Leninizmin
ve komünist hareketin tasfiye edildiği koşullarda bir sol örgüt şefi, “bugünün
proletaryası kadındır” diyebiliyor. Bu laf, tasfiyenin hem nedeni hem de
sonucu. Bu şefin dilindeki Kadın, liberalizmin putu olarak “Birey”in mecazından
başka bir şey değil.
Burjuvaziye
haset edenler, proletaryadan nefret ediyorlar. Kadın, proletaryanın politik,
ideolojik, teorik ağırlığını silmek için kullanılıyor. “Örgüt olduk, birey
olamadık” diyenler, proletaryayı da düşman olarak görüyorlar. Birey olmaya mani
olan her şey, yasaklanıyor. Sermaye adına yasaklanıyor.
Kadın,
doğrudan burjuva Birey kurgusuna denk düşüyor. Özünde sol şefler, basit manada,
birey-devlet ikiliği, kavgası üzerinden düşünüp hareket ediyorlar. Tüm
eylemlerini şu veya bu ölçüde liberalizm belirliyor. Devletin karşısına
çıkartılan birey, burjuvazinin özel devleti olarak tanımlanıyor. Bu anlamda,
bireyin karşısına yerleştirilen Devlet, Tansu Çiller’in “dünyadaki son
sosyalist devlet Türkiye devleti” lafında da görüldüğü üzere, işçiye-emekçiye,
onun kolektif mücadelesine dair her şeyi anlatan bir tür mecaz olarak iş
görüyor. Sol, devletteki bu liberal dönüşüme ayak uyduruyor, daha dün
“lezbiyen” ve “burjuva ideolojisi” dediği feministlere örgütleniyor.
Feministler,
feminist teoriyle çelişecek biçimde, devlete “aileyi değil, kadını koru” diyorlar.
Kadını korunacak nesne olmaktan çıkartmanın, özne yapmanın teorisi olduğunu
iddia eden feminizm, devletin ideolojik aygıtına dönüşüyor. Aileyi tasfiye etme
girişiminin sınıfsallığını ve ekonomi-politiğini kimse sorgulamıyor.
CHP’nin
tüzük kararı uyarınca altı ok programının ana eksenini oluşturan Devletçilik
okunu mora ve yeşile boyaması, devletçilik okunun tasfiyesine delalet. Pembe ve
mor boyalarla “cancel”lanan devletçilik, bireyi aşan, kolektife işaret eden her
şeyi anlatıyor. “Beton sol”u tasfiye eden CHP kurmayları, emperyalist efendilere
“bizi tercih edin!” diye yalvarıyorlar.
Bugünün
“şeriatçı gerici yobaz” hükümetinin kurduğu aile bakanlığının önünde eylem
yapan feministler, ailenin tarihsel kolektif bir mevzi olarak tasfiye
edilmesini istiyorlar. Kadın’ı Aile bağlamından kurtarmak isteyen feministler,
küresel pezevenklere hizmet ediyorlar. Çünkü Kadın’ı, onların pazarlarına ve
sermaye kanallarına kul etmek istiyorlar.
O
devletçilik oku, otuzlarda “cehaletle mücadele aracı” olarak görülüyordu.
Sosyalistlerin sandığından farklı bir anlama sahipti. Sömürgecilikle ve
emperyalizmle tanımlıydı. Devlet, işgal altındaki geri kalmış halkın dişe uygun
şekilde dönüştürülmesiyle ilgili bir araç olarak görülüyordu. Sosyalistler de o
burjuva ilerlemeci anlama örgütlendiler. Bugün CHP, devletçilik okunu, “devlet
don üretmez” diyen anlayışın önünü açmak için kırıyor. Bu yüzden mora-yeşile
boyuyor. Devleti tekellere uygun hâle sokacağına dair yemin ediyor.
İşin
tuhafı şu ki solcuların ve feministlerin “gerici yobaz şeriatçı” diyerek
eleştirdiği hükümete bağlı aile bakanlığı, bugün Gezi eylemlerinde
feministlerin yaptığı tek iş olan “küfür avcılığı” işine soyunuyor. Devletçilik
okuna bağlı olan Türk Dil Kurumu ile birlikte Aile Bakanlığı, “cinsiyetçi”
kelimeleri lügatten silmek için operasyon başlatıyor.[1] Toplumda işleyen,
işlenen ve yaşayan bir olgu olarak dilin ürettiği “cinsiyetçi” ifadeleri
derleyip kataloglamaktan başka bir işi olmayan TDK, feministlerle birlikte dil
polisliği yapıyor. Bu arındırma çalışması, Arap ve Müslüman’ın kir olarak
görüldüğü, neoloji çabalarının devreye sokulduğu dönemin uzantısı olarak
yürütülüyor. Bu operasyon, tekellerin emri gereği yürütülüyor.
Aynı
aile bakanlığının başındaki isim, Eskişehir’deki “Neonazi” saldırısı sonrası
“mesele, gencin oynadığı bilgisayar oyunu” diyor. Bu açıklama sonrası o
bilgisayar oyununun yasaklanması gündeme geliyor. “Cinsiyetçi ifadeler”i yasaklayan
kafa ile bilgisayar oyununu yasaklayınca Neonazi şiddetini durduracağını sanan
kafa, aynı. Ölçü aldıkları, Birey’in huzuru ve güveni. Feminizm de bundan başka
bir şey söylemiyor. O, sahaya izinsiz ve nobran bir üslupla girme hakkını
kendisinde gören Ali Koç’a sahip çıkan spor yorumcuları gibi! Onun “birey”
dediği de Ali Koç çünkü…
Söz
konusu Neonazi kafası, “Elin Arap’ı için” diye başlayan cümlenin sahibinde de
var. Feminizm, bu ülkede faşizmle birlikte ilerliyor. Aile bakanlığındaki
kaynaşma, feministlerin istihdamı, bunun delili. “Terörist” ilân edilen “Beyaz
Erkek”e yönelik saldırının sınıfsallığı ve ekonomi-politiği üzerinde kimse
durmuyor.
1958’de
İsrail, Müslüman Arap’ı kuşatmak amacıyla bir istihbarat ağı kuruyor. Ağın
içerisinde İran, Türkiye ve Sudan var. Yerli ve milli Neonazi olarak Ümit
Özdağ, o tarihte yapılan anlaşmanın ürünü. Özbeöz Siyonist olan bu şahıs,
siyasetini Arap ve Müslüman düşmanlığı üzerine kuruyor. Sosyalistler, onun
içişleri bakanlığına bu sebeple oy ve destek veriyorlar.
7
Ekim sonrası şu net olarak görüldü: Sosyal medyadaki Ateist TV gibi propaganda
aygıtlarının arkasında İsrail ve yerli ajanları var. Arap ve Müslüman’a
düşmanlık üzerinden bir kitle inşa ediyorlar. AKP karşıtlığını bu küçük burjuva
gevezeliğe kapatıyorlar. Kadınları feminizm üzerinden, bu Arap ve Müslüman
düşmanlığına örgütlemeye çalışıyorlar. Kirli, geri, tehlikeli ve zararlı olan
her şeyin bir mecazı olarak gösterilen Arap ve Müslüman, karalanıyor.
Irkçı-faşist dil, sola da sirayet ediyor.
Bugün
feministler, “Kadın-İşçi” veya “İşçi-Kadın” diye imzalıyorlar yazılarını.
İşçilikle alakaları olmayan bu şahıslar, İşçi’nin topraktan özgürleşmiş, kente
gelmiş, burjuvazinin işini gören birey olduğunu düşünüyorlar. “İşçi”, liberal
ve kapitalizm yanlısı olmanın mecazından başka bir şey değil. Onun kapitalizm
içre yanını önemsiyorlar. Yoksa dertleri, üretim araçlarının emeğe ait olması
veya işçi iktidarı kurulması değil. Bu ikisi olsa ilkin bu feministler, Batı’ya
kaçıp oranın imkânlarıyla karşı-devrimcilik yaparlar. Ki burada yaptıkları da
bilfiil karşı-devrimcilik!
Türkiye’yi
Doğu Avrupa ülkesi kabul eden feministler[2], Avrupa emperyalizminden aldıkları
ödüle seviniyorlar. Doğu Avrupa’nın Sovyetler ve Berlin Duvarı sonrası yaşadığı
dönüşümün kadın üzerinden gerçekleştirilen kısmına omuz ve destek veriyorlar.
Bu dönüşüm, fuhuş ve kadın ticareti üzerinden yaşanıyor.
Burjuvazinin
topraktan kopartıp özgürleştirdiği metafizik Birey, İşçi donuna giriyor. O
bitmeyen burjuva devrimleri çağı dâhilinde bu işçiye “senin de sermayen,
mülkiyetin var, o da kol gücün. Sen de burjuvaya eşsin, denksin” diyorlar. Bu
kandırmacaya “sendikalizm” deniliyor. Sendikalizmin inşa ettiği bireyci işçiyle
dövüşmek gerekiyor. Topraktan özgürleşmek anlamında, işçinin burjuva kadar
özgür olduğu yalanına imanın adı olarak anarşizm de bir işçici birey inşa
ediyor. Onunla da mücadele etmek gerekiyor.
Dün
“sermaye küreselleşiyor, yaşasın! O hâlde emek de küreselleşsin, bana vize
verin!” diyen solcular, bugün “yürüyen cinsel organlar” olarak gördüğü kadının
da küreselleşmesini istiyorlar. Küre genelinde işleyen fuhuş ağının ve kadın
ticaretinin aktığı yolların ideolojisini benimsiyorlar.
Sendikalizmin
birey-işçisi, feminizmde kadın-işçiye; anarşizmin işçi-bireyi, kadın-bireye
dönüşüyor. Her ikisi de kadını cinsel organlarına indirgiyor. Oraların
serbestleşmesini özgürleşme ve burjuvaziyle eşleşme-denkleşme imkânı olarak
satıyor. Feminizm, bugün kadına fuhuştan başka bir şey öneremiyor. Cinsel organları
teşhir eden kıyafetleri AKP üretiyor, onun bakanlığında feministler, aileye
karşı savaş yürütüyor. Tüm bunlar Türkiye’de oluyor.
Sosyalist
hareket içerisinde sendikalizm ve anarşizm, feminizmin imkânlarını kullanarak
ilerliyor. Burjuvazinin ve sermayenin akıncı birlikleri olarak birey-kadınlar
ve kadın-bireyler, her köşeyi tutuyor, her suyun başına oturuyor. Aldıkları
kararların emekçi kadınlarla, sömürülen-ezilen kadınlarla bir alakası
bulunmuyor. Bu nedenle, AKP-MHP’nin Batı’nın emriyle kurduğu aile bakanlığı
içerisinde rahat rahat çalışabiliyorlar.
8
yıl önce Koç ailesi, 8 Mart’ta bir reklâm yayınlıyor. Burada şirketin “adam” ve
“bayan” gibi kelimeleri yasakladığı görülüyor. Buradan da anlaşılıyor ki Gezi
zamanı dil atölyeleri kuranlar, Koç’un promosyon ekibindenmiş.[3] “Devletle hep
iç içeyiz” diyen Koç’un şirketinde çalışan kadınlara ettiklerini kimse
sorgulamıyor.
Devletçilik
okunun mora boyanması ve aile bakanlığının feminist operasyon yürütüyor olması,
feminizmin devletin ideolojik aygıtı hâline geldiğinin delili. Sömürü ve zulüm
koşullarında kadının cinsel organlarının pazardaki serbestiyetinden başka bir
önerisi olmayan feminizm, o pazarın bekçisi olan devletin ajanıdır.
Eren Balkır
18
Ağustos 2024
Dipnotlar:
[1] “Türkçe, cinsiyetçi ifadelerden arındırılacak”, 23 Haziran 2024, TRT.
[2]
Eren Balkır, “Emir Erleri”, 25 Temmuz 2024, İştiraki.
[3] Eren Balkır, “Raptiye”, 8 Mart 2016, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder