27 Temmuz 2024

,

Emir Erleri


Almanya’da ve Avrupa’da yeşiller adıyla anılan partileri, CIA aparatları olarak görmek gerekiyor. Oralardan fon alanları da.

Avrupa, Amerika’nın Marshall Planı’yla köleleştirdiği bir coğrafya. “Savaşın paramparça ettiği ve yoksullaştırdığı Avrupa’daki kamuoyuna Marshall Planı yardımı ile nüfuz edildi.”[1] Bu planın imal ve inşa ettiği politik yapı, AB kurulları ve vakıfları üzerinden işliyor. Bugün emperyalizm, Türkiye’deki solcuları fikren ve mali açıdan besleyen Avrupalı örgütlerde ve vakıflarda aranmalı.

Buranın solcusu, para ve fikir aldığı Alman solcularının Alman ordusunu şirin gösterme ve misyonuna rıza/insan örgütleme amacı güden PR çalışmalarına neden asker olarak yazıldığını asla sorgulamıyor. Buranın solcusu, İran’daki bir kalkışmayı aylarca haber yaparken, Fransa, Almanya ve İngiltere’deki kitlesel kalkışmaları nedense görmezden geliyor. Bunun nedeni de emperyalizmle ilişkilerde aranmalı. Bunların “döner”i, yediği içtiği her şey Alman!

O PR çalışmasına katılan Cem Özdemir, ordusunun faaliyetlerini “insanî yardım faaliyetleri” olarak değerlendiriyor.[2] Alman ordusunun, Almanya’nın kutsal ve yüce değerlerini ülke dışında savunduğunu söylüyor. Bir kez daha liberalin Allah’ı olarak birey, faşizmin yanında hizalanıyor. Bu sefer halk kitlelerini işin içine katmak yerine devlet, o birey adına ortalığı düzlüyor, topluyor. Pandemi sürecinde sokaklara salınan Antifa birlikleri, pandeminin çilesini çeken halk sınıflarına bu birey adına saldırıyor. Devlet, solu bir tür sopa olarak kullanıyor. Kimse, pandemide uygulanan faşizme verdiği desteğin hesabını vermiyor.

Bu açıdan, Almanya’da Compact isimli Nazi yanlısı derginin kapatılmasına veya Demiral’a iki maç ceza verilmesine sevinmenin bir anlamı yok. Aynı kutsal birey ölçüsü, komünist partiyi de yasaklıyor.[3] “İşçi sınıfı, kapitalizm ve sınıf adaleti” gibi terimleri kullanmak suç ilân ediliyor. (O yüzden sol örgütler, burada bu kavramları artık kullanmıyorlar.) “Toplumun sınıflara bölündüğünü söylemenin anayasayı ihlal ettiği” söyleniyor. Yekpare, “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış kitle” inşası, bu liberal birey ölçüsüne göre yapılıyor. Rusya-İran-Çin hattı, bu liberal birey ölçüsüne göre düşman blok olarak kodlanıyor.

Rusya Olimpiyatlar’dan kovuluyor. Kemal Okuyan, “Ukrayna işgali” ile Amerika’nın Afganistan işgalini bir tutan cümleler döşeniyor. Bunu Vaşingtonlu ve Vaşingtoncu olduğu için yapıyor. Onun ve yoldaşlarının son aylarda “Nazi” ifadesini sıklıkla kullanmaları da emperyalist saldırıyla bağlantılı. Rıza imal ediyorlar. O dil evrenine girerek, emperyalist güçlerin borazanlığını yapıyorlar. Hem komünist hareketi gasp edip onu yasaklanmayacak, egemenlere zarar vermeyecek bir kıvama getiriyorlar hem de egemenlerin diliyle konuşarak, onların ideolojik saldırılarına ortak oluyorlar.


Kemal Okuyan türü liberaller, faşizm ve liberalizm arasındaki bağları örtbas ediyorlar. “Oysa faşizm ve liberalizm, kapitalist dünya düzenine gösterdikleri sadakat konusunda ortak.”[4] Liberal bir yere örgütlendikleri için buranın “yerli Nazi partisi AKP”yle savaştıklarını iddia ediyorlar. Siyasetlerini liberal refleksler ve gevezelikler üzerine kuruyorlar. Faşizmin altını çiziyorlar ki kendi liberallikleri kıymete binsin. Bir yerlere mesajlar yolluyorlar.

“Dinci faşizm” ibaresi, CIA-Pentagon-NATO bağlantılı isimlerin özellikle 11 Eylül’le birlikte imal ettiği bir kavram. “Siyasal İslam” ve “İslamcılık” da 1979 sonrası Siyonistler ve emperyalistlerce imal edilmiş kavramlar. Aklı fikri bu güçlere bağlı olanlar, onların kavramlarını kullanıp onların düdüğünü öttürüyorlar. Onlar gibi düşünüyorlar.

Netanyahu Amerikan kongresinde konuşuyor, solcuların kaptanı Kamala Harris dışarıdaki kitleyi eleştiren bildiri yayınlıyor. O bildirideki dil ve fikirle sol örgütlerin dili ve fikri arasında hiçbir fark yok. Kamala, tıpkı Özgür Özel gibi konuşuyor.

Solculuğu liberal düzlemde din ve millet düşmanlığı üzerinden tarifleyenler, emperyalizme ve kapitalizme uşaklık ediyorlar. Din ve millet içi kavgaya örgütlenmiş, sömürüye ve zulme oradan itiraz geliştirenleri devlet ve sermayeyle birlikte yok etmek için uğraşıyorlar. Din ve milletten arınmış, steril, kutsal birey kurgusunun sermayeye ve onun devletine ait olduğunu görmek istemiyorlar. Dinle ve milletle yöneltilecek her türden anti-emperyalist çıkışın önünü almaya çalışıyorlar. “Almanya’nın, ABD’nin ve Avrupa’nın yüce değerlerini savunan” NATO’ya hizmet ediyorlar. Bireyi tutup kolektifin ezilmesine katkı sunuyorlar.

Alman yargıç, “Lenin’i tek parti diktatörlüğü kurduğu için suçlu ilân edebiliyor”. Avrupa’nın değerlerinin ve o değerleri savunan ordularının hücum ettikleri bölgedeki sosyalist güçler hep birlikte, dönüştürülüyorlar. Lenin’siz Leninizm, alkolsüz bira olarak raflardaki yerini alıyor.

Sokak hayvanları ile ilgili son tartışmada EMEP vekili Sevda Karaca’ya birileri eleştiri yöneltiyor. Sosyalistler, hemen Sevda Karaca’yı savunan tvitler döşeniyorlar. Bu tvitlerde, Gaziantep’teki bir grevde ortaya koyduğu “performans”a ve bir de Alman emperyalizmiyle bağlantılı bir derginin Karaca’yı “Doğu Avrupa’yı değiştiren 21 kadın”[5] listesine almış olmasına atıfta bulunuyorlar.

Bu solcular, demek ki Türkiye’yi “Doğu Avrupa” ülkesi sanıyorlar. Doksanların başında “dünyadaki son sosyalist ülke Türkiye” diyen Tansu Çiller’in yanına oturuyorlar. Sovyetler’in dağılmasında ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasında medya bülbülü olarak görevlendirilen, kapitalizme övgüler dizsin diye beslenen Zülfü Livaneli’yle aynı telden çalıyorlar. O nedenle, postsovyetik coğrafyada emperyalizmin ajanı olarak çalışan yayın kuruluşunun övgüsüne seviniyorlar.

Kimse, o Doğu Avrupa ülkelerindeki dönüşümlerin niteliğini sorgulamıyor. Emperyalizm ve kapitalizm bağlamında nelerin değiştiğine bakmıyor. Solcular, içten içe “iyi ki Kuzey Kore olmadık” diye seviniyorlar. Alman emperyalizminin aparatı olan bir derginin yayınladığı listeye Türkiyeli bir gazetecinin neden girdiğini sorgulama gereği duymuyorlar. Listeyi hazırlayan kuruluşun Konrad Adenauer ve Friedrich Ebert gibi vakıflarla, bu vakıfların Alman istihbaratı ve devletiyle ilişkilerine bakmıyorlar. Bilâkis, bu ilişkileri “ilericiliğin nişanesi” olarak görüp yüceltiyorlar.

Doğu Avrupa, Sovyetler’in yoldaşıydı, bugün Rusya’nın faal olduğu bir alan. Ne kadar anti-sovyetçi varsa Avrupa istihbaratına örgütleniyor. Örgütlenenler, Doğu Avrupa’da Sorosçu, liberal yağma sürecine askerlik yapanları alkışa layık görüyorlar. Batı emperyalizmine itiraz edeni ise kurşunluyorlar.

Coğrafi açıdan sorunlu olan listede Türkiyeli bir ismin yanında Ermeni, Kırgız, Türkmen, Gürcü ve Kazak isimler de var. Buradaki kasıt demek ki Doğu Avrupa değil, “Avrupa’nın doğusu” ve bu doğu, aşağılık görülen halk kitlelerinden oluşuyor. En ağır sömürüye maruz kalan halkların içinden birileri, geldikleri ülkenin devletine ajanlık yapıyorlar. Bu ajanlığın arkasında Dostoyevski’yi yasaklayan akıl var.

Bu halklara yönelik saldırıda da mızrakların ucuna Kur’an sayfası niyetine feminizm iliştiriliyor. “Emperyalist feminizm, sadece batıdaki beyaz seçkinlerin alanı değil. Küresel Güney’in işbirlikçi entelektüelleri, bu ideolojinin üretiminde her daim büyük rol oynuyorlar.”[6] Kadın denilen kutsala sarılan liberal yağma, bölgeyi egemenler lehine dönüştürüyor.

Son seçimde eski EMEP başkanı, sitem ediyor, “emekçi birini neden vekil yapmadınız” deyip partisinden istifa ediyor. Bahsini ettiği, eleştirdiği kişi, Sevda Karaca. Karaca’nın sermayenin dönüştürmek için uğraştığı toplum ve emek dünyası bağlamında model şehir olarak inşa edilen Gaziantep’ten vekil seçilmesi, tesadüf değil.

Bu şehirde bir grev yaşanıyor. İşçilerle patronu uzlaştırmak için AKP’li kadın belediye başkanı devreye giriyor. Onunla işçiler arasındaki bağı ise patrondan ve sermayeden yana olan CHP vekili kuruyor. O vekil, patronla yapılan görüşmenin detaylarını işçilere aktarırken, işçiler arasından sesler yükseliyor. O “sosyalist” Sevda Karaca, o işçileri eli sopalı sınıf öğretmeni gibi azarlayıp susturuyor: “Müdürünü dinlee!” diye bağırıyor. Bunların işçi sınıfıyla ilişkisinin düzeyi bu.

Bugün açık ki liberalizm-faşizm ikiliğine mahkûm ediliyoruz. Ölümle korkutulup vereme razı ediliyoruz. Liberalizmin faşizmle ortaklığını, aralarındaki kan bağını görmemizi istemiyorlar. Koca koca sosyalist örgütler, birer birer liberal derneğe dönüşüyorlar.

Liberal yağma süreci, akıncı birlikleriyle ilerliyor. Lubun, vegan ve feminist, ayrı ayrı tugaylar hâlinde, halkların üzerine gönderiliyor. Bu, Cem Özdemir’in ve emir eri olduğu NATO ordusunun emri. Bugün Almanya’da o ordu, Şiiliği de yasaklıyor. Filistin bayrağını da yasaklıyor. Düne kadar devlet kademelerinde eski Nazi partisi üyelerini çalıştıranlar, tüm istihbaratını ve Gladio’sunu o Nazi artıklarına kurduranlar, son yirmi yıl içerisinde Neonazileri besleyip büyüttükten sonra Ukrayna ve Suriye’nin üzerine gönderenler, bugün antifaşist pozu kesiyorlar.

Yazının başında görülen ve “Kızıl Ordu’nun Faşizme Karşı Zaferi” ismini taşıyan resim, 1945’te İranlı ressam Hüseyin Tahirzade Behzat tarafından çizilmiş. Resimde Stalin, Hitler’i okla vururken görülüyor. Bugün bizim sosyalistlerin emir eri oldukları Avrupa, o Stalin’i, faşizmi durduran, tasfiye eden iradeyi de yasakladı. Demek ki o irade adına, oradan gelen her fikir ve her kuruş, sorgulanmalı. Reddedilmeli.

Eren Balkır
25 Temmuz 2024

Dipnotlar:
[1] Joan Roelofs, “NATO ve Batı Avrupa Ülkelerinin Birer Muz Cumhuriyeti Hâline Getirilmesi”, 19 Şubat 2016, İştiraki.

[2] Johannes Stern, “Cem Özdemir ve Tobias Lindner”, 17 Haziran 2019, İştiraki.

[3] Erman Çete, “Şu Anda Almanya’da Devletin Gerici-Militarist Yeniden Yapılandırılmasını Yaşıyoruz”, Nick Brauns’la Söyleşi, 24 Temmuz 2024, Harici.

[4] Gabriel Rockhill, “Liberalizme ve Faşizme Dair”, 14 Ekim 2020, İştiraki.

[5] “21 Remarkable Women Who Are Changing Eastern Europe”, 8 Mart 2017, Ostpol.

[6] Deepa Kumar, “Emperyalist Feminizm ve Liberalizm”, 5 Aralık 2014, İştiraki.

0 Yorum: