27 Ağustos 2024

,

Beyaz Taşlar


Binlerce Perinçek var!

Sözde aydınlık, özünde ise karanlık bir yapıdan ibaret olan Aydınlık/Perinçek’in “Deniz ve Mahir dolduruşa geldi; kulaklarını çektim” söylemi gündeme oturdu. Sol kurumlar ve solcu bireyler bu söylemi haklı ve meşru olarak mahkûm ettiler. Mahir’i ve Deniz’i sahiplendiler.

Öyle de olması gerekiyordu, zira bu sözler, Deniz’i ve Mahir’i düşmanın yöntemi olan psikolojik savaş ile küçülten, “kandırılmış, birileri tarafından kullanılmış” türü argumanlarla kitleleri manipüle ediyor, devrimcileri “bir şeker ile kandırılmış yaramaz çocuklar” olarak lanse ediyor.

Tabii MİT gibi yapılarla arası çok iyi olan, mahalle bakkalını bile fişleten, yayın organlarında devrimcileri ihbar eden, NATO destekçisi, karşı devrimci Perinçek için normal ve yerinde bir şey.

Öte yandan, bu karşı devrimcinin TDH’nin önderlerinden olan Deniz ve Mahir ustalara karşı kibirli, kendini beğenmiş, onları aşağılayan bu tür söylem ve pratikleri mahkûm etmek de devrimci kişi ve kurum için normal ve gerekli görülmelidir.

Lâkin Perinçek’in “Deniz ve Mahir dolduruşa geldi; kulaklarını çektim” söyleminin altında yatan, devrimcileri küçümseyen, onları birileri tarafından kullanılmış-kandırılmış kişiler olarak takdim eden ifadesinin benzerlerini bugün Perinçek’in bu sözünü mahkûm edenlerde de görmek mümkündür.

Hatta bu kokuşmuş cümlelerini gizlemeden, açıktan dile getirmiş olması sebebiyle Perinçek, onu bu sözünden ötürü mahkûm eden ama aynı şekilde kokuşmuş, çürümüş cümleleri dillerine dolayanlardan bir nebze de olsa daha masummuş gibi görünüyor.

Zira yakın tarihte halkın avukatları olan Ebru Timtik ve Aytaç Ünal, açlık grevlerine başlayıp, devletin ve hukukun kendi yazıp çizdiği yasalara uymadığını, devrimcilik yapmanın, halkın haklarını savunmanın meşru ve haklı olduğunu duyurmak için bir direnişin fitilini yakmıştı. Ne yazık ki Ebru Timtik, bu açlık grevinde devletin-sermayenin bilinçli, programlı pratikleri ile ölümsüzleşti.

Bu iki devrimci avukat, özelde kendilerine karşı yapılmış gibi gözükse de genelde işçi sınıfına, halklara ve devrimcilere karşı yapılan sistematik baskıyı dünyaya teşhir etmek için bedenlerini ateşe atıp bir kıvılcım çaktı.

Ama gelin görün ki bugün Perinçek’in devrimcileri küçümseyen, “kandırılmış, kullanılmış” türünden sözlerini mahkûm edenler, o gün aynı lafları açlık grevine yatan bu iki devrimci avukat için sarf ettiler. Bu iki devrimci avukat “eline şeker verilip kandırılan, kullanılan kişiler” olarak sunuldular. Onları eleştirenler, bu yöntemin eskimiş, artık geçerliliği olmayan bir yöntem olduğunu, işçi sınıfına bilinç götürülmesi gerektiğini söylediler. “Bu işler açlık grevleriyle olmaz” diye de akıl vermeyi ihmal etmediler.

Oysa devlet ve sermaye açısından asıl mesele de buydu. Açlık grevi yapan bu insanlar, neticede tatil köylerinde güneşlenirken alınıp götürülmediler. Haksız hukuksuz, hiçbir somut gerekçe olmadan zindanlara atıldılar. İşçi sınıfının ve halkların haklarını mevcut sistem dâhilinde savunmak isterken, en nihayetinde, devrim ve sosyalizm için mücadele ederken hapse atıldılar.

Onlar, işçi sınıfına ve halklara bilinç getirdiği için hedef seçildiler. Ve bunu da onları küçümseyen ahmakların akıl vermeleri ile değil, sahip oldukları ideolojik-teorik çizginin zorunluluğu gereği, hiçbir karşılık beklemeden yaptılar.

Bu açlık grevlerini yadsıyan, açlık grevlerindeki devrimcilere akıl veren kliklere mesela Yüksel Direnişi’ni hatırlatmak gerek.

Hani şu kendi sendikaları tarafından darbedilen, ihbar edilen, tek başlarına da kalsalar mücadele edenlerden ve en sonunda da kendi sendikalarından ihraç edilenlerden bahsediyorum.

Ne yazık ki bu keskin sınıf savaşçılarına bir şey beğendiremiyoruz.

Zira buna açlık grevine de sokakta mücadeleye de “olmaaaz” deyip duruyorlar.

Aslında bu klikler, o çokça mahkûm ettikleri Perinçek’in utangaç versiyonudurlar. Çünkü en azından Perinçek karnından konuşmuyor. Gelgelelim bu utangaç klikler, mücadele edenleri “tek başına bir şey olmaz, işçi sınıfının ve halkların şahlanması lazım. Maceracılık yapmanın âlemi yok!” deyip mücadele içerisinde olanları tasfiye ettikleri gibi bir de psikolojik savaşla onları küçümseyen, mücadelelerine burun kıvıran o küçük burjuva kendini beğenmişlikleri ve kibirleriyle herkese akıl veriyorlar. Onlardaki çürümüşlük ve koku daha beter, daha keskin.

Bu akıl verenlerle Perinçek arasında biçimsel farklılıklar söz konusudur. Hatta akıl verenler, Perinçek’ten daha zararlıdır. Zira onlar, Perinçek’i mahkûm ederek, kendilerini temize çekmiş oluyorlar.

Oysa iki taraf da mücadele eden devrimcileri “maceracı, kandırılmış” gibi laflarla faşizmin devrimcilere yönelik insanlık dışı muamelesini perdeliyor. Buradan da suçu devrimcilerin üzerine atıyor. “Eğer uslu olursanız, devlet de sizi cezalandırmaz” diyor. Tabii bunu açıktan söyleyemedikleri için arkadan dolanıp mücadele yöntemlerini eleştirmeye kalkıyor, böylece kendilerini tatmin ediyorlar.

Türkiye devrimci hareketinin ustaları bize önemli bir miras ve deneyim bıraktı. Perinçek’in neye ve kime hizmet ettiğini tam da bu zemin bize öğretiyor. Biz onun gibi isimlerden nasıl ve ne tür zararlar geleceği konusunda kestirimde bulunabiliyoruz. Lâkin asıl önemli olan, pirinç çuvalının içindeki siyah değil beyaz taşlardır. Bu devrimcilere akıl verip duranların beyaz taş oldukları asla unutulmamalıdır.

Serkan Yıldırım
7 Aralık 2020

0 Yorum: