13 Ağustos 2024

,

Yoksulları Öldürmek: Antonis Karyotis’in Ölümü Üzerine

5 Eylül 2023 günü Yunanistan’ın Pire Limanı’nda yaşanan acı olay Yunan halkında öfkeye yol açtı. 36 yaşındaki Antonis Karyotis, bilet alıp[1] Blue Horizon isimli gemiye bindi, fakat kısa bir süre sonra gemiden indirildi. Yeniden binmeye çalışınca gemi mürettebatından biri onu durdurdu ve gemiden aşağı düşmesine neden oldu. Kimsenin yardım etmediği Antonis, boğularak öldü. Pire yakınlarındaki Nikaia Hastanesi ölümünü doğruladı.

On nüfuslu yoksul bir Giritli ailenin üyesi olan Karyotis, psikiyatrik bakım gören, belirli bir çalışma düzeni olmayan biriydi. Psikiyatristi, Karyotis’in yolda olmanın kendisine huzur verdiğini düşündüğü için sık sık Girit’ten Atina’ya gittiğini söylüyordu.

Bu korkunç olayı bazı yolcular kayıt altına aldılar.[2] Epey ilgi gören video, kamuoyunda infiale yol açtı. Videolarda da görüldüğü üzere, bazı yolcular vapurun durdurulmasını istedi ama mürettebat bu istekleri sürekli geri çevirdi.[3]

Akşam saat 9:13’te Pire sahil güvenlik komutanlığı, geminin kaptanına gemiden bir adamın düştüğünü söyledi ama buna mürettebattan birinin sebep olduğundan hiç bahsetmedi.[4]

11 Eylül Pazartesi günü Denizcilik ve Adalar Bakanı Miltiadis Varvitsiotis, yaşanan trajedi sonrası yaptığı yorumun yol açtığı öfke sebebiyle istifa etti. Open isimli TV kanalına çıkan bakan[5], orada göz altına alınan mürettebat üyelerine atıfla, “kurban için yas tutanlar yanında bir de cinayetle suçlanan, düzgün bir hayatı olan, ücret karşılığı çalışan insanlar için yas tutanlar da var” demişti.

Sonrasında bu olay üzerinden Blue Horizon şirketine bağlı limanlarda eylemler yapıldı. Eylemcilerin birinin elinde taşıdığı dövizlerden birinde “Ölümlere alışmayalım” yazıyordu.[6]

İşte bence bugün asıl tartışılması gereken de Yunanistan’daki toplumsal ve politik altyapı dâhilinde ölümün normalleşmesi. Yaşanan olayın politik ve toplumsal etkisini anlamak için onu Yunan devletinin politik ve toplumsal düzeyde aldığı şekli meydana getiren dört temel yapısal faktör bağlamında analiz etmek gerekiyor. Daha da özelde şunu söylemek mümkün: Yunan devleti, işçileri zararlı ve ağır koşullara mecbur ederek, tam da Friedrich Engels’in bahsini ettiği “toplumsal cinayet”i işliyor.[7] İnkâr edilen şiddet görünmez oluyor, böylelikle şiddet, kurumların başvurduğu bir taktik olarak normalleşiyor.

2008 Sonrası Yaşanan Krizde Şiddetin Irksallaşması

Son on beş yıl içerisinde Yunanistan’da ırkçı şiddet daha da yoğunlaştı. Bu gelişme, temelde politik ve ekonomik değişimlerle yakından bağlantılı.[8] 2008’de dünya genelinde yaşanan resesyon sonucu Yunanistan, hem süresi hem de yol açtığı yıkımın ölçeği bakımından eşi benzeri görülmemiş bir ekonomik krizle yüzleşti. Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde kriz en ağır darbesini Yunanistan’a indirdi. Ülke, en uzun ve en ağır krizle boğuşmak zorunda kaldı.[9]

Ardından, ülkede kamu harcamalarında kesintiye gidildi, kamudaki istihdam oranı düşürüldü, katma değer vergisi oranları artırıldı, sosyal yardımların miktarı azaltıldı, bunun sonucunda kitleler yoksullaştı, toplumsal huzursuzluk arttı, hükümet, muhalefet partileri ve sendikalar arasındaki politik gerilimler arttı, bunun sonucunda da politik ortam iyice istikrarsızlaştı. Bu bağlam dâhilinde göçmenlere yönelik olumsuz algı arttı. Yunan toplumunun büyük bir kısmı göçmenleri istilacılar, iş imkânları konusunda yarışan rakipler olarak görmeye ve onların Yunanlıların iş bulmasını zorlaştırdığını düşünmeye başladı. Bu görüş, halk nezdinde iyi yaygınlaştı.[10]

Altın Şafak, göçmenlere yönelik şiddetteki artışla birlikte büyüdü. Bu şiddet, fiziki saldırı, mülke saldırı, sözlü saldırı biçimleri aldı. Genelde Asya, Ortadoğu ve Afrika’dan Müslümanlara ve beyaz olmayan göçmenlere yöneltildi.[11] Ülkedeki politik yapılar ve kurumlar, şiddet kullanımını sürekli uyguladıkları üç söylemsel strateji üzerinden meşrulaştırdılar:

1. Göçmen karşıtı şiddetin sistemle alakalı niteliğini sürekli inkâr etme;

2. Olayları münferitleştirme;

3. Kötü muamele iddialarını şüpheli kılma.[12]

Ayrıca bu kurumlar, göçmenlere yönelik şiddetle ırkçılık arasındaki bağı koparttılar ve bu şiddeti göçün yol açtığı tehditlere yönelik bir cevap olarak gösterip meşrulaştırdılar. Göçmenin yol açtığı tehdit karşısında duyulan güvensizliğe ve korkuya tepki olarak takdim edilen şiddet olaylarına hoşgörüyle yaklaşıldı. Aynı zamanda bilhassa kriz dönemlerinde neoliberal hükümetlerin başvurdukları stratejiler devreye sokuldu ve göçmenler gibi marjinal kabul edilen gruplar hedefe konularak, bunların kendi içlerinde kaynaşıp örgütlenmelerine mani olundu.[13]

Yunanistan’da göçmenlerin sayısı arttıkça hükümetin mültecilere yönelik tepkileri ve göçmen eleştirileri de yaygınlaştı. 2019 seçimleri ardından iktidara gelen Yeni Demokrasi Partisi, göçü merkeze koyan, güvenlik meselesini temel alan dili yeniden devreye soktu, ayrıca eleştirileri savuşturma konusunda AB’nin katkı sunmadığı koşullarda, hükümet bu zafiyetten istifade etti.[14] Dahası hükümet, Türkiye’yle rekabet edecek kadar güçlü olduğu algısını muhafaza etmek ve suçu Türkiye’nin üzerine atmak için Türk karşıtı duygulara oynadı.

Son yıllarda Yunan ekonomisi büyüme işaretleri veriyor olsa da enflasyona ayarlanmış olan ücretlerin yerinde saydığını söyleyebiliriz.[15] Esasında ücretler, genelde fiyat artışları baz alındığında epey düştü. Emek piyasasında bu eğilim iyice güçlendi. İşverenler, yetersiz ücret ödendiği için çalıştıracak insan bulamadıklarını söylüyorlar. Yunan ekonomisinde, yiyecek hizmetleri, turizm ve inşaat gibi önemli sektörlerde birçok iş için insan bulunamıyor. Öte yandan, tüketiciler, fiyat artışlarıyla baş edebilmek için temel ürünleri daha az almak zorunda kalıyorlar.

Yunanistan, bugünlerde hukuki sorunlar da yaşıyor.[16] Örneğin hapishanelerde ve göçmen toplama merkezlerinde yabancılar, insanlık dışı muamelelerle ve zulümle yüzleşiyorlar. Ayrıca başka ülkelerden gelen insanlar, ırkçı polislerin saldırılarına uğruyorlar. Hükümet yetkilileri, göçmenlere ve mültecilere yönelik şiddet[17] olaylarını rapor ediyorlar.[18] STK’lar ve uluslararası örgütler, hükümetin polis saldırılarını[19] soruşturma konusunda yetersiz kaldığını, mültecileri zorla geri gönderdiğini, sorumlulardan hesap sormadığını söylüyorlar.[20]

Bu sürece paralel olarak, mevcut hükümet, polis sayısını epey arttırdı, bu artış üzerinden ülke, vatandaş başına düşen polis sayısı bakımından AB ülkeleri içerisinde dördüncü sıraya yükseldi.[21] Bu gelişme, hapishane nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ının yabancılardan oluştuğu bir dönemde gerçekleşti.[22] Bu da bize ülkede hukuk düzeninin yerini ceza devletinin aldığını gösteriyor. Bu devlet, polisin gücünü kullanarak, marjinal ve dezavantajlı kişileri cezalandırıyor, kontrol altında tutuyor, böylelikle, “yabancı düşman”a karşı kamuoyunu rahatlatıyor.

Antonis’in öldürülmesinden birkaç gün sonra gemi mürettebatı arasında hâkim olan ırkçı yaklaşımları açığa vuran telsiz konuşmaları basına sızdı.[23] Bir yerde geminin kaptanı, sonradan Yunan olduğu anlaşılan söz konusu yolcuyu yabancı sandığını söylüyor: “Bileti olmadığını, esmer bir Pakistanlı olduğunu sandım. […] Dışarıda öylece oturuyor, sonra ikide bir yanıma geliyordu, ama bilet milet göstermiyordu. Bana sadece ‘seyahat edeceğim’ dedi.”

Ölüm ve İnkârı

Marx ve Engels, sermayenin sürekli büyümesinin doğası gereği öldürücü olduğunu, zira sermayedeki büyümenin işçi sınıfının daha da yoksullaşmasını gerekli kıldığını, bu sefaletin karşılığında kapitalist sınıfın kendisine servet biriktirdiğini görmüştü.[24]

Serveti büyütme arayışı, sermayenin daimi hareketini tayin eden şey. Bu hareket, mali döngüden daha fazlasını ifade ediyor. Kesintisiz çalışan bir toplumsal mekanizma olarak serveti büyütme çabası, işçilerin ölümünün dışsal sebebi değil. O, işlemekte olan bir öldürme süreci olarak anlaşılmalı.”[25]

Yunan toplumu, ölümlerin sıklıkla yaşandığı bir yer. Artık hapishanelerde insanlar daha çok ölüyorlar. Her bir ölümün ana sebepleri asla sorgulanmıyor. Mahkûmlar kendi canlarına kıysa bile kimse, bu tür olaylarla ilgilenmiyor.[26] Bu da ileride yaşanacak ölümleri önleyecek tedbirlerin alınmasına ve bu olaylardan ders çıkartılmasına mani oluyor.

Göçmenlerin kapatıldıkları gözaltı merkezlerinde durum farklı değil. 2021’de Macky Diabate isimli 44 yaşındaki Gineli adam, Kos adasında gözaltı merkezindeyken, birkaç gün tedavi talebinde bulunmasına rağmen gerekli cevabı alamadığı için, karınzarı iltihabı denilen, tedavisi mümkün olan bir hastalık yüzünden hayatını kaybetti. Bu tür durumlara ek olarak, bu gözaltı merkezlerinde tutulan göçmenlerin telefonları kurcalanıyor veya bozuluyor ki mevcut durumlarını belgeleyip kimseyle paylaşmasınlar. Bu da göçmenlerin avukatlarına gerekli hukuki belgeleri paylaşmalarına ve onların avukatlarından bilgi almalarına mani oluyor.[27]

Bir de tabii batan tekneler var. 14 Haziran 2023 günü Adriana isimli balıkçı teknesi, Pilos sahili açıklarında battı. Sonuçta 600’den fazla insan hayatını kaybetti. Hayatta kalanlar ve muhabirler, teknenin Yunan sahil koruma botuna bağlanarak çekildiğini söylüyorlar. Devlet, bu iddiayı yalanladı. Gerekli belgeler olmamasına rağmen, hayatta kalan insanların telefonlarına el konuldu.[28]

Hayatta kalanlarla yirmiden fazla söyleşi gerçekleştirildi. Mahkeme belgeleri ve sahil koruma müdürlüğündeki kaynakların sözleri incelendi. Böylelikle teknenin kurtarılma ihtimali varken böylesi bir çaba içine girilmediği, teknedekilere yardım edilmediği görüldü. Hayatta kalanların tanıklıklarının da ortaya koyduğu biçimiyle, Yunan sahil koruma memurları, tekneyi sahile çekerken onun batmasına sebep olmuşlardı.

28 Şubat 2023 günü bir de Yunan tarihinde görülmüş, en fazla ölümün yaşandığı tren kazasına tanık olundu. Kazada 57 kişi hayatını kaybetti. Soruşturmalar neticesinde yolcu treninin yanlış hatta geçmesine izin verilmiş, aynı hat üzerinde yük treni bulunduğuna dair işaretlere dikkat edilmemiş. İlkin çarpışmayı “trajik bir insani hata” olarak niteleyen başbakan, sonrasında çarpışma konusunda yaşadığı pişmanlığı dile getirdi ve uygun güvenlik tedbirleri uygulansaydı, kazanın yaşanmayabileceğini kabul etti.[29]

Yunan devleti, ayrıca göçmenlerle ilgili, onların canlarına kasteden bir dizi eyleme imza attı. Geri gönderme hamlesi, bunlardan biri. Devlet, bu hamle dâhilinde birçok göçmenin hayatını kaybetmesine neden oldu.

Bunun bir örneği, Ocak 2014’te Farmakonisi’de yaşandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konuyla ilgili önemli bir karara imza atarak, Yunan yetkililerini gerekli kurtarma operasyonlarını gerçekleştirmediği ve yaşanan üzücü olay sonrası soruşturmayı başlatmadığı, özellikle kurbanların ifadelerini almadığı sebebiyle mahkûm etti.[30] Önceki hükümet de bugünkü hükümet de geri gönderme uygulamalarına ısrarla başvuruyor ama bunu sonrasında inkâr ediyor. Bu inkâr, sistematik bir hâl almış olan inkâr kültürünün somut bir simgesi hâline gelmiş durumda.[31]

İhmal sonucu yaşanan fiziki ölümlerle yüzleşenler, daha çok işçi sınıfına mensup kişiler. Göçmenlerin tıkıldığı gözaltı merkezlerinde gerekli tedaviyi görmediği için ölenler de aynı ihmalin kurbanı. Hapishanelerde ve göçmen gözaltı merkezlerinde görülen intihar teşebbüsleri de aynı zincirin halkası.

Tren kazaları ve gemi kazalarında görüldüğü üzere devletin ihmali ölümlere sebep olabiliyor. Ayrıca devlet, geri gönderme eylemleri üzerinden ölümlere yol açıyor. Ayrıca devlete çalışan kişiler veya toplumsal kontrolü sağlamakla görevli kişiler uyguladıkları şiddetle ölümlere sebep olabiliyorlar. Antonis’in ölümü, bunun somut bir örneği. Yunan devletinin yarattığı, cinayetle sonuçlanan durumlar, bir yandan, olaylar arasında bağlantı noktası olarak iş gören inkâr halkasını bir biçimde içeriyor.

Bir Yunan kanalında verilen haberde, gemideki mürettebatın bir üyesinin yaşadıkları şeyi kimseye anlatmamalarını tavsiye ettiğine dair lafları işitiliyor: “Şunu aklınızdan hiç çıkartmayın: Duyduklarımızı, gördüklerimizi kimseye demeyeceğiz” diyor.[32]

Bu kaba şiddeti görünmez kılma stratejisi, gemi mürettebatının üyesinin yakalanma korkusuyla başvurduğu, tesadüfi veya tek seferlik bir şey değil. Bu strateji, toplumun kıyısında yaşayanları yönetme sürecinde Yunan devletinin başvurduğu, şiddeti sistematik bir biçimde inkâr etme tarzına işlemiş bir şey. Gemiye binmeye çalışan yolcunun yabancı (turist olması muhtemel bir tüketici değil de bir “toplumsal atık”, siyahî bir Pakistanlı) olduğundan şüphe edildiğinde dahi dizginsiz şiddet önce uygulanıyor, ardından inkâr ediliyor.

Yoksulları Öldürmenin Biyopolitikası

2015’te yaşanmış bir olayı anmak gerekiyor: aynı şirkete ait bir gemi, TV spikeri ve ünlüsü Eleni Menegaki’yi kırk dakika bekledi.[33] 7:50’de kalkması gereken gemi 8:30’da kalktı. Bu olay önemli bir meseleye işaret ediyor: devlet ve aygıtları, başkalarının hayatlarının heba olmasına izin veriyor veya bu insanları ihmal edebiliyor ama bazılarının hayatlarını de öncelikli görüyor.

Foucault, biyopolitika zemininde şunu söylüyor:

“Eskiden beri var olan birinin canını alma veya bir başkasının yaşamasına izin verme hakkının yerini başkasının hayatını gözetme veya ölümüne göz yumma yetkisi aldı.”[34]

Elitlerin çıkarlarını koruma ve bu çıkarların mevzi elde etmesini sağlama çabası, çoğunlukla istenmeyen ve/veya tehdit unsuru olarak görülen işçilerin ölüme terk edilmesini veya dışlanmasını içerir.[35] Foucault’nun tespitiyle, “öldürme eylemi, dolaylı cinayetin her türden biçimini, birini ölümle burun buruna getirmeyi, bazı insanların ölüm riskini artırmayı, politik ölümü, sınır dışı etmeyi, geri çevirmeyi vs. içerir. Başka bir ifadeyle, korumaya değer görülen insanlar, ancak istenmeyen veya tehdit olarak görülenlerin geri çevrilmesi veya ölüme terk edilmesi üzerinden savunulur.” Foucault devam eder:

“Öldürme eylemi veya öldürme zorunluluğu, ancak politik hasımlar karşısında elde edilen bir zaferle sonuçlandığında değil de türün veya ırkın gelişimine yol açması, biyolojik tehdidin yok edilmesini sağlaması durumunda kabul edilir bir şeydir.”[36]

Foucault’nun “öldürme” ile ilgili anlayışı, belirli canların dışlanması ve ölüme terk edilmesi üzerine kuruludur. Burada amaç, korumaya değer görülen canların korunmasıdır. Foucault’nun bu anlayışı, mevcut Yunan devletinin, birbiriyle bağlantılı biyopolitik mekanizmalarıyla birlikte, genelde işçi sınıfı, özelde mahkûmlar, göçmenler, cinsel[37] ve toplumsal cinsiyet azınlıkları gibi korunmaya değer görülmeyen bireyleri nasıl yok ettiğini anlamamız konusunda oldukça kıymetli bir zemin sunmaktadır.

Yoksulları Öldürmek

Yunan turizmi, ülke ekonomisinde önemli bir rol oynuyor. Turizm, gayrisafi yurtiçi hâsılasının yüzde 20’sini oluşturuyor.[38] Cennet gibi bir yer olarak takdim edilen Yunanistan’ın mevcut imajının aksine, özellikle son yıllarda ülkede sömürü giderek yoğunlaştı. Sömürünün yoğun olarak gerçekleştiği iş pratikleri ülkeye hâkim hâle geldi.[39] Bu sömürü düzeyi hukuk üzerinden meşrulaştırıldı.

Eylül 2023’te meclis iş kanunu çıkartarak, tam zamanlı çalışanların ikinci bir yarı zamanlı işe girmelerine ve belirli koşullarda günde 13 saat çalışmalarına izin verdi.[40] Bu kanun, aynı zamanda işverenlere gerektiğinde işçilerini haftada altı gün çalışma imkânı sunuyor. Buna ek olarak, işteki ilk yılı içerisinde çalışan, aksi kabul edilmemişse, tazminatsız veya uyarısız işten çıkartılabiliyor. Ayrıca kanun, deneme süresini altı aya çıkartıyor ve işverenlere çalışma şartlarını detaylı olarak aktarma zorunluluğu getiriyor. Bunun dışında kanun, grevler esnasında iş yerlerini işgal eylemlerini suç ilân ediyor. Grev esnasında başkalarının çalışmasına mani olanlara asgari altı ay hapis cezası ve 5.000 avro para cezası verilmesini öngören kanun, özünde grev hakkının zeminini zayıflatıyor.

İşçiler için avantajlıymış gibi takdim edilen[41] bu tür kanunlar, çalışma hayatı ile ilgili kazanılmış hakları gerçekte yüz yılı aşkın bir süre önce Marx’ın tasvir ettiği dönemdeki düzeye çekiyorlar. Yüz yıldır kapitalistleri “uzun soluklu sınıf mücadelesi”nin[42] sonucunda elde edilmiş, çalışma saatlerindeki kısıtlamaları ortadan kaldıracak yöntemler arayıp duruyorlar. Bu noktada kapitalistler şu tür bir yönteme başvuruyorlar: işçilerin günde toplam on saat çalışmasını ama bu çalışma sürecinin on beş saate yayılmasını zorunlu hâle getiriyorlar, böylelikle işçiler daha fazla zaman çalışmış oluyorlar, kanun da ihlal edilmemiş oluyor.[43]

Mevcut kapitalist yapılar dâhilinde belirli bireyler, temel insani ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar. Simon Clarke’ın[44] da dile getirdiği biçimiyle, kapitalizm, “eşyanın üretiminin artı-değer üretimine, temellüküne ve birikimine tabi olduğu üretim sistemi olarak işliyor.” Böylesi bir düzende eşyanın imal edildiği süreç, o ürünlere fiiliyatta ihtiyaç duyulup duyulmadığından bağımsız bir biçimde işliyor. Sonuçta insanın esenliği ve refahı, en iyi hâliyle, kapitalizmde tali bir mesele hâline geliyor.

Bu gerçeğin en yalın hâlini Yunan turizminde çalışan işçilerin sefil ve sömürü üzerine kurulu çalışma koşullarında ve tabii ki Antonis’in ölümünde görebiliyoruz. Ekonomik zorluklar, turizmde çalışan mevsimlik işçilerin berbat koşulları kabul etmesine neden oluyor. Rodos adasındaki garsonlar bunun bir örneği. Adada garsonlar, müşterilerine bellerine kadar suyun içerisinde hizmet etmek zorunda kalıyorlar.[45]

Kötü çalışma koşulları, kötü barınma koşulları, gece vardiyaları, peş peşe iki vardiyada çalışma zorunluluğu, iki ya da üç işi birlikte yapma zorunluluğu, kayıt dışı çalışma, Yunan turizminde çalışma koşullarının temel özellikleri.[46]

Engels’in 1845’te İngiliz işçi sınıfı ile ilgili söyledikleri, bugün Yunanistan için de geçerli. Yunan devleti, işçileri ağır çalışma koşullarına mahkûm ediyor, işçileri kanunun gücünü kullanarak, kaçınılmaz son olarak ölümün eşikte beklediği berbat koşullarda çalışmaya zorluyor.

Mevcut iş imkânlarına kıyasla eldeki işgücü fazlasını ifade eden nispi artık nüfusla ilgili Marksist anlayış, Antonis’in ölümü ile Yunanistan’daki turizm sektöründe çalışan emekçilerin yüzleştikleri sömürü arasında bağ kurulabileceğini söylüyor.

Kapitalist sistemde artı-değer elde etme çabası topluma hâkim olan ana unsur. Bu çaba, toplumda merhametsizliği ve duyarsızlığı besliyor. Neticede zaman içerisinde bu hâl kanıksanıyor, yerleşikleşiyor, artı-değer biriktirme dürtüsü, kişilerin başkalarını araçsallaştırma eğilimlerini besliyor, sonuçta da araçsallaştırmayı temel alan yepyeni örgütlenme tarzları ortaya çıkıyor. Bu araçsallaştırma süreci, kapitalistlerin işçileri sömürmesini kapsayarak ilerliyor. İnsanlar, hedeflerine ulaşmak için başkalarını salt birer araç olarak görme ve o hâle getirme çabası içine giriyorlar.[47]

Beatrice Adler-Bolton’ın tespitiyle, “kapitalizm koşullarında çalışırsınız, bir ücret alırsınız, sonra da bir şeyler satın alabilesiniz diye size hayatta kalma hakkı verilir.”[48] Antonis, Yunan devletine ve kapitalist sınıfa kâr getirmediği için, bu hayatta kalma hakkını satın alamadı. Antonis’in denize itildiği an, simgelerle yüklü bir resim sunuyor. Antonis, finansal birikime mani olduğu için denize atılıyor, geminin yola çıkmasını, Yunan ekonomisinin işlemesini engellediği için öldürülüyor.

Bu koşullarda ihtiyaç duyulan bireyler, devletin ekonomiyi hızla büyütme potansiyeline yönelik birer tehdit olarak görülüyorlar.

Dead Kennedys grubunun 43 yıl önce söylediği şarkı bu tehdit algısıyla ilgili aslında. Alaycı ifadelerle yüklü şarkıda grup, dünyanın en zenginlerinden, ülkenin ilerlemesi önündeki tek engel olarak gördükleri yoksulları nötron bombasıyla öldürmelerini istiyor.[49]

Tasarruf tedbirleri sebebiyle gündelik hayat içerisinde neoliberalizmin dilinin hâkim hâle gelmesiyle birlikte, “sıradan yurttaşlar”, ihtiyaç sahibi kişileri kıymetli zamanlarını tüketen unsurlar olarak algılayabiliyorlar.[50] Fakirler, her şeyi ziyan eden kişiler olarak görülüyor ve bu kişilerin karşısına bireylere ve çevreye zarar veren sömürü koşullarından kâr elde edenler çıkartılıyor.[51] İnsan hayatı ve doğa karşısında kârı yücelten anlayışı benimseyenlerde her türden dışlayıcı tavır, başarı için gerekli olan hâkim görüşe uygun hareket edemeyenleri umursamama hâlinin tezahürü olarak iş görüyor.

Antonis, başarı için gerekli olan hâkim görüşe uygun hareket edemeyen insanlardan biriydi. Ölümü, kıyıya köşeye atılmış, yoksul insanlara yönelik genel yaklaşımın her yana yayılmış olmasının değil, son on beş yıl içerisinde Yunan politik ekonomisinde yaşanan, toplumsal cinayetin zeminini teşkil eden tasarruf tedbirleriyle, ırkçı şiddetle, çalışma hayatına yönelik reformlarla, hukuk düzenine yönelik büyük ihlallerle bağlantılı olarak yaşanan yapısal değişikliklerin bir sonucuydu.

Sonrası

“Arzuladığımız ülkeyi temsil etmeyen utanç verici bir olay bu” diyen başbakan Mitsotakis, Antonis’i denize atanların hak ettikleri cezayı alacaklarını söyledi.[52]

Oysa aslında bahsi edilen olay, bugünün Yunanistan’ındaki değerlerle ve önceliklerle gayet uyumlu bir olay. Muhtemelen suçu asıl işleyen kişi ceza alacak ve bir süre hapis yatacak. Böylelikle, başbakanının ceza talebi yerine getirilmiş olacak. Ancak böyle olsa bile adalet yerini bulmayacak. Çünkü yoksulları öldüren bir devlet, adil bir devlet olamaz.

Filippos Kurakis
8 Aralık 2023
Kaynak

[Filippos Kurakis, Yunanistan’ın Nafplion şehrinde Asliye Hukuk Mahkemesi’nde Ceza Hukuku ve Medeni Hukuk Hâkimi Muavini aynı zamanda Atina’daki Panteion Üniversitesi’nde Krimonoloji Bölümü doktora öğrencisidir.]

Dipnotlar:
[1] Ahmet Gençtürk, “Autistic man's drowning death after crew pushed him off Greek ferry shocks public, politicians”, 7 Ağustos 2023, AA.

[2] “Greek ferry passenger 'pushed to his death by crew”, 11 Eylül 2023, Youtube.

[3] “Blue Horizon”, 7 Eylül 2023, Youtube.

[4] Marina Rafenberg, “Greece shocked by death of ferry passenger pushed by crew member”, 22 Eylül 2023, Monde.

[5] “Greek minister resigns over death of ferry passenger allegedly pushed into sea”, 11 Eylül 2023, Guardian.

[6] Monde.

[7] Friedrich Engels, [1845] 2009. The Condition of the Working Class in England. Oxford: Oxford University Press.

[8] Anastasia Asimina Papageorgiou, Racist violence in Greece: mistakes of the past and challenges for the future, Essays in Honour of Nestor Courakis, Ant. N. Sakkoulas Publications, 2017.

[9] Örneğin bkz.: Matsaganis M (2018) “Making sense of the Greek crisis, 2010–2016”. Yayına Hz.: Castells M, Bouin O, Caraça J, Cardoso G, Thompson JB ve Wieviorka M, Europe’s Crises içinde. Cambridge: Polity, s. 49–69.

[10] Anna Bailey-Morley ve Christina Lowe, Public narratives and attitudes towards refugees and other migrants, Greece country profile, 2023.

[11] Human Rights Watch (2012) Hate on the Streets: Xenophobic Violence in Greece. New York: Human Rights Watch.

[12] Lena Karamanidou, “Violence against migrants in Greece: beyond the Golden Dawn”. Ethnic and Racial Studies, 39(11), 2016, s. 1-20.

[13] Leonidas Cheliotis, “Behind the veil of philoxenia: The politics of immigration detention in Greece”. European Journal of Criminology, 10(6), 2013, s. 739 – 740.

[14] Bailey-Morley ve Lowe, 2023, s. 20.

[15] Symela Touchtidou, “Cost of living soars in Greece despite economic recovery”, 15 Mayıs 2023, Euronews.

[16] ABD Dışişleri Bakanlığı, “2022 Country Reports on Human Rights Practices: Greece” State.

[17] “Pushbacks, detention and violence towards migrants on Lesbos”, 25 Mayıs 2023, MSF.

[18] Melissa Pawson, “‘It was hell’: asylum seekers and NGOs allege abuse in Greek detention”, 23 Şubat 2023, OD.

[19] ABD Dışişleri Bakanlığı, State.

[20] “Unwelcome Guests”, 12 Haziran 2013, HRW.

[21] “Police Officers in Europe”, 14 Aralık 2022, Landgeist.

[22] “Percentage of prisoners with foreign citizenship in the reporting country, 2020-2021”, Europa.

[23] Helena Smith, “Crew radio leak increases outrage over Greek ferry passenger pushed into sea”, 13 Eylül 2023, Guardian.

[24] Marx [1867] 1990, s. 799, aktaran: Nate Holdren, Social Murder: Capitalism’s Systematic and State-Organised Killing, in Marxism and the Capitalist State, 2023.

[25] A.g.e.

[26] Council of Europe, “Report to the Greek Government on the ad hoc visit to Greece carried out by the European Committee for the Prevention of Torture and Inhuman or Degrading Treatment or Punishment (CPT)”, 2 Eylül 2022, RM.

[27] Elisa Perrigueur, Vera Deleja-Hotko, Franziska Grillmeier, Katy Fallon, “Prisons in paradise: Refugees detentions in Greece raise alarm”, 22 Ekim 2021, Jazeera.

[28] “Disparities in Accounts of Pylos Shipwreck Underscore the Need for Human Rights Compliant Inquiry”, 3 Ağustos 2023, HRW.

[29] Helena Smith, “‘Greece has derailed’: tens of thousands of protesters ‘rage’ over train disaster”, 8 Mart 2023, Guardian.

[30] Human Rights Watch, 2022, “European Court Slams Greece Over Deadly Migrant Pushback”, HRW.

[31] Stavros Malichudis, “Pushbacks: Eternal Denial of the Greek Government”, 8 Haziran 2020, Solomon.

[32] Helena Smith, “Crew Radio”, Guardian.

[33] “Blue Horizon”, 6 Eylül 2023, Toc.

[34] Michel Foucault, The History of Sexuality, Cilt 1. (Penguin, 1998), s. 138.

[35] Michel Foucault, Society Must Be Defended (Çeviri: D. Macey) (Penguin, 2004), s. 256.

[36] A.g.e., s. 257.

[37] Zack Kostopulo’nun ölümü konusunda bkz.: Helena Smith, “Greek court acquits four police officers over death of LGBT activist”, 3 Mayıs 2022, Guardian.

[38] “Greek Tourism at a crossroad”, Haziran 2023, CEE.

[39] “Severe forms of Labour Exploitation”, 2014, FRA.

[40] “New labor bill voted in Parliament”, 22 Eylül 2023, Ekathimerini.

[41] A.g.e.

[42] Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy. Çev.: Ben Fowkes. Cilt I. Londra: Penguin Books, [1867] 1990, s. 395.

[43] A.g.e., s. 403.

[44] Simon Clarke, Marx’s Theory of Crisis. Londra: Macmillan, 1993, s. 281.

[45] “Waiter wading above waist into the sea”, 3 Temmuz 2023, Greece.

[46] “Tourism work being shunned”, 24 Mart 2023, Ekathimerini.

[47] Holdren, 2023, s. 2.

[48] Beatrice Adler Bolton, “Deaths Pulled From the Future”, 3 Ocak 2022, Substack.

[49] Dead Kennedys, “Kill the poor”, Youtube.

[50] Leandros Kyriakopoulos, “An ambience for indifference: On the ethics of exclusion and the Greek debt crisis. Proceedings of 3rd International Congress on Ambiances”. Eylül 2016, Volos, Greece, Cilt. 2, s. 655.

[51] “Greece Country Briefing”, 18 Şubat 2015, EEA.

[52] Ahmet Gençtürk, “Autistic man's drowning death after crew pushed him off Greek ferry shocks public, politicians”, 7 Ağustos 2023, AA.

0 Yorum: