01 Ağustos 2024

,

Türk, Müslüman, Sol


Devletin ve sermayenin Ortadoğu’yla jeostratejik ve jeo-ekonomik düzeyde kurduğu ilişkilerde sola İslam’la dövüşme görevi veriliyor. Galiyev’in gözünü diktiği Türkistan’la kurulan ilişkilerde de sola milliyetçilikle dövüşmek düşüyor. Sol, disiplin, terbiye ve kontrol aparatı olarak rol oynuyor. Sol, o ilişkilerle dövüşme gereği duymuyor. Sadece kendisine verilen görevi ifa etmekle ilgileniyor.

Vaktiyle “emperyalizmi öfkelendirmemek gerek. Türk’ün ve Müslüman’ın birliği konusunda adım atmayalım” diyen şeflerinin emrine uyan sol, bu emrin sınıfsal ve politik niteliğini sorgulamıyor. Türk ve Müslüman içi sınıf mücadelesini anlamadığı gibi, bunlara yönelik saldırının sınıfsallığını da anlamaya çalışmıyor.

Sol, Türk’ün ve Müslüman’ın ezilen-sömürülen yanını örgütleme gereği duymuyor. Bu yönde bir kavgası olmadığı için MHP’nin millilikle; AKP’nin Müslümanlıkla bir alakasının bulunmadığını görmüyor. Herkes, özneliğini bu körlüğe borçlu olduğu için bu gerçeklerin tartışılmasına bile izin vermiyor. MHP’deki gayrimilliliği, AKP’deki gayrimüslimliği faş edecek bir eyleme tanık olunamıyor. Müslüman’ın ve Türk’ün iradesini egemenler gasp ediyor.

Türk’e ve Müslüman’a ayrı ayrı veya bütün olarak düşman olan bireylerin kendinden menkul birliğine “Sol” deniliyor. Bu birlik, ancak devletin ve sermayenin gölgesinde yaşayabileceğini biliyor. Devlet, sermaye adına, Türk’e ve Müslüman’a sınırlı roller veriyor, sonra da solun eline sopa verip bunları dövdürtüyor. Sermaye, devlet adına, Türk ve Müslüman’ın önünü açıyor, sonra da bir dengeleme ve kontrol işlemi dâhilinde solu onların üzerine salıyor. Komünist hareketin, Türk ve Müslüman’ın ezilen-sömürülen yanını örgütlemesi, ona örgütlenmesi gerekiyor.

Sola verilen görevler, biraz da ezilenin-sömürülenin millet ve dinle ilişkilerini kesmesini sağlamak için veriliyor. Burada asıl düşmanlık edilen husus, bu iki tarihsel güçle kurulan ilişkiler. Devlet, bu ilişkilerin törpülenmesini istiyor. Komünist hattın millet ve din içerisinde açılmasına tahammül edemiyor.

MHP, fukara halka “Barzani’ye küfrettiriyor, ama kendi yönetimindeki isimler, şirketleri üzerinden Barzani ailesiyle iş tutuyor. O millilikle kurulan ilişkilerin kesilmesi, o şirketlerin de istediği bir şey. Zira o şirketler, o milliliğin o şirketleri basacağını iyi biliyor. (Yıllar önce MHP, bir sahil kasabasına yanaşan Amerikan gemisini protesto eden ülkücü gençleri aynı gün içerisinde partiden atmıştı.)

Türk ve Müslüman, sınır ve sınıf dışı olgular olarak görülüyor. Solun Türk’ü ve Müslüman’ı sınır ve sınıf dışı olgular olarak görmesinin sebebi, solun kendisini sınır ve sınıf dışı bir olgu olarak inşa etmek istemesi. Kendi sınır ve sınıf dışılığının karşı görüntüsü olarak inşa edilen Türk ve Müslüman’ın gerçekle bir ilişkisi yok. Dolayısıyla, sol, gerçek dışı siyaset yürütme, siyaseti gerçek dışına kaçırma iradesi olarak vücut bulmak zorunda.

Sol, buradan, her türlü aidiyeti yok etmek istiyor. Onun Türk düşmanı ve Müslüman düşmanı olmasını isteyenler, devlet ve sermaye. Bu düşmanlık, Türklüğe ve Müslümanlığa sızamıyor, nüfuz edemiyor, çatlaklara yerleşilmesine imkân vermiyor.

Yekpare, havada asılı, su sızdırmaz, kendinden menkul düşman olgular olarak Türklüğün ve Müslümanlığın karşısında aynı ölçüde yekpare, havada asılı, su sızdırmaz, kendinden menkul bir solculuk inşa ediliyor. Bu solculuğun somut hayatın ve somut gerçekliğin içinde ezilen ve sömürülen Türk’e ve Müslüman’a bir hayrı olamaz.

1920’de Türkler arasındaki birliğe ve Müslümanlararası birliğe karşı inşa ettikleri devlet, 1980’de yeni bir hamle yapıyor ve kontrgerilla masasında “Türk-İslam sentezi”ni inşa ediyor. Bu devletin ve masanın memuru Namık Kemal Zeybek, onca yıl Türk İslamı’ndan söz ettikten sonra, bugün Fatiha suresini Atatürkçülüğe göre tefsir ediyor, “dosdoğru yol, vasat yol, Atatürk’ün yoludur” diyor. Onu yeni din olarak benimsetmeye çalışıyor. Sola da sağa da savaş açtığını söylüyor. Türk-İslam sentezinden çalan bu tür zevat, bugün Türk ve Müslüman’ın kavgasını yok etmek için uğraşıyor. İttihat ve terakki, sermayenin ve emperyalizmin ilerleyişi ölçüsünde tanımlanıyor. Zeybek gibiler, Mehmet Akif’in sözünü ettiği “komünizm tehlikesi”ne karşı mücadele ettikten sonra şimdi de “İslam tehlikesi”ne karşı mücadele ediyorlar. Bunların ajanlığı ifşa edilmeyi bekliyor.

Bu koşullarda sosyalistlere, Müslüman’ın kavgasına küfreden Türkçülere alkış tutmak düşüyor. Oradaki ırkçılığa onay ve destek veriliyor. İslam düşmanı Türkçünün gevezelikleri baş tacı ediliyor. Bireye işaret eden bir imge olarak tarif edilen Türk’e ezilenin tarihine ve toplumuna, kavgasına ve davasına ait olmaya düşman olmak öğretiliyor.

“İslamî” olan politik yapılardaki gayrimüslimlik; “Türkçü” olduğu iddiasındaki politik yapılardaki gayri Türklük, ancak dövüşerek, kavganın toprağında görülebilecek olgular. Bu kavganın sosyalizm mücadelesinin tüm teorik ve pratik birikimine ihtiyacı olduğu açık.

Sosyalizm mücadelesi, gerçekten, tarihten, toplumdan arınmış, tecrit olmuş özel bireylerle yürütülebilecek bir şey değil. Bu mücadele, Birey’in farklı bir şekli olarak Türk’e ve Müslüman’a vurarak, Türk’ün ve Müslüman’ın kolektif kavgasına, davasına ve mücadelesine ait olarak ilerlemek zorunda.

Bu mücadeleden, kolektiften ve davadan kaçışın adı olarak sol, kendisini inşa etmek için bir düşmana atıfta bulunuyor. “Türk-İslam sentezi” denilen olgunun sınıfsal, nesnel, politik değerlendirmesini yapamıyor. Kendisini bir adım geriye çekerek, gerçeğe bakamıyor. Türk-İslam sentezinin egemenlerin yoksul, ezilen, sömürülen Türk’e ve Müslüman’a yönelik saldırının bir alt başlığı olduğunu göremiyor. Darbenin kurumsallaştırdığı bu saldırıya karşı kitleler içerisinde bir hat açma gereği duymuyor. Sol, darbeye teslim olduğu gibi darbenin ideolojik argümanlarına da teslim oluyor.

Kitlelerin dine ve millete duydukları ihtiyaç, solda çözülüp dağılıyor. Mesele, özel bireylerin serzenişine ve mızmızlanmasına indirgeniyor. Özel bireyler, kurtuluşu, devrimi ve davayı kolektif niteliğinden arındırmaya çalışıyorlar.

Arapların hafızasında kayıtlı bir meselde şu söyleniyor: Aç bir kurt bir köye geliyor. Köyün çocuklarından birini yemek istiyor. Köydeki her hane, kendisini diğer hanelerden daha akıllı gördüğünden, kurdu savuşturmak için dışarı çıkma riskinden kaçınıyor, bunun yerine, kurdun başkasının çocuğunu seçeceğini umuyor. Yapılacak en akıllıca şeyin bu olduğunu düşünerek hiçbir şey yapmıyor.

Vicdanın kolektifliği, kuru aklın bireyselliği altında eziliyor. Kurtuluşun, devrimin ve davanın kolektif niteliği, batının kuru aklıyla yok ediliyor. İnsanların kolektife, kolektif kavgaya ait olmalarını kabullenemeyen özel bireyler, o kolektife ve aidiyete savaş açıyorlar. Soldaki Türk düşmanlığı ve Müslüman düşmanlığı, bu liberalizmle ilgili bir sonuç.

Sovyetler varken Türk ve Müslüman’la kısmi ve sınırlı ilişki kurabilen sosyalist hareket, efendisinin eteğinin dibine oturduktan, özellikle Sovyetler dağıldıktan sonra, o Türk’ü ve Müslüman’ı egemenlere teslim etti. Bununla birlikte, kendi öznelliğini ve varlığını Türk düşmanlığı ve Müslüman düşmanlığı üzerinden tanımladı. Kendisini buradan tanımlayan ve inşa eden öznenin Ortadoğu’daki ve Türkistan’daki jeo-stratejik ve jeo-ekonomik gelişmeleri anlaması mümkün değil.

Mevcut sol, benmerkezciliği ve kibriyle, tüm olgu ve olayları ancak kendi özneliğine yarayıp yaramadığı ve o öznelliğe zarar verip vermediği ölçüsünde değerlendirebilir. Komünist hareketin bu solcu bataklıktan kurtulması, Ortadoğu ve Türkistan’da ezilenin-sömürülenin kuvvesini fiile taşıması şart.

Eren Balkır
30 Temmuz 2024

0 Yorum: