor. Sınıflar halâ daha 40 kişilik. Halen ikili öğretim yapıp sabah karanlığında okula giden, akşam karanlığında okuldan çıkan öğrenci ve öğretmenler var. Okul öncesi eğitimin 5 yıl önce zorunlu olacağı gündemdeydi. Bu olduğu takdirde ilkokulun olduğu her yerde okul öncesi eğitimi de olacak. Diğer yandan, özel eğitim ihtiyacı bulunan çocuklar var.

1990’ların başında Richard Sennett, Karakter Aşınması kitabında, kapitalizmin esnek çalışma ve yeni koşullarında geleneksel yapının bozularak her insanın işgücüne katılımından dolayı yaşlı, engelli ve çocuk “bakım” hizmetleri alanında çalışacak insanlara ihtiyacın gitgide artacağını belirtir. 2008 sürecinde lise eğitiminin dört yıla çıkarılması ve daha sonra zorunlu yapılmasının bir nedeni de bu gerçeğe dayanıyor: çalışan anne-babalar ve evdeki çocuklar.

Sınıfı kırk kişi yapıp ikili öğretimle sürdürülen okullarda öğretmenlere haftada 30 saat ders verip ilk 15 saat için maaş, diğer 15 saat için ek ders ödendiği sürece ve emeklilik ücretleri iyileştirilip emeklilik yaşı geriye çekilmedikçe öğretmen açığı sayısı hiçbir şekilde gerçeği yansıtmıyor. O zaman neden öğretmen istihdam edilmiyor? Çünkü “ücretli öğretmenlik” adı altında asgari ücrete denk gelmeyen ödemelerle açık kapatıldığı gibi haftada 30 saat derse giren ücretli öğretmenin sigortası okul günü kadar yatırılıyor.

Diğer çalışma alanı da belediyeler. Richard Sennett’in işaret ettiği duruma belediyeler el atıyor. Son seçimde CHP’nin ilçe adaylarının “her mahalleye kreş” vaadi de gerçeklikten uzak. Mevcut kreşlerde kamu emekçisinin aldığı maaşın altında ücret ödemesi yapılıyor. Bugün o kreşlere ve kültür dairesine ihtiyacı olan öğretmenler değil, partinin yetkililerine yakın kişiler ve seçim ittifakını oluşturdukları partilerin referans verdiği insanlar istihdam ediliyor. Bu konuda CHP belediyeciliği çözümün değil sömürünün parçası durumundadır.

Bu belediyelere popülerleştirilen İstanbul ve Ankara dışındaki bir ilde yapacağınız iş başvurusuna dönüş bile yapılmıyor. Zaten CHP de dayandığı tabanın sınıfsal yapısı açısından işçi, emekçi ve yoksul kesimden çok uzakta konumlanıyor.

CHP, öğretmenlerin istihdamına yönelik miting düzenler ama kendi belediyelerinde düşük ücretlerle öğretmen çalıştırır. Asgari ücretin biraz üzerinde vereceği ücret için de başvuru yapan öğretmenden bir dizi “referans” ister.

Sonuç olarak öğretmenler, kamu emekçileri arasında halka en yakın ve aydın kesimi oluşturuyor. İnsan yetiştirme programında bu kesimin politik dönüşümünde bahsi edilen “liyakat” kavramının uygulanmaması anormal değil, aksine normal bir durumdur. Emperyalist kapitalizmin neoliberal politikalarının doğası gereği liyakat esas alınmaz. Kim ki liyakati parti söylemi haline getirip muhalefet ediyorsa gelecekte koltuk sahibi olduğunda onu esas almayacaktır.

KPSS açıklandı. Bir yıllık emeğin ardından ataması yapılmayan hiçbir meslektaşımız, sakın düzenin yaydığı umutsuzluğa razı olmasın. “Ben yeteriz miyim!” diye kendini sorgulayıp depresyona ve anksiyeteye kapılmasın, çünkü bu işletilen çarkın sorumlusu biz öğretmenler değiliz. Düzenin yapmak istediği de tam olarak insanların umudunu bitirmek.

Bir branştan 10 bin mezunun girdiği sınavdan sonra 500 kişi istihdam edilecekse geriye kalan 501.'nin de dâhil olduğu 9.500 öğretmen “yetersiz” midir! Kesinlikle hayır!

Çözüm nedir? Çözüm, kesinlikle bu krize yol açanlarda değildir. Çözüm, yine öğretmenlerin birlik olup ses çıkarmasından geçiyor. Yakın dönemde kurulan ve içinde özel okul çalışanlarının yer aldığı Öğretmenler Sendikası, yaptıkları eylemlerle ses getirip yetkililer tarafından görüşmeye çağrıldı. Talepleri çok net, ilk aşamada yasal hakları olan taban maaşın uygulanması. Bu haklarını kazanma pahasına direniyorlar.

Birleşmekten başka çare yok. Birleşerek önce sendikaların kapısı aşındırılmalı. Size destek olmama gibi lüksleri bulunmuyor. Geçmişte nasıl ataması yapılmayan öğretmenlerin eylemlerine maddi ve manevi destek sağladılarsa öğretmenliğin onuru ve öğrencilerimiz için bugün de bu destek sağlamak zorunda.

Aramızda din, dil farklılıkları, ideolojik ayrılıklar olabilir ama öğretmenler odasında ve sınıfta hepimiz öğretmeniz, sınıfa girince de hiçbir öğrenciye dil ve din ayrımı yapmayız. Öğretmene şiddet konusunda Mayıs’ta nasıl birleşik grev ilan edilince bu konuda eleştirilse de bir düzenlemeye gidildiyse bugün aynısı atanma hakkı için de yapılır.

Emeğimizden ve mesleğimizden başka temel ortaklığımız yok. Size ayrılıklarla ve farklılıklarla gelenleri dinlemeyin. Sosyal medyanın kirli ortamında Öğretmenler Sayfası gibi platformlardaki paylaşımların altında yazan yorumları ciddiye alıp kendinizden şüphe etmeyiniz. Size başka işte çalışmanızı söyleyenleri de dinlemeyiniz. Öğretmenin tek mesleği ve işi öğretmenliktir. Unvan, konum, güvencesi fark etmeksizin hepimiz öğretmeniz.

GÜVENCELİ İŞ, GÜVENCELİ GELECEK!
EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET!

S. Adalı
25 Ağustos 2024

0 Yorum: