19 Temmuz 2024

Günümüz Emperyalizmiyle İlgili Yanlış Fikirler

Marksist teorisyen ve eylemci Michael Pröbsting[1], emperyalist sistemle ilgili yaklaşımımızı[2] eleştiren bir çalışma kaleme aldı. Bu makale, emperyalizm teorilerini güncelleme girişimlerine karşı formüle edilen klasik eleştirileri gözden geçirmektedir.

Bize göre emperyalizm, sömürü üzerine kurulu uluslararası düzenin sürekliliğini güvence altına alan aygıta denk düşer. Bu aygıt, ya güç kullanımı ya da dolaylı baskı üzerinden merkezdeki kapitalistlerin bağımlı ülkelerin kaynaklarına el koymalarını güvence altına alır. 

Emperyalist bir devletin elindeki hâkim konumu diğer devletler ve milletler hilafına kullandığını bizim gibi gören Pröbsting’le bu noktada uzlaştığımızı söyleyebilirim.

Fakat biz, bu mekanizmayı Pröbsting gibi tanımlamıyoruz. Bizim anlayışımıza göre, emperyalizmin tarihi, kapitalizmin başlarına dek uzanır ve bu toplumsal düzenle doğrudan ilişkisi içerisinde evrilir.

Dolayısıyla emperyalizm, kapitalizm öncesi imparatorluklardan niteliksel açıdan farklılık arz eder, ayrıca, yirminci yüzyılın başlarından itibaren girdiği ilk şekillerin yerini, Amerika komutasında daha kolektif bir biçimde koordine edilen hâli almıştır.[3]

Pröbsting ise geçen yüzyıl boyunca hiçbir ayrışma yaşamamış, farklılaşmamış bir emperyalist aşamadan bahsediyor. Ona göre, bu uzun dönemde yaşanan bazı değişimler emperyal sistemin temel özelliklerinin hiçbirisini değiştirmedi.

Bizim yaklaşımımız, emperyalist sistemin temel işlevinin diğer yarımküredeki yardımcı emperyalist eklentilerle ve Avrupa’daki ikincil emperyalist ortaklarla arasındaki sıkı ilişkileri dâhilinde ABD’nin sahip olduğu hâkim rolü korumak olduğuna vurgu yapıyor. Washington, sosyalist kampla mücadele için kurulmuş olan ittifaklar ağına öncülük etmeyi sürdürüyor.

Buna karşılık, Pröbsting, Birinci Dünya Savaşı döneminde karşımıza çıkan güçler arası çatışmaya benzer çatışmalar üzerinden farklı güçlerin emperyalizm düzleminde öncülüğü elde etmek için hâlihazırda mücadele içerisinde olduklarını söylüyor. Onun dediğine göre, ABD’nin hegemonyasını yitirmesiyle birlikte, çevre ülkelerden gelen ganimetlerle ilgili rekabet tırmanıyor.[4]

Biz, bir yandan da Kuzey Amerika’nın çöküşte olduğunu söylüyoruz. Ancak biz, ayrıca emperyalist sistemle ondan dışlanmış olan güçleri karşı karşıya getiren çelişkilerin gözle görünür baskınlığı üzerinde duruyoruz. Oluşmakta olan ve hegemonya kurma amacı gütmeyen bir imparatorluk profiline sahip olan ve kendi civarında hâkimiyet kurma amaçlı politikalar geliştiren Rusya, NATO’nun yakın takibinde.[5] Atlantik İttifakı, aynı zamanda emperyalist bir gücün yürüdüğü yollardan yürümeden, o kalıbın dışında durarak, dışa dönük stratejiler geliştiren, bu düzlemde ekonomisini büyüten Çin’e de düşman.[6]

Pröbsting ise ABD, Çin, AB, Rusya ve Japonya’yı içeren bir çatışmalar alanından söz eden fikriyatın hâkim olduğu farklı bir senaryo üzerinde duruyor.[7] Pröbsting, Rusya ile Çin’in yakın dönemde emperyalist güçlerini devreye soktuklarına inanıyor.[8]

Bizim yaklaşımımız ise daha az önemli olan oyuncular arasında yaşanan çatışmaların yaşandığı bir başka düzeyin varlığına işaret ediyor. Bu anlamda biz, jeopolitik düzlemde alt-imparatorluklarla ekonomik açıdan yarı-çevre ülkeleri birbirinden ayırıyoruz ve alt-imparatorlukların emperyalist sistemin merkezinden bağımsız olarak ya da doğrudan NATO ile bağlantı içerisinde bölgesel üstünlük için yarıştıklarını iddia ediyoruz. Pröbsting değerlendirmesinde bu grubu dikkate almadığı gibi, yarı-sömürgelerle emperyalizm biçimlerini karşı karşıya getiren eski tasnife bağlı kalıyor. Pröbsting bu bağlamda, konuyla alakalı dönüşümlerden söz ediyor ama bunları bu eski tasnifle ilişkileri dâhilinde ele alıyor.[9]

Bizim kanaatimize göre emperyalist sistemin mevcut dinamikleri, savunma stratejileriyle cevap üreten düşman ülkelere karşı Amerikalı liderlerin başvurdukları saldırgan manevralara yol açıyor. Bay Pröbsting ise bu ayrıma karşı çıkıyor ve tüm güçlerin birbirlerine ayrım gözetmeden, dayılanmak suretiyle birbirlerini rahatsız ettiklerini söylüyor.

Süreci farklı anlamlandıran yaklaşımlar, doğalında farklı politik sonuçlara yol açıyor. Ele aldığımız argümanları değerlendirdiğimizde, içinde olduğumuz dönemin meselelerini netleştirme imkânı bulacağız.

Çözümü Olmayan Bilmeceler

Pröbsting, günümüz emperyalizmine dair geliştirdiğimiz anlayışın ABD ve ona tabi ülkelerden oluşan “tek merkez” etrafında dönüp durduğu, birçok devletin başka milletleri ezdiği gerçeğini görmezden geldiği için kusurlu olduğuna inanıyor.[10] Pröbsting, genel bir rekabetin tuzağına düşmüş, birbirleriyle kıyaslanabilir bir dizi farklı merkezin varolduğunu söylüyor.

Ne var ki yazarımız, bu tezini onu destekleyecek herhangi bir açıklama sunmadan dile getiriyor. Bu anlamda, Pröbsting, farklı güçler arasında cereyan eden çelişkilere değiniyor, ama nedense ABD, Avrupa veya Japonya arasında yaşanmış askeri çatışmalara veya gerilimlere dair tek bir örnek bile veremiyor. Bahsini ettiği gerilimlerse Rusya veya Çin konusunda bu üç müttefik gücün tarafsız bir konum aldığı durumlarla ilgili.

Pröbsting, bu basit gerçeği sorgulama gereği duymuyor. Sadece yaklaşımımızın kapitalizm içi çelişkileri hafife aldığını söylemekle yetiniyor. Ona göre kapitalizm içi çelişkiler, güçler arasında süren rekabetin genel çerçevesini oluşturmaya devam ediyor. Fakat bu noktada Pröbsting, bu ekonomik rekabetin ve savaş benzeri sonuçlarının birbirine benzer şekilde, mekanik bir tarzda üretilmediğini unutuyor. Ticaret alanında açığa çıkan ihtilaflar her hâlükârda askeri kapışmalara yol açmıyor.

Pröbsting, söz konusu süreci bir ölçü olarak almadığı gibi, sürecin değişmediğine dair hipotezi üzerinden belirli kronoloji aktarıyor. Bu noktada yazar, on dokuzuncu yüzyılda ardı ardına yaşanan savaşlara değiniyor. Bu süreçte, bir sonraki yüzyılda iki büyük dünya savaşı yaşanıyor[11], SSCB ve müttefiklerine karşı hep birlikte karşı koyma ihtiyacı gündeme geliyor.[12]

Pröbsting, emperyalizmin sürdürülebilirliği üzerinde dururken, çelişkili bir biçimde, bir yandan da emperyalistler arası çatışmaların o eski güzergâhına değinme gereği duyuyor. Bu çatışmalar yazarın modelinde istisnai bir yerde duruyor, düşüncelerini zerre etkilemiyor. Bu noktada yazara şu soruyu sormak gerekiyor: Madem ekonomik rekabet doğalında askeri çatışmaya evriliyor, bu sebeple, emperyalistler arası savaşlar kapitalizme has olgular, o vakit neden uzun zamandır savaş çıkmadı? Burada yazar, ekonomik rekabetin askeri çatışmaya mekanik bir biçimde evrileceği üzerinde duruyor. Kendisinin de kabul ettiği biçimiyle Pröbsting’in belirlediği ilke, yazarın kusursuz olduğunu söylediği teorisiyle çelişiyor.

Bizse eleştirimizde bu rahatsız edici sorunu belirli bir bağlama oturtuyoruz. Bu noktada emperyalistler arası farklılıkların savaş sonrası dönemde de varlığını muhafaza ettiğini söylüyoruz.

Pröbsting bu düzlemde, ABD’yi Fransa ve Büyük Britanya ile karşı karşıya getiren Süveyş krizi ve Fransa’nın Dögol’ün cumhurbaşkanlığı döneminde NATO’dan çekilmesi gibi örnekleri aktarıyor.[13]

Gelgelelim, bu sınırlı anlaşmazlıkların hiçbirisi silâhlı çatışmayla neticelenmedi. ABD ortaklarının kendisine tabi olmama hâllerine hiçbir şekilde askeri bir cevap geliştirmedi. Batılı güçler arası gerilimler 1945 sonrası silâhlı çatışmalara evrilmedi.

ABD yetmişlerde ve seksenlerde Almanya ve Japonya karşısında rekabet etme gücünü yitirdiğinde ticaret ve döviz kuru üzerinden sahip olduğu gücünü kullanarak imtiyazlarını yeniden elde etmek için diplomatik baskı yöntemini kullandı. Washington, rakip ekonomiler sahasında savaş gücünü artırmayı hiç düşünmedi, Tokyo ve Bonn’un silâhlanma çabası bu süreçte daha yoğundu. Ortadaki gerilim, NATO’yu zayıflatma, koordineli çalışan emperyalist yapıyı değiştirme ihtiyacı duymadan çözüme kavuşturuldu.

Pröbsting, herkesin herkesle savaştığı savaş ihtimalinin ortadan kalktığı bu yeni bağlamı göz ardı ediyor. Sadece sosyalizmin kapitalizm nezdinde yol açtığı tehdide benzer tehlikeleri barındıran süreçler üzerinden Batı’da meydana gelen değişikliklere değinmekle yetiniyor. Buna karşın, emperyalist yapının işlemesini sağlayan mekanizmaları ilgili tehdidin nasıl dönüştürdüğünü analiz etmiyor.

Sorunlardan Kaçmak

Pröbsting, farklı güçlerin bugün nasıl yan yana geldiğini izah etmiyor. Sadece birbirine yakın güçlerin yeniden birleşme ihtimali üzerinde duruyor. Ama ilgili çeşitliliğin sebeplerini anlatmıyor.[14] Pröbsting, mevcut çatışmaların hâlen daha yirminci yüzyılın ikinci yarısında oluşmuş ittifakların sınırlarına tabi olduğunu göremediği gibi, NATO ile Rusya ve Çin arasındaki eski karşıtlıkların ağırlığını analiz edemiyor. Burada kendisine şu soruyu sormak gerekiyor: “Madem 1914-1918 arası dönemde emperyalistler arasında açığa çıkmış olan çatışma yeniden gündeme geldi, o vakit 1945’te oluşmuş olan jeopolitik dizilim bugün neden hâlâ varlığını ısrarla muhafaza ediyor?”

Ekonomik rekabet ve husumet, emperyalizm içi çatışmanın haritası konusunda başka şeyler söylüyor. ABD, Rus şirketlerinden çok Alman veya Japon şirketleriyle rekabet hâlinde, oysa Pentagon Moskova ve Pekin’e kitlenirken, Berlin ve Tokyo’yu hiç dert etmiyor.

Bu bilmeceyi ele alan eleştirmenimiz, kapitalizmin farklı ekonomik ve askeri güçlere sahip imparatorluklar arasında birleşik çelişkilere yol açan, eşitsiz gelişim yasasına ait kurallara tabi olduğunu söylüyor. Bu noktada Pröbsting, daha çok çeşitli güçlerin varlığına işaret ediyor. Bu anlamda, Japonya-Almanya’nın durduğu ilk alanla Rusya’nın durduğu ikinci alan arasında ayrım yapıyor. Neticede de geçmişe ait bloklarla bugüne ait bloklar arasındaki farklılığı eşzamansızlığa, aynı döneme ait olmayışa bağlıyor.[15]

Oysa söz konusu ayrım, mevcut dizilimi hiçbir şekilde izah etmiyor. Batı’nın teşkil ettiği ağ, her türde gücü içeriyor. Avrasya’daki ikili de ekonomik ve askeri güç bağlamında dengesizliklerle yüzleşiyor. Pröbsting, Batı ittifakı ile emperyalist sistemde dışlanan iki hasım arasındaki daimi karşıtlığın sebebini bir türlü idrak edemiyor.

Kanaatimizce buradaki sorun, oluşan ilgili çerçevenin NATO’nun emperyalizmin askeri merkezi olarak Amerika komutasında yeniden teşkil edilmesinin sonucu olduğunun görülmemesi. Pröbsting, bu hiyerarşik yapının etkisini göz ardı ediyor, ilgili yapının, NATO’nun tüm üyelerinin emperyalizm ismini taşımayı sürdürdüğünü anlamıyor. Emperyalizm, ABD liderliğinde hareket eden ortakları (İngiltere ve Fransa’yı) ve ona tabi olan Almanya ile Japonya’yı kapsayacak şekilde kullanılan bir tabir.

Bu denklem, Pröbsting’in emperyalizm tanımıyla tabii ki çelişiyor. Alman ve Japon şirketlerinin ulusal sınırlar dışında yürüttükleri ticari faaliyetlerin emperyalist sistemin kararlar alınan piramidinde yer alan devletlerin konumuyla bağlantısız olduğunu görmüyor. Bu ülkelerdeki hiçbir ordu dünyanın dört bir köşesinde yatırımları bulunan Alman ve Japon şirketlerini korumuyor. Aynı durum İsviçre, Hollanda, Belçika ve Avusturya için de geçerli.

Farklı ülkeler için aynı emperyalizm terimini hiçbir ayrım gözetmeden kullanmanın iç tutarlılıktan uzak ve muğlâk bir fikre yol açtığını görmek gerekiyor. Bir yandan emperyalist sistem içindeki her bir aktörün konumunu izah ederken Amerika’nın koruma faaliyeti için kullandığı, maliyeti yüksek mekanizmanın kapitalizmin genel işleyişini güvence altına alan yapıya destek sunduğunu görmek zorundayız.[16]

Yaşanan Çöküşteki Tuhaflıklar

Pröbsting, eskiden emperyalistler arasında meydana gelmiş olan çatışma durumlarının yeniden açığa çıkmasını Amerika’nın üstünlüğünü yitirmesine bağlıyor. Bir dizi istatistiki veriden istifade eden Pröbsting, bu ekonomik çöküşe işaret ediyor, Amerika’nın hâlâ daha kudretli ama artık hâkim olmadığını söylüyor.[17] Dile getirdiği teşhis üzerinden, eşitsiz gelişim temelinde Kuzey’in devinin yeniden nasıl zemin kazandığını ortaya koyuyor.

Ne var ki Pröbsting, yaşanan ekonomik çöküşe Washington’ın hâlen daha süren askeri liderliğinin eşlik ettiğini görmüyor. İki alan arasındaki mesafeyi dikkate almıyor. ABD esasında üretim sahasındaki küçülüşü neticesinde savaş gücünü kaybediyor değil. Diğer Batılı rakipleri bu sonuçtan istifade etmiyorlar, sadece onu geçerli kılıyorlar. NATO hâlen daha Pentagon’un idaresinde.

Bu tuhaflık, emperyalist sistemin liderinin yaşadığı çöküşle birlikte ilgili sistemi aşındırmasının bir sonucu. ABD askerlerini farklı bölgelere konuşlandırmak suretiyle ekonomik hâkimiyete yeniden kavuşamayınca bu kriz daha da derinleşti.[18]

Pröbsting, doksanlarda ortaya çıkmış olan bu özel dengesizliği dikkate almıyor, anlamaya çalışmıyor. Oysa ilgili dönemde ABD, Soğuk Savaş’ta elde ettiği zaferi ticaret ve sanayi alanına aktaramıyor, bu alanlarda hâkimiyeti elde edemiyor. Clinton, Dünya Ticaret Örgütü merkezli bir neoliberal ekonomi düzeni kurmayı düşünürken başarısız oldu. Bush, bu projeye sırtını döndü, savaş sürecini tırmandırdı, Kuzey’in devini çöküşe sürükledi. Obama, aynı yoldan yürüdü, askeri saldırılara devam etti, serbest ticaret girişimleri düzleminde başarısız oldu. Trump’ın korumacı yönelimi sonuç vermedi. Biden ise Keynesçi belirsizlikle emperyalist hedefsizlik arasında salınıp duruyor.

Eleştirimiz, Amerika’daki kötü yönelimin emperyalist sistem dışında hareket eden hasmının yükselişe geçtiği süreçle daha da içinden çıkılmaz bir hal aldığına dair tespitimizi içermiyor. Bu noktada ABD’nin bugün Çin’le yaşadığı gerilimle, daha önceden Japonya veya Almanya ile yaşadığı çatışmalar arasındaki büyük farklılık üzerinde durmak gerekiyor.

Doların başka para birimlerine dönüştürülmezliği sorunu, Amerika’nın içine girdiği krizin boyutunu ele veriyor. Bu koşullarda birinci güç, iki rakibini, Japonya ve Almanya’yı Pentagon’un kontrolü altında tutuyor, üstelik bunu epey kolay bir biçimde yapıyor.

Ama son yıllarda Çin’in kendi eylem alanının dışına çıktığı üzerinde duruluyor. Amerika, Tokyo veya Bonn’a dayattığı para ve ticaretle ilgili maddelere başvurarak, Pekin’e olan borcunu ve ticari açığını dengelemeye çalışıyor ama bunu başaramıyor. ABD’nin bu süreçte Avrupa’yı Ukrayna savaşı karşısında silahlandırması, militarize etmesi, Pasifik’teki ortaklarını tekrar silahlandırması mümkün. Ama bu hamleler, NATO haricindeki hasmı karşısında elini hiçbir şekilde güçlendirmiyor.

Ortada belirgin bir farklılık söz konusu. Pröbsting, bu farklılığı görmüyor, emperyalist sistemin merkezindeki gücü idrak etmiyor. Biz, eleştirimizde Amerika’nın krizini tasvir ediyoruz, bunu yaparken, söz konusu bozulma sürecinin etkilediği yapıyla bağ kurmuyoruz.

Yeni Kavramların Anlaşılmaması

Pröbsting, “Rusya, oluşum aşamasında olan, hegemonya sahibi olmayan bir imparatorluktur” tanımına karşı çıkıyor.[19] O, bu tanımın özgül yanları görmeyen, analizle alakası bulunmayan basit bir ikincil güç üzerinde durduğunu düşünüyor.[20] Bu hâliyle Pröbsting, kavramın anlamını kavramaya çalışma gereği duymadan onu çöpe atıyor.

Kanaatimizce bu, Rusya’yı emperyalist sistemden dışlayan yaklaşımın ürünü. Avrasyalı bir güç olarak Rusya, Belçika gibi küçük bir ekonomik aktör olmadığı gibi, hâkim sistemde Büyük Britanya türünden bir askeri güç de değil. Rusya, ABD’nin öncülük ettiği yapıyla yaşadığı çatışma sebebiyle, niteliksel açıdan farklı bir role sahip.

Bu ayrımı görmezden gelen eleştirimiz, oluşum aşamasında bulunan, hegemonyadan yoksun imparatorluk anlayışını sorguluyor. Pröbstin, bu kategorinin çelişkili olduğunu, çünkü hiçbir gücün mevcut karşılaşmada bir imparatorluk olarak hareket etmeden dünya liderine kafa tutmadığını söylüyor. Bu noktada 1914 öncesinin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu ve 1939 sonrası Japonya ile Almanya’yı anımsatıp bunların ABD, Fransa ve Büyük Britanya’yla girdikleri ihtilaflarda tümüyle emperyalist politikalar uyguladığını söylüyor.[21] Yazarın da ifade ettiği biçimiyle, bu güçler öncesinde hiçbir şekilde bir demlenme sürecinden geçmediler.

Kanaatimizce Pröbsting, sorunun kaynağını kavramaksızın kendi düşünce sürecine teslim oluyor. Rusya’nın yeni oluşan statüsü ile hegemonyadan yoksun konumu, ABD idaresindeki sistemden çelişkili bir tavırla uzaklaşmasının bir sonucu. Oysa bu sistemin üyeleri bu türden bir anlayışı hiç benimsemediler. Önceki durumda ne yapılıyorsa onu yaptılar. Yirminci yüzyılın ilk yarısında ABD liderliği diye bir şey olmadığı, bu sebeple emperyalist sistem böylesi bir liderliğin güdümüne girmediği için, iki savaş arası dönemde Avusturya-Macaristan, Japonya ve Almanya bu türden bir tasnife dâhil edilemezler.

Pröbsting, içinde olduğumuz dönemin özgünlüğünün üzerinde hiç durmuyor. Bu sebeple niteliksel açıdan farklı olan dizilimler arasında tutarlılıktan yoksun kıyaslamalar yapıyor.

Klasik dönemin emperyalizmleri bugündeki koşullardan farklı koşullarda oluştu. Toprak işgalleri gerçekleştirildi, işgücü köleleştirildi.

Aynı yanlış anlayış Çin değerlendirmesinde de karşımıza çıkıyor. Pröbsting’e göre Çin’in emperyalist niteliği aşikâr ve açıklamaya zerre ihtiyaç duymuyor. Emperyalist Çin’in 1989’da kapitalizmin tahkim edilmesiyle birlikte ortaya çıktığını, bunun Çin’in yeni elde ettiği ekonomik gücün neticesi olduğunu düşünüyor.[22] Fakat Pröbsting, bu iddiasını hiçbir kanıt ileri sürmeden dile getiriyor. Bir çırpıda emperyalist kampa dâhil edilen Çin’in kendi sınırları dışında hiçbir önemli askeri müdahale gerçekleştirmediği gerçeği üzerinde nedense durulmuyor.

Yazar, bizim Çin’i hâkim ülkeler kulübü dışında tuttuğumuzu görmezden geliyor. O, Çin’deki tarihsel sürecin niteliğini anlamıyor. Pröbsting, Rusya’daki henüz tamamlanmamış emperyalist oluşumu anlamadığı gibi Çin’deki tarihsel ara aşamayı da anlamıyor. O sadece siyah ve beyazı seçebiliyor. Kabul ediyor. Emperyalist yapılarla toplumsal rejimlerin tarihsel geçiş süreçlerine damga vuran gri tonları görmezden geliyor.[23]

Pröbsting, Çin’in kapitalist niteliğini geliştirmeksizin küresel ekonomiye liderlik eden güce meydan okuyamayacağını söylüyor.[24] Ama bir yandan da bu gücün yirmi birinci yüzyılda, can çekişen, çürüyen ve asalak kapitalizmin mevcut döneminde yaşanan en büyük ekonomik dönüşümün öncüsü olduğunu kabul ediyor.[25] Eleştirmenimiz, Çin kapitalizmindeki canlılığı kabul edip bir yandan da bu sistemin bir ayağının çukurda olduğunu söylemenin çelişkili olduğunu görmüyor.

Bu türden çelişkili ifadelere cevaben biz şunu söylüyoruz: Çin henüz tamamlanmamış olan bir kapitalist restorasyon süreci içerisindedir. İşçi sömürüsünden kaynaklanan kârları hedef alan rekabetin damga vurduğu ekonomisiyle Çin’de kapitalizmin olduğunu kimse inkâr edemez. Fakat kapitalist yönetici sınıfın devlet iktidarını kontrol etmediğini söylemek gerekmektedir.[26]

Bu açıdan, Pröbsting’in devlet kapitalizmi dediği şeyden başka bir hal var ortada. Yazar, yirminci yüzyılda görülen benzer türde rejimlerle analoji kuruyor. Bu açıdan yanlış yapıyor.[27] Zira ülkenin yeniden organizasyonunu önceleyen sosyalist sürecinin varlığıyla birlikte oluşmuş farklılığın önemini hiçbir şekilde görmüyor. Bu özgüllüğün devletin ekonomiyi düzenleme konusunda gösterdiği becerinin neden bu kadar üst düzeyde olduğu sorusunun cevabı olduğunu söylemek gerekiyor.

Pröbsting, bu bahsini ettiğimiz son özelliğin bir bütün olarak Pekin’in uyguladığı ekonomi politikası karşısında tali olduğunu düşünüyor. O, Çin’deki iktidarın ekonomi sahasındaki yönelimlerinin tümüyle Amerika’daki hükümetlerin uyguladıkları Keynesçi politikalarla kıyaslanabileceğini söylüyor.[28] Ayrıca yazar, Çin’de görüldüğü üzere, yoksulluğun büyük ölçüde yok edilmiş olması veya üretimin devasa ölçülerde büyümüş olması gibi gerçekleri ve bu hedeflere burjuvazinin hiçbir ekonomi kitabıyla, hiçbir reçetesiyle ve hiçbir yöntemiyle ulaşılamayacağını göremiyor.

Pröbsting’in önermeleri, onun GSYİH’nin yüzde 40’ına denk düşen kamu sektörünün gücünü ve yol açtığı etkilerini, ülkeye yönelik yabancı yatırımlarının sıkı bir biçimde planlandığı veya kontrol altında tutulduğu gerçeğini anlamasına mani oluyor. Kanaatimizce bu veriler Amerika’nın geliştirdiği emperyalist modelden çok uzak olan beynelmilel bir ekonomi modelinin varlığına işaret ediyorlar. Eleştirmeniz, işte tam da bu rejimin kendine has olan, güçlü niteliğini dikkate almamanın eksikliğini yaşıyor.

Claudio Katz
18 Eylül 2022
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Pröbsting, Michael. Russia: An Imperialist Power or a “Non-Hegemonic Empire in Gestation”? A reply to the Argentinean economist Claudio Katz An Essay (with 8 Tables), 11 Ağustos 2022, Newpol.

[2] Katz, Claudio, “La crisis del sistema imperial”, 29 Haziran 2022, Lahaine.

[3] Katz, Claudio, “La indefinición imperial contemporánea”, 8 Şubat 2021, Lahaine.

[4] Pröbsting, Michael, “Siervos de dos amos, El estalinismo y la nueva guerra fría entre las grandes potencias imperialistas de Oriente y Occidente”, 10 Temmuz 2021, Communists.

[5] Katz, Claudio, “Es Rusia una potencia imperialista? I Gestación no hegemónica”, 29 Nisan 2022, Lahaine.

[6] Katz, Claudio, “Estados Unidos y China: una puja entre potencias disimiles” 19 Nisan 2021, Lahaine. Fransızca Çevirisi: Recherches Internationales: Persee.

[7] Pröbsting, Michael. “El imperialismo ruso y sus monopolios”, 25 Ağustos 2022, Vientosur.

[8] Pröbsting, Michael. “Anti-imperialismo en la Era de la Rivalidad de las Grandes Potencias” (Capítulo IX.) RCIT Books, Viyana 2019, Communists.

[9] Pröbsting, Michael. “South Korea as an Imperialist Power”, Aralık 2019, Communists.

[10] Pröbsting, “Russia: An Imperialist Power”.

[11] Pröbsting, “Siervos de dos amos”.

[12] Pröbsting, “Russia: An Imperialist Power”.

[13] Pröbsting, “Russia: An Imperialist Power”.

[14] Pröbsting, “Siervos de dos amos”.

[15] Pröbsting, “Russia: An Imperialist Power”.

[16] Katz, Claudio, “Tres perfiles diferentes del imperialismo dominant” 17 Eylül 2021, Lahaine.

[17] Pröbsting, Michael. “Russia: An Imperialist Power or a Non-Hegemonic”.

[18] Katz, Claudio, “La recuperación imperial fallida de Estados Unidos” 25 Ocak 2021, Lahaine, Katz, Claudio, “Ocaso, supremacía o transnacionalización” 1 Şubat 2021, Lahaine.

[19] Katz, Claudio, “¿Es Rusia una potencia imperialista? III Continuities, reconstructions and ruptures”, 18 Mayıs 2022, Lahaine.

[20] Pröbsting. “Russia: An Imperialist Power”.

[21] Pröbsting, “Russia: An Imperialist Power”.

[22] Pröbsting. “Rusia and China as Great Potencias”.

[23] Katz, “Claudio Descifrar a China III: projects en dispute”, 2 Ekim 2020.

[24] Pröbsting, “Rusia y China como Grandes Potencia”.

[25] Pröbsting, “South Korea as an Imperialist Power”.

[26] Katz, Claudio, “China Descifrar a China II: ¿Capitalismo o socialismo?” 25 Eylül 2020, Lahaine.

[27] Pröbsting. “Anti-imperialism in the Era of Rivalry”.

[28] Pröbsting, “Siervos de dos amos”.

0 Yorum: